31 Ekim 2018 Çarşamba



TÜRKİYEDE MODERNİTENİN DÖNÜŞTÜRDÜĞÜ BİREY VE DÜNYASI[1]
Prof. Dr. Sibel A. Arkonaç[2]

Burada modernitenin ya da modernizmin bu topraklarda nasıl yaşandığını ya da kendine özgülüğünü ele almayacağım çünkü bunu sosyologlar benden daha iyi yapacaklardır. Burada sizlerle bu toprakların insanlarının anlam dünyalarını nasıl dönüştürmeye başladıklarını, konuştukları Türkçe vasıtasıyla göstermeye çalışacağım. Modernite sayesinde aynı anda seyrettiğimiz “Hepimiz Hrant Dink’iz” söylemi ile “Hepimiz Türk’üz, Ermeni değiliz” söylemleri içinde insanlarımızın kendi dünyalarında anlamı –o ya da bu söylem içinde nasıl inşa ettikleri üzerinde duracağım.

Bu arada bireyselliğin bu coğrafya için yeni olduğu, bu kültürün kolektivistliği ya da bireyin ancak bu kolektivist yapı içinde anlaşılabileceği türünden iddialara da yer vermeyeceğim. Çünkü evrensellik iddiasındaki psikolojik bilgi dünyası ile aynı çizgide giden bir analist değilim. Benim iddiam buranın bireyselliği ile batılının bireyselliğinin epistemolojik ve ontolojik olarak farklı olduğudur. Kanaatimce Türkiye’deki modernitenin kendine özgülüğünün kaynağında da bu temel yatmaktadır.

Batının kendilik bilgisi kendini öteki üzerinden inşa etmek üzerine oturur bu sebeple de her zaman bir ben ve öteki yarılması yaşar. Modernite ile reddedilen, postmodernite ile tanınmaya (recognition) çalışılan bir öteki meselesi vardır. Bir benzetme yaparsak, batılı birey fotoğrafın kendisi ise bu fotoğrafın negatifi “öteki” denilendir. Bu sebeple öteki kendinde olmayan, olumsuz her şeydir (irrasyonel olan, medeni olmayan, kadın olan, Müslüman olan…). Fotoğraf, basılabilmek için her zaman negatifine muhtaçtır ama basım sonrası bu negatife ihtiyaç yoktur, fotoğraf kendini var etmiştir. Bugün batılı birey için varlığının sebebi olan negatifinin farkındalığı, hem negatifin kendisi için hem de kendisinin bireylik inşası için yeni bir problematiktir. Aydınlanmadan bu yana anlam dünyasının inşasındaki bu gerçeklik artık mutlaklığını kaybetmiştir. Aslında bu kayıp bir anlamda öznenin yani kişinin kendisini ve failliğini sanallığa taşıyabilmesini de kolaylaştırmaktadır. Gerçek olmayan, nesnesiz bir gerçeklikte yani sanal dünyada öznesini de ötekini de kendi inşa edebilmektedir.

Bu coğrafyada Türkçe konuşanlar için fotoğrafın negatifi buranın paradigması değildir, fotoğrafın negatifi meselesi yoktur. Gerçeklik, kendini negatifle paslaşarak var edebildiği bir yer değildir. Aksine içinde kendini bulduğu verili bir hâldir. Onu anlamlandırmakla yükümlü olduğu ve tüm iradesini kullanabileceği bir hâldir. Bu irade onun tüm güçlülüğünden gelmez tam tersine tüm güçlü değildir. Burası onun iradesini gösterebileceği yegâne faillik alanıdır. Tüm güçlülük her zaman bilinemezlik dünyasının failine aittir. Kendisi ise ancak bilinebilirlik dünyasının yani bu dünyanın failidir (Arkonaç, 2004). Verili bir gerçeklikte anlam inşa edecek olandır. Batılı bireyden burada ayrılır.  Bilinemezlik Kantvari bir düşünce ile numen dünyası olarak burada halen yaşanırken batıda bu numen dünyası modernizm ile yok sayılarak fenomenler dünyasına indirgenmiş ve anlam inşasının yegâne kaynağı kılınmıştır. Bir başka ifade ile bilinebilirlik de bilinemezlik de bu tekil bilgi evreninde toplanmıştır. Birey bu tekil bilgi evreninin yegâne faili kılınmıştır.

