10 Mayıs 2015 Pazar


İNSANI TASAVVUR ETMEDEKİ SIKINTILAR VE ARAYIŞLAR
BİREYİN PSİKOLOJİSİ Mİ MİKRO ANALİZ Mİ?

Prof.Dr.Sibel A. Arkonaç

06 Mayıs 2015 tarihinde Istanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde düzenlenen Çarşamba Toplantılarında yaptığım konuşmanın metni.

Meselemiz gerçekten insanı, teorik modeller içinde tasavvur mu etmektir? yoksa bir idrak etme meselesi olarak kendini mi bilmektir? Çünkü insan, bilim dediğimiz araştırma alanında hem araştıran hem de araştırılandır dolayısıyla kendini bilmek, insanı bilmekten başka birşey değildir. Batıdan öğrendiğimiz ve icra ettiğimiz bilimsel bilgi, ister modernist ister post modernist dönemde olsun, insanı anlamak ve incelemek adına halen zihin esaslı soyut tekil bireyi esas almaktadır. İnsanı beşerin içinden soyutlamakta ya da beşeri insandan soyutlamaktadır. Söz gelimi psikoloji modernist dönem boyunca insanı zihin esaslı ve zihin kaynaklı ontolojik varlık olarak ele alırken, onun çevresiyle ilişkisini Kartezyen dualizme uygun bir şekilde, yine bu zihin üzerinden yürütmüştür (Arkonaç, 2015; Harre, 1998). Öznenin öldüğü kabul edilen post modernist dönemde insanlar arasındaki etkileşim ön plana alınmış olmakla, ve de incelenen davranıştan kurgulunan dile kayılmış olmakla birlikte halen bireyin zihin temelli Kartezyen-modernist bilgisi üretilmektedir (Shotter, 2004/2015). Burada özellikle psikoloji temelli bir sosyal araştırmacı olarak siz sosyologlara modernizmi ve onun rasyonel düşünce tarzının toplum üzerindeki yaygın ve hükümran etkisinden bahsetmem abesle iştigal olacaktır. Ama Foucaultcu bir tarzda kısaca ifade edecek olursam, bu dönemin ve sonrasının toplumdaki insan modelini projelendiren, güden ve kontrolünü elinde tutan disiplinin psikoloji olduğunu hatırlatmak isterim. Post modernizmin bunu değiştirdiği düşüncesinde de değilim çünkü psikoloji halen Batının değişen özne anlayışını ya da daha doğrusu zihin odaklı özneden, gölgesini kaybetmiş beden özneye kayan kişi anlayışını (Baudrillard, 2012) esas almaya devam etmektedir. Haklıdır da çünkü bu insan onun kendi insanıdır, kendi meselesidir Zannımcada bu bilgi formunda insan sürekli bir proje olmaya devam edecek, projenin getirdiği ve getireceği sorunlara muhatap olacaktır. Bununla birlikte ortaya çıkardığı bilgiye, bilimsel bilginin evrensel bilgi olduğu inancıyla muamele etmeye, açık ya da gizil formlarda devam etmektedir (Shotter, 2004/2015). Yanı sıra bu ‘evrensel bilgi’ başka coğrafyalar tarafından gönüllü bir şekilde, hızla ve sürekli tercüme edilmektedir; akademisyenler ve profesyoneller bu tercümeler içinde yetişip sonrasında bu bilgileri uygulamaya sokmaktadır. Bu suretle disiplin kendi yerel esaslı bilgisinin insan tasavvuru ile taşındığı o coğrafyada önce bilim adına bir meşruluk kazanmakta sonrada hakimiyet elde etmektedir. Bir anlamda yerelin psişesi yine Foucaultvari bir düşünceyle, gönüllü bir şekilde sömürgeleşmektedir. Bilimin yada bilimsel bilginin ve meşruluğunun evrenselliği ile, onun özellikle bu coğrafyalarda ve toplumlardaki kurumsal icraatleri gözardı edilmeye devam etmektedir. Bilginin evrensel olmadığı bilakis yöreye ya da yerele ait bir anlama faaliyeti olduğunu iddia eden post modernist düşüncenin psikolojideki iz düşümleri ise halen bu anlama faaliyetinde kendi yerelliklerini üstte tutmaktadır. 
