21 Temmuz 2016 Perşembe

Psikoterapide Anlatı Araştırması: Eleştirel bir gözden geçirme


Psychology and Psychotherapy: Theory, Research and Practice (2007), 80, 407–419 
Narrative research in psychotherapy: A critical review 
The British Psychological Society  www.bpsjournals.co.uk 


Psikoterapide Anlatı Araştırması: Eleştirel bir gözden geçirme 
(Narrative Research in Psychotherapy:A critical review)

Evrinomy Avdi and Eugenie Georgaca*
Psikolojik Bölümü,
Aristotle Üniversitesi, Selanik, Yunanistan
Çeviren Sibel A. Arkonaç
Amaç: Bu makale psikoterapi analizinde anlatı kavramını kullanan araştırmaların bir gözden geçirilmesidir. Amacı araştırmanın bu farklı alanını sistematik olarak sunmak, ortak başlıkları ve farklı hatlar arasındaki ayrımları aydınlatmak ve psikoterapideki anlatı araştırmasının bütününü ve gelişimini daha da ileriye götürmektir.  
Yöntemler: Bu araştırma psikoterapi bağlamında üretilen anlatıların uygulamalı metinsel analizini kullanan çalışmaları gözden geçirmektedir. Çalışmaları dahil etme kriteri birinci olarak terapötik analizler ve terapi ilişkili metinlerdir. İkinci olarak, anlatısal psikolojik bir görüş açısının edinilmiş olmasıdır. Bu çalışmalar, kullandıkları anlatı kavramı üzerinden ve odaklanılan anlatıların yönleri esası üzerinden incelenmiş ve buna göre gruplandırılmıştır.
Bulgular: Gözden geçirilen çalışmaların büyük bir çoğunluğu anlatıda konstruktivist bir yaklaşımı varsaymıştır, dile dair temsil edici bir görüş edinmiştir, esas olarak danışanın asgari anlatıları üzerine odaklanmış ve psikoterapötik yaklaşımların bilişsel konstruktivist ve süreç yaşantısı ile ilişki kurmuştur. Bu çalışmaların daha küçük bir grubu anlatıya sosyal inşacı bir yaklaşımı ve dilin işlevsel görüşünü varsaymakta en küçük anlatılara odaklanmakta, anlatının etkileşimsel ve daha geniş sosyal cephelerine ışık tutmakta ve psikoterapide post modern akımlarla ilişkilendirmektedir.  
Sonuçlar: Gözden geçirlen bu çalışmalarda anlatının kavramlaştırma yayılımı anlatı psikolojisinin kendi icerisindeki gerilimleri, temsil edici bir  psikolojik bir görüşten inşa edici sosyal bir görüşe kadar yansıtmaktadır. Dahası gözden geçirilen alanda iki akım ayrıştırılabilir: terapinin anlatı analizi (çevirenin vurgusu) anlatı teorisinden çekilip alınan ve psikoterapi çalışmalarında anlatı araştırmalarına analitik yaklaşımı kullanan eğilimle, anlatısal olmayan niteliksel yöntemler kullanarak danışanın anlatısını inceleyen terapide anlatı eğilimidir. Son olarak bu makale, kendi içinde ayrışan bu araştırma alanının bütünlük ihtiyacına bir ışık tutmakta, anlatı üretimi ve dönüşümünün geniş bir sosyal anlayışını işleten  psikoterapideki anlatı çalışmalarının gelişimini teşvik etmektedir. 


Son yıllarda bu anlatı kavramı beşeri ve sosyal bilimlerde giderek artan bir önem kazandı, anlatı psikolojik ve sosyal sürecin bir özü olarak düşünüldüğü kadar yaşantı ,anlama , sosyal yapılar ve kültür arasındaki bu bağlantıları araştırmaya yardım edebilecek bir kavram olarak mütalaa edilmektedir. (ör:Mishler, 1986; Polkinghorne, 1988; Sarbin, 1986). Bu açıklayıcı dönüş psikoterapide anlatının rolü üzerine manidar bir miktarda literatürün gelişmesini körüklemiştir. 
Anlatı şartlarında psikoterapi, anlatının dile getirilmesi ve yeniden inşasının dilsel uygulaması olarak kavramlaştırılır (Mcleod, 2004). Anlatının, terapinin temel cephesini kurduğu görüşü, anlatı terapisinde en güçlü şekilde teorize edilir. Tüm ana  akım terapi ekollerinin son söylemleri de bu önerme üzerinde giderek artan bir şekilde bir araya gelmektedir. (Josselson &Lieblich, 2001; Mahoney, 1991; Neimeyer, 2004 Parry &Doan, 1994; Schaffer, 1992; Spence, 1982, 1987). Terapide anlatı yaklaşımlarında psikolojik zorluklar; kişinin kendilik anlatılarının yaşantılarının can alıcı yönlerini yeteri kadar temsil etmediği durumlar olarak kabul edilir ve terapi bu problematik kendilik anlatılarının  daha tutarlı, karmaşık ve dahil edici hale getirilmek üzere tekrardan inşa edildiği bir “hikaye tamiri” süreci olarak kavramlaştırılır. Dolayısıyla terapistin rolü, danışanın hikaye anlatımına şahit olmak kadar anlatıyı açımlamada eş editor olarak tekrardan kavramlaştır(Anderson, 1997).
Terapide anlatı üzerine oldukça fazla sayıda literatür olmakla birlikte terapi seansları üzerine  terapi seansı hakkında gerçek anlatı araştırması  ve çalışmalar arasında çapraz referans verişler çok azdır. Terapi sürecinde dil temelli ve niteliksel araştırmalara son dönemlerdeki dönüşle, terapi teorisindeki anlatıya dönüş göz önünde bulundurulduğunda, anlamın psikoterapinin kurumsal ve kişiler arası bağlamında  birlikte inşa edildiği anlatı süreçlerini incelemeye ihtiyaç giderek artmaktadır

BU GÖZDEN GEÇİRİŞİN  DÜZENİ
Amacımız bu makalede terapide üretilmiş metinlerin anlatı analizlerini toplamak ve sıralamak, dahası bunların terapideki anlatıyı anlayışımıza olan katkısını değerlendirmek ve bunların bütünleşmesini sağlamaktır. Bu literatür hem epistemoloji hem metodolojiye göre büyük farklılıklarla karakterize edilebilir, bu gözden geçirmenin amacı için aşağıdaki dahil edici kriterleri formüle ettik. bu gözden geçirmenin odağı psikoterapi bağlamında üretilen anlatıların metinsel analizi üzerinedir.  Bu sebeple gerçek seansların yazı dökümlerini analiz eden çalışmaları dahil ettiğimiz gibi başka klinik karşılaşmalardan klinik meseleleri; günlükleri, yazı dökümlerini kaale alan görüşmeler gibi terapiyle ilişkili diğer metinleri de dahil ettik. Bununla birlikte terapide anlatının teorik analizlerini, yapılandırılmış işlerden üretilen metinleri analiz eden anlatı terapisi ve çalışmalarını örnekleyen vaka çalışmalarını dahil etmedik (söz gelimi Hermans, 1997).  İkinci olarak anlatısal bir psikolojik görüş açısından anlatı özelliklerini inceleyen çalışmaları dahil ettik(anlatı tutarlılığı, düzenleme, sözler ve kendini konumlandırmalar arası ilişkiler), ama çok daha geleneksel psikolojik görüş açısından terapideki anlatıları inceleyen araştırmaları dışarda bıraktık. bu ikinci kriter esası üzerinden çok bilinen danışanların anlatılarına analitik yaklaşımları : The Core Conflictual Theme Metod – Esas çatışmalı ilişki temaları yöntemi (Luborsky & Crits-Cristoph,1998), ve The adult attachment interview –Yetişkin Bağlanma Görüşmesi (Hesse, 1999). Aynı zeminde, JACOB  sistemini tartışmadık ki bu sistem danışanın zorluklarını dikkate alarak psikodinamik bir formülasyona ulaşmak amacıyla anlatıları analiz eden “nesneler ve eylemlerin dramatürji “ analizine dayanır (Boothe ve von Wyl, 2004; Boothe, von Wyl, & Werfer, 1999; Von Wyl, 2000).
İki ana akım öznellik dil psikolojik süreçler anlatı ve psikoterapiye göre epistemolojik pozisyonları ile ilişkisinde bu çalışmalar, iki ana akım halinde ayrıştırılabilir. Çalışmaların büyük bir kısmı yapısal yapılar esası üzerinden bireyin kendi dünyasını fiilen inşa edip ona anlam yüklediği konstraktivist bir yaklaşımı varsayar. Bu çalışmalar dilin temsil edici yönü üzerine odaklanır. Bu sayede danışanın içsel zihinsel hallerine  bakılır. bu çalışmalar dilin temsil edici yönüne odaklanır,  bu vasıta ile niteliksel özelliklere de  danışanın içsel zihinsel halini yansıtan olarak bakılır, ve esas olarak danışanın mikro anlatılarını analiz ederler. Anlatı tutarlılığı etkin anlatıların esas yönü olarak dikkate alınır. terapi teorisi şartlarında bu çalışmaların çoğu kognitif-konstraktivist ya da süreç yaşantısal yaklaşımlardan çekilip alınmıştır. Bir ikincisi, daha küçüğü bir grup çalışma terapide anlatıya sosyal inşacı yaklaşımı varsayar, sosyal ve psikolojik dünyanın o belirli sosyo-tarihsel bağlamda yer alan etkileşim ve uygulamalar yoluyla tekrar tekrar üretildiğini varsayarlar. Buna göre bu analizler dilin gerçekliğin temel versiyonlarını yaratmada ve korumakta kullanıldığı kadar iktidar yazar ve bağlam meselelerinde de kullanıldığı yollara dikkat çeker. Anlatılar bir bütün olarak analiz edilir ve bu analiz esas olarak makro anlatılarla ilgilidir. Bu grup çalışmalar kişisel anlatıların çok daha geniş anlam ağları içerisine gömük olduğunu ve  içsel zihinsel halleri yansıtmaktan çok etkileşim yoluyla bağlamsal olarak üretildiğini varsayar. İlaveten bu çalışmalar anlatının tuarlılığından ziyade anlatı üretimindeki farklılığa akışkanlığa ve karmaşıklığa daha çok odaklanma eğilimdedir. Terapi teorisi şartlarında bu çalışmalar White ve Epston(1990) ve Parru ve Doan (1994) gibi post yapısalcı teorisyenlerin çalışmalarından çekilip alınma eğilimindedir. 
PSİKOTERAPİDE ANLATI ARAŞTIRMA YAKLAŞIMLARI 
Öncelikle danışan anlatılarının spesifik cephelerine odaklanan çalışmaları sunuyoruz, bu çalışmaları aşağıdaki  analitik odaklara göre düzenledik a)anlatıların içeriklerinin tematik analizini üreten çalışmalar b)danışan anlatılarının tipolojilerini üreten çalışmalar c)narataif çalışmalarına biyolojik yaklaşımı kullanan çalışmalar d)anlatı süreçlerine odaklanan çalışmalar. sonra anlatıyı bir bütün olarak çalışan, terapinin etkileşimsel ve duruma gömülü anlayışını dahil eden az sayıdaki makaleyi sunduk. (gözden geçirilen çalışmaların özet bir sunumu için bkz 1.Tablo) Son olarak psikoterapi süreci araştırması için anlatı araştırmasının bu çıkarımları ve gelecek araştırma teklifleri tartışılmıştır. 

