23 Aralık 2020 Çarşamba

Psikolojinin Türkiye'deki Geçmişi I

 


Psikolojinin Türkiye’deki Geçmişi  I


Prof.Dr.Sibel A. Arkonaç


Bu yazı dizisi üzerinde çok zamandır düşünüyordum. Istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümüne 1976 yılında öğrenci olarak girdiğim ilk günlerden beri geçmiş hep benimleydi. Memleketin, şehrin, üniversitenin ve bölümün tüm tarihi, geçmişi, hikâyeleri, dedikoduları fakültenin, bölümün odalarında koridorlarında, hergele meydanında anfilerinde bizi beklerdi ama illâ da yaşca büyük hocaların sohbetlerinde, fakülte kurulllarında, emeklilik törenlerinde parça parça söze dökülürdü. 

Bu makale dizisini ben herşeyden önce üniversiteme, fakülteme ve acı tatlı 40 yılımı geçirdiğim bölümüme borçlu olduğumu biliyorum. Anlatılanların, aktarılanların bir şekilde yazıya dökülmeye başlaması gerekiyordu ilk elifi ben çektim umarım arkamdan gelenler olur. 


Giriş

Makalenin başlığını, peşi sıra onu takip edecek ve alt başlıklarıyla birbirinden farklılaşacak yazıları, bir şemsiye başlık olarak düşünmeniz yerinde olacaktır. Amacım, psikolojinin Avrupa’da olduğu gibi memleketimizde de henüz sistematik hale gelmemiş (Bilgin, 1988) ilk dönemlerinden başlayarak, bugüne kadar gelen halini ve vardığı yeri bir yazı dizisi halinde tartışmaktır. 

Türkiye’de psikoloji ile ilgili ilk düşünce ve fikirleri, 19.yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı entellektüellerinin takip ettiği dönemin felsefî akımları içinde görmekteyiz.Bu sebeple psikolojinin Türkiye’deki gelişiminin sistematik bir anlatısını kurgulamak ve tartışmaya açmak için bu dönemden başlamak düşüncesindeyim. Bu anlatıda tartışmaların bağlamını Türkiye tarihindeki siyasî, kültürel ve düşünce hayatındaki kırılmalar oluşturacaktır. Bir başka ifade ile psikoloji ile ilgili ortaya çıkan gelişmeler ve kaynaklar, bu bağlam içinde ilişkilendirilecektir.


I-

Tarih için bir başlangıç gerekir bunun için bir takım kıstaslar belirlenir. Belirlenen bu kıstaslara göre tarih yazılmaya başlanır. Psikolojinin tarihçesi için de böyle birkaç kıstas belirlenmiş ve bu kıstaslar üzerinden tarihçe yazılmıştır. Ana akım psikolojinin ilgili literatüründe ve psikolojiye giriş kitaplarının ilk bölümlerinde hep bu tarihçeyi okuruz. Bilimsel yöntem olarak psikolojide kabul gören deneysel yaklaşımla yapılan ilk deneyler, bu yönteme uygun yazılan ilk kitaplar, ilk araştırmalar, ilk bilim adamları vs. vs. Wundt’un laboratuarını kurup araştırmalarını yaptığı 1879 yılı psikoloji kavramının ve ilk araştırmaların başlangıcı kabul edilir. Ama bu resmî tarih anlatısını içinde taşıyan, daha geniş daha çeşitli anlatıların olduğunu biliriz. (Danziger, 1990,1994, 1997 2013; Farr, 1996; Markova,1991) Nitekim bu anlatılar, ister yazılı olsun ister yazıya dökülmeden kulaktan kulağa aktarılan olsun, resmî olandan daha kuşatıcıdır.

Psikolojinin ana akıma uygun ya da eleştirel tarihçesi üzerine Türkçe’ye çevrilmiş ya da özgün, çok sayıda makale ve kitaba ulaşmak mümkün. Türkçe özgün yayınların içeriklerine bakıldığında da görülen aslında psikoloji bölümünlerinin ve /veya alanların Türkiye’deki tarihçesidir (Kağıtçıbaşı, 1994; Boratav,2004, Başaran ve Şahin 1990, Dökmen, 1995 Toğrol, 1987; Özbaydar, S.1973; Arkonaç, 1995). Tabii yanısıra çok sonraları kurulan Türk Psikologlar Derneği’nden de (https://youtu.be/KghqLYRyQbI) bahsetmemiz gerekir.