Yukarıda sorduğum sorunun ikinci yarısı kendini bilmekti. Kendini bilmek bu coğrafyada bir hakikat arayışıdır. Hakikatı aramanın ilk basamağı ise  önce gerçeklik aleminde yani bu alemde kendini bilmektir. Kendini bilmek bir idrak meselesidir, kendini tanımak değildir. Kendinizi yaşadığınız toplum içinde bilmek idrak etmek meselesidir ki bu da aslında bir farkındalık sürecidir. Dolayısıyla burada kişi ve toplum ayırımından çok bir bütüne işaret etmek isterim.
Kendini bilmek için önce insanın kendini seyredebilmesi gerekir yani kendini eylemleri içinde fark edip idrak edebilmesi gerekir. Psikolojinin bugünkü bilgisine göre kendini seyredebilmek nesnel tümevarımcı bir bakış açısı (yani deneylenebilir tekrarlanabilir bilgi ) ile mümkün değildir (Arkonaç, 2013). Nesnel bilgi üretmemekle suçlanan ya da verilerinin öznel olduğu tümden gelimli bilgi olduğu söylenen psikanalitik modeller burada daha açık görüşlüdür. Analist/Terapist analizanında /danışanında olup biteni ya da eylemini, konuştukları üzerinden seyreder. Ama bu seyir bir teorik model üzerinden yürütülür. Analitik ya da psikodinamik ya da bilişsel  temelli insan modelleri üzerinden konuşulanlar anlamlandırılır. Kullandıkları bu teorik modellemeler kendi kültürel gündelik yaşantılarının bilimsel bilgideki tezahürleridir yani bilgi oranın insanının yaşantısına oturur ve dayanır. Bu teorik modellemelerin bize coğrafyanın bu tarafında oturanlara tercüme edilerek aktarılması ve profesyoneller tarafından kullanılıyor olması ise sürekli sorun çıkartmaktadır.
Kendini bilmek, kendini idrak edebilmek için insanın kendini seyredebilmesi gerekir. Seyretmek fiili göze dair bir fiildir. Bununla birlikte bu seyretmeyi görmek üzerinden anlamak yerine işitmek üzerinden anlamlandırmayı tercih ederim. Çünkü göz bakışları her zaman zapt eder, kuşatır sonra dondurup gördüğü şeyi nesneleştirir, ister gülen bir bebeğe bakıyor olun ister bir katliam, savaş resmine bakıyor olun. Durum hiç değişmez. Halbuki işittikleriniz her zaman bilinmeyene aittir  sadece bir ses ya da sesler duyarsınız döner sesi dinlemeye çalışırsınız o zaman sesin nereden geldiğini, kime ait olduğunu çıkarıp ne dediğini dinlemeye başlarsınız. Gözün zapt ettiğinden kuşatıp dondurduğundan kurtulup, kendimizi işitebilmemiz gerekir. Kendimizde işittiğimizi zannettiğimiz sesler kadar işitmediğimiz için varlıklarını dahi bilmediğimiz sesler de vardır. Kendimize dair olduğunu iddia eden sesler vardır bunlar hükümran olanın yaygın sözleridir. Bu sesler arasında  kulağımıza ulaşamadığından yok sayılan, işitilemeyen sesler vardır. Bu ulaşılamayan seslerin tamamı kendimizdedir dolayısıyla toplumdadır. Mesele bu sebeple kendi sesimize ve dolayısıyla işitilemeyene  ulaşmaktır. 
