25 Ocak 2022 Salı

Psikolojinin Türkiyedeki Geçmişi II

 Psikolojinin Türkiye’deki Geçmişi  II


Prof.Dr.Sibel A. Arkonaç


I-

19.yüzyılın ikinci yarısı başladığında psikoloji, bilim olarak sınırları henüz çizilmekte olan bir bilim dalı idi. Bu hali ile yeni bir bilim dalı idi ama felsefede bir spekülasyon alanı olarak geçmişi çok eskiydi (Farr,1996) Geçmişi uzundu ama tarihi çok kısa idi. Burada tarih olarak işaretlenen bir bilim olarak tarihidir. Bu tarihten önce olanlar, psikolojinin geçmişi ile şimdiki hali arasında bir ayırım yapmakta kullanılmıştır. Sözgelimi felsefî spekülasyon konusu olarak işaretlenen bilinç, irade idrak gibi konular pozitivist anlayış sebebiyle metafiziğin yani bilim öncesi dönemin konuları olarak yorumlanır (Farr, 1996). 

O dönemlerde Wilhelm Wundt (1874, 1894) ve William James’in (1890) bilinç ve irade  gibi kavramları felsefî çerçevenin dışına çıkarma teşebbüsleri henüz başlamıştı, yayınları bu yüzyılın son çeyreğini görecekti. 

Bu dönemdeki tartışmaları, Osmanlı aydınları da takip etmekteydi (Ülken, 2018; Akgün,1999, Özlem,2002). Çok yönlü batılı bir sosyal bilim ve felsefe formasyonu içinden hareket etmekteydiler. İrade, bilinç, idrak gibi kavramları, felsefî düşünce akımları içinde ele alıp tartışmaktaydılar (Bilgin, 1988). Ama ilgilenme sebepleri, batılı düşünür ve felsefecilerin yaptıklarının tersine, meselenin kendisinin ne olduğu üzerine değildi. Yani sözgelimi bilincin hallerinin kendisi soru haline getirilmemişti. Tıpkı felsefî akım ve görüşlerde yaptıkları gibi bu düşünce ve akımların Osmanlı dünyasına sağlayabileceği ‘faydalı’ siyasî, toplumsal-beşerî sonuçların neler olabileceğinin peşindeydiler. Bireye, insana dair düşünce ve felsefî görüşleri takip etmekteki hedefleri; Osmanlı’da başlatmak istedikleri yenilikçi bir toplum ve insan anlayışını yapılandıracak, sonrasında da uygulayabilecek bir model kurmaktı. Bu suretle de batılı medeniyetler seviyesine ulaşmaktı. Bu sebeple psikolojinin Türkiye’deki geçmişinin izlerini, bu amaç ve hedef içinde aramak gerekir.

İlk baskısını 1964’de İngilizce yaptığı kitabında Niyazi Berkes(2002) 1830’lara kadar gelen dönemde Avrupa fikrîyatının Osmanlı fikrî hayatı üzerinde herhangi bir izi ya da etkisi olmadığından bahseder. 1830’lar bilindiği üzere Tanzimat dönemidir. Bu dönem, İmparatorluğun güçlenip ayağa kalkmasında Avrupa düşünce ve fikirlerinin yönetimsel, kurumsal düzeyde sözgelimi eğitim ordu ve sağlık alanında uygulanmaya başlandığı ilk dönemdir. Devlet ve kamu işleyişinde, o sırada batıya yön vermiş olan medeniyetçilik ve terakki yani ilerleme fikri ile, aksayan ve kötüleşen herşeyin haledilebileceğine inanç tamdı. Bununla birlikte, beklenen siyasî değişmeler gerçekleşmiş olsa da, Ülken’in 1948 yılında yazdığı meşhur Türk Düşünce Tarihi başlıklı kiştabında da belirttiği gibi  (2018), cemiyet yani toplum yaşantısında beklenen herhangi bir değişiklik ortaya çıkmamıştı. Birinci Meşrutiyetle birlikte fark edilen (1850’lerde JönTürk düşünceleriyle başlayıp Birinci Meclis-i Mebusan’ın kapatıldığı 1876 yılına kadar geçen dönem), siyasî değişmenin tek başına yeterli olmadığı idi. O güne kadar Tanzimat döneminde üst düzey kurumlarda yapılan yeniliklerin cemiyet yaşantısına yani topluma indirilemediği anlaşılmıştı. Sözgelimi İmparatorluk sınırları dahilinde ilköğretim ve lise düzeyinde okullaşma yaygın değildi yanısıra okul sayısı da çok azdı. Hatta bu yüzden1869 da açılan İlk Darülfûnun’a gerekli ve yeterli nitelikte rüştiye-lise mezunu bulunamamıştı. Bu sebeple yeterlilik ya da hazırlık adı verilen sınıflar açılmıştı (İhsanoğlu,2010; Berkes, 1964/2002). Osmanlı aydınları arasında, toplumun yapısında birtakım değişmelerin yapılması gerektiği kanaati hızla taraftar bulmaktaydı. 

Bu değişmelerin neler olması gerektiği ve nasıl olacağı Osmanlı düşünce ve fikir alanında yapılan tartışmaların biricik konusuydu. Bu tartışmalara kaynaklık eden batılı felsefî yaklaşımlardı ama bu okuma ve tartışmalar, yapılan yayınlardan da anlaşıldığı üzere bir düşünce, bir fikir, bir felsefe meselesi olmaktan çok günün siyasî ve iktisadî sorunlarına pratik hızlı bir cevap arayışı idi (Ülken,2018). Düşünce ve fikirler; siyasî ve pratik hedeflerden bağımsız değildi (Bu dönemin düşünce ve fikriyat hayatı ile ilgili okudukça fark ettiğim şey, bütün bir 20.yüzyıl boyunca cumhuriyet aydınlarının da aynı çizgiyi takip ettikleri oldu. Torun dedenin çizgisinden hiç ayrılmamıştı. Fikrin kendisinden ziyade sosyal kullanışlılığı ya da uygunluğu, toplumun değiştirilmesine olan gücü çerçevesinde değerlendirilip popülerleştiriliyordu.). Sözgelimi toplum ve siyaset felsefesi ilgilerini çekiyordu ama esas onların ilgisini çeken, bu çerçevenin felsefî düşüncede, sosyal ağırlıklı oluşuydu. Kendilerini bu çekici gelen noktadan uzaklaştırıp, fikrin kendisine odaklanamıyorlardı (Kafadar,2000; Akgün, 1999; Sarı, 2015; Berkes,2002; Ülken,2018). Batı felsefe ve düşünce sistemi, yanısıra bilimsel fikirler sadece,yıkılmakta olan İmparatorluğun ayağa kaldırılması adına çözüm arayışlarıyla okunup tartışılıyordu. Ya da bir başka ifade ile günün sosyal ve siyasal sorunlarına bir cevap, bir yol, bir usûl arayışıydı. İşleyişi düzeltilecek bir imparatorluğun, bir devletin toplumsal ve insan yapısının ne olması ne olmaması gerektiği üzerine, pozitivist, materyalist  ve evrimci (evolusyonist) tarafların tartışmaları yaşanıyordu (Demir ve Yurtoğlu,2001). 


II.

Halkın eğitilmesi ve aydınlatılması fikri Tanzimat aydınlarından bu yana okumuşlarımızın başucu kavramlarındandır. Halkı eğitmek, batılı metinleri özellikle de fen bilimlerinin metinlerini halk içinde okunur kılmak adına tercüme faaliyetleri, Tanzimat dönemi ile başlar. Amaç, bu bilginin yayılmasını ve benimsenmesini ve dolayısıyla toplumun kendini değiştirmeye başlaması idi. Cumhuriyetin ilk yıllarında (1935) tercümenin rolü üzerine yayınladığı kapsamlı çalışmasında Ülken (2020), bu tercüme faaliyetlerinin ilerleyen yıllarda duraksadığını ama I.Meşrutiyet döneminde tekrar canlandığını belirtir. 

1861’de “Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye” cemiyeti kurulur ve cemiyet 1862’de “Mecmua-i Fünun” dergisi çıkarmaya başlar. Adı üzerinde bir ‘Fenler Dergisi’dir ve amacı pozitif bilimleri halk düzeyinde tanıtmak ve yaygınlaştırmaktır. Bir diğer cemiyetin “Cemiyet-i İlmiye”nin yani İlimler Cemiyetinin çıkardığı “Mecmua-i Ulûm” dergisi-İlimler Dergisi’nin  de (Turan, 2010; Ülken,2018; Berkes,2002) amacı aynıdır. Halkın anlayıp ve faydalanacağı  düzeyde fen ilimlerinin tanıtılması ve bu bilginin yayılmasını sağlamaktır. (Osmanlıda fen ve ilim ayırımı önemlidir, bu ayırımın üzerinde konuşmak gerekir. Fen-ilim ayırımını ve içeriğinden ne kastedildiğini bu yazı içinde birazdan ele alacağım) Edebiyat, tarih alanından tercümeler başlar. Felsefeye ilgi arttığından Büchner, Nietzsche, Machiavel’den tercümeler yapılır. Ahmet Cevdet, Gustave LeBon’dan çeviriler yapar. Bunu Giridîzade Ahmet Saki Bey ile Köprülü Fuat Bey’ler takip eder (Ülken,2020). Ama daha da önemlisi, psikolojik bilginin oturduğu felsefî zemin olan Descartes’ın Discours de la Methode adlı eseri İbrahim Ethem bin Mes’ut tercüme eder (Ülken,2020). 

Ülken (2020) bu dönem psikoloji ile ilgili tercümeleri diğerlerine oranla daha düzensiz bulur. Ayrıca dönemin telif eserleri olarak baktığımız eserlerin aslında yarı tercüme olduğuna işaret eder. (Bugün bu halin izlerini görmemek mümkün değil maalesef) Nitekim benzer bir saptamayı Şeyma Turan (2010) da yapmaktadır. Eserlerin hiçbirisinde, Batılı bir kaynaktan tercüme edildikleri yazmamaktadır ama bu kaynaklardan faydalandıkları da ortadadır (s.18). 

Bir çok yazar (Ülken,2020; Turan, 2010; Akgün,1999; Batur,2006) psikoloji ile ilgili ilk eser olarak Hoca Tahsin Efendi’nin(1811-1881) Psiholoji Yahud İlm-i Rûh kitabını işaret eder. Ölümünden yaklaşık on sene sonra, 1891-92(1310) yılında öğrencisi Nadirî Fevzi Bey eliyle bastırılır. Faruk Akgün’e (1999) göre kitabın 1873 yılında yazıldığı anlaşılmaktadır.

Nadirî Fevzi Bey bu kitabı, Hoca Tahsin’in diğer üç kitabı ile birlikte yayınlar. Bu üç kitap şunlardır: 

Esrâr-ı Âb u Hava’: (1891-92/1309 ); 

Esâs-ı İlm-i Hey’et’: (1893-94/1311) Astronomi ile ilgili;

Tarih-i Tekvîn yahut Hilkat’: (1892-93/1310) Jeoloji ve Astronomi hakkında.


Bu üç kitap ile birlikte Psiholoji Yahud İlm-i Rûh kitabı,  Külliyât-ı Hoca Tahsin’den’ adı altında 1891-1892 yılları arasında yayınlanmıştır (Akgün, 1999). Bu kitapların yazılıp yayınlanmasındaki ortak amaç, dönemin anlayışına son derece uygun bir şekilde, halkın diline uyarlanarak bu yeni fen bilimlerini (bu kavramı birazdan ele alacağım) tanıtmak ve benimsetmektir (Akgün, 1999). 

Hoca Tahsin Efendi’nin bu kitaptan önce ve Darülfûnda derslere başlamasından da önce, ruh konusundan verdiği özel derslerde ve çeşitli yazılarında sürekli bahsettiği biliniyot (Kılıç, 2015 ve Turan, 2010). Ama bu ruhsal ve zihinsel faaliyet konusunu Psiholoji Yahud İlm-i Rûh kitabında bu sefer tek başına ele alır. Ruhsal faaliyetleri ya da bir başka ifade ile zihinsel faaliyetleri fizyolojik esaslara dayanarak açıklamaya çalışır (Kılıç,2015). Fizyolojik unsuru ruhsal hadisenin esası ya da asıl sebebi olarak görmez tersine bu faaliyetlerin sadece bir şartı olarak kabul eder. Bu duruşu Kılıç’ a (2015) göre Hoca Tahsin Efendiyi, kendini yakın hissettiği ya da yakın durduğu zamanının baskın materyalist düşüncesinden uzaklaştırır. 

Turan (2010) çalışmasında Hoca Tahsin Efendi’nin Psiholoji Yahud İlm-i Rûh kitabında fennin konusu olan özellikle zihin  ve şuur kavramlarını, ilmin bilgisi olan nefs kavramıyla birlikte nasıl ele aldığını inceler. Turan’ın (2010) bu analizi, yapılabilecekler arasında hem bir ilk hem de çok değerli bir ilktir. Psiholoji Yahud İlm-i Rûh kitabının içeriği çok katmanlı değerlendirmelere muhtaçtır ve başka araştırmalara konu edilmelidir. Burada sadece işaretlemekle yetiniyorum (gelecek bölümde Hoca Tahsin Efendi’nin hayatını ve görüşlerini ele alacağım).

Nadiri Fevzi, Psiholoji Yahud İlm-i Rûh kitabına yazdığı mukaddimede (önsöz) o zamana kadar psikoloji fennine dair Türkçe’de bir yayın olmadığına işaret eder (Turan, 2010). Bu anlamda Hoca Tahsin Efendi’nin bu kitabı, Osmanlı entellektüel dünyasında bir ilk sayılabilir.

‘Eserin Batı tarzında yazılmış ilk eser olarak kabul edilmesinin nedeni -her ne kadar klasik nefs teorileri çerçevesinde sunulmuş olsa da- bilimsel konu ve terimlere, deney ve gözlem verilerine yer verilmesi ve dahi bu ameliyenin bizzat “psikoloji” adını taşıyan bir kitapta gerçekleştirilmeye çalışılması dolayısıyladır diyebiliriz. 

Şunu da eklemek gerekir ki; araştırmamız süresince bu eser dışında hem bu bilime dair incelediğimiz eserlerde hem de diğer kaynaklarda o dönemde “psikoloji” teriminin kullanıldığına ya da kullanılmış olduğuna dair bir ibareye rastlamadık. Bu anlamda “Psiholoji yahut İlm-i Ruh” adlı eserde bu bilim dalını tanımlarken kullanılan psiholoji ve psiholocya, marifet-i nefs-i nâtıka fenni, fenn-i ahvâl-i ruh gibi müteradif terimlerin de bu bilim dalını ülkemizde tanıtma çabasının en açık göstergelerinden olduğu ifade edilebilir.’( Turan, 2010 s.39-40,), 

(Osmanlılarda İlk Modern Psikoloji Kitapları (1869-1900) başlıklı yüksek lisans tezinde Şeyma Turan (2010) Hoca Tahsin Efendi’ nin Psiholoji Yahud İlm-i Rûh adlı kitabını çok başarılı bir şekilde ele alıp irdelemiştir. Ayrıntılar için çok iyi bir başvuru çalışmasıdır.


19.yüzyılın son çeyreğinde ardı ardına çıkan diğer telif kitapları şöyle sıralayabiliriz (Turan, 2010; Köse,2013; Kılıç,2015) 

1) Yusuf Kemal (H/1295-M/1878), Gayetü’l-Beyân fi Hakikatü’l-İnsan Yahud İlm-i Ahvâl-i Rûh,  başlıklı eseridir.

3)Ahmed Midhat(H/1302-M/1885) İlhamât ve Tağlitât Psikoloji Yani Fen-i Menâfi’ er-Ruha Dair Bazı Mülahazât. İstanbul, 

4)Rıfat bin Mehmed Emin (H/1311-M/1910). İlm-i Ahvâl-i Ruh ve Usûl-i Tefekkür, Dersaadet: Mekteb-i Sanayi‘ Matbaası,.


İster telif ister tercüme eser olsun, adında ve içeriğinde psikoloji geçen ilk kitabı ya da ilk risâleyi aramak hatta sonrasında Darülfûnun’da verilen dersler arasında psikoloji kelimesini aramak, bizi kelimenin bugünkü kullanımına bağımlı kılar. Bu anlamda ilk kitap ya da ilk eserin aranması da bu bağımlı ilişkinin neticesi olacaktır. Ki ‘ilk’ arayışı son derece sorunlu -politik bir çabadır. Terim ve tasnifin, dönemin ilgili bağlamında kalarak bir süreç halinde yapılması gerektiği düşüncesindeyim. Nitekim bugün dahi, yeni kavram ve kavramlaştırmaların günümüz Türkçesine nasıl aktarılacağı, aktırılanların içinin kullanılan dilde dolup dolmadığı büyük bir meseledir. Bu sebeple 19.yüzyıl sonunda Osmanlı entellektüel dünyasında bu yeni disiplinin adının ve yanısıra kavramlarının Türkçeye tercümesinin serencâmını ayrı bir çalışmada ele almak daha uygun olacaktır.


III.

Buradaki yazı dizisi için önemli olan kıstas, Hoca Tahsin Efendi’nin Psiholoji Yahud İlm-i Rûh adlı kitabının, ‘ruhiyat fennine dair yazılan ilk kitap’ olmasından ziyade ‘ruhiyat fennine’ ait olduğunun belkirtilmesidir. O döneme kadar kullanılan ilim tanımının, Hoca Tahsin Efendi’nin yaptığı şeyden ayrıştırılması ve adına fen denmesi önemli bir dönüm noktasıdır.  Osmanlı son dönemi ile Cumhuriyetin ilk yıllarında taa ki 1933 yılındaki üniversite reformuna kadar Türkçe yaşantıda fen ve ilim kavramları hep ayrı tutuldu. Medrese eğitiminin dışında batılı anlamda kurulan üniversitenin adı da Darülfünun idi: fenler evi. 

Fen neydi? İlim neydi?

Osmanlı döneminde 19.yüzyılın ilk yarısına gidip baktığımızda, mahalle mektebi ve sonrası ile ilgili (her yüzyılda anlayış ve uygulama değişmiştir) eğitimleri alan ve bazı gereklilikleri sözgelimi Arapça bilgisi gibi şartları yerine getiren gençler medreselerde yüksek ilim tahsiline girdiklerini görürüz. Medrese yüksek ilim tahsil edilen bir kurumdu. Medresede Fıkıh, Kelâm,Tefsir gibi okutulan alanların herbirine ilim, bu ilimlerin tamamına Ulûm denirdi (İhsanoğlu, 2010).

Medresede mezuniyet, o ilmî öğreten/aktaran hocanın şahsî yetkisiyle gerçekleşirdi. Hoca, kendi hocalarının silsilesine bağlı  kalarak bir icazetnâme verirdi (İhsanoğlu, 2010). İcâzetnâme; kişinin ilmî alanda hangi tür bilgilere sahip olduğunu, öğrenim seviyesini, yeterliliğini ve bu alandaki yeteneğini gösteren tahsil belgesi olup aynı zamanda sahip olduğu bu kazanımları öğrencilerine aktarabileceğini ifade eden bir öğretme ruhsatıdır. (Bkz. https://www.icazettendiplomaya.com/mezuniyetbelgeleri/1/icazet-ve-icazetnameler). Sözgelimi medrese öğrencisi, Sibel hocanın öğrencisi olarak icazet ile mezun olurdu. Benim icazet verme yetkim ise bana bu bilgileri aktaran ve kendisinden icazet aldığım Erol Güngör hocadan, onun da öğrencisi olduğu Mümtaz Turhan hocadan gelirdi. 

Medreseler İslam hukukunun vakıf hükümlerine göre kurulur. Yani vakfiyede belirtilen şartlara ve kurallara göre bir medrese kurulur. Vakfiyenin kuralları yüzyıllar boyu dokunulmaz kurallardır. Bir başka ifade ile medreseler kuruluş sebepleri olan vakfiyyelerin belirlediği şartlara göre yönetilirdi bu sebeple de medresedeki idarecilerin salâhiyetleri çok dardır. Vakfiyenin dediklerine göre hareket etmek zorundadırlar.

Bunun aksine batıda üniversiteler Roma hukukuna göre kurulur. “Hukuki özerkliğe sahip tüzel kişilikler” esasına dayalı kurumlardır(İhsanoğlu, 2010). İdarecilerin salahiyetleri geniştir. Öğrenci eğitimini tamamladığında bunu belgeleme tarzı farklıdır. Üniversitede eğitimin sona erdiği belgelenir ve buna göre görev yapma yetkisi, tüzel kişilik kavramına uygun bir şekilde kurum adına diploma denilen belge ile verilir (İhsanoğlu, 2010).

Batıya açılma teşebbüsleri ve Tanzimat dönemi ile birlikte başka bir düşünce ve bilgi sistemi ile karşılaşıldı Bu dönemin idarecileri ve aydınları batıya yöneliş ve fark edilen farklı bilgi sistemi karşısında onlarınkine benzer bir eğitim kurumunun kurulmasında hemfikirdi Devlet ricali de aynı düşüncede idi. Herkes bu eğitim kurumunun medrese eğitiminden çok farklı olduğunu biliyordu. Bu yeni bilgilerin medreselerde okutulan ilimlerle hiçbir ilgisi  yoktu, çünkü burada adına fen denilen yeni bir bilim öğretilecekti. Fen ile ilimi ayıran çizgi ise basitti; Fen; gözlem, deney ispata dayalı bilimler için kullanılıyordu. (İhsanoğlu, 2010). Medreselerde ilim okutulurken bu yeni kurumda fünun-fenler okutulacaktı adı da dolayısıyla Fenler evi yani Darülfûnun olacaktı. O dönemin literatüründe  bu ikisi her zaman ulûm ve fünûn terkibinde kullanılırdı. Ulûm yani medresede okutulan ilimler anlamında, fünundan ayrı kabul edilmiştir. Bu ayrı oluşun ifadesi olarak da yeni eğitim kurumuna darülfünun yani fenler evi adı verilmişti.

Bu yeni bilgi kurumunda psikoloji nasıl oldu da en başından itibaren yer aldı? Hoca Tahsin Efendi burada ne dersleri vermeye başladı ama neden kısa sürdü?

Geçmişi hikaye etmeye devam…



KAYNAKLAR

Akgün, M.(1999) "1839-1920 Yılları Arasında Türkiye'de Aydınlanmanın Uzantısı Olarak Temsil Edilen Felsefi Akımlar", Prof. Dr. Necati Öner Armağanı, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt:XL, ss. 475-498, Ankara

Batur, S. (2006).Türkiye’de psikolojinin kurumsallaşmasında toplumsal ve politik belirleyenler, Toplum ve Bilim,107,1-9 

Berkes, N. (964/2002) Türkiye’de Çağdaşlaşma (hz.Ahmet Kuyaş). Yapı Kredi Yayınları, İstanbul

Bilgin, N. (1988). Başlangıcından Günümüze Türk Psikoloji Bibliyografyası. Ege Üniversitesi Yayınları, İzmir

Demir,R. Ve Yurtoğlu,B.(2001). Unutulmuş Bir Osmanlı Düşünürü Hoca Tahsın Efendi'nin Tarih-i Tekvin Yahud HiLkatat Adlı Eseri ve Haeckelci evrimciliğin Türkiye'ye Girişi . Nüsha, Şarkiyat Araştırmaları Dergisi, Yıl 1, Sayı 2, Yaz 2001, s.166-196., Ankara.

Farr,R. (1996),The Roots Of Modern Social Psychology. Blackwell, Oxford.

Hoca Tahsin (1310-1891-2) Psiholoji yahut İlm-i Ruh, İstanbul: (Artin Asaduryan) Şirket-i Mürettibiyye Matbaası, Bâb-ı Âlî Caddesi’nde Numara 52. Şeyma Turan (2010) içinde Osmanlılarda İlk Modern Psikoloji Kitapları (1869-1900) başlıklı basılmamış yüksek lisans tezi. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İlahiyat Ana  Bilim Dalı, Din Psikolojisi Bilim Dalı. İstanbul.

İhsanoğlu,E.(2010). Darülfünün: Osmanlı’da Kültürel Modernleşmenin Odağı (I.cilt). İstanbul,IRCICA yayınları

James,William. (1890). The Principles of Psychology, Holt:NewYork.  Farr,M.R.(1996) The Roots of Modern Social Psychology. İçinde, Blackwell.

Kafadar,O. (2000). Türkiye’de Kültürel Dönüşümler ve Felsefe Eğitimi. İ;z yayıncılık İstanbul.

Kılıç,R. (2015)Türkiye’de Modern Psikolojinin Tarihi: ‘İlm-i Ahvâl-i Ruh ‘İlmü’n-Nefs/Ruhiyyat. Kebikeç / 40, 21-36.

Köse, N.(2013) Türkiye’de Cumhuriyet Öncesi bazı Telif Psikoloji kitapları Üzerine Bir İnceleme. Fırat Üniversitesi
Eğitim Bilimleri Enstitüsü Eğitim Programları ve Öğretimi Ana Bilim Dalı Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.

Özlem, D.(2002) "Türkiye'de Pozitivizm ve Siyaset", Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Modernleşme ve Batıcılık, Cilt 3, İletişim Yay., s.s. 452-464, İstanbul 2002. Ülken, H.Z.(1966/2018)Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi , (14.basım), İş Bankası Kültür Yayınları,Ülken Yayınları,İstanbul.

Sarı,M.A.(2005). Türkiye’de Pozitivizm ve İlk Yansımaları Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 10/14 Fall 2015, p. 635-656

Turan,Ş. (2010) Osmanlılarda İlk Modern Psikoloji Kitapları: (1869-1900),Yüksek Lisans Tezi İstanbul.

Ülken,H,Z.(2020).Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü.(5.Basım) İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul

Ülken, H.Z. (2018) Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi. (14.basım), İş Bankası Kültür Yayınları,Istanbul

Wundt,W.(1874) Grundzüge der physsiologischen Psychologie,Leipzig,Engelmann. Danziger,K (1997) Naming the Mind: How Psychology Find Its Language. İçinde. Sage Pub.

Wundt,W.(1894) Lectures on Human and Animal Psychology, 2nd Edition NewYork:Macmillian. Danziger,K (1997) Naming the Mind: How Psychology Find Its Language. İçinde. Sage Pub.