Avrupa’da psikolojinin felsefeden bağımsız, modern bir bilimsel disiplin haline nasıl geldiğini irdeleyen çok çeşitli ve çok sayıda çalışmalar ve yayınlar vardır (sözgelimi Markova,1991, Farr, 1996, Danziger, 1990,1997). Ama Türkiye’de psikolojinin kendi başına bir bilim dalı haline nasıl geldiği hiç çalışılmamıştır. Sistemli araştırmalar da yoktur (Odabaşı, 2016; Bilgin,1988). Bu sebeple psikolojinin geçmişini geniş bir çerçevede ve eleştirel bir düzlemde takip etmek zordur. 

Psikolojinin Türkiye’deki geçmişini ya da tarihsel gelişimini yazabilmek için 19.yüzyılın ikinci yarısına gitmeniz gerekir. Batıda o dönemde psikolojiden çok yenilerde bahsedilmekteydi. Wilhelm Wundt ve William James’in, zihin, bilinç ve irade kavramlarını felsefî çerçeve dışına çıkarma teşebbüsleri çok yeniydi, yayınları bu yüzyılın son çeyreğini görecekti. Bu dönemde Osmanlı aydınları bu tartışmaları özellikle yüzyılın son çeyreğinde yakından takip etmekteydi (Ülken,1966, 2018). 1880’lere 1890’lara gelindiğinde psikoloji tıpkı diğer bilim dalları gibi, meşru bir doğa bilimi olduğunun kabul edilmesi için mücadeleye başlamıştı (Farr, 1996). O dönem ve öncesinde psikoloji ile ilgili düşünce ve fikirleri bazı felsefî akımlar içinde buluruz. 

Nuri Bilgin (1988) psikolojinin Türkiye’deki gelişimini de benzer bir hal içinde görmek gerektiğinden bahseder. O sıralar özellikle I.Meşrutiyet döneminde (yaklaşık 1850-1870/80 arası) psikoloji zaten Batıda henüz kendi başına bir bilim alanı olarak kabul görmemektedir. Bu aralar Osmanlı aydınlarının formasyonları da çok çeşitli alanlardan olup, cemiyet ve düşünce hayatındaki faaliyetleri çok çeşitlidir. (Bilgin, 1988). Bununla birlikte bu çeşitli ve bir anlamda dağınık cemiyet ve düşünce hayatlarına bakıldığında psikoloji ile ilgili bazı izlere rastlamak mümkün. Dönemi inceleyen diğer sosyal bilimcilerin çalışmalarında, sözgelimi bir tarih alanında (sözgelimi Kılıç, 2015) ilk telif psikoloji kitapları ile karşılaşmak, ya da I. ve II.Meşrutiyet dönemi ve öncesi Osmanlı matbuatında psikolojiyi inceleyen bir çalışma (sözgelimi Odabaşı,2016) ile karşılaşmanız mümnkündür. Hilmi Ziya Ülken’in halâ alanında yön gösteren çalışması olan Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi (1966, 2018) adlı muazzam kitabında, psikoloji ile ilgili felsefî ve sosyolojik tartışmaları ve bu tartışmaları yürüten dönemin tüm şahsiyetleriyle karşılaşıp tanışmanız sizi şaşırtmaktadır. Sosyoloji (sözgelimi Arık, 2014; Balcı,2014) ve felsefe (sözgelimi Bayraktar, 2002) alanında aslında bugün psikolojiye ait olan (ama bizim haberimizin bile olmadığı) kavramların ve şahsiyetlerin yaklaşımları ve modelleri ele alınıp tartışılmaktadır.  Ama Türk Psikoloji Tarihi adı altında yazılanlarda bu dönemle ilgili hiçbir yazılı çalışma bulamadım. Adeta bu dönemler, önplanda olan kişiler ve çalışmaları, yaydıkları, yayamadıkları etkiler yok kabul edilmiştir. Sadece sınırlı sayıda, Ersin Batur ile Ersin Aslıtürk’ün çalışmalarında bazı dönem ve kişiliklerin ele alındığını gördüm (Batur, 2003,2005,2006; Batur ve AslıTürk, 2006; 2007 gibi). 