Sesimiz boşlukta ya da aklımızın içinde kendinden türemez (Burr, 2012) çünkü ses dediğimiz kamusal alanda inşa edilip, icra edilen dildir. Kısacası konuştuğumuz dildir .Bu dil psikolojinin iddia ettiği gibi bireyin zihnindeki düşünceleri dışarıya aktaran soyut bir vasıta değildir aksine diğer insanlarla, zihnin dışında kurgulanıp icra edilendir. Dil içine doğduğumuz bir alandır ve diğerleriyle birlikteyken de, kendi başımıza oturup düşünürken de yazarken de rüya görürken de hepsini bu dilin içinde gerçekleştiririz: konuşarak, yazarak icra ederiz.Bunları konuştuğunuz bu dilin dışında gerçekleştirme imkanımız insan olarak yoktur. Konuşurken ettiğimiz lafa karşılık karşımızdakinin söylediği, buna cevap verişimiz, cevabımıza karşılık bir sözün söylenmesi, tüm konuşma akışı böyle sürer gider. Bazen konu biter, konuşanlar susar. Sonra tekrar konuşma başka bir yerden başlar böyle sürer gider. Karşılıklı konuşanların konuşurken her ne hakkında ne söylüyor olurlarsa olsunlar  bu söyledikleri ile yaptıkları vardır (Edwards, 2008; 2012). Söz gelimi karşınızdaki sizi yemeğe davet etmeye çalışmaktadır sizde bu davete hemen evet dememeğe çalışırsınız naz edersiniz ya da baştan kesin  bir tavır sergilersiniz. Bunların hepsi birer muhtemel eylem olarak daveti yapanın karşılaşacağı cevaplardır, bu sebeple davetini bunları önceden kestirerek, önünü alarak, lafını ikna edici kılmaya çalışacaktır. Bu bir ikna etme konuşmasıdır. Konuşma ya da dil bir eylemdir dediğimizde eylemden kast ettiğimiz budur. Bu sebeple konuşulanı seyretmekleo sırada konuşanların ne yaptıklarını yani eylemlerini seyretmemiz mümkündür. Kendini bilmek de konuşurken ne yaptığının farkına varmaktır; karşınızdakinin özür dileyişini seyrediyorsunuzdur, veya nasıl reddedildiğinizi ya da çıkma teklif ederken nasıl da çuvalladığınızı seyrediyorsunuzdur. Ne söylediğiniz ya da söylediğiniz sözlerin sözlüksel anlamları değil o sözleri o lafları ederek ne yapmaya çalıştığınızdır esas olan.
Öyle ise kendimi ve de benimle aynı dili konuşanları, o dil içindeki eylemleriyle seyretmem mümkün. Bugünün gündelik Türkçesi içinde konuşanlar ister siyasette ister akademide ister bakkalda ister evde. konuşurlarken ne yapıyorlar? Konuşma eylemleri onlara dair nasıl bir resim çizmektedir? Konuşmaların ne yaptıklarına odaklanarak hem kendimi seyretmem hem de aynı zamanda toplumdaki dönüşümlerin, gündelik etkileşimlerdeki yansımasını okumam mümkün. Çünkü dönüşümün dinamikleri, gündelik etkileşimlerde kişilerin kullandıkları dilsel stratejilerle sürekli inşa edilmektedir, reddedilmemek için ikna edici olmaya çalışmak gibi. Konuşulan dilin gündelik ve yerel kullanım kuralları, bize nerede nasıl konuşularak nereye kadar neyi nasıl icra edeceğimizi öğretmiştir sözgelimi ne zaman sen demeye başlayacağımızı ya da yaşlı birine nasıl hitap edebileceğimizi mazeret öne sürerken ne söylenmesinin uygun olacağını ya da kafa tutan kişinin nelerle kafa tutacağını vs.
Bu kurallardaki esneme ya da kaymalar (sözgelimi fakültedeki odama tuvaletin yerini sormak için gelen öğrenciler ya da odaya kapıyı vurmadan veya o sırada bir diğeri ile konuşmakta olduğuma bakmaksızın derdini anlatmaya başlayan öğrenciler olması veya öğretim üyesinin öğrencisinden özür dilememesi ya da özür dilemesi) bize kendimizdeki dolayısıyla o dili konuşanların eylem alanlarındaki değişmelere, değişmenin yönüne, bu değişiklik ile konuşanların artık ne yapmaya başladıklarına işaret edecektir.