ANLATI İÇERİĞİNİN TEMATİK ANALİZLERİ
Bu bölümde sunulan araştırmalar anlatıyı ana temalarına göre analiz etmekte ve bu temaların terapi boyunca nasıl değiştiğini ortaya çıkarmaktadır. Bu tip analiz terapide konstraktivist ve inşacı yaklaşımları tasvir eden anlam ve inşa üzerine odaklanan çizgiyle uyumludur. Burada “anlatı” terimi spesifik bir başlık üzerine konuşmaya dair bir esnetmeyi düzenler, analiz şartlarına göre bu çalışmalar sabit karşılaştırıcı yöntem varyasyonlarına dayanır(Glaser & Strauss, 1967). 
Terapide anlatıların analizinde sistematik bir yöntem de tema analizidir, özünü ve yan temaları çıkartmak, (çekirdeğini)ve bunların seanslar arası nasıl geliştiğini değerlendirmek üzere düzenlenmiştir(Meier 2002; Meier & Boivin, 1997, 1998, 2000). Bu şekilde analiz edilmiş üç terapide öz temanın esas hikaye çizgisi  olarak işlediği, birlikte örüldüğü ve yan temalara anlam sağladığı bulunmuştur, böylelikle danışanın hayat hikayesine tutarlılık ve süreklilik sağladığı bulunmuştur. Benzer şekilde Kühnlein’ın (1999) terapisi bittikten sonra görüştüğü yatan hastalarla yaptığı araştırmada terapinin, hastaneye başvurma öncesi bir şekilde kesintiye uğramış olan biyografik sürekliliği tekrardan kurma süreci olarak tarif edildiğini bulmuştur. Yukardaki bu çalışmalarda anlatının danışanın hayat hikayesindeki sürekliliği sağlamadaki rolü ve bu suretle terapinin anlatı kavramlaştırmasına verdiği desteğin altı çizilmiştir. 
Terapide tematik olarak anlatıların analizinde bir diğer yöntem structured narrative analysis of psyhotherapy segments- psikoterapi kesimlerinin yapılandırılmış anlatı analizi(SNAPS). Bununla ilişkili iki makalede Grafanaki ve Mcleod (1999, 2002), Brief structured recall-kısa yapılandırılmış hatırlama ve Helpful aspects of therapy-Terapinin yardımcı cepheleri soru varakasıyla, kişi yönelimli altı terapi çifti ile birlikte üretilen metinleri analiz etmiştir. Analiz terapide sırasıyla “manidar olaylara” ve “mutabakat”ın ortaya çıkmasına katkıda bulunan anlatı süreçlerine odaklanmıştır. Bu çalışmalar önemli psikoterapi kavramlarını anlatı açısından ve gerçek etkileşimi analiz ederek incelemektedir, bu kavramlara dair anlamayı kişi-içinden terapinin inşacı görüşleri ile tutarlı kalacak şekilde kaydırırlar. 
Sistemik bir çerçeveden Coulehan, Friedlander ve Heat Heatherington  (1998) aile terapisinde dönüşüm olaylarını çalışmışlardır, burada terapistin danışanın problem inşasını başarılı bir şekilde kişi içinden kişiler arasına ya da sistemik bir görüş açısına kaydırdığı etkileşimsel episodlardan bahsedilir. Bu çalışma, etkili anlam dönüşümlerinin terapötik değişmeye göre sistematik görüşlerle tutarlı yollarını açıkça göstermektedir. Bu sebeple bu çalışma anlatı araştırmasının, terapötik varsayımların klinik karşılaşmalarda nasıl uygulamaya sokulacağını, araştırmada nasıl kullanılabilceğinin iyi bir örneğini vermektedir. Son olarak Levitt (2002) terapideki sessizliğin anlatıdaki işlevini ortaya çıkarmış ve üretken sessizliklerin bir tipolojisini üretmiştir. 
In summary, the studies presented in this section are examples of qualitative research on narratives produced in therapy, with a thematic focus, studying how meaning evolves in therapy. 

Özetle bu kısımda sunulan bu çalışmalar; terapide üretilen  anlatılar üzerine yapılan, tematik bir odakla terapide anlamın nasıl geliştiğini inceleyen niteliksel araştırma örnekleridir. Bu araştırmalar kendilerini anlatı araştırması olarak tanımlamakla birlikte bizim görüşümüze göre, sabit karşılaştırmacı yöntemlere güvenmeleri kadar konuşmanın  içeriğine özellikle odaklanmaları da psikoterapide kullandıkları psikolojik anlatının görüş açısını sınırlamaktadır.  