II.

Türkiyede psikoloji biliminin geçmişi ile ilgili bir geçmiş okuması yapmaya çalışmak hayli zor. Türkiye’de psikoloji disiplinini, Osmanlı zamanından başlayan toplumsal kültürel ve idarî dönüşümlerle birlikte okumak gerekir. Yanısıra hem Osmanlıda hem de Batıda yeni başlangıçlara sahip psikolojinin, o sıralardaki biçimlenişini takip edecek kıstasların neler olduğuna karar vermek de oldukça zor. Ama hemen ilk akla geliveren herhalde ne zaman sorusu olsa gerek. Psikoloji Türkiye’de ne zaman bir disiplin olarak ortaya çıktı? Bunun için, gözler üniversiteye çevrilir. 

Öyle ise ilk grup soru,  (a) Türkiye’de psikolojinin üniversitede bölüm (ya da kürsü) olarak ilk ne zaman kurulduğu olacaktır? 

Türkiye’de kabul edilen tarih, Almanların kurduğu psikoloji kürsüsüdür (İhsanoğlu,2010; Toğrol,1987; Arkonaç,1995). Ama psikloloji derslerine bu tarihten çok önce 1869 kadar geri gidebileceğimiz bir dönemde Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nde rastgeliriz: Felsefe ve Edebiyat Şubesi’nde ‘İlm-i ahval-i nefs’ adıyla okutulacak dersler arasındadır (İhsanoğlu, 2010). Böyle bir ders konuldu ise bu demek ki, Osmanlı entellektüeli bu alanı biliyor ve eğitimini gerekli görüyordu. Darülfûnun kurulmasından öncesine giden bir tanışıklık hatta bilindik bir hal yaşanıyordu. Özellikle Tanzimat ve I. Meşrutiyet ile birlikte yurtdışına okumaya gidenler ya da elçiliklerde üst düzey memur olarak çalışanlar arasında ve hemen sonrasında Osmanlı kültür ve entellektüel hayatında batı felsefesi ve sosyoloji tartışmaları yakından takip edilmekteydi (Ülken, 1966, 2018) Takip edenler, psikoloji, şuur, irade gibi dönemin popüler kavram ve başlıkları ile tanışmışlardı. Daha sonraki kısımlarda ele alacağım üzere Tahsin Hoca Efendi bu kişilerden biriydi. 

Öyleyse biraz önceki sorunun da öncesinde sorulması gereken bir soru var: (b) Darülfûnun öncesi dönemde psikolojinin kavramlaştırmaları ile nerelerde karşılaşıyoruz? 

Bunun için kullanacağımız kriter, dolaylı ya da dolaysız bu kavramlaştırmalardan bahseden bir kitap ya da o günlerin deyimi ile bir risâle veya bir makale olacaktır. Bu da bizi tekrar Hoca Tahsin Efendi’ye götürecektir. Ama böyle bir makale ya da risâle ile karşılaşmamız sorunun cevaplandığı anlamına gelmemeli çünkü hiçbir karşılaşma boşluktan doğmaz. Hemen akla gelmeyen ama tüm yazılıp çizilenlerin orta yerinde duran, üzerinde düşünülmesi gereken bir soru ya da daha doğrusu önemli bir konu başlığı var: Darülfûnun kuruluşundan önce de psikoloji ile ilgili faaliyetler var. Ama Darülfûnunun kuruluşunda hatta ilk taslak çalışmalarında hazırlanan müfredatlarda bile (İhsanoğlu,2010) psikoloji derslerinin konulduğunu görüyoruz. 1908’den sonra da bizzat bir disiplin olarak psikoloji eğitimi, bir alt dal olarak sisteme yerleştiriliyor. Neden?