Çok uzun zamandır Türkçe konuşanların gündelik konuşmalarındaki birtakım anlam kayışları, uzun zamandır dikkatimi çekiyor (Arkonaç,2004a ve b;2008a ve b). Söz gelimi üzüldüm cümleciği ile müteessir oldum cümleciği sadece bir öz Türkçe eski Türkçe meselesi olmaktan çıktı (belki de hiç bir zaman böyle bir mesele olmadı). Üzüldüm sizin o olay karşısındaki pozisyonunuzu yani dolayısıyla sizi açıklar. Müteessir olmak yani tesiri etkisi altında olmak ise o olayın sizi etkilemesini anlatır. Anlam trafiğinin istikameti ters yüz olmuştur. Bir olayın (nesnenin, kişinin) sizi nasıl etkilediği değil, sizin o olayı (nesneyi, kişiyi) nasıl açıkladığınız anlatılmaya başlamıştır. Olaydan kişiye gidilirken artık kişiden olaya gidilmektedir. 
Kendimizi  bugünlerde Türkçe konuşmalarda nasıl kurguluyoruz? Ya da başka bir ifade ile konuşurken kendimizi nasıl kurguluyoruz? Bu kurguladığımız ‘ben’ kimim? ve neye benziyorum? Bu yeni ‘ben’ ile o sırada ne yapıyorum? Konuşurken icra ettiğim eylemleri ne gibi zeminler üzerinden meşru kılıyorum kısacası ahlaki düzlemim ne ya da nelerden oluşuyor?
Gözlemlerimde fark ettiğim bu değişmeyi ve de sorularımı bir araştırmacı olarak nasıl ele alabileceğimi araştırırken sözün analizi diyebileceğim söylem analizi ve onun mikro düzeyde dilsel analizler yapabilen formlarıyla tanıştım (söylem analizleri için bkz: Arkonaç, 2015). Konuşurken gerçekleştirilen dil eylemleri anlamsal düzeyde incelenebileceği gibi (sözgelimi konuşurken yaptığımız meşrulaştırmalar ve bu meşrulaştırmaları nerede ve nasıl yapmaya başladığımız gibi) söz dizimsel düzeyde de incelemek mümkün (burada da tekrarlayan cümlecik kalıplarına söz gelimi zamirlerin ya da yüklemlerin BİRLİKTE tekrarlayan tarzlarda kullanılma yerleri ve bu esnada yapılanlar). Her iki analiz düzeyinin bize sağlayacakları birbirinden farklıdır. Ama toplumsal dönüşümleri gündelik etkileşimlerdeki konuşma eylemlerinde okumak bize hem toplumdaki dönüşüme dair bir fikir verir, hem de o dönüşümü gerçekleştiren ve üzerinde dönüşümün gerçekleştiği bireyi yani beni seyretme imkanı verecektir. 
Türkçe hep söylediğim üzere arapçadan/farsçadan ya da ingilizceden farklı olarak  söz diziliminde önce eylemi sonra eylemi gerçekleştireni, özneyi işaretler. Dolayısıyla eylemi önceleyen bir dilde yaşıyoruz. Gidiyorum gittim gideceğim vs. Mikro düzeydeki söylem analizinde  insanların konuşmalarında  sözgelimi özne zamirlerini kullanma kalıplarıyla, tekrar eden cümle kalıplarıyla ya da cümleciklerle ne yaptıklarını incelemek mümkün (Harre, 1998). Bu suretle konuşma içinde bu kalıpları kullanarak kendimizi ve alemi nasıl kurguladığımızı seyretmemiz mümkün gibi görünmektedir.Konuşmalarda konuşanların sözgelimi kendilerinden bahsederken kullandıkları zamirlere ‘ben’ ‘biz’ zamirlerine bakılabilir. Ya da söz gelimi şu sıralar Türkçe konuşmalarda sık sık işittiğimiz ‘bence’ ‘bana göre’ cümle kalıpçığı ile ne yaptığımıza bakabiliriz.
Uzun zamandır yaptığım araştırmalarda (Arkonaç, 2008b; 2004b; Arkonaç,2010; Tekdemir,Arkonaç,ve Çoker, 2006) zamir kullanımındaki kayışlarda konuşanların taktiksel bir kendilik inşasına giriştiklerini görmekteyim. Aşağıdaki konuşma alıntısı buna iyi bir örnektir:

