26 Nisan 2014 Cumartesi



Sosyal Alanda Psikolojinin Çözemedikleri  ve  Söylem Çalışmalarının Getirdikleri 
Sibel A. Arkonaç

Bu konuşma 25 Nisan 2014 tarihinde Istanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü Sosyal Psikoloji Aana Bilim Dalının Düzenlediği ‘Sosyal Psikolojinin Akademi Dışında Çalışma Alanı Olabilir mi?’ başlıklı yuvarlak amasa toplantısında sunulmuştur.


 Bu sabah dinlediğiniz meslektaşlarım sahadaki çalışmalarını uygulamadaki yaşantılarını aktardı. Bir akademisyen olarak çalışma hayatım akademik çerçevede geçtiğinden burada biraz farklı bir tutum takınmak istiyorum. 
 Konuşmamın başlığı oldukça iddialı. Birinin yapamadığının ya da eksik kaldığının diğerinin ise getirdiği çözebildiği gibi bir çağrışımı var. Konuşmamın ilk kısmını bu çözemeyene ayırıyorum. İkinci kısımda ise bir başka pencerenin gösterdikleri üzerine konuşacağım.
 Dünyayı ve kendimizi diğerlerini seyredişimizi, haklarında yargıda bulunuşumuzu, ve neticesinde eyleme geçişimizi birbiri ardına döngüsel olarak dönüştüren dil dünyamızdır. Eleştirel rölativist/görececi bir noktadan konuşursam bunun başka yolu da yoktur. Konuşurken, düşünürken rüyada ya da hayalde, dilimin kurduğu anın dışına çıkmam imkansızdır. Dolayısıyla etrafımda kendimde olana bitene yaptığım açıklamalar kadar bir dünya kurgulayabilirm. O açıklamaların, beyanların, sözlerin dışına çıkamam. Ama bu açıklamaların sözlerin neler olduğunu ya da neye yol açtığını, kimin işine yarayıp kimlere barikat kurduğunu, neye ulaştırıp nelerden mahrum kıldığını ayrıştırıp fark etmek gibi de bir becerim vardır. 

Sözgelimi bu yuvarlak masanın konu başlığı buna bir örnek. 
Sosyal Psikolojinin akademi dışında bir çalışma alanı olabilir mi? 
Hemen gözüme çarpan iki ifade var : Akademi ve Dışı. 