(c) Darülfûnunda psikoloji dersleri niye gerekli görüldü? Üniversitede yer alış sebebi neydi? Bu bilgi niye talep edildi? Bu bilgiden beklenen neydi? 

Bu soru Osmanlının, batılı üniversitede bulunan disiplinlerin aynısını burada dakurmaya çalıştığı ya da onu taklit etmeye çalıştığı cevabından çok daha fazla soruyu barındırır.

II.Abdülhamid döneminde Osmanlı matbuatının psikolojik yazıları daha çok tercih ettiğini gösteriyor (Odabaşı, 2016). Diğer özellikle de sosyolojik içerikli yazılardan ziyade psikoloji yazıları daha çok tercih edilmiş. Toprak’a göre (2017) günün siyaset tartışmaları içinde sosyolojik tartışmaların aksine psikolojinin bir sistem teklifi ya da sistem reformu teklifi yoktu, üzerine tartışmaları da yoktu. Sadece entellektüel birtakım argümanlar, dönemin bilinç, irade ve insan gibi kavramları üzerinden giden tartışmalar yapılıyordu.  Zafer Toprak’ın bu açıklaması üniversitede psikolojiye neden yer verildiğinin sebebini açıklamıyor. 1915 gibi sihirli ve tartışmalı bir başlangıç tarihi ise çok daha yenilerde kullanılmaya başlamıştır. Ayrıca Odabaşı (2016) ve Toprak’ın (2017) psikoloji üzerine yazıların matbuatta ‘zararsız’ görülme eğilimi ise yetersiz bir açıklama gibi durmaktadır. 

Özellikle 1850’li yıllardan itibaren Osmanlı entellektüellerinin hedefi, İmparatorluğun aksayan ve onu tökezleten sistemini revize edecek yeni ‘modern’  bir bilgi sistemini buraya aktarmaktı. Tüm okumalar ve üzerine tartışmalar bu amaçla yapılıyordu. Berkes’in (1964, 2002) dediği gibi hiçbiri düşünce, akım ya da yaklaşımın kendisini, kendisi içinde inceleyip tartışmıyordu. Güttükleri sosyal siyaset için elverişli bilgi ve modeller arıyorlardı.Toplum odaklı sosyolojiyi kurulması gereken yeni toplum yapısı için takip ederlerken, birey odaklı sosyoloji içinde psikolojik tartışmaları bu toplumun yeni bireyinin kim olması gerektiği ile ilgili bilgi ve yaklaşımlar için takip ediyorlardı. Sözgelimi yeni insan modeli tekliflerini, II.Meşrutiyetin hemen sonrasında o sıralar Istanbul’a henüz gelmiş Mustafa Şekip Tunç’un yazılarında ya da biraz sonrasında Nurettin Topçu’nun yazılarında takip etmek mümkündür. Psikolojinin bu yeni insan modelleri ile ilgili tartışma ve teklifleri, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinde pek rağbet görmez. Dönemin acil olduğu düşünülen ve pratik hızlı cevaplar alınmak istenen konusu çocuklardı; çocukların sağlığı ve çocukların kurulan bu yeni sisteme uygun nasıl yetiştirilmesi gerektiği idi. Sözgelimi, 1925 yılının Maarif Nezareti Bütçesi (TBMM Zabıt Ceridesi, 1925-1341) tartışmalarında da bunu görüyoruz Öncelik ilk okullara veriliyor. Türkiye Cuımhuriyeti’nin savaş sonrası iyice azalan nüfusundan, yeni bir nesil yetiştirmek gibi bir dert başlamıştır. En önemlisi de hazinede savaş sonrası para yoktur, yetişmiş öğretmen yoktur. Bir diğer sebep de genç nüfusun 1911’den beri süren savaşlar sebebiyle iyice azalması ( “On yılda onbeş milyon genç yarattık her yaştan” Onuncu yıl marşı) ve zaten eski bir sorun olan okullaşamamadan dolayı da Lise ve Darülfûnun’un kontenjanlarının boş kalması olabilir. Ayrıca arkada bırakılan bir kültür ve medeniyet vardı. Yeni kurulan  bu sistemde, genç nesillerin yeni ve modern tekniklerle yetiştirilmesi gerekiyordu. Bu sebeple batıda da o sıralar revaçta olan çocuk terbiyesi ve pedagoji bilgisi talep ediliyordu (Turanlı, 2017; Vatandaş,2011; Bozaslan ve Çokoğullar, 2015). Nitekim 1915 kurulan psikoloji kürsüsünün ilk asistanı olan Ali Haydar (Taner) bey (İhsanoğlu 2010), Almanya’da 1910 yılında tamamladığı pedagoji tahsili (Vatandaş, 2011) sebebi ile Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte Ankara’ya gidip Milli Eğitim Bakanlığında Milli Talim Terbiye üyeliği yaptı (Yanardağ, 2018). İlkokul eğitimi, müfredatı ve alfabe üzerine çalıştı (Taner, 1924, 1926). 