DANIŞAN ANLATILARINDA TİPOLOJİLER
Bu kısımda sunulan çalışmalar, hikaye yapısındaki tutarlılık ve düzenin düzeyi,kendini gözlemenin ve kendine yansımanın emosyonel olarak göze çarpanları ve dilsel delili gibi çeşitli özelliklere göre ‘patolojik anlatı’nın tipolojilerini önermektedir. Daha belirleyici olarak, Dimaggio ve Semerari (2001), farklı danışanlardan çeşitli seanslara dayanan ‘etkili’ anlatıları ‘etkisiz’ anlatılardan ayıran kriterleri özetlerler. Etkisiz anlatılar iki tipe ayrılırlar: canlı yaşantının önemli yönlerinin danışanın hayat hikayesini kapsamada başarısız kalan kısıtlı anlatılar ile canlı yaşantıyı anlamlı bir şekilde tamamlamada, bu suretlede tutarlılık, süreklilik ve anlama duygusu sağlamakta başarısız olan düzensiz anlatılar. Etkisiz anlatıların bu iki tipi, örneklerle tasvir edilen ve açıklanan daha ileri alt tiplere bölünür. Tedaviye göre düzensiz anlatıların ve meselelerin fenomenolojisi ilişkili, çoğunlukla teorik bir makale ile geliştirilir (Dimaggio ve Semerari, 2004). Her iki makalede etkisiz anlatıların teasviri  aydınlatıcı, analitik ses veren, klinik olarak ilişkilidir. Benzer şekilde Goncalves ve Machado (2000) farklı tiplerdeki psikolojik bozukluğun, herbirinin, her şartın episod bir özelliği etrafında yapılandığı protipik emosyonel anlatılara göre farklılaştırılabileceğini öne sürerler.
Bu yukarıdaki makalelerin terapideki anlatıları inceleme üzerine çeşitli neticeleri vardır. Bu yazarlar, anlatıdaki çeşitli ‘patoloji’  biçimlerini sistematik şekilde tarif ederek anlatı analizini klinik değerlendirmede kullanmak, ve terapide bir değişme işaretleyicisi olarak  danışanın anlatısındaki eğilimi kullanmak mümkün hale gelebilir. Bu çalışmalar psikolojik sağlık ve patoloji tartışmasını geleneksel psikolojik düzeyden anlatı düzeyine kaydırmaktadır. Bu yolla konstraktivist görüş açılarıyla uyumlu, sağlık ve patoloji kavramlaştırmalarını sağlarlar. Özellikle anlatı düzensizliğinin patoloji için tarif edici bir kriter olduğu ve dolaylı olarak psikolojik sağlığın esas olarak tutarlılıkla bağlantılı olduğu göz önünde bulundurulur. Aynı zamanda anlatı düzenini yükseltme şartlarına göre kavramlaştırılan, terapinin amacı üzerinde neticeleri vardır. Bununla birlikte bu çalışma bütününde, anlatı patolojisinin altta yatan bazı psikopatolojileri ifade ettiği ve esas olarak anlatının bireysel bir inşaa olduğu faraziyesi vardır. Bireyselletirilmiş bu anlatı görüşü anlatı üretiminin kişiler arası doğasını göz ardı ettiği gibi anlatıların içerik ve yapısındaki daha geniş sosyokültürel bağlamın rolünü de göz ardı eder. Sosyal inşacı anlatı görüşü açısından bu bir meseledir çünkü insan sıkıntısına dair geleneksel bakışı bireysel patoloji olarak tekrardan üretme riski taşımaktadır. Anlatıya eğer bireysel aklın bir ifadesi olarak bakılmayacak aksine etkileşimsel bir alan olarak görülecekse, ki anlamın çok daha geniş yapılarını kullanır, o zaman bireysel patoloji kavramına meydan okunmuş olur. Dahası çoğu terapinin sosyal alanı gözardı ettiği olgusu, insanların kollektif destek ve direniş biçimlerini kullanma cesaretlerini kırabilir (McLeod, 2004; White ve Epston, 1990).
Anlatı tipilojileri geliştirme eğilimi, aynı zamanda anlatı araştırmasının uygulamalı psikolojideki diğer alanlardan sözgelimi hastalık anlatılarına dair çalışmalardan bellidir (sögelimi Crossley, 2000; Frank, 1995; Robinson, 1990). ‘Anlatı tipi’ kavramı, bireysel hikayelerin sınırlı bir ulaşılabilir anlatı tema repertuarının olduğu, belirli kültürel sistemlere gömük olduğunu farz eder; bu sebeple anlatı tipleri kültür, anlama ve yaşantı arasındaki hatları ortaya çıkarma kullanışlıdırlar(Thomas-McLean, 2004). Bu literatürün dikkate alınması, anlatı üretiminin kültürel gömüklüğüne ve etkileşimsel doğasına bakarken, terapi süreci araştırmasını anlatı görüşü açısından geliştirmeye yardımcı olabilir.

(KENDİSİYLE) DİYALOG OLARAK ANLATI
Çeşitli çalışmalarda araştırılan danışanların anlatılarının bir diğer cephesi de anlatıdaki çeşitli karakterler arasındaki diyaloglarla ilgilenir. Bu çalışmalar; benliği,  içsel diyalogla uğraşan kalabalık içselleştirilmiş ‘sesler’ içeren çok sesli bir hikayeye benzediğini öne süren, Bakhtin’den(1929/1973) yararlanan, Hermans ve Kempen (1993) gibi yazarlardan etkilenmiştir. Bu görüşe göre psikopatolojinin BEN-konumları ve/veya birinin diğerleri üzerinde BEN-konum hakimiyeti arasında parçalar halinde dağılmasının sonucu olduğu düşünülür. Terapinin amacı buna göre danışanın konumunu, konumlar arasında esnek bir şekilde hareket edebileceği şekilde yeniden inşasını kolaylaştırmaktır(Hermans, 1997).  Diyalojik bir görüş açısı edinen Lysaker, Lancaster, ve Lysaker (2003) şizofreniye eşlik eden anlatı niteliklerini incelemişlerdir. Bu yazarlar psikozu, kişiyi azalmış bir zaman ve fail duygusuyla, hiçbir düzenleyici yapının yer almadığı içsel konuşmalarla ya da tekil bir sesin hakim olduğu içsel konuşmalarla baş başa bırakan, bir anlatı çöküşü ile tanımlanır. Bu açıdan terapi anlatı öncesinden tutarlı bir anlatıya ve giderek artan bir biçimde karmaşık, çeşitli ve çok sesli içsel konuşmalara kayışı kapsar. Bu çalışma şizofreni teşhisi konmuş bir adamla yapılan uzun dönemli bütünleştirici psikoterapi seanslarına dayanmaktadır. Terapi boyunca danışanın hayat hikayesinde karmaşıklık kazandığı, soyut insan gruplarından ziyade giderek artan bir şekilde büyüyen şimdiki hazır kişilerin yerleştirildiği, ve kişiler arası ilişkiler bağlamında işleyen daha fazla kendilik konumlarını giderek artan bir şekilde kapsadığı gösterilmiştir. Bu çalışma bulgularını gayet açık bir şekilde açıklayıp tarif ederken, teorik olarak iyi bilgilendirilmiş ve ilginç bir yöntem kombinasyonu kullanmaktadır. Anlatı kargaşasının tipolojisi  Dimaggio and Semerrari ‘nin (2001) geliştirdiği ile çok benzerlikler göstermektedir, ileride bir noktada birleşmelerini takip etmeye değebilir. 
Dimaggio, Salvatore, Azzara, and Catania (2003) da bilişsel-kontraktivist terapi akışında bir danışan tarafından tutulan yazılı günlükler ve kendine değer biçmelere dayandırdıkları danışanın anlatısındaki ana karakterler arasındaki ilişkilerde kayışları incelemişlerdir. Analiz bu anlatıda yer alan temel karakterlerdeki ve aralarındaki diyalojik ilişkilerdeki değişiklikleri, bir meta-konumun sözgelimi üst düzey bir görüş açısı ile bir karakterin diğerleriyle karaşılatırılması gibi söylemsel inşasının yanısıra takip etmektedir. Bu yazılı materyalin oldukça ilginç bir analizidir, benliğin diyalojik doğasını etkin bir şekilde gösterdiği gibi terapi boyunca benliği kurgulayan diyalojik konumlardaki kayışları da göstermektedir. Bu analiz biçimini, ilişki kalıplarının nasıl müzakere edildiğini ve gerçek kliniksel diyalog içinde nasıl harekete geçirildiğini araştırmak üzere yazı dökümlerine kadar uzatmaya değecektir.
Özetle danışanın anlatısının diyalojik yönlerine odaklanan az sayıda anlatı çalışması vardır. Bu çalışmalar terapideki olumlu değişme sürecinin danışanın anlatısındaki ana karakterler arasında daha zenginleşen diyalogların gelişmesiyle açığa çıkarılabileceği gibi refleksiv ve gözlemleyici metakonumların gelişmesiyle de gösterilebileceğini öne sürerler. Bu çizgide ilgi çekici bir gelişme bu tip bir analizi, terapistin söyleminde  (sözgelimi terapistin konuştuğu konum, kime hitap ettikleri ve açılan anlatıda bunun ne gibi etkileri olduğu) ve gerçek danışan-terapist etkileşiminde çalıştırmak olurdu (sözgelimi bkz.Georgaca, 2001, 2003; Leiman, 1997) .