Yardımcı doçent, doçent ile birlikte yapılacak olan bir toplantının hazırlıkları üzerinde çalışmaktadır.

Yardımcı Doçent:  ha bu durum  olcak zaten birazcıkta beş beş böleriz.  Oturum başkanlarını size sormadan imeylle yazmıştım (A) oturma başkanları hanfendi unutmayın yazıyoruz dedik yani şu aşamada çünkü onu amet memet değiştiririz(B) sonra diye hani öyle yaptım öyle yazdım (C) haberiniz olsun.
Doçent:  Yok iyi yapmışsın biz de sana
Yardımcı Doçent:  Phh ama yani o programda yazılmayacak yazılsa bile değişir(D) diye düşündüm (E) çünkü kim var diye yazmak iyce abes olcak

 (A) Tekil özne: pozisyonu eylemde; 
(B) Çoğul özne: pozisyonunu eylemde kaydırarak kanaat düzleminde belirsizleştiriyor; 
(C) Tekil özne: pozisyonu eylemde; 
(D) Öznesiz eylem; 
(E) Eylemde öznenin konumu kaymış ve kanaat düzeyinde
Arkonaç, 2008


Konuşanlar “ben” formunda cümleleri kendi düşünce ve kanaatlerini konuşurken kurmaktadır. Bu sırada eylemi sahiplenmekten ya da üstlenmekten çok eyleme dair kanaatlerini vurgulamayı ön planda tutma eğilimindedir. Ama Eylemi üstlenmesi gerektiğinde tekil özne pozisyonunu bırakarak çoğul özne düzenine geçebilmektedir. Kendilerini belirsizleştiren bir çoğul zamiri yani “biz” demeyi tercih etmektedir. Yani kendini belirsizleştirebilmektedir. “Ben” diye konuşurken söylediklerinin sorumluluğunu taşımak yerine “biz” e geçerek sorumluluğu bütün bize yaymaktadır

1.E: yani ergenekonu yönetenleer şu anda bazı güçleri türkiyeye hakim olanları yönetiyo mu yönetmiyo mu yani çok böle ııı (          ) karmaşık bişey aslında 
2.M: bu dış güçler dediğin kim olabilir
3.E: kim olabilir
4.M: ya sence kim
5.E: amarika diyoz biz ama amarika içerisinde amarikaya yani hakim olan ( …)  kişiler de olabilir farklı kişiler de olabilir yani
  (Arkonaç, 2012)

Konuşan kendinden bahsederken yani ben zamirini kullanırken kanaat düşünce fikir belirten fiiller kullanmaktadır (Arkonaç, 2010). Bir anlamda düşüncelerini eylemden saymaktadır (‘sevdiğimi düşünüyorum’). Eylem bildiren fiillerde ise biz zamirine kaymaktadır. Genellikle eylemin sorumluluğunun tek başına yüklenilmediği/ bunun tercih edilmediği ifadelerde, “yapalım edelim” denmektedir.Ya da toptan özne ortadan kaldırılmakta ve sahipsiz eylemler inşa edilebilmektedir, ‘yapılır, edilir’ cümleleri kurulmaktadır. .  
Eylemin sahibinin kim  olduğu ya da olması gerektiği sürekli dışarıdaki belirsiz olandır. Ama bir üst düzey anlamsal analiz, bunun statü veya bir otorite olduğunu düşündürmektedir. Kendisini yapılması gereken eylem karşısında otoritenin sorumluluğunu işaretleyen bir mazlum olarak konumlandırmakta bu suretle eylemin ahlaki sorumluluğunu da, dışarıda belirsiz olanda kurmaktadır.  
Zeynep Aygül ile öğrencilerin kendi aralarındaki konuşmalarda kopya ile ilgili anlam kuruşlarını incelerken, konuşmalarda sık sık Bence ve Bana göre diye başlayan cümleciklere rast geldik. Kendilerine işaret ettikleri bu cümleciklerle konuşanların ne yaptıklarına daha doğrusu kendilerini nasıl kurguladıklarına baktık. Konuşanlar bu cümleciklerle kendilerini inşa ediyorlardı. 