 Eğer akademiyi bilimsel bilgiyi üreten kurum olarak kurguluyor isek bu iki kelimeyi yeniden şöyle ifade etmek mümkün: 
 Bilginin içerdeki hali ve bilginin dışarıya çıkma durumu. Buna göre içerisi, teorik modellemelerin ve uygulamalarının yapıldığı mekanda bilginin aldığı hallerdir ya da bir başka ifade ile üretimidir. Dışarıya çıkma durumu ise içerde üretilenin hedef kitleye uygulanışıdır. Ulaştırılması demiyorum çünkü uygulayacak olan da kullanacak olan profesyonel de psikologtur. Sözgelimi bugünkü başlığımız da sosyal psikolojiyi dışarda nasıl yapabileceğimizi soruyor, hem akademisyen psikologlar hem de profesyonel psikologlar bir arada bu soruyu irdeliyoruz. Sanırım klinik psikoloji ya da endüstriyel psikoloji bu noktada bizim için daha kolaylaştırıcı birer örnek olurdu.
 Şimdi bir de şuna dikkat çekmek isterim. Bilgi dedikçe hem içerideki, üretilen bilgiyi hem de dışarıya çıkarılan bilgiyi tekil tek boyutlu ele aldığımızı görelim. Yani psikoloji ve sosyal psikoloji çerçevesinde bilişsel esaslı ve bilişsel çıkışlı, nesnel ve genellenebilir evrensel bilgi ve bu bilginin üretildiği bağlamla, kültürle ve tarihle kopukluğu ya da bunlardan aşkın kabul edilmesi ve de en önemlisi diğer çalışma alanlarından kopukluğu sözgelimi sosyoloji ya da tarihten kopuk olması. Üstüne, içeride mutfakta pişirilen bu bilginin dışarıya taşınması ve dışarıdakilere uygulanması da var.
 Bilginin içerdeki hali ve dışarıya çıkma durumu dediğimde karşımdakilerin bunu algılayışlarını yönlendirmiş ve biçimlendirmiş oluyorum: bilgiyi bir fail statüsüne dolayısıyla da varlık statüsüne sokuyorum. Bir başka ifade ile ete kemiğe büründürüp bir varlık haline getiriyorum. Siz de artık karşınızda bilgi denen varlığın, kim olduğunu ve ne yaptığını konuşmaya başlıyorsunuz. 
 Bu durum o bilgiyi üretenleri ve uygulayıcısını gözden ırak tutar. Sahnede görünür olan sadece bilginin kendisi olur. Öyle ise üretecileri ışığın altına çekip görünür hale getirecek soruyu soralım:  Bu bilginin içerideki halini kotaranlar, dışarıya taşıyanlar ve dışarda kullananlar, kimdir bunlar?
 Bilginin üretildiği mekan olarak akademiyi alıyoruz. Öyleyse bu mekanda akademik psikologlar bilimsel psikolojiyi ya da sosyal psikoloji bilgisini üretirler. Ondan sonra yine bir zamanlar bu mekandan geçmiş olan dışarıdaki profesyonel meslektaşlarına eğitim seminerleri, toplantılar vs ile servis ederler. Profesyonel meslektaşlar da dışarıdaki bizlere, bu bilgiye ihtiyacımız olduğunu bildirerek uygularlar. Nasıl mı? Sözgelimi kadının çalışıyor olması ile çocuğuna ayırdığı zamanın ters ilişkili hale gelmesini ele alalım. Sahadan gelen talepler doğrultusunda akademik bilgiden istenen, çalışan annenin iş performansını düşürmeyecek şekilde ana çocuk ilişkisine dair yeni bilgilerdir. Kadın çalışmaya devam edecek ama çocuğu ile ilgilenecektir. Akademide çocuğun annesiyle ilişkisinde süre yerine niteliğin önemli olduğunu gösterecek çalışmalar yapılır. Sahadaki profesyonel psikologlar da ana çocuk ilişkisinde, danışmanlık ya da rehabilitasyon merkezlerinde çalışan anneyi nitelikli zaman geçirme konusunda eğitmeye başlar. Bu suretle çalışan annenin vicdanı rahatlar, üretim zincirine geri döner. Ama bu arada kadının ya da erkeğin çalışmama tercihi konuşulmaz bunun yerine nitelikli ana çocuk ilişkisine dair bilgi servis edilir.  Dolayısıyla da olması gereken yani bilimsel bilgi  olmakta olana galebe çaldırılır.
 Psikolojik ya da sosyal psikolojik bilgi akademik camiada insanı ya da sosyal insanı anlamak üzere statüsü yüksek bilimsel bir faaliyet olarak görülür bu faaliyetin ürünü daha sonra bir başka düzeyde yer alan adına ‘sahada çalışan meslektaşlar’ denilen kişilere iletilir. Sözgelimi bugün öyle birgündür. İçeride üretilen, ana mutfakta pişirilen akademik sosyal psikolojik bilgi dışarıya nasıl iletilecektir ya da iletilebilecek midir?  Akademisyenler ve profesyoneller hem kendi aralarında hem de kendi içlerinde bu bilgiyi birbirlerine nasıl ileteceklerini, eksik kalanları, uygulama hatası olanları iletir dururlar. Sürekli dinlediğimiz onların bu sesleridir.
 Sözgelimi halktan olanla bilimsel olanın birbiri ile nasıl ilişkiye geçeceği meselesi vardır. Ama bu arada bilimselliğe bulaşanın bu memlekette içinden geldiği halktan koptuğu, halkı karşısına alıp bu sefer üst bir statüden halkı seyretmeye başladığı hiç akla getirilmez. Onun dilini çoktan alt kademelere indirmiştir bile. Siz bir de buna modernist psikolojinin Carla Willig’in deyimi ile (2008)  Tanrı’nın gözüyle tepeden bakışını da ekleyin. Kopukluğun mesafesi fersah fersah artar. Kürtçe konuşulan bölgelerde çocukların kelime kazanımlarının Türkçe üzerinden değerlendirildiğini ya da korucu köylerinde meydana gelen katliam gibi cinayetlerin sebebini kişiler arası ilişkilerde arayan meslektaşlarım olduğuna çok şahit olmuşumdur. Bunların akademik eğitimlerle düzeltilebileceğine inanıyorsanız size aramızda bulunan bir başkasından bahsetmek isterim.