Öyle ise bir diğer soru da bu olmalı (d) yeni kurulan bu toplum için dönemin psikolojisinin önerdiği yeni insan modeli ve bilgisi neden rağbet görmedi? 

Bunun cevabını, siyasî atmosfer kadar dönemin bilgisi ve dönemin revaçtaki alanı pedagojinin Türkiye’deki yansıması içinde de aramak gerekir. 

Osmanlı İmparatorluğu’nun batılı düşünce ve batılı bilimlerle tanışma dönemi Tanzimat dönemidir. Bu bilgi ve disiplinlerin Osmanlı düşünürlerinin sosyal düşünce hayatını doldurup belirlemeye başlaması ise Meşrutiyet özellikle de II.Meşrutiyet dönemidir. Meşrutiyet dönemi ve ilk dönem Cumhuriyet yılları, dönemin pozitivist ve materyalist düşüncesinin hakimiyeti altındadır. Düşünceyi ve bireyi biçimlendirici iddialarının yanısıra birey odaklı ve toplum odaklı sosyoloji tartışmaları, siyasi hayatı şekillendirmesinin yanısıra birey ve bireyden ne anlaşılması gerektiği ile ilgili tartışmaları da barındırır. Bu noktada psikolojinin gelişimini takip etmek bakımından belki de en çok dikkat gösterilmesi gereken alan sosyolojidir (Odabaşı, 2016; Toprak, 2017) . 

19.yüzyılın ikinci yarısında Auguste Comte bilimleri matematik, astronomi, fizik, kimya, biyoloji ve sosyoloji olarak sıraladığında psikolojiye yer vermemişti. Stuart Mill ve Herbert Spencer ise bu liste sıralamasını eleştirmiş, biyoloji ile sosyoloji arasına psikolojiyi sokmuşlardı. Böylelikle bu yeni sıralama sosyolojiye temel oluşturmuştu. Sosyoloji, psikoloji temeli üzerinden doğmuştu (Toprak, 2017; Ülken, 1966, 2018). Sosyolojinin psikolojiden ayrışması 20.yüzyılın başlarında Durkheim sayesindedir. Sosyolojiye kazandırdığı işlevsellik sayesinde sosyoloji psikolojiden ayrı bir disiplin haline gelmiştir. Toprak’ın (2017) ifadesiyle ‘psikolojiden bağımsızlığını’ elde etmiştir. Nitekim  o dönem Durkheim, sosyolojinin konu edinmesi gerektiğini savunduğu kollektif temsillerin hocası Wundt’un incelediği kollektif bilinçten farkını anlatıyordu. Durkheim’a göre kolektif fenomenler psikolojik bir fenomen değildi (Arkonaç, 2010 ; Paker, 2004; Moscovici, 1984) . Aynı yıllarda da Wundt, kollektif bilincin bilinçli hadiselerin incelendiği fizyolojik psikolojiden çok farklı bir düzlemde ele alınması gerektiğini antipozitivist bir duruşla Volkerpsychologie’de tartışmaktaydı (Arkonaç, 2010). Kısacası 19.yüzyılın son yıllarında ve 20.yüzyılın başlarında psikolojiden bağımsız bir sosyoloji kurmanın savaşı veriliyordu ve bu mücadelenin öncüsü ve galibi Emilé Durkheim’dı. Psikolojiden bağımsızlığını kazanmış bir sosyolojinin kurucusu idi. Genç Ziya Gökalp’in Selanikte tanıştığı sosyoloji buydu ve onun düşünceleri ile Istanbula gelmişti. Açıkcası anlaşılmaktadır ki Türkiye’de psikolojinin geçmişini sosyoloji içiçeliğinde ele alıp tartışmak gerekir. 