Şu konuşmaya bir yakından bakalım

İki öğretim üyesi fakülte içindeki Atatürk, bayrak gibi asılı semboller üzerine konuşuyorl.

68.G: sembolleri eee bu anlamda bu değerlerin sembolü olarak düşünürsem de evet yani bunun hatırlatıcı olması korunması eee nesillere hatırlatılması anlamında kullanılması bana göre önemli bişi Ben bunu özgürlük meselesi olarak görmüyorum 
69.S: üniversite ile bii..(anlaşılmıyor)diştirdiğin zaman bayrağın atatürkün üniversiteyle ne gibi mesajı olabilir
70.G: (.1)işte ben hiç üniversite diye bakmıyorum yani bana göre o yaşamımızın heryerinde var benim evime gelirsen benim evimdede Atatürk portresini görürsün
71.S: [ha

Bir başka örnek
Kürt meselesini konuşuyorlar

746.E: bak hoca başa dönelim bu mesele dedim tamamiyle bi modernleşme serüveni ile 
747.M:  hı
748.E:  içinde ele alınması gerekiyo iki 
749.M:  hı
750.E:  kürt ulusal hareketinin bana göre sözde bile diyebilirim 
751.M.: hı
752.E: eee oluşturduğu bi dil var açılan bi gündem var liberallerin ve batının kışkırttığı ve desteklediği bi dil var bu dil üzerinden bu sorular geliyo bize


Konuşmacı ‘bana göre’ dediği zaman olayı / nesneyi kendi görüş açısından ele almakta ve ne gördüğünü bu açıdan yani kendi açısından anlatmaktadır. Ama görülüyorki aynı esnada ‘bana göre’ demekle tartışılan mesele içinde kendine müzakere gerektirmeyen korunaklı bir alan da yaratmaktadır. 

Aşağıdaki alıntıda öğrenciler kendi aralarında öğrenci çevresinin genişliği/darlığı üzerine konuşurlarken konuşmacı, hem bana göre hem de bence cümleciğini bir arada kullanılıyor.

432. A: sosyal çevresi de baya hani(.2) bazı kişilerin ben şey düşündüm mesela bir insanın sosyal çevresinin eksikliği bence dersten kaynaklanan bir şey değildir şu da olabilir(.2) bana göre tabi bu e belki çevresin de kişileri kendine uygun  görmüyordur ya da oturduğu kalktığı kişinin muhabbetini sevmiyordur ya da gezmiştir tozmuştur bakmıştır

Konuşmacı burada öncelikle,‘bence’ diyerek o sıradaki argümanı konuşmanın dışında atıyor. Hemen ardından ‘bana göre’ diyerek bu sefer kendi argümanını öne çıkartıyor. Dolayısıyla bir önceki argümanın güvensiz çatışmalı alanından çıkıp güvenli ve çatışmasız ‘kendi’ alanını kurguluyor.