 Bu bir başkası sesi olmayan birileridir. Akademik araştırmalarda onları işitemezsiniz. Profesyoneller işitse de aslında neticede kendi seslerini işittirmeye odaklanmışlardır. Adlarına Ötekiler  diyebiliriz. Akademinin ve profesyonellerin dediklerine göre aslında tüm bilimsel faaliyetler, herşey onlar için yapılmaktadır. Onu anlama, onun problemlerine çözüm bulma, acılarına deva olma, performansını artırma, kavgalarını bitirme, hayat kalitelerini artırma vs. vs. Ama o öteki bir muhatap değildir. Bilgi onun için üretilmektedir ama bu bilginin üretilmesinde rolü yoktur. Deprem sonrası stres yaşadığını kendisi değil siz ona söylersiniz. Ölümü kabullenen odur ama sizin bilginizin ölümle meselesi yüzünden travma programlarına sokarsınız. Depreme hazırlıklı olması için eğitimleri şart koşarsınız ama onun ölümle ilgili anlayışlarını dindarlığına ya da eğitim seviyesine bağlarsınız. Yine demokratik düşünmediklerine karar veren sizsinizdir. Ya da ekonomik düzeyleri düşük olan ailelere bunu sebep gösterip aile içi eğitimler ya da ebeveyn olma eğitimleri verirsiniz. Çünkü tüm bunların ne olması gerektiği kriterini belirleyen ve buna göre bilgiyi üreten akademidir, Dışarıya servis eden ise profesyoneldir. Profesyonel bu manada biraz daha kıvrak ve donanımlı olmak zorundadır, en önemlisi öteki olarak sizin dilinizi öğrenmek zorundadır böylelikle size bu bilgileri, sizin dilinizi kullanarak ama neticede bu dili de dönüştürerek aktarır. Artık siz de bu bilgileri popüler bir tarzda da olsa kullanmaya başlarsınız.
 Bu noktadan itibaren mesele çok değişik yollara ayrılarak ele alınabilir ve tartışılabilir. Nitekim bu yolları ve ilgili tartışmalarını özellikle eleştirel psikoloji alanında yapmaktayız: Sözgelimi
Psikolojik bilginin benimle dikine, yukardan aşağıya  bir ilişki kurması. Yani doğruyu onun bilmesi ve kendini beni bilinçlendirmekle vazifeli görmesi. Ya da 
Psikolojinin benim adıma benim hakkımda bana dair bilgiler üretip; bu bilgiyi benim menfaatime, benim yararıma olduğunu idda ederek benim için bana rağmen evimde okulumda iş yerimde kısacası mahremime özelime ortak alanlarıma müdahale ederek kullanma yetkisine sahip olması.
 Bu tartışmaların bazı boyutlarını daha önceleri bir iki çalışmamda ele almıştım. Onun için bugün burada doğrudan bir soru soracağım: 
Psikolojinin ve sosyal psikolojinin anlamaya ve problemlerini çözmeye çalıştığı ben isem, benim benimle ilgili bilgilerin üretilmesinde ortak düzlemde bir yerim neden olmasın? 
Modernist psikoloji bilimi buna izin vermeyecektir,bilimsel bilgiyi üreten de sahibi de bilimsel kurumun kendisidir dolayısıyla psikoloji disiplininin kendisidir. Beni bilginin üretiminde incelenen nesne konumunda ele alır ve beni en fazla üretim sonunda benimle ilgili ne gibi yargılara ve kararlara vardığından haberdar eder. 
Halbuki bu arada post modernist eksenli, eleştirel duruşa sahip bir sosyal araştırma düzlemi sözgelimi disiplinler arası söylem analizi temelli araştırmalar beni kendisi ile eş paydaş bir katılımcı olarak araştırmasına dahil etmektedir. Araştırmanın amacı ve hedefi böyle bir düzlemde, ortaya çıkarılması gereken ya da sesi duyurulması gerekenin ortaya çıkarılması sesinin duyurulması olmaktadır. Yani araştırmacıyla katılımcı birlikte doğrudan problemin üstünü açan ve problem çözücü kimliğe ve eyleme girişmektedirler.
 Söylem çalışmalarında biz sözgelimi baskılanan kimlikler yerine baskının kendisini ya da şiddet gören kadınlar yerine şiddetin kendisini bir söylem ve söylem pratiği olarak katılımcılarla birlikte bir sorun olarak ortaya koymaktayız. Bu suretle katılımcı ve araştırmacı birlikte eş paydaş olarak sorunu, neye şiddet dediğimizi neye demediğimizi bu sırada ne yaptığımızı yani neyi nasıl meşru kıldığımızı kendimizi nasıl kurguladığımıza odaklanırız. Bunu da, soruna getirdiğimiz açıklamalara, anlatılara eğilerek yapmaya çalışırız. 
 Bu arada geleneksel sosyal psikolojiden ya da psikolojiden farklı olarak    çalışmalarımızın akademi içinde ya da dışında olması gibi bir ayırım kendiliğinden ortadan kalkar. Profesyonelle akademisyen sorundan muzdarip olduğunu beyan edenlerle beraber ortak etkileşim alanı içinden hareket etmektedir. Kurulan bağlamlar içinden sorunu beraber seyrettiğimiz için aramızda dikine yani bilen bilmeyen ilişkisi yerine yatay eş statülü ilişkiler kurmuş oluruz. Meselenin ne olduğu nasıl ele alınabileceği ve de ne gibi çözümler getirilebileceği hususunda söz araştırmacıda olmaz. Şiddet üzerine ya da baskı üzerine verdiğim örnekten devam edecek olursam böyle bir araştırma anlayışı ile ben bir araştırmacı olarak katılımcıya ya da karşımdaki kişiye ‘senin derdinin devasıyım’ diyen bir iktidar kurmamış olurum. Dahası ve de en önemlisi acıyı çekenin, şiddeti görenin baskı altına alınanın acısını derdini bir araştırma ve çalışma aracı haline sokmamış olurum.
 Ortamı belirleyenlerin ne olduğuna karar vererek sonrada bunları düzelteceğim zannına kapılmamış olurum. Dolayısıyla psikolojik bilgi denilen şeyin eksikliğine yanlışlığına ya da tarafgirliğine müdahil olmadığım gibi doğruyu, yapılması gerekeni bilen ve de dayatan olmaktan çıkmış olurum. Tüm bunların sayesinde de kendime ve etrafıma psikolog olmayı meşrulaştırmamış olurum.