14 Aralık 2011 Çarşamba

Kürt Sorununu Açıklamada Duruş Ve Mesafe Alışlar

Sibel A. Arkonaç, Göklem Tekdemir-Yurtdaş, ve Çağatay Çoker


KÜRT SORUNUNU AÇIKLAMADA DURUŞ VE MESAFE ALIŞLAR[1]

Sibel A. Arkonaç, Göklem Tekdemir-Yurtdaş, ve Çağatay Çoker

GİRİŞ

Bu çalışmada bugün Türkiye’de 1980’lerle birlikte başlayan ve hızlanarak yükselen, devlet ve PKK[2] ekseninde ele alınan, genel olarak “Kürt sorunu” olarak vaaz edilen meselenin gündelik konuşma içerisinde nasıl ele alındığını inceledik. 

1980’lerde başlayan ve daha sonra Türkiye’nin güneydoğu bölgesinde yoğunlaşarak silahlı mücadele kimliği kazanan PKK hareketi, Türkiye Cumhuriyeti ordusuyla çatışmalara girmeye başlamış; 1990’lı yılların başından sonuna kadar iki taraftan da resmi rakamlara göre 30.000, muhtemelen daha da fazla insanın hayatını kaybetmesine sebep olmuştur. 2000’li yıllardan itibaren Kürt meselesi toplumun siyasi ve kültürel gündeminde daha rahat ve farklı açılardan konuşulabilir bir hale gelmiştir. Farklı otoritelerce birbirinden farklı tanımlanan ve dolayısıyla çözümü de birbirinden farklı kurgulanan bu mesele halen Türkiye siyasal gündeminin önemli ve çok konuşulan meselelerinden biridir.   

Türkiye’de Kürt meselesi ile ilgili sosyolojik, politik ve medya çalışmaları yaygındır (Kentel, Lahaska, Genk, 2007; Koch, 2004; Beşikçi, 1992). Psikolojide ise ilgili başlığın daha ziyade psikolojinin alt dallarındaki çalışma başlıkları çerçevesinde bir nevi örneklem olarak ele alındığını görmekteyiz (Meşe, 1998; Göregenli, Teközel & Meşe, 2002; Göregenli & Oktar, 2005; Gürşimşek & Göregenli, 2005).  Sözgelimi göç eden Kürtlerle yerli sakinler arasında çeşitli değişken boyutlarında gruplar arası davranış ya da tutum karşılaştırmaları yapılmaktadır (Göregenli, Teközel & Meşe, 2002).

Bugüne kadar gündelik yaşantıda sıradan insanların bu konuyu nasıl konuştukları ele alınmamıştır. Dolayısıyla bu araştırmanın hedefi katılımcıların bu mesele ile kendisi arasında nasıl bir ilişki kurduğunu açıklamaktır.

Çalışmada katılımcıların kendileri ile Kürt sorunu arasında ve sonuçlarda göstereceğimiz üzere kendi belirledikleri kişi ve de kurumlara konumlandırma teorisinden hareketle baktık (Harré & Moggahadam, 2003; Harré & van Langenhove, 1999; Harré, Moggahadam, Pilkerton Cairnie & Sabat, 2009; Harré & Davies, 1990 ). Katılımcıların konuşma esnasında aldıkları konumları analiz ederek konuşma bağlamında neler elde ettikleri değerlendirilmiştir.

Konumlandırma teorisine göre insanlar içinde bulundukları bağlamda söyledikleriyle belli konumlar alırlar (Harré, & van Langenhove,1999; Harré, Moghaddam, Pilkerton Cairnie & Sabat,2009). Bu konum alışlarla bağlama dâhil olan diğerlerini de konumlandırmış olurlar. Bu çalışmada oluşturulan fokus gruplarda “Kürt meselesi” üzerine konuşan katılımcıların kendilerini konumlandırarak bu konuyu nasıl anlamlandırdıkları ve yorumladıklarını incelemeye çalıştık.

YÖNTEM

21 Ekim 2007 tarihinde PKK, Türkiye’nin güneydoğusunda bulunan Dağlıca mevkisindeki karakola bir baskın düzenledi.  Silahlı çatışmada 12 Türk askeri hayatını kaybederken, 8 asker PKK tarafından Kuzey Irak’taki kamplarına götürülerek alıkonuldu.  Daha sonra DTP’nin PKK ile ilişki kurması sonucu alıkonulan 8 asker Türkiye’ye geri getirildi.  Ne var ki bu sefer askerlerin PKK’ya teslim olmaları tartışma konusu oldu ve “Milli müdafaya hıyanet, nöbette dikkatsizlik sonucu ehemmiyetli zarar ile silahı terk" suçları kapsamında soruşturmaya uğradılar ve hüküm giydiler.