Bir başka örnek:

1. E2:  Ama ben arkadaşıma katılmıyorum şimdi bilgi eksikliği ya da ne bileyim eksiklikten bahsetti bence bir eksiklik değil de insanına göre değişebilen bir tavırdır mesela kopya çekmek bazıları çok alışmıştır öyle alışmıştır ki mesela ders çalışmak yerine kopya çekmeyi tercih eder ama bu sadece mesela ders çalışmayı bilmemediğinden belki de ya da şöyle söyleyeyim ders çalışsa bile kopya çekmek şeklinde hazırlayabilir buna çok şahit oluyoruz arkadaşlarımız arasında çevremizde yani kopya çekme tarzında yine ufak kağıtlar hazırlayarak sınava böyle hazırlanıyor belki de kendini bu şekilde daha rahat hissediyor ya da kendi öğrenme yetisini bu şekilde daha geliştirebileceğini düşünüyor bence insanları yani eksikliğine göre değil de insanların bu şekilde davranması onlara belki daha çok güven veriyordur 
2.G:  yani güven [açısından sen
3.E2:                     [bence güven eksikliği değil de insana bence güven katabilen bir şey 


Özne ‘bence’ dediğinde tüm anlam inşası bambaşka bir niteliğe bürünmektedir. Bence dediğinde o nesnenin meşruluğu ya da geçerliliği değil, doğrudan kendisi için yani konuşan özne için varlığı, var oluşu kısacası gerçekliği konuşulmaya başlanmış olmaktadır. (kişinin o nesne ile ilgili kendi dünyasında anlamlandırdığı gerçekliği) Yukarıdaki her iki örnekte de konuşmacılar ‘bence’ diyerek olgunun mahiyetini değiştirmektedir (‘bence dersten kaynaklanan bir şey değildir’; ‘bence güven eksikliği değil de insana bence güven katabilen bir şey’ ), bu suretle açıklamalar tartışmaya kapatılıyor. Kişi bence dediğinde, bu gerçekliğin içinden hareket ederek kendi kurduğu gerçeklik içinde kalarak, konuşmasını sürdürmektedir. Konuşulan mesele bütünü ile konuşmacı tarafından zapt edilerek kendisini konuşulan bu mesele üzerinden tarif edecek alan yaratılmaktadır. 
Sözgelimi konuşan bence dediği andan itibaren; o nesnenin eylemi ile ilgili kendisinin ne hissettiğini anlatıyor; meselenin kendisini konuşmamaktadır; mesele hakkında konuşmayı, kendisini işaretlemede kullanmaktadır. Bu sebeple mesele hakkında konuşmak, kendini işaretlemenin bir aracı haline gelmektedir.
Kısacası Türkçe konuşmalar sırasında kişiler konuştukları şey her ne ise onun hakkında konuştuklarını iddia etselerde kendilerini konuşmaktadırlar. Konuşulan mesele bir vasıta haline sokulmuştur. Konuşulan mesele araçsallaştırılıp ortadan kaldırıldığı için de konuşma eylemi içinde üzerinde konuşulacak ya da uzlaşılacak bir zemin kurulamamaktadır. Herkesin kendi kimlikleri ile aynı mesele üzerinde konuşmaları aslında her seferinde o mesele üzerinden kimliklerin tekrar tekrar inşaları haline gelmektedir. Bu sebeple sürekli olgu tasvirciliği yapıp durmaktayız. Başka ifade ile durum tespiti yapmaktan öteye gitmiyoruz. 
Konuşan kişi ile konuşulan mesele nesne ya da kişi arasındaki bu bağlantısızlık ya da kopukluk konuşanın ne işine yarıyor? O konuşma eylemi içinde  bu bağlantısızlığın ne gibi bir işlevi ya da işlevleri var? Söz gelimi konuşma sırasında bu kişinin muhatabı ya da meseleye göre muhatapları, eğer iktidar ya da statü sahibi ise konuşmacı

653k. devlet yapacak abi bana ne benim zaten şimdiye kadar bi derdim olmadıki ben ne biliim kapımdan kovdum ne deremden yeme dedim

kendini açığa alabilmektedir. Bu suretle kişinin diğerlerinin onu sorumluluğa ve de eylemi üstlenmeye çağırma ihtimalini kendisinden uzak tutmayı sağladığı düşünülebilir. Toplumumuzda değişen birey kişi olma figürünün, kendi eyleminin sorumluluğunu alma ya da eylemini başlatma ile ilgili Batılı bireyin özgürlük söylemleri ve kimlikleri ile  anlaşılması ya da bunun dayatılarak sağlanması görüldüğü üzere pek mümkün görünmüyor. Bu stratejinin yine sözün eyleminin analiz edildiği daha makro söylem analizleriyle incelenmesi (sözgelimi otorite-mazlum ilişkisi) gerekmektedir.