Bu coğrafyaya geri dönerek bireyin kendini içinde bulduğu gerçeklik âleminde “birey oluşunu” ele alalım. Bunu gözlemenin en iyi yollarından biri konuştuğu dile bakmaktır. Türkçe konuşmalarda gramer olarak kişi kendini ya da diğer kişiyi her zaman eylemden sonra tanımlayandır. Yani özne bütün Türkçe cümlelerde gizildir ( “Okula gittim”). Nadiren cümle başında, eylemin sorumlusu olarak vurgulanmak için kullanılır (“Ben götürdüm”). Bir anlamda eylem her zaman Türkçede kişiden önce gelir. Özne eylemde anlaşılandır. Ama burada gözden kaçmaması gereken bir nokta var. Eylem ile öznenin ayrı oluşu. Özne eyleminde anlaşılan değil, eylemde öznenin konumu belirlenir. Bu konuma baktığımızda da birazdan ele alacağım üzere eylemin sorumluluğu nadiren özneye aittir. Aslında Türkçede eylem kimseye ait değildir. (1. problematik) Batı dillerinde ise özne, düşünen bir özne kurgusuna uygun şekilde her zaman cümleyi inşa edendir. Eylem öznesinden anlaşılır.

Türkçe bu gizil özne yapısını çok iyi korumakla birlikte son 25 senedir cümlenin anlam vurgularında rol değişikliğine uğramıştır (Arkonaç, 1999). Artık özne eylemde anlaşılmak yerine eylem ikinci dereceye kaydırılıp, öznenin kendisi daha merkezi noktaya çekilmektedir. İnsanlar özellikle genç kuşaklar (bugün artık 30’lu yaşlarına girenler) eylemin kendilerindeki izlerini konuşmuyorlar, eylemin kendilerindeki etkilerini konuşmaya başladılar. Söz gelimi artık gündelik Türkçede eylemi önceleyen özneyi ikincil kılan birtakım fiillerin (etmek, kılmak v.b.g) yerini öznenin gücünü işaretleyen fiiller (yapmak, istemek v.b.g) almış durumdadır. Ama buna karşın özne halen eylemi üstlenmemekte bunun yerine kanaatlerini vurgulamayı ön planda tutmaktadır (II.problematik).

Tekdemir’in (2007) çalışmasında evde, sokakta, işyerinde karşılıklı etkileşimlerde Türkçe konuşanlar birbirlerini kendi anlam dünyaları içinde dinlemektedirler. Bir başka ifade ile birbirleri ile kendilerine dayalı, kendi anlam dünyaları içinde, kendi anlam dünyalarından konuşmaktadırlar. Kurdukları etkileşimin içinde ortak bir anlam inşasına pek gitmemektedirler (III. problematik). Bir benzetmeyle kimse kendi anlam kalesinin dışına adım atmamaktadır. Bir korku kalesi gibidir. Bu kalelerden çıkış ancak arkadaşların etkileşimlerinde görülmekte, ortak bir anlam inşası seyredilebilmektedir. Bir anlamda maç başlamaktadır. Bu sırada seyr halinde olan, bu iki kişinin ya da daha fazla kişinin aralarında mutabık kalacakları anlam düzeyini kaybetme korkusu ya da bu düzeyi emniyete almanın gayretleri olmaktadır. Cümleler sürekli öncekinin lafını tamamlama çabaları, lafını tekrarlama halinde kurulmaktadır. Karşıdaki diğer kişi bu lafları tekrarlama, lafı tamamlama çabasını (“aynı fikirdeyiz di mi?”, “aynı anlam düzlemindeyiz di mi”) emniyete aldığında ortak anlam inşası başlamakta yani bir anlamda argümantatif konuşmalar başlamaktadır. Ama eğer Çoker’in (2007) çalışmasında gözlediği gibi, taraflardan biri diğerini (“hıı, evet”,“tabii tabii” şeklinde) olumlamıyorsa bu kişi bir tehdit olarak görülmekte ve olumsuzlanmaktadır. Çünkü anlamı diğeriyle ortak değil de kendi kuran dolayısıyla anlamda kendini baskın kılan özne diğer kişiden aynı anlamın izdüşümünü beklemektedir. Bu beklenti karşılanmadığında bu diğer kişi tehdit unsuru olur. Konuşmalar bu sefer açık ya da gizil meydan okuma içerikli inşa edilmeye başlar. Herkes kendi anlam kalelerinden konuşmaya geri çekilir. Kale içinden diğer kaleye okunan meydan ise yine kendinden tahrikli, kendinden menkul soyut bir korkudan beslenmektedir. Kısacası argümansız meydan okumalar içinde kalınmaktadır.