Dolayısıyla buradaki son sorumuzda budur e) Psikoloji ile sosyolojinin ilişkisi, bu geçmiş sorgulamasında nasıl bir yer tutmaktadır? Gökalp’in Durkheimcı tutumu sosyoloji içinde yer alan psikolojik kavramlaştırmaları nasıl bir serencama götürmüştür? Bir başka ifade ile toplum odaklı sosyolojiye geçişte Osmanlı son döneminde ve Cumhuriyetin ilk dönemlerinde birey odaklı sosyolojiye ne olmuştur?

Sözgelimi, 1915’lerden beri devam eden Ziya Gökalp ve Mustafa Şekip arasındaki toplum ve birey ya da yeni toplum yeni birey tartışmalarını Cumhuriyetin kuruluşuna nasıl taşıdıkları, birinin muhalif diğerinin iktidarın kurucu düşünürü haline gelişini ve bunu sonraki kuşaklara nasıl taşıdıklarını konuşmak ve irdelemek gerekir. Türkiye’de ilk Tecrübî (Deneysel) Psikoloji Bölümünü kuran Mümtaz Turhan’ın deterministik bilim anlayışıyla çizdiği devletçi ve milliyetçi tavrının, bilim-Türkiye-gelecek ilişkisini kuran dünyasını ve araştırmalarını, 1940’ların iki defa reform geçiren üniversite anlayışı ve devletin çağdaşlaşma reformları çerçevesinde ele almadan anlamamız mümkün olmaz. 

Cumhuriyetin ilk yıllarında Fransa’da eğitimden dönüp üniversitede psikoloji dersleri vermeye başlayan Nurettin Topçu’nun, görüşleri sebebi ile kurum dışında bırakılması da ilginçtir. Yeni kurulan cumhuriyetin çeşitli alanlardaki devrim ve iddialarıyla kurmaya çalıştığı bir insan modeli vardır (Bayraktar,2002). Topçu ise artık İmparatorluk sonrası daralan ve değişen cumhuriyet atmosferinde değişmekte olan bu yeni insan modelini oluşturabilecek yerli ögeleri ve esaslarını koymaya çalışmasıyla tanınır. Bununla birlikte o sırada Ziya Gökalp’in görüşlerine göre Ankara’nın ideolojisine muhalif ama sessiz kalan Mustafa Şekip Tunç’un kürsüde tutulurken, Topçu’nun üniversiteden çıkarılıp lise hocalığına atanması tartışılması gereken bir meseledir. Tartışmanın çerçevesi ilerleyen yazı dizisinde Topçu ile Mustafa Şekip Tunç’un öne sürdükleri yeni insan kimliğini inşa edecek yapı taşlarının neler olması gerektiği üzerine argümanları ve bu argümanları çekip aldıkları arkaplan oluşturacaktır. 

Bu arada 1940-60’lar Türkiyesinde kurulmaya başlanan devlet üniversitelerinden beklenenler ve psikoloji bölümlerinin kadrolaşmalarındaki siyaset gözden kaçırılmamalıdır. Bu topraklarda, kültürel ve sosyolojik ve siyasî bir diğer önemli kırılma da 1990’lar Türkiyesindeki dönüşümler ve bu dönüşümün 2000’lerin değişmiş, farklılaşmış insan tipini oluşturmasıdır. Bu bizzat psikolojinin, özellikle de sosyal psikolojinin ele alması gereken bir başlıktır. Psikolojinin bu ülkede tam da bu dönemde başlattığı ya da daha ılımlı bir iddia ile katalizör görevi yaparak, birey algımızda değiştirdiklerini görmemiz ve üzerinde çalışmamız gerekir. 2000’li yıllardan sonra psikolojinin; bireyin kişi, özne oluşumundaki dönüşümünü en temelden, arzularını harlayan ve kurgulayan mimarı ve kontrolörü oluşunu gözardı edemeyiz. Dolayısıyla bu yazı dizisi psikolojinin bu topraklardaki ilerleyişini bugüne kadar getirecektir.