KAYNAKÇA
Arkonaç, S.(2004b) Gerçekliğin İnşasında Özne ve Öteki Kavramlarının Bu Ülkede Düşündürdükleri. Istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Dergisi, 3(8) 91–102. https://istanbul.academia.edu/SibelAArkonaç
Arkonaç, S.(2004a/2015) Kartezyen Olmayan Özne, Öteki, Fail ve Yerel Gerçekliğin İnşası. S. Arkonaç (Hz.) Doğunun Batının Yerelliği: Bireylik Bilgisine Dair. 2.Baskı HiperLink Yayınları, İstanbul
Arkonaç, S.(2008a) Psikolojide İnsan Modelleri ve Yerel İnsan Modelimiz. Nobel Yayınları, Ankara.
Arkonaç,S. (2008b).Psikolojide İnsan ve 21.yüzyıl:Psikolojide ben ve öteki, doğu ve batı.. 15.Ulusal Psikoloji Kongresi 3–5 Eylül 2009 Istanbul açılış konuşması olarak sunulmuş bildiri. http://sibelarkonac.blogspot.com.tr
Arkonaç,S. (2010). Gündelik Türkçe Konuşmalarda Bireyin Stratejik Özne Konumlanışı Ya Da Eylemine Göre Konumlanışı: Sıradan Episodlara Dayalı Bir Analiz. Psikoloji Çalışmaları Dergisi,30; 21-32. http://www.iudergi.com /index.php/ psikoloji
Arkonaç, S. Tekdemir-Yurtdaş, G. Ve Çoker, Ç. (2012).’Kürt Sorunu’nu açıklamada duruş ve mesafe alışlar.S. Arkonaç (hz.).Söylem çalışmaları(s.161-170)içinde.Ankara:Nobel yayınevi.  http://sibelarkonac.blogspot.com/2011/12/kurt-sorununu-acklamada-durus-ve-mesafe.html
Arkonaç,S. (2014) Psikolojide Söz ve Anlam Analizi:Niteliksel Duruş. Ayrıntı Yayınevi: Istanbul
Arkonaç,S. (2015) Psikolojide Bilginin Eleştirel Arkaplanı Hiperlink Yayınları:Istanbul
Baudrillard, J.(2012). Şeytana Satılan Ruh:ya da kötülüğün egemenliği. 2.Baskı. çev. Oğuz Adanır. Doğu Batı Yayınevi :Istanbul
Burr,V. (2012) Sosyal İnşacılık. Çev. S. Arkonaç. Nobel Yayınevi:Ankara. 
Edwards, D. (2008). “Discursive Psychology: The production of psychological concepts in everyday talk.” 15.Ulusal Psikoloji Kongresi 2008 Istanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü: Istanbul
Edwards, D. (2012). “Discursive and Scientific Psychology” British Journal of Social Psychology 51, 425-435
Harre, R. (1998). Singular Self. Sage Publications:Londra
Shotter, J. (2004/2015).Sosyal İnşacılığın Ötesinde: Kartezyen Özne ve Faili Yeniden Düşünmek ve Yeniden Cisimleştirmek. S. Arkonaç (hz.) Doğunun Batının Yerelliği: Bireylik Bilgisine Dair 2.Baskı HiperLink Yayınları, (http://pubpages.unh.edu/~jds/Arkonac.htm
Tekdemir,G.,Arkonaç,S.A.,Çoker,Ç. (2006).Konumlandırma Teorisi: Türkçe Yapılan Konuşmalarda Seyreden Konumlanışlar.14.Ulusal Psikoloji Kongresi 6-8 Eylül 2006 Ankara, Serbest Bildiri