ANLATI SÜREÇLERİ
Literatürde incelenen danışan anlatısının son cephesi olarak anlatı süreçleri ile ilişkili, psikoterapi yazı dökümlerinin analizi için (Angus, Levitt, & Hardtke, 1999) sistemleştirilmiş bir yöntem olan Anlatı Süreci Kodlama Sistemidir-Narrative Process Coding System (NPCS). Bu sisteme göre terapi konuşmasında üç ayırdedici anlatı süreç hali fark edilir. Dışsal anlatı dizileri olayların tasvirine yol açar, içsel anlatı dizileri ise öznel duyguların, hislerin ve tepkilerin tasvirini ve ayrıntılandırılmasını kapsar, refleksif anlatı dizileri de anlama dair meselelere hitap eder. Bu anlatı süreçleri görüşü süreç-yaşantı terapisi ile yakından ilişkilidir, amacı danışanın kendi biyografik anlatısıı, duygusal ifadeleri ve anlam kuruşu arasında akıcı şekilde haraket etme kapasitesini geliştirmektir. ASKS (NPCS) araştırmacıya terapi seansları içinde ve seanslar boyunca danışanın anlatısını kapsayan hem anlatı süreçleri tiplerindeki ve hem de tartışılan konulardaki kayışları takip etme imkanı verir.
Artık terapi seansları üzerinde ASKS’ı kullanan çeşitli çalışmalar var, bunların birçoğu depresyon terapisini kapsayan anlatı süreçleri üzerine geniş ölçekli araştırma projelerinin birer parçasıdırlar (sözgelimi Angus ve ark., 1999; Angus ve Bouffard, 2002 - Angus, Lewin, Bouffard, ve Rotondi-Trevisan, 2004 çalışmasında ; Laitila, Aaltonen, Wahlstro ̈m, ve Angus, 2005; Levitt, Korman, ve Angus, 2000). Sözgelimi Angus ve Hardtke (1994) psikodinamik terapilerin üç iyi ve üç zayıf netice özetleri arasaında bu anlatı süreçlerini karşılaştırmıştır. Zayıf netice çiftinde dışsal ve içsel anlatı dizilerinin  tüm  oranının daha fazla olduğu, iyi netice çiftlerinin ise  giderek ilerleyen bir şekilde daha yüksek oranda refleksif anlatı dizileri olduğu bulunmuştur. Bu bulgular terapinin hedefinin refleksif kapasiteyi artırmak olduğuna dair teorik varsayımla aynı çizgidedir. Emosyonel ifşaanın rolüne dair ilişkili bir çalışmada Angus ve arkadaşları (2004), emosyonel ifşaanın değişim için bir ön gereklilik kurduğunu ve terapistin de bu duruma uymasının, kuvvetli bir terapötik birliğin gelişimini kolaylaştırdığını öne sürerler. Bunun da ötesinde süreç-terapi teorisi ile uyumlu olarak, meselenin ne olduğu ile ilişkili olarak, kimin hakkında ne hissedildiğini tanımlayan bir anlatı çerçevesi içinde düzenlendiğinde emosyonların, bir anlam kazandığını savunurlar. (Angus, 2005).
ASKS görece yeni bir araştırma aleti olmakla birlikte oldukça fazla kullanılmakta ve psikoterapi sürecine ilişkin kullanışlı malumat sağladığı gösterilmektedir. Araştırmacılara, terapi yönelimine nötr kaldığı, hem niceliksel hem de niteliksel araştırma ile ilgili olduğu iddia edilen standart bir analiz biçimi sağlamaktadır. Ortaya çıkan sonuçlar açık, öz ve hem klinik hem de araştırma uygulamalara kolaylıkla uygulanabilirdir. Öte yandan ASKS sistematik ve pozitivist olmakla anlatılar üzerine hazır şemaları empoze edebilir ve kapalı bir analiz  üretebilir. İlâveten ASKS’ın terapide süreç yaşantı yaklaşımından geliştirildiği gerçeği bizim görüşümüze göre  kaçınılmaz olarak anlatının spesifik yönlerinin analizine yönlendirir ki terapinin bu ekolünün teorik faraziyelerini yansıtır ve muhtemelen de başka yaklaşımlara uygulanabilirliğini sınırlar.
Son grup çalışmaları gözden geçirmeye başlamadan önce bu noktaya kadar sunulan çeşitli çalışmalar tarafından paylaşılan bazı sınırlılıkları özetleyelim. Dilde konstruktivist yaklaşımı paylaşan taraftarların çoğu anlatıyı içsel hallerin bir yansıması olarak ele alma eğiliminde olup, anlatı ‘patolojisi’ne danışanın altta yatan bilişsel süreçlerindeki meselelerin temsili olarak bakar. Buna göre bu analiz hemen hemen tamamiyle danışanlarının anlatılarına odaklanır, bu şekilde anlatıyı hem terapötik karşılaşmanın o sıradaki etkileşimsel bağlamından hem de daha geniş kültürel, kurumsal ve ideolojik bağlamlardan ayrıştırılır. Bizim görüşümüze göre bu ana akım psikolojik yaklaşımların daha bireyselleştirilmiş ve içsel, anlatı üretiminin duruma gömük birlikte kurgulanan boyutundan kaçınan temel faraziyelerini tekrar tekrar üretir. Bu eğilim zihin sağlığı ve psikoterapiye ilişkin modernist görüşlere karşı eleştirel olmamakla ve potansiyel olarak patolojikleştirmekle eleştirilebilir (Parker, Georgaca, Harper, McLaughlin, & Stowell-Smith, 1995). Son olarak anlatı analizinde daha sistematik bazı yöntemler çok açık ve titiz olmakla birlikte daha ziyade kapalı analizlerdir ve anlatı araştırmasını karakterize eden zenginlik kısmen kaybedilebilmektedir.

BİR BÜTÜN OLARAK ANLATI
Gözden geçirdiğimiz bu son grup çalışma sosyal bilim anlatı raştırmasında geliştirilen yaklaşımlara daha yakın olan bir anlatı analizi biçimini kullanır (sözgelimi Josselson and Lieblich, 1993; Mishler, 1986; Riessman, 1993). Bu çizgideki araştırmada anlatı bütününde analiz edilir, bütünlüğüne saygı gösterilir ve vaka çalışması formatı işletilir. Analiz açık uçludur, keşf edici ve keşif yönelimlidir, materyalin tarif edici bir okumasına ulaşmak amacından ziyade anlamayı zenginleştirmeyi hedefler. Sözgelimi McLeod and Balamoutsou (1996) bu süreçleri yaşantının, kişi yönelimli danışmanlıkta anlatılaştırılmasıyla incelemişlerdir. Danışanın anlatısını inşasındaki süreçleri tanımlamakta ve burdaki danışan terapist rolüne göre bir formulasyon önermektedirler. Bu makale terapide anlatının işlevini ve birlikte inşa edilişini, etkileşimsel cephelerini eksiksiz vermektedir. 
Böyle bir vaka çalışmasında McLeod and Lynch (2000), depresyon tablosu gösteren bir kadın danışan vakasına dayanarak terapide ahlaki anlama müzakerelerine odaklanlanmaktadır. Bu makale danışanların hikayeler anlatarak, hayatlarının ne kadar tatmin edici olduğu kararına varmada birtakım standartlar koyan bir ‘iyi hayat’ hikayesini dile getirildiğini varsaymaktadır. Bu danışanın konuşmasında ‘iyi hayat’ hakkında birbiri ile çelişen iki görüş fark edilmektedir: ‘romantik-ilişkisel’ hikayede iyi hayat, bir başkası ile yakın bir ilişki içinde olmaya bağımlı şekilde sunulurken, ^Kalvenist/Protestant hikaye’ iyi hayatı, çok çalışmak, vazife ve diğerlerini önemsemek üzerinden kurgulamaktadır. Bu araştırmacılar bu danışanın depresyonunun; bu iki çatışan görüşü uzlaştırma teşebbüsünde formüle ettiği hayat hikayesindeki bir anlatı çatlağını yansıttığını öne sürerler. Bu terapistlerin anlatısı diğer taraftan hümanistik bir görüşün temsilcisidir,  ‘derinlerde içsel bir benliğin’ farkında olmanın ve emosyonlarını ifade etmenin önemini vurgular. Terapi akışı içersinde terapistin müdaheleleriyle danışanın hikayesi kademe kademe ifade edilememiş duyguların bir hikayesi olarak, hümanistik bir meta anlatıyla uyum içinde yeniden inşa edilir.
Bu makale, makro ve mikro analiz örnekleriyle birlikte, terapi konuşmasına uygulanan anlatı analizinin iyi bir örneğidir. Bu makalede gözden geçirilen çalışmalar aynı zamanda bir istisnadır,terapide anlatının bağlamsallaştırılmış bir okumasını sağlamakta, her iki konuşmacının hikayelerini kurgulamak üzere yararlandığı kültürel anlatıları hesaba katmaktadır. Bu anlamda terapi seanslarının söylem analizini, özellikle post yapısalcılığa dayanan söylem analizini andırır (Avdi & Georgaca, 2007). Bu analiz terapinin klinik olarak bilgilendirilen açıklamasını, terapistin refleksiyonlarını açık bir şekilde dahil ederek ‘iyi hayat’ hakkındaki daha geniş anlatılar içersine konumlandırmayı sağlar ve terapi teorisinde ve araştırmasında önem derecesi düşürülme eğilimi olan ahlak meselelerine hitap eder.