Öyle ise geçmişi hikaye etmeye başlayalım. 









TEŞEKKÜR

Herşeyden önce beni bu makale dizisini yazmaya yeniden cesaretlendiren eski öğrencim yeni meslektaşım Büşra Kızık’a, her yazımda yanıbaşımda bulduğum beni belge, makale, referans ve literatürle doyurup besleyen can dostum Tûba Çavdar Karatepe’ye ve her konuşmamızda mutlaka durup konuyu tartıştığımız Sema Karakelle’ye çok teşekkür ederim.



KAYNAKLAR

 Arık, E. (2014). “Birtakım muğlak ziya oyunları”: Millî Mücadele’de Ziya Gökalp ve Durkheim sosyolojisine yönelik eleştiriler ve Dergâh dergisi. Sosyoloji Dergisi,3. (28), 2014/1, 139-165

Arkonaç, S. (1995). İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü 80. Yıl. TürkPsikoloji Bülteni, 2, 91-95.

 Arkonaç,S. (2010).Kollektif bilinç/kollektif temsiller: Wundt İle Durkheim. Istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Dergisi,3(21) 2010/2, 103-114  

Balcı, M. E. (2014). Sistem ve/veya eleştiri: Mehmet İzzet’in sosyoloji anlayışı. Sosyoloji Dergisi, 3 (28). 2014/1, 171-194 

Başaran, F., & Şahin, N. (1990). Turkey. Psychology in Asia and Pacific RUSHSAP series, 34, 7-41.

Batur, S. (2006).Türkiye’de psikolojinin kurumsallaşmasında toplumsal ve politik belirleyenler, Toplum ve Bilim,107,1-9

Batur, S. (2005). Psikoloji tarihinde köken mitosu ve George Anschütz’ün hikayesi, Toplum ve Bilim, 102, 168-188.

Batur, S. (2003).Türkiye’de psikoloji tarihi yazımı üzerine. Toplum ve Bilim, sayı: 98, 255-264 

Batur,S. ve Aslıtürk,E.(2007).Muzaffer Şerif’e Armağan. İletişim Yayınları,Istanbul

Batur, S ve Aslıtürk, E. (2006) On critical psychology in Turkey, Annual Review of Critical Psychology, 5,  21-41 www.discourseunit.com/arcp/5

Bayraktar, L. (2002).Mustafa Şekip Tunç Düşüncesinde Model İnsanı Yaratacak olan Eğitim Anlayışı. Felsefe Dünyası 2002/1 sayı 35 160-166

Berkes,N. (2002) Türkiye’de Çağdaşlaşma (hz.Ahmet Kuyaş). Yapı Kredi Yayınları, Istanbul

Bilgin, N. (1988). Başlangıcından Günümüze Türk Psikoloji Bibliyografyası. Ege

Boratav, H. B. (2004). Psychology at the Cross-Roads: The View from Turkey. In M. J. Stevens & D. Wedding (hz.), Handbook of International Psychology, (311–330). Brunner-Routledge.

Bozaslan, B , Çokoğullar,E.(2015). Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Modern Eğitimin İnşası: Devletin Kurtarılmasından Devletin Kurulmasına. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi , 17 (3) , 309-329 

Danziger, K. (l990) Constructing the subject. Cambridge: Cambridge University Press. 

Danziger, K.(1994) Does the History of Psychology Have a Future? Theory and Psychology 4(4), 467-484.

Danziger, K.(1997) The Varieties of socail construction. Theory and Psychology, 7 (3), 399-416

Danziger, K.(2013) Psychology and its history Theory and Psychology 23(6),829-839.

