11 Haziran 2016 Cumartesi

SORUYU NASIL SORMALI NE YAPMALI: BİR ARAŞTIRMANIN İLK ADIMLARI



Sibel A. Arkonaç
11 Mayıs 2016  KKTC Avrupa Lefke Üniversitesi Psikoloji Günleri'nde sunulmuştu


Araştırma yapmak, incelemek ama en başta düşünmek, soru sormakla başlar. 
Üniversite eğitiminde soruyu bilimsel olarak nasıl sormanız gerektiği yöntem derslerinde anlatılır. Burada öğretilen, bilimsel bir soru sormanın nasıl olması gerektiğidir. Soruyu bilimsel bir tarzda sorabilmeyi öğrenmek; hayatın geneline doğru sorularla bakabilmek anlamına gelmez. Aksine hayatınızın genelinde soruları doğru yönde yöneltebiliyorsanız,bilimsel soru sorma tarzını  da kolaylıkla kavrayabilirsiniz. 
Soruların doğrusu ya da yanlışı yoktur. Güçlü ya da zayıf kurgulanmış sorular vardır. Sorunuzun kurgu kalitesi sizi, sorguladığınız şeyin meşruluğu, geçerliliği, kurallara (sözgelimi bilimsel kurallara) uygunluğundan çok, sorgulananın ne anlatmak istediğine götürecektir. Bu suretle günlük, moda ya da genel geçer doğruların tuzağına düşmez. Esas meseleye eğilmeye başlarsınız. 
Herşey bir merakla başlar. Merakınız size merak edilenin ne olduğunu, nasıl olduğunu, niye olduğunu ve ne olacağına dair soruları bir anda kafanıza üşüştürüverir. Merak ettiğiniz şey,aklınıza fikrinize takılmaya başladığında soru sormaya başlarsınız. Bu sorularla olup biteni ya da karşınızda duranı anlamak istersiniz. Karşınızdaki olay ya da nesne veya kişi her ne olursa olsun kendini size olduğu gibi yansıtan birşey değildir ya da kendini hazır eğitimli gözlere gösteren bir şey de değildir. Merak edilen her zaman onu kapsayan bir mesele içine yerleşiktir.Onun bir parçası, bir cüz’üdürler. Dolayısıyla bir cüz’ü bir parçayı tek başına sorgulamak kadar boşa emek yoktur. Bu sebeple merak edilen her ne ise her zaman için yerleşik oldukları meselenin içinde sorgulanmalıdırlar.
Bu sebeple sorular her zaman bir mesele içinden sorulmalıdır. 
Mesele; üzerinde düşünülmesi gereken, hâl edilmesi gereken, güç bir iş anlamındadır. Problem kavramından farklıdır. Mesele, içinde birçok problem taşır; bu problemler bu mesele içinde ilgili kurallar çerçevesinde ve onların yardımı ile çözülecek olandır.
Mesele, hali hazırda size burada bir mesele var denilerek işaret edilen birşey olabileceği gibi, sizin mesele ettiğiniz birşey de olabilir. 
Ama öncelikle meseleyi fark etmek gerekir. Bunun için gördüklerimizde yaşadıklarımızda,neyi mesele ettiğimize bakabilmemiz gerekiyor. Bu sebeple en başta yaşantımızın, şahit olduklarımızın ya da sürekli tesadüf ettiklerimizin farkın da olmamız gerekir. Sonra üzerinde derinleşmemiz gerekir. Nedir o fark edebildiğimiz? Sözgelimi, aslında sıradan olanlardır, sürekli akıp gitmekte olanlardır, ya da durup bekleyenlerdir, orada olması gerektiğine inandığımız halde olmayanlardır ya da tam tersine hep orada olmalarıdır. Kısacası benzerlikler, farklılıklar, süreklilikler, kesintiye uğrayanlar, hiç olamayanlar, hep olanlar gibi. Bunlar önce dikkatimizi çeker sonra algımıza takılır sonra da idrakımızı etkiler. 
Artık meseleyi fark etmişinizdir, elinizdedir, evirip çevirip seyredip ne olduğuna bakabilirsiniz. İşte bu esnada sorularınızı biçimlendirecek ilk sorgulamalar başlar. Sorgulamak bir anlamda mayalamak gibidir. Ne olduğunu nasıl gerçekleştiğini nasıl devam ettiğini anlamak için nereye vardığını ya da varabileceğini kestirmek tahmin etmek için sorular sormaya başlarız.
Soruyu şahit olduğunuz olayları, kimseleri, davranışları açıklayamadığınız çünkü ne olduğunu anlayamadığınız zaman sorarsınız. Soru sormak anlamak içindir. Anladığınız şey hakkında soru sormazsınız. Dolayısıyla elinizde merak ettiğiniz, dikkatinizi çeken, bir türlü anlam veremediğiniz olaylar, ilişkiler, davranışlar vardır.
Öyleyse neden öyle olduğuna, nasıl gerçekleştiğine dair sorular sormaya başlarsınız Sözgelimi kadınlara kocalarının, nişanlılarının ya da sevgililerinin uyguladığı şiddeti örnek alalım. Medya üzerinden haberdar olduklarımızın hemen hepsi ölümle ya da ağır yaralanma neticesi kadının koma halinde hastahaneye kaldırılmasıyla sonuçlanan vakalar. Bir de medyaya pek düşmeyen ama toplum içinde hikayelerini hep dinlediğimiz ev içinde çoluğa çocuğa kadına kıza uygulanan ağır yaralanmalarla sonuçlanmayan ama bir şekilde fiziksel neticeleri olan şiddetten de haberdarızdır. Bağırmalar, çağırmalar, haykırmalar, aşağılamalar gündelik olaylar halini aldığından evden dışarı pek taşmaz. Ama aynı şeyler kurum içinde olduğunda adına mobbing dendiğini biliriz.
Sıradan bir insan olarak ya da bir araştırmacı olarak bu olaylar dikkatimizi çeker. Dikkatimizin çekilme sebebi bir insanın bir insana bu denli bir ezayı nasıl reva gördüğünü anlayamayışımızdır. Hele de sonu ölümle bitti ise. Önlemek, önleyici tedbirler almak bu sorunun cevaplarına göre çeşitlenecektir. O vakte kadar sadece tedbirler alınır. 
Bilim dünyasındaki adı ile bu olguyu nasıl ele almalıyız? Bir olgu incelenmek üzere nasıl ele alınmalıdır? 
İlk sorumuz şu olmalı şiddetten ne anlıyoruz? 
Tarif soruları,olguları ele alırken bir yandan önünüzü açar diğer yandan da bir sınırlama getirir. Bu sınırlama bazen yapacağınız araştırmanın sınırlarını belirler, gerisini dışarda bırakır. Bazen de olguyu ele alışınızdaki düşüncelerinizi zapt eder yani etkisi altında bırakır. 
Şiddetten anladıklarımızı kategorilere ayırmak da anlayışımızı berraklaştırır mı tartışmalıdır. 
Tarif etmek yerine benzer olgular içinden ölümle bitenlerini ayırd etmek öncelikle üzerinde düşünmeyi kolaylaştıracak gibidir. Bize bir ölçü verecektir. Ölüm bu ölçünün en son noktası olacak ve herşey bu noktadan geriye giderek basamaklanacaktır. Sözgelimi bu ölçüde en hafifi hakaret etmek olacaktır.Şimdi sonu ölümle biten bu şiddeti sadece erkeklerin uyguluyor olduğu verisi ile sınırlayalım.Gözlemlerimiz buna işaret etmektedir çünkü. İşte tam da bu noktada o veya bu sebeple kocalarını öldüren kadın cinayetlerini es geçme tehlikesi ile karşı karşıya kalırız. Bu durumda soracağımız araştırma sorusunda bu nokta hep akılda tutulmalı ve sorgulanmalıdır. 
Çünkü fenomen birden fazla cepheye sahiptir.
Buraya kadar yaptığımız kimin öldürüldüğü kim tarafından öldürüldüğü sorusunabetimleyici cevaplar bulmaktı. Yani sorularımız bize betimleyici cevaplar verdi. Bu betimleyici soruların eşliğinde varacağımız yer erkeğin sebep olduğu şiddet olacaktır ki çoğunuzun aklından geçen de budur. ‘Şiddeti uygulayan erkektir’. 
Bu alan içinde kalırsak betimleyici soruların verilerinden sebep sonuç ilişkisi bulmaya yönelik sorulara gideriz. Bu sefer sorularımız sebep bulma adına bazı değişkenler etrafında dolanıp duracaktır.Gelenekesel aile yapısı mı yol açmaktadır? Eğitimin rolü ne olabilir? İşsizlik her aile yapısında şiddete yol açıyor mu?
Olayı anlamak için soru sorarız dedim. Soruları hangi havuzdan çekip sorduğunuz bulacağınız ya da vereceğiniz cevabı en baştan biçimlendirecektir. Sözgelimi soruları feminist teoriden hareketle sorduğunuzda sorularınızın cevabı eşit olmayan, hükümran ilişkiler kavramı içinden çıkacaktır. Ama tabii burada Türkiye faktörünü ayrıca düşünmek gerekiyor. Bir feminist hareket olarak yanlış ve eski bir marksist okuma ile feminist teori uygulaması yapanlarımız ki medya tarafından oldukça desteklenmektedir, kadınla erkeği karşı karşıya getirmektedir. Taraflar iyi erkek kötü erkek, güçlü kadın zayıf kadın rollerine sokulmakta gerçekleşen olay bu roller üzerinden yorumlanıp,düşünceler bu rol kategorileri üzerinden oluşturulmaktadır. Nitekim sokakta olaya müdahale eden kadınların da erkekler gibi şiddet uyguladığına artık şahit oluyoruz. Aynı şiddet dili , aynı şiddet eylemleri bu sefer, kadın tarafından hemcinsini koruma savunması ile uygulanabilmektedir.
Soruyu soruş tarzımızı tekrar değiştirelim. Şiddet neden yapılıyor? Şiddeti kim ya da kimler uyguluyor? Bu soruyu cinsiyet kategorisi üzerinden sormazsak ne olur? Böyle bir düşünce sözgelimi bende hemen LBGT’lilere uygulanan bireysel, toplumsal ve kurumsal şiddeti çağrıştırıverdi. Sorunun zeminini değiştirince şiddete uğrayan, sonu ölümle biten başka örneklerin de var olduğunu görmeye başlarız
Bu durumda soruları betimleyici sormak yerine eylemin gerçekleştiği ortamdaki güç ilişkilerini sorgulamak yerinde olacaktır. Sorgulayacağımız şey güç olacaktır. Bu sefer elimizde kadın-erkek kavram çifti yerine, güçlü zayıf ya da madur olan madur eden gibi kavram çiftleri  olacaktır. Güçlünün, görece daha güçsüz olanla kurduğu ilişkide şiddeti neden bir eyleme tarzı olarak seçtiğini sormaya başlarız. Şiddeti seçmesini ya da seçmemesini neye göre sorgulayacağız. 
Önümüzdeki soru budur. Bu soruya yaklaşımımızı belirleyecek olan ise, şiddet meselesini ne üzerinden okuduğumuza göre değişecektir. Ideolojik sözgelimi Marksist bir okuma bu soruyu tipik bir bilinçlenme meselesi olarak ele alacaktır. Kadının bilinçlenmesi ile üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışanın önü kesilecektir. çünkü güç, bir kesimin elinden alınıp herkese eşit şekilde dağıtılmış olacaktır. Liberal bir okuma ise bize başka açılardan soru sorduracaktır. 
Soruyu bir kere daha çevirelim: Şiddet bir sebep olarak mı karşımızdadır yoksa bir netice midir? Bu soru ile karşımıza çıkan manzara daha da değişiktir. Şiddet araştırmalarına baktığımızda bu araştırmaların hemen hemen hepsi şiddeti bir sonuç olarak ele almaktadır. Görünen şiddet davranışının ya da eyleminin altında yatan onu kurgulayan birtakım yapılar vardır. Sözgelimi saldırganın kişiliği, geçmiş öğrenmeleri ya da toplumun yapılanma tarzı gibi alt yapılar şiddeti doğuracak, canlı tutacak nitelikler taşıyor olabilir dolayısıyla bu yapıların değiştirilmesi ile şiddetin önünün alınabileceği düşünülebilir. Psikoloji geleneksel olarak soruyu bu şekilde sorduğundan saldırgan davranışların önlenmesi ile ilgili ya da öfke kontrolü ile ilgili terapötik modeller programlar geliştirmektedir. Ama bu programların ve modellerin her zaman başarılı olduğu söylenemez şiddet yine devam eder. 
Soruyu bir başka cepheden soralım. Şiddetle ne yapılmaktadır? evet birinin ya da birilerinin canı yanmaktadır ya da öldürülmektedir bu onun neticesidir ama bu eylemin yaptığı nedir? Şiddeti uygulayan kişinin, kurumun, toplumun şiddetle yaptığı nedir? Bu soru bizim şiddetin olduğu etkileşim alanında tarafların karşılıklı ne yaptığına odaklanmamızı sağlayacaktır. Şiddet etkileşim olarak ele alınacaktır. Dolayısıyla da tarafların karşılıklı kurguladıkları anlam ve bu anlam içindeki eylemlerine odaklanmak mümkün olacaktır.

Gördüğünüz üzere soruların niteliğini, yönünü değiştirdikçe elimizdekini anlama zeminimiz giderek daha genişleyecek ve zenginleşmektedir.