Nedir bu kaleler? Kale burada kişinin kendi anlam dünyasıdır ve kişinin kendinden menkul bir şekilde inşa ettiğidir. Bu anlamda batılı bireyin aksine işin içinde öteki ya da diğer kişiler, özneler ya da kimlikler yoktur, tek başınadır. Anlamı fail olarak batının aksine ikili bir bilgi evreninden kurmaktadır. Yani elinde aslında iki kaynak vardır: bilebilecekleri ve bilemeyecekleri. Faili olduğu gerçeklik alanı ile faili olamayacağı hakikat alanı. Ama sadece bilebilecekleriyle baş başadır yani elinde sadece faillik alanı vardır. Bu sebeple bilinemez olanları da bu gerçeklik alanında anlamlandırmak zorundadır bir başka ifade ile ölüm hakikatini gerçeklik dünyasından yani ölüme dair fikirlerle anlayabilmektedir. Burada yaptığı hakikatin ne olduğunu aramak değildir sadece hakikatin kendindeki anlamını aramaktır. Bir benzetmeyle kendinden münzevidir. Münzeviliğinde ise eylemsizdir, failliği seçmez. Dolayısıyla diğer insanlarla paylaştığı şey de sadece kendindeki bu tekil anlamaların diğer kişideki varlığıdır. Belki de bu sebeple Tekdemir’in çalışmasında sokaktaki ya da evdeki konuşmaların aksine arkadaşların konuşmalarında ortak anlam inşalarına rast gelindi. Eğer anlamın inşası bu derece tekil ise, diğer kişideki kendi varlığı, kendi anlamının izdüşümü ancak ilişkinin emniyete alındığı alanlarda aranabilir.

Modernizm ile kendine yaptığı vurgunun artması ona bu tekilliğini bir kere daha ama belki de ilk defa bu kadar açık göstermektedir. Beri yandan “Ben oluşlara” vurgular ona yeni meseleler de açmaktadır. Aslında öznenin eylemden tanındığı bu dilde öznenin kendine yaptığı vurguyu artırması, eylemi ve taşıdığı sorumluluğu sadece kanaatler düzleminde belirginleştirdi. Anlamın ortak alanda çok çekingen şekilde paylaşımı Türkçede “Biz” üzerinden yaşanır. Tekdemir, Arkonaç ve Çoker’in (2006) araştırmasında aralarında mevki farkı olan kişiler arasındaki konuşmalarda dikkat çeken bir nokta vardır. Karşılıklı konuşmalarda kişiler kendi düşünce ve kanaatlerini konuşurken “ben” formunda cümleler kurmaktadır. Ama konuşma yapılacak bir işin ya da yapılmış işin sorumluluğunu yüklenme noktasına geldiğinde kişiler kendilerini belirsizleştiren bir çoğul zamiri yani “biz” demeyi her zaman tercih etmektedir. “Ben” diye konuşurken söylediklerinin sorumluluğunu taşımak zorundadır hâlbuki “biz” e geçtiğinde sorumluluğu bütün bize yaymaktadır dolayısıyla da sorumluluk benden uzaklaşmakta ve kendine bir açık kapı bırakmaktadır. Niye?

Bütün bu problematikler ve son niye sorusu yeni analizlere muhtaçtır.

KAYNAKÇA

Arkonaç, S.A. (1999) Psikolojide İnsan Modelleri. Alfa Yayınevi. Istanbul
Arkonaç, S.A. (2004) Gerçekliğin Yerel İnşasında Kartezyen Olmayan Özne, Öteki, Fail. S. Arkonaç (Hzr.)Doğunun Batının Yerelliği: Bireylik Bilgisine Dair. (s/249-274)Alfa Yayınevi, Istanbul.
Tekdemir, G. (2007) Türkçe konuşmalardaki sıra alışlarda onarım mekanizmaları. Doktora Tezi İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul
Çağatay Çoker (2007) Bir Sosyal Fenomenin Değerlendirilmesi Üniversite Öğrencilerinin Kullandıkları Söylemler. Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Tekdemir, G.,  Arkonaç, S. ve Çoker, Ç. (2006) Konumlandırma Teorisi: Türkçe Seyreden Konuşmalarda Konumlanışlar.



[1] 1.Bilim ve Düşünce Kongresi 2007 Çeşme, İzmir’de “Modernlik ve Birey” Sempozyumunda sunulan bildiri.
[2] sibelarkonac@gmail.com