Bu yukarıda özetlediğimiz olay bir aylık süreç içinde Türkiye’de yayınlanan farklı söylem gruplarının gazetelerinde tematik olarak incelenmiştir. Bu tematik inceleme sonucunda  Kürt sorununda gazetelerde öne çıkartılan kurumlar ( devlet, ordu, hukuk sistemi, PKK), focus grup mülakatlarında bağlama dahil edilmiştir.

Bu olayı daha sonra da oluşturduğumuz fokus gruplarda harekete geçirici hikaye olarak kullandık. Fokus gruplarla yapılan görüşmeler bu olaydan bir yıl sonra gerçekleştirilmişti. Bu zaman zarfında Türkiye sınırları içinde bu olaya benzer birçok olay gerçekleşti. Bu sebeple fokus gruplarda hem katılımcılar hem görüşmeciler, bu olayı diğer benzer olaylarla karıştırarak hatırladılar ve konuştular.

Beş fokus grup oluşturuldu.  Fokus gruplar, kendilerini Türk, Kürt ve Arap olarak tanımlayan katılımcılarla Türkçe yürütüldü.  Konuşmalar en az bir buçuk saat sürdü ve ses kayıtları yapıldı.  Katılımcılar ses kayıtları için önceden haberdar edildi ve izinleri alındı.  Yazı dökümleri yapıldıktan sonra bir çok kez taranarak kişi zamirleri ve başka tanımlamalarla ( “arkadaş”, “serseri” vb.) yapılan konumlandırma episodları seçildi. Analiz bu episodlar üzerinden yürütüldü.

ANALİZ

Katılımcıların “Kürt meselesi” bağlamında kendilerini diğerlerine (devlet kurumları, Kürtler, PKK, hukuk sistemi, ordu) göre yerleştirdikleri konumları incelerken, karşı konumdakilerle nasıl bir ilişki kurduklarını ve bu ilişkiselliğin hangi bağlamlar içinde, hangi amaçla ve nasıl kaydırıldığını da değerlendirdik.

Bu konumların içeriğine baktığımızda katılımcıların Kürt meselesine içkin taraflar belirledikleri gördük. Katılımcıların tarafları belirleyen bu konum alışlarla, gündemdeki “Kürt Meselesi”’ni nasıl hikâyeleştirdikleri, bu hikâyeleştirme bağlamında kendilerinin ve diğer tarafların rollerini nasıl açıklama haline getirdiklerini seyretmek mümkün olmuştur.


1.                    Kişisel zamir ve /veya diğer dilsel biçimler kullanarak konumlandırma.

1.Alıntı

246.E:    benim köyüm yüzdeyüz türk kökenli bi köy yani sadece ordaki bürokratik olan modernleşmenin yukardan aşağı gelen şeyiyle aklı ne kadarsa kültürü ne kadarsa ufku ne kadarsa bilmediği için türkçe değildi bilmeyince türkçe değildir bizim bu boğaziçililerin ingilizcesi gibi

247.M:   ( gülüyor)

248.E: diyoki türkçe karşılığı yok oğlum sen türkçeyi bilmiyosun yani onun gibi altmışdörtte benim köyümünde ismi ismide değiştirildi bu serserlerinin değil sadece iki

Katılımcı E sıra-alışında (246), bir bilmeyen konumu inşa ederek asimetrik bir ilişki kuruyor. Bu asimetrik ilişkide Boğaziçililerle[3][i] Kürtler, bilmeyen taraf olarak inşa edilmektedir. Kürtleri “bu serseriler” diye ifade ederek, bilmeyen konumlarını şirin, zararsız, kötü niyeti olmayan ama karşı çıkılabilir bir içerikle dolduruyor.

Boğaziçi örneğini vererek de argümanını Türkiye Cumhuriyeti’nin modernleşme sürecine dayanan bir narasyon içinde örüyor. Modernleşme, Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde başlayarak 1923’de cumhuriyetin modernist temeller üzerine kuruluşundan bugüne kadar devam etmiştir. Bu modernleşme politikası aşağı yukarı her alanda batılılaşmayı hedef almış ve uğrunda oldukça sert yöntemler de izlenmiş bir devlet politikası olarak görülebilir. Yukarıdaki alıntıda geçen “modernleşme” örneği, modernleşmenin yukarıdan aşağı indiği için alttakinin yani halkın modernist bilgiyi özümseyemediğini, dolayısıyla “bilmeyişini” açıklamakta kullanılıyor. Bu açıklama “Boğaziçililerin” Türkçe kullanımına gönderme yapılarak destekleniyor zira Boğaziçililerin Türkçe kullanımının aşağılanması yaygın ve paylaşılan bir tavırdır. Katılımcı E, hikâyeyi anlatan konumuyla