PSİKOTERAPİ SÜREÇ ARAŞTIRMASI İÇİN ANLATI ARAŞTIRMASININ ÇIKARIMLARI
Burada anlatı araştırmasının psikoterapi sürecinin incelenmesinde kullanışlı ama büyük ölçüde gerektiği şekilde kullanılmayan bir yaklaşım olduğunu tartıştık. Anlatı araştırması açık uçludur, terapide cereyan edenlerin ayrıntılı tasvirini ortaya koyar ve alternatif açıklamaları mümkün kılacak analizler üretir. Diğer taraftan tıpkı diğer dil esaslı analiz formlarında olduğu gibi sözgelimi söylem analizi ve konuşma analizi gibi, anlatı araştırması oldukça zaman alıcıdır ve yaygın bir şekilde bir kaç seansın derinlemesine incelenmesi için kullanılır, bu da iddialarının genellenebilirliğini sınırlandırır. İlâveten terapideki anlatıları analiz eden çoğu sistem çok yenidir ve terapi sürecini incelemekteki kullanışlılıkları henüz büyük ölçüde gün ışığına çıkmamıştır. Bu çalışmaların bütününde anlatının tarifine göre farklılıklar vardır, bunun da analiz etme tarzına etkileri vardır. Şimdilerde anlatının üzerinde anlaşılmış bir tarifi yoktur, terimin çeşitli hikaye anlatma yapılarını kuşattığı ve terapi uygulama ve araştırmasına farklı yaklaşımların bu gibi değişik yapılara odaklandığı görülmektedir(Angus & McLeod, 2004). Bu da ilgili literatürü zengin ve çeşitli hale sokmaktadır, bu çeşitliliği genellikle yaratıcı bulmakla birlikte bu durum alanı daha ziyade parçalara ayrılmış hale sokmakta ve bulguların bütünleştirilmesini zorlaştırmaktadır. Buradaki gözden geçirmede terapide anlatı çalışmalarının çeşitli yaklaşımlarını düzenleyecek ve sentezleyecek bir çerçeve sağlamaya çalıştık.
Anlatı araştırmasının psikoterapi teorisi ve uygulaması üzerinde çeşitli neticeleri vardır. Çok daha özelde bugüne kadar olan araştırma terapi sürecinin, anlama, dil ve terapötik değişmeyi kapsayan süreçleri açısından, çeşitli yenilikçi yollarını üretmiştir. Anlamın terapi karşılaşmasında birlikte nasıl kurgulandığını incelemek için, dilsel ve etkileşimsel şartlarda kilit önemdeki terapötik kavramların yeniden kavramlaştırılmasına yol gösteren bir vasat sağlamaktadır. Bu şekilde klinik olarak ilgili bilgiyi ortaya çıkartabilir ve eğitimde, klinik uygulama ve süpervizyonda kullanışlı olabilir. Dahası anlatı araştırmasıyla terapideki anlatı yaklaşımlarının, terapinin daha kapsamlı, tutarlı, çağrıştırıcı, karmaşık ve çok sesli anlatılara kayışını kapsayan kavramları gibi daha kilit önemdeki varsayımlarını incelemek mümkün hale gelmektedir. İlaveten anlatı araştırması ve özellikle anlatı üretiminde bağlama özen gösteren çalışmalar; anlatıyı ve  ayrıca terapistin kullandığı ve tekrar ürettiği bu suretlede kendi refleksivitesini genişlettiği kültürel anlatıyı serip yaymada terapistin konuşmasının etkilerini aydınlatmaktadır.
Bu gözden geçirmede ortaya çıkan temel meselelerden biri, terapide anlatıyı dikkate alan, anlatı psikolojisinin sosyal yönelimli doğasından en geleneksel psikoterapilerin ‘içsel benlik’ yönelimine kadar yayılım gösteren çeşitli araştırmaların teorik konumuyla ilişkidir (Angus & McLeod, 2004). Bu yayılım; varoluşcu teoriden sözgelimi fail benlik, yetkilendirme ve sorumluluk gibi bir çok kavramı alıkoyarken insan ilişkilerinde dilin ve söylemin merkezîliği gibi bazı post modern fikirleri kullanan anlatı psikolojisi alanındaki gerilimleri yansıtmaktadır (Polkinghorne, 2004). Bu ikilik klinikçilere terapi üzerine anlatı araştırmalarını daha ulaşılabilir kılmaktadır ama psikolojik stresin bireyselleştirilmesini devam ettirme riskine de yol açmaktadır.‘Anlatı’ ve ‘ses’ kavramları bireyselleştirilmiş ve psikolojikleştirilmiş bir imajdan post psikolojik ya da sosyo kültürel görüşe kadar terapi ve kişiye dair son kavramlaştırmaların ekseni haline geldikçe bu durum özellikle paradoksallaşacaktır (McLeod, 1997, 2004).
Anlatı ve terapi üzerine son literatür anlatının terapötik sürecin özü olduğunu, en azından tüm terapilerin hikaye anlatmayı kapsadığı anlamında özü olduğunu öne sürmektedirler ( sözgelimi McLeod, 1997). Dahası anlatı, benliğin inşacı kavramlaştırmalarında kullanışlı bir odak noktası olarak tarif edilmektedir, bu suretle kişisel yaşantı; anlatı üretiminin sosyal ve kültürel gömüklüğü  ve etkileşimselliği sürdürülürken, insan failliği ve öznelliği kavramları korunacak bir şekilde çalışılabilir.(Crossley, 2000). Bununla birlikte  psikoterapide anlatı araştırmasının bugüne kadar bu potansiyel anlatı metaforunu sonuna kadar değerlendirmede başarısız olduğunu ve aksine anlatıyı çoğu zaman bireysel bir inşa olarak sınırladığını iddia ediyoruz.
İlgili bir mesele de insanların terapiye taşıdıkları ‘patoloji’ ya da problemleri ve psikolojik iyi olma haline dair anlayış üzerine bu çalışma bütününün kullanışlılığını alakadar etmektedir. Bu önemli ama çekişmeli bir meseledir yeteri kadar kabul görmemiş ya da  bu alandaki çalışmaların büyük bir kısmı tarafından tartışılmamıştır. Gerçekten de gözden geçirilen makalelerin büyük bir kısmı, bazılarının terapinin amacına dair tartışmalarında fark edilmekle birlikte psikolojik problem ya da iyi olma kavramını telaffuz etmemektedir (sözgelimi Angus et al., 1999, 2004; Coulehan et al., 1998). Sağlık ve patoloji üzerine görüşlerini açıkça söyleyen bu iki grup anlatı tipolojilerini geliştiren ve anlatının diyalojik cephelerini araştıran iki gruptur, birincisi patolojiyi anlatı düzensizliği ve fakirliği ile birleştirir, diğeri ise parçalanma ve bir ‘sesin’ diğer sesler üzerindeki hâkimiyetiyle birleştirir. Her iki grup sağlık hususunda anlatının çokluğuna ve karmaşıklığına başvurmaktadır, birincisi anlatıdaki tutarlılığa diğeri farklılığa ve çoklu sesin üzerinde durur. Üzerinde duruşlarına göre bu farkın terapinin istikameti açısından neticeleri vardır, birincisinin anlatı düzeninin sağlamlaştırıcı değerini vurgulayan bir duruşu vardır, diğeri gitgide gelişen anlatıda sesler arasındaki akıcı karşılıklı değişimi destekler. Tutarlığın anlamı ve terapötik değişimle ilişkisi; üzerinde bir karara varılmış olmaktan çok uzak olmakla birlikte ve bu alanda  daha ileri araştırmalara ihtiyaç olduğunu söyleyen Angus ve McLeod (2004) ile hemfikir olmakla birlikte, terapide anlatı yaklaşımlarının ana meselesidir. Genel bir husus olarak,  tutarlılık hususundaki bu farklı konumların konstruktivist ve sosyal inşacı görüş açıları arasında, terapideki anlatı yaklaşımları içindeki gerginlikleri yansıttığını belirtmekte fayda var.
Bu gerginlik aynı zamanda anlatıya bir şekilde analitik  olarak yaklaşılabileceğini de yansıtmaktadır. Anlatı teorisinde terapi diyalojik bir süreç olarak kavramlaştırılır, dolayısıyla terapideki anlatı çalışması, tarifi icabı, her iki tarafın katkılarıyla etkileşimsel bir analiz birimine dayandırılması gerekir (Angus, 2005). Bununla birlikte gözden geçirilen çalışmaların büyük bir kısmı gerçek analizlerinde bu iddiayı izlememektedir, bizim görüşümüze göre bugüne kadarki çalışmalarda birşeyler ihmal edilmektedir.
Dahası analiz bakımından bu çalışmalar, son derece sistematik ve teori güdümlü yöntemlerden daha açık uçlu, keşf edici ve kişiye özgü metin okumaları arasında bir dağılım göstermektedir. Bu birinci grup çalışmalar tutarlı ve güvenilir analizler prtaya çıkartabilir ama materyalin alternatif okumalarına kapalı olabilir. İkinci grup  psikoterapötik karşılaşmaların karmaşıklığa riayet etmekle birlikte potansiyelde diğer çalışmalarla bütünleşmesi kolay değildir.
Yukarıdakileri takiple halen tartışmaya açık önemli bir soru ‘anlatı araştırmasının’ tarifi ile ilgilidir. Tarifleyici bir cevap vermek amacında değiliz, bu gözden geçirme makalesinde terapinin anlatı analizi ile terapide anlatı analizi arasında muhtemel bir fark teklif ediyoruz. Terapinin anlatı analizi anlatı teorisinden yararlanır ve terapi sürecininin incelenmesinde anlatı araştırmasında analitik yaklaşımlarından faydalanmaktadır. Bu anlamda psikolojik araştırmanın diğer alanlarındaki anlatı araştırmasıyla sözgelimi kimlik araştırması (Josselson & Lieblich, 1993) ya da sağlık psikolojisi (sözgelimi Crossley, 2000; Frank, 1995) ile paraleldir. Diğer taraftan terapide anlatı analizi, açıkça anlatı analizini kullanmayan niteliksel yöntemleri kullanan, bir tema üzerine uzayan konuşmalara sık sık dayanan bir terimi, danışan anlatılarını inceleyen yaklaşımları tanımlar.
Sonuç olarak bu değişkenin, farklı ve farklılaşan araştırma alanının  ‘anlatı’ ve ‘ anlatı araştırması’ tarifini sıkılaştırmasından ve bugüne kadar geliştirilen çeşitli araştırma duruşları arasında çapraz referans vermenin artmasından fayda sağlayacağını düşünüyoruz. Aynı zamanda, anlatı üretimini ve dönüşümünü kapsayan etkileşimsel ve daha geniş sosyokültürel süreçleri hesaba katan terapinin anlatı analizlerini daha fazla görmeyi istiyoruz. Bu yolla anlatı analizinin, psikoterapiyi sosyal bir süreç olarak anlamak ve reflektif ve yürüyen psikoterapötik uygulamayı geliştirmek için, çok kullanışlı olacağına inanıyoruz.


KAYNAKLAR
Anderson, H. (1997). Conversation, language and possibilities: A postmodern approach to therapy. New York: Basic Books. 
Angus, L. (2005). Client narrative change in psychotherapy: A narrative process approach. Psychology: The Journal of the Hellenic Psychological Association, 11, 462–477. 
Angus, L., & Hardtke, K. (1994). Narrative processes in psychotherapy. Canadian Psychology, 35(2), 190–203. 
Angus, L., Levitt, H., & Hardtke, K. (1999). The narrative processes coding system: Research applications and implications for psychotherapy. Journal of Clinical Psychology, 55(10), 1255–1271. 
Angus, L. E., & Bouffard, B. (2002). ‘No lo entiendo’: La busqueda de sentido emocional y coherencia personalante una perdida traumatica pendante la infancia. Revista Psicoterapia, 12, 25–46. 
Angus, L. E., Lewin, J., Bouffard, B., & Rotondi-Trevisan, D. (2004). ‘What’s the story?’ Working with narrative in experiential psychotherapy. In L. E. Angus & J. McLeod (Eds.), The handbook of narrative and psychotherapy: Practice, theory and research (pp. 87–102). London: Sage. 
Angus, L. E., & McLeod, J. (2004). Toward an integrative framework for understanding the role of narrative in psychotherapy process. In L. E. Angus & J. McLeod (Eds.), The handbook of narrative and psychotherapy: Practice, theory and research (pp. 367–374). London: Sage. 
Avdi, E., & Georgaca, E. (2007). Discourse analysis and psychotherapy: A critical review. European Journal of Psychotherapy and Counselling, 9(2), 157–176. 
Bakhtin, M. (1929/1973). Problems of Dostoevsky’s poetics (2nd ed.) (R. W. Rotsel, Trans.). Ann Arbor, MI: Ardis. 
Boothe, B., & von Wyl, A. (2004). Story dramaturgy and personal conflict: JAKOB – A tool for narrative understanding and psychotherapeutic practice. In L. E. Angus & J. McLeod (Eds.), The handbook of narrative and psychotherapy: Practice, theory and research (pp. 283–296). London: Sage. 
Boothe, B., von Wyl, A., & Werfer, R. (1999). Narrative dynamics and psychodynamics. Psychotherapy Research, 9, 258–273. 
Coulehan, R., Friedlander, M. L., & Heatherington, L. (1998). Transforming narratives: A change event in constructivist family therapy. Family Process, 37, 17–33. 
Crossley, M. L. (2000). Introducing narrative psychology: Self, trauma and the construction of meaning. Buckingham: Open University Press. 
Dimaggio, G., Salvatore, G., Azzara, C., & Catania, D. (2003). Rewriting selfnarratives: The therapeutic process. Journal of Constructivist Psychology, 16, 155–181. 
Dimaggio, G., & Semerari, A. (2001). Psychopathological narrative forms. Journal of Constructivist Psychology, 14, 1–23. 
Dimaggio, G., & Semerari, A. (2004). Disorganized narratives: The psychological condition and its treatment. In L. E. Angus & J. McLeod (Eds.), The handbook of narrative and psychotherapy: Practice, theory and research (pp. 263–282). London: Sage. 
Frank, A. (1995). The wounded storyteller: Body, illness and ethics. Chicago: University of Chicago Press. 
Georgaca, E. (2001). Voices of the self in psychotherapy: A qualitative analysis. British Journal of Medical Psychology, 74, 223–226. 
Georgaca, E. (2003). Exploring signs and voices in the therapeutic space. Theory and Psychology, 13, 541–560. 
Glaser, B. J., & Strauss, A. (1967). The discovery of grounded theory. Chicago: Aldine.
Goncalves, O. F., & Machado, P. P. (1999). Cognitive narrative psychotherapy: Research foundations. Journal of Clinical Psychology, 55(10), 1179–1191.
Goncalves, O. F., & Machado, P. P. (2000). Emotions, narrative and change. European Journal of Psychotherapy, Counselling and Health, 3(3), 349–360.
Grafanaki, S., & McLeod, J. (1999). Narrative processes in the construction of helpful and hindering events in experiential psychotherapy. Psychotherapy Research, 9(3), 289–303.
Grafanaki, S., & McLeod, J. (2002). Experiential congruence: Qualitative analysis of client and counsellor narrative accounts of significant events in timelimited person-centred therapy. Counselling and Psychotherapy Research, 2(1), 20–32.
Hermans, H. J. M. (1997). Dissociation as disorganized self-narrative: Tensions between splitting and integration. Journal of Psychotherapy Integration, 7(3), 213–223.
Hermans, H. J. M., & Kempen, H. J. G. (1993). The dialogical self: Meaning as movement. San Diego: Academic Press.
Hesse, E. (1999). The Adult Attachment Interview: Historical and current perspectives. In J. Cassidy & P. R. Shaver (Eds.), Handbook of attachment: Theory, research and clinical applications (pp. 395–433). London: Guilford.
Josselson, R., & Lieblich, A. (Eds.), (1993). The narrative study of lives (Vol. 1). London: Sage. Josselson, R., & Lieblich, A. (2001). Narrative research and humanism. In K. J. Schneider, 
J. F. T. Bugental, & J. F. Pierson (Eds.), The handbook of humanistic psychology: Leading edges in theory, research and practice (pp. 275–288). London: Sage.
Ku ̈hnlein, I. (1999). Psychotherapy as a process of transformation: Analysis of posttherapeutic autobiographic narrations. Psychotherapy Research, 9(3), 274–288.
Laitila, A., Aaltonen, J., Wahlstro ̈m, J., & Angus, L. (2005). Narrative process modes as a bridging concept for the theory, research and clinical practice of systemic therapy. Journal of Family Therapy, 27, 202–216.
Leiman, M. (1997). Procedures as dialogical sequences: A revised version of the fundamental concept in cognitive analytic therapy. British Journal of Medical Psychology, 70, 193–207. 
Levitt, H., Korman, Y., & Angus, L. (2000). A metaphor analysis in treatments of depression: Metaphor as a marker of change. Counselling Psychology Quarterly, 13, 23–35.
Levitt, H. M. (2002). The unsaid in the psychotherapy narrative: Voicing the unvoiced. Counselling Psychology Quarterly, 15(4), 333–351.
Luborsky, L., & Chrits-Christoph, P. (Eds.). (1998). Understanding transference: The core conflictual relationship theme method. Washington DC: American Psychological Association. Lysaker, 
P. H., Lancaster, R. S., & Lysaker, J. T. (2003). Narrative transformation as an outcome in the psychotherapy of schizophrenia. Psychology and Psychotherapy: Theory, Research and Practice, 76, 285–299.
Mahoney, M. J. (1991). Human change processes. New York: Basic Books.
McLeod, J. (1997). Narrative and psychotherapy. London: Sage.
McLeod, J. (2004). Social construction, narrative and psychotherapy. In L. E. Angus & J. McLeod (Eds.), The handbook of narrative and psychotherapy: Practice, theory and research (pp. 351–366). London: Sage.                      
McLeod, J., & Balamoutsou, S. (1996). Representing narrative process in therapy: Qualitative analysis of a single case. Counselling Psychology Quarterly, 9, 61–76. 
McLeod, J., & Lynch, G. (2000). This is our life: Strong evaluation in psychotherapy narrative. European Journal of Psychotherapy, Counselling and Health, 3(3), 389–406. 
Meier, A. (2002). Narrative in psychotherapy theory, practice and research: A critical review. Counselling and Psychotherapy Research, 2(4), 239–251. 
Meier, A., & Boivin, M. (1997). The constituents of depression and their treatment: A theme- analysis study. Paper presented at the 28th annual meeting of the Society for Psychotherapy Research. Geilo, Norway. 
Meier, A., & Boivin, M. (1998). Treatment changes to compulsive behaviors in obsessive compulsive disorders: A case study using theme-analysis. Paper presented at the 29th annual meeting of the Society for Psychotherapy Research. Snowbird, Utah, USA. 
Meier, A., & Boivin, M. (2000). The achievement of greater selfhood: The application of theme- analysis to a case study. Psychotherapy Research, 10, 57–77. 
Mishler, E. G. (1986). Research interviewing: Context and narrative. Cambridge, MA: Harvard University Press. 
Neimeyer, R. A. (2004). Fostering posttraumatic growth: A narrative elaboration. Psychological Inquiry, 15, 53–60. 
Parker, I., Georgaca, E., Harper, D., McLaughlin, T., & Stowell-Smith, M. (1995). Deconstructing psychopathology. London: Sage. 
Parry, A., & Doan, R. E. (1994). Story re-visions: Narrative therapy in the post-modern world. London: Guilford. 
Polkinghorne, D. E. (1988). Narrative knowing and the human sciences. Albany, NY: SUNY Press. 
Polkinghorne, D. E. (2004). Narrative therapy and postmodernism. In L. E. Angus & J. McLeod (Eds.), The handbook of narrative and psychotherapy: Practice, theory and research (pp. 53–68). London: Sage. 
Riessman, C. (1993). Narrative analysis. London: Sage.
Robinson, I. (1990). Personal narratives, social careers and medical courses: Analysing life trajectories in autobiographies of people with multiple sclerosis. Social Science and Medicine, 30, 1173–1186.
Sarbin, T. R. (Ed.). (1986). Narrative psychology: The storied nature of human conduct. New York: Praeger.
Schaffer, R. (1992). Retelling a life: Narration and dialogue in psychoanalysis. New York: Basic Books.
Speedy, J. (2000). The storied helper: Narrative ideas and practices in counseling and psychotherapy. European Journal of Psychotherapy, Counselling and Health, 3, 361–374.
Spence, D. (1982). Narrative truth and historical truth: Meaning and interpretation in psychoanalysis. New York: Norton.
Spence, D. (1987). The Freudian metaphor: Toward paradigm change in psychoanalysis. New York: Norton.
Thomas-McLean, R. (2004). Understanding breast cancer stories via Frank’s narrative types. Social Science and Medicine, 17, 283–306.
Von Wyl, A. (2000). What anorexic and bulimic patients have to tell: The analysis of patterns of unconscious conflict expressed in stories about everyday events. European Journal of Psychotherapy, Counselling and Health, 3(3), 375–388.
White, M., & Epston, M. (1990). Narrative means to therapeutic ends. New York: Norton. 


23 Ocak 2006 tarihinde geldi ; gözden geçirilmiş versiyonu 21 Ağustos 2006 tarihinde geldi












11 Haziran 2016 Cumartesi

SORUYU NASIL SORMALI NE YAPMALI: BİR ARAŞTIRMANIN İLK ADIMLARI



Sibel A. Arkonaç
11 Mayıs 2016  KKTC Avrupa Lefke Üniversitesi Psikoloji Günleri'nde sunulmuştu


Araştırma yapmak, incelemek ama en başta düşünmek, soru sormakla başlar. 
Üniversite eğitiminde soruyu bilimsel olarak nasıl sormanız gerektiği yöntem derslerinde anlatılır. Burada öğretilen, bilimsel bir soru sormanın nasıl olması gerektiğidir. Soruyu bilimsel bir tarzda sorabilmeyi öğrenmek; hayatın geneline doğru sorularla bakabilmek anlamına gelmez. Aksine hayatınızın genelinde soruları doğru yönde yöneltebiliyorsanız,bilimsel soru sorma tarzını  da kolaylıkla kavrayabilirsiniz. 
Soruların doğrusu ya da yanlışı yoktur. Güçlü ya da zayıf kurgulanmış sorular vardır. Sorunuzun kurgu kalitesi sizi, sorguladığınız şeyin meşruluğu, geçerliliği, kurallara (sözgelimi bilimsel kurallara) uygunluğundan çok, sorgulananın ne anlatmak istediğine götürecektir. Bu suretle günlük, moda ya da genel geçer doğruların tuzağına düşmez. Esas meseleye eğilmeye başlarsınız. 
Herşey bir merakla başlar. Merakınız size merak edilenin ne olduğunu, nasıl olduğunu, niye olduğunu ve ne olacağına dair soruları bir anda kafanıza üşüştürüverir. Merak ettiğiniz şey,aklınıza fikrinize takılmaya başladığında soru sormaya başlarsınız. Bu sorularla olup biteni ya da karşınızda duranı anlamak istersiniz. Karşınızdaki olay ya da nesne veya kişi her ne olursa olsun kendini size olduğu gibi yansıtan birşey değildir ya da kendini hazır eğitimli gözlere gösteren bir şey de değildir. Merak edilen her zaman onu kapsayan bir mesele içine yerleşiktir.Onun bir parçası, bir cüz’üdürler. Dolayısıyla bir cüz’ü bir parçayı tek başına sorgulamak kadar boşa emek yoktur. Bu sebeple merak edilen her ne ise her zaman için yerleşik oldukları meselenin içinde sorgulanmalıdırlar.
Bu sebeple sorular her zaman bir mesele içinden sorulmalıdır. 
Mesele; üzerinde düşünülmesi gereken, hâl edilmesi gereken, güç bir iş anlamındadır. Problem kavramından farklıdır. Mesele, içinde birçok problem taşır; bu problemler bu mesele içinde ilgili kurallar çerçevesinde ve onların yardımı ile çözülecek olandır.
Mesele, hali hazırda size burada bir mesele var denilerek işaret edilen birşey olabileceği gibi, sizin mesele ettiğiniz birşey de olabilir. 
Ama öncelikle meseleyi fark etmek gerekir. Bunun için gördüklerimizde yaşadıklarımızda,neyi mesele ettiğimize bakabilmemiz gerekiyor. Bu sebeple en başta yaşantımızın, şahit olduklarımızın ya da sürekli tesadüf ettiklerimizin farkın da olmamız gerekir. Sonra üzerinde derinleşmemiz gerekir. Nedir o fark edebildiğimiz? Sözgelimi, aslında sıradan olanlardır, sürekli akıp gitmekte olanlardır, ya da durup bekleyenlerdir, orada olması gerektiğine inandığımız halde olmayanlardır ya da tam tersine hep orada olmalarıdır. Kısacası benzerlikler, farklılıklar, süreklilikler, kesintiye uğrayanlar, hiç olamayanlar, hep olanlar gibi. Bunlar önce dikkatimizi çeker sonra algımıza takılır sonra da idrakımızı etkiler. 
Artık meseleyi fark etmişinizdir, elinizdedir, evirip çevirip seyredip ne olduğuna bakabilirsiniz. İşte bu esnada sorularınızı biçimlendirecek ilk sorgulamalar başlar. Sorgulamak bir anlamda mayalamak gibidir. Ne olduğunu nasıl gerçekleştiğini nasıl devam ettiğini anlamak için nereye vardığını ya da varabileceğini kestirmek tahmin etmek için sorular sormaya başlarız.
Soruyu şahit olduğunuz olayları, kimseleri, davranışları açıklayamadığınız çünkü ne olduğunu anlayamadığınız zaman sorarsınız. Soru sormak anlamak içindir. Anladığınız şey hakkında soru sormazsınız. Dolayısıyla elinizde merak ettiğiniz, dikkatinizi çeken, bir türlü anlam veremediğiniz olaylar, ilişkiler, davranışlar vardır.
Öyleyse neden öyle olduğuna, nasıl gerçekleştiğine dair sorular sormaya başlarsınız Sözgelimi kadınlara kocalarının, nişanlılarının ya da sevgililerinin uyguladığı şiddeti örnek alalım. Medya üzerinden haberdar olduklarımızın hemen hepsi ölümle ya da ağır yaralanma neticesi kadının koma halinde hastahaneye kaldırılmasıyla sonuçlanan vakalar. Bir de medyaya pek düşmeyen ama toplum içinde hikayelerini hep dinlediğimiz ev içinde çoluğa çocuğa kadına kıza uygulanan ağır yaralanmalarla sonuçlanmayan ama bir şekilde fiziksel neticeleri olan şiddetten de haberdarızdır. Bağırmalar, çağırmalar, haykırmalar, aşağılamalar gündelik olaylar halini aldığından evden dışarı pek taşmaz. Ama aynı şeyler kurum içinde olduğunda adına mobbing dendiğini biliriz.
Sıradan bir insan olarak ya da bir araştırmacı olarak bu olaylar dikkatimizi çeker. Dikkatimizin çekilme sebebi bir insanın bir insana bu denli bir ezayı nasıl reva gördüğünü anlayamayışımızdır. Hele de sonu ölümle bitti ise. Önlemek, önleyici tedbirler almak bu sorunun cevaplarına göre çeşitlenecektir. O vakte kadar sadece tedbirler alınır. 
Bilim dünyasındaki adı ile bu olguyu nasıl ele almalıyız? Bir olgu incelenmek üzere nasıl ele alınmalıdır? 
İlk sorumuz şu olmalı şiddetten ne anlıyoruz? 
Tarif soruları,olguları ele alırken bir yandan önünüzü açar diğer yandan da bir sınırlama getirir. Bu sınırlama bazen yapacağınız araştırmanın sınırlarını belirler, gerisini dışarda bırakır. Bazen de olguyu ele alışınızdaki düşüncelerinizi zapt eder yani etkisi altında bırakır. 
Şiddetten anladıklarımızı kategorilere ayırmak da anlayışımızı berraklaştırır mı tartışmalıdır. 
Tarif etmek yerine benzer olgular içinden ölümle bitenlerini ayırd etmek öncelikle üzerinde düşünmeyi kolaylaştıracak gibidir. Bize bir ölçü verecektir. Ölüm bu ölçünün en son noktası olacak ve herşey bu noktadan geriye giderek basamaklanacaktır. Sözgelimi bu ölçüde en hafifi hakaret etmek olacaktır.Şimdi sonu ölümle biten bu şiddeti sadece erkeklerin uyguluyor olduğu verisi ile sınırlayalım.Gözlemlerimiz buna işaret etmektedir çünkü. İşte tam da bu noktada o veya bu sebeple kocalarını öldüren kadın cinayetlerini es geçme tehlikesi ile karşı karşıya kalırız. Bu durumda soracağımız araştırma sorusunda bu nokta hep akılda tutulmalı ve sorgulanmalıdır. 
Çünkü fenomen birden fazla cepheye sahiptir.
Buraya kadar yaptığımız kimin öldürüldüğü kim tarafından öldürüldüğü sorusunabetimleyici cevaplar bulmaktı. Yani sorularımız bize betimleyici cevaplar verdi. Bu betimleyici soruların eşliğinde varacağımız yer erkeğin sebep olduğu şiddet olacaktır ki çoğunuzun aklından geçen de budur. ‘Şiddeti uygulayan erkektir’. 
Bu alan içinde kalırsak betimleyici soruların verilerinden sebep sonuç ilişkisi bulmaya yönelik sorulara gideriz. Bu sefer sorularımız sebep bulma adına bazı değişkenler etrafında dolanıp duracaktır.Gelenekesel aile yapısı mı yol açmaktadır? Eğitimin rolü ne olabilir? İşsizlik her aile yapısında şiddete yol açıyor mu?
Olayı anlamak için soru sorarız dedim. Soruları hangi havuzdan çekip sorduğunuz bulacağınız ya da vereceğiniz cevabı en baştan biçimlendirecektir. Sözgelimi soruları feminist teoriden hareketle sorduğunuzda sorularınızın cevabı eşit olmayan, hükümran ilişkiler kavramı içinden çıkacaktır. Ama tabii burada Türkiye faktörünü ayrıca düşünmek gerekiyor. Bir feminist hareket olarak yanlış ve eski bir marksist okuma ile feminist teori uygulaması yapanlarımız ki medya tarafından oldukça desteklenmektedir, kadınla erkeği karşı karşıya getirmektedir. Taraflar iyi erkek kötü erkek, güçlü kadın zayıf kadın rollerine sokulmakta gerçekleşen olay bu roller üzerinden yorumlanıp,düşünceler bu rol kategorileri üzerinden oluşturulmaktadır. Nitekim sokakta olaya müdahale eden kadınların da erkekler gibi şiddet uyguladığına artık şahit oluyoruz. Aynı şiddet dili , aynı şiddet eylemleri bu sefer, kadın tarafından hemcinsini koruma savunması ile uygulanabilmektedir.
Soruyu soruş tarzımızı tekrar değiştirelim. Şiddet neden yapılıyor? Şiddeti kim ya da kimler uyguluyor? Bu soruyu cinsiyet kategorisi üzerinden sormazsak ne olur? Böyle bir düşünce sözgelimi bende hemen LBGT’lilere uygulanan bireysel, toplumsal ve kurumsal şiddeti çağrıştırıverdi. Sorunun zeminini değiştirince şiddete uğrayan, sonu ölümle biten başka örneklerin de var olduğunu görmeye başlarız
Bu durumda soruları betimleyici sormak yerine eylemin gerçekleştiği ortamdaki güç ilişkilerini sorgulamak yerinde olacaktır. Sorgulayacağımız şey güç olacaktır. Bu sefer elimizde kadın-erkek kavram çifti yerine, güçlü zayıf ya da madur olan madur eden gibi kavram çiftleri  olacaktır. Güçlünün, görece daha güçsüz olanla kurduğu ilişkide şiddeti neden bir eyleme tarzı olarak seçtiğini sormaya başlarız. Şiddeti seçmesini ya da seçmemesini neye göre sorgulayacağız. 
Önümüzdeki soru budur. Bu soruya yaklaşımımızı belirleyecek olan ise, şiddet meselesini ne üzerinden okuduğumuza göre değişecektir. Ideolojik sözgelimi Marksist bir okuma bu soruyu tipik bir bilinçlenme meselesi olarak ele alacaktır. Kadının bilinçlenmesi ile üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışanın önü kesilecektir. çünkü güç, bir kesimin elinden alınıp herkese eşit şekilde dağıtılmış olacaktır. Liberal bir okuma ise bize başka açılardan soru sorduracaktır. 
Soruyu bir kere daha çevirelim: Şiddet bir sebep olarak mı karşımızdadır yoksa bir netice midir? Bu soru ile karşımıza çıkan manzara daha da değişiktir. Şiddet araştırmalarına baktığımızda bu araştırmaların hemen hemen hepsi şiddeti bir sonuç olarak ele almaktadır. Görünen şiddet davranışının ya da eyleminin altında yatan onu kurgulayan birtakım yapılar vardır. Sözgelimi saldırganın kişiliği, geçmiş öğrenmeleri ya da toplumun yapılanma tarzı gibi alt yapılar şiddeti doğuracak, canlı tutacak nitelikler taşıyor olabilir dolayısıyla bu yapıların değiştirilmesi ile şiddetin önünün alınabileceği düşünülebilir. Psikoloji geleneksel olarak soruyu bu şekilde sorduğundan saldırgan davranışların önlenmesi ile ilgili ya da öfke kontrolü ile ilgili terapötik modeller programlar geliştirmektedir. Ama bu programların ve modellerin her zaman başarılı olduğu söylenemez şiddet yine devam eder. 
Soruyu bir başka cepheden soralım. Şiddetle ne yapılmaktadır? evet birinin ya da birilerinin canı yanmaktadır ya da öldürülmektedir bu onun neticesidir ama bu eylemin yaptığı nedir? Şiddeti uygulayan kişinin, kurumun, toplumun şiddetle yaptığı nedir? Bu soru bizim şiddetin olduğu etkileşim alanında tarafların karşılıklı ne yaptığına odaklanmamızı sağlayacaktır. Şiddet etkileşim olarak ele alınacaktır. Dolayısıyla da tarafların karşılıklı kurguladıkları anlam ve bu anlam içindeki eylemlerine odaklanmak mümkün olacaktır.

Gördüğünüz üzere soruların niteliğini, yönünü değiştirdikçe elimizdekini anlama zeminimiz giderek daha genişleyecek ve zenginleşmektedir.