Dökmen,Z.(1995) Ankara Üniversitesi DTCF Psikoloji Bölümü. Türk Psikoloji Bülteni, 2(3),66-68.

Farr, R. (1996),The Roots Of Modern Social Psychology. Oxford, Blackwell.

İhsanoğlu,E.(2010). Darülfünün: Osmanlı’da Kültürel Modernleşmenin Odağı (I.cilt). Istanbul,IRCICA yayınları

 İhsanoğlu,E. (2010).Darülfünün: Kurumların Oluşması:Fakülteler,Enstitüler ve Kütüphaneler” (II.Cilt). IRCICA Yayınları: Istanbul 

 Kağıtçıbaşı,Ç. (1994). Psychology in Turkey. International Journal of Psychology, 29 (6), 729-738.

Kılıç,R. (2015)Türkiye’de Modern Psikolojinin Tarihi: ‘İlm-i Ahvâl-i Ruh ‘İlmü’n-Nefs/Ruhiyyat. Kebikeç / 40, 21-36.

Markovà, I. (1982) Paradigms,Thought and Language. John Wiley and Sons:London.

Moscovici, S. (1984).The Phenomenon of Social Representations. R. Farr ve S. Moscovici (haz.), Social Representations, içinde (3-69). Cambridge University Press, Maison des Sciences de l’Homme, Cambridge/Paris.

Odabaşı, İ .(2016). Osmanlı Matbuatında Milliyetçilik ve Psikoloji.Üsküdar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,0(2), 75-117 . DOI: 10.32739/uskudarsbd.2.2.8

Özbaydar, S. (1973).Cumhuriyetin Ilk 50 yilinda Türkiye'de Psikoloji. Cumhuriyetin 50. Yilina Armağan içinde (219-222),Istanbul, İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Yayınları.

Paker,O.(2004) Batı dışı toplumlarda sosyal psikolojiyi yeniden düşünmek: İnşacı yaklaşımın imkanları üzerine bir deneme. S. Arkonaç (hz.)Doğunun ve Batının Yerelliği: Bireylik Bilgisine Dair içinde(203-248), Istanbul, Alfa Yayınları.

Taner, Ali Haydar (1924/1340) Lise ve Orta mekteblerde talebe sicil defterleri tutmaya mahsûs tedkikât-ı ruhiye rehberi. İstanbul : Matbaa-i Amire, 64 s.

Taner, Ali Haydar.  (1926) Milli terbiye. / Ali Haydar. -- İstanbul : Milli Matbaa, 71 s. 

Toğrol,B.(1987) Türkiyede Psikolojinin Tarihçesi. Tecrübi Psikoloji Çalışmaları. 15, 8- 10

Turanlı, E. (2017) Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Türk Ulus İnşası Sürecinde Türk Çocuğu Tasarımı: Çocuk Sesi Dergisi. TRTakademi. 2(4) Çocuk ve Medya.

Toprak, Z. (2017) Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiyesi’ne Sosyolojinin Evrimi: 1908-1945. H.Erbaş(Hz.) Sosyal Bilimler Tarihini Keşfediyor - DTCF Bilim Çevresi ve Sonrası içinde (43-74). Bursa: Sentez Yayın ve Dağıtım ve Öğretim Kurumları

TBMM Zabıt Ceridesi (1925-1341) Altmışaltıncı İçtima  Cilt:15 ,14-29.

 Ülken, H.Z.(1966)Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi , Ülken Yayınları,Istanbul

 Ülken, H.Z. (2018) Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi. (14.basım), İş Bankası Kültür Yayınları,Istanbul

Vatandaş, D. (2011). Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bir Toplumsal Değişim Aracı Olarak Eğitimin Modernleştirilmesi. Istanbul Journal of Sociological Studies,(42), 41-62.Retrieved from https://dergipark.org.tr/en/pub/iusoskon/issue/9546/119219

Yanardağ, A(2018). Erken Cumhuriyet Dönemi Milli Eğitim Tartışmalarında Ali Haydar Bey’in “Milli Terbiye” Başlıklı Raporu Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, 63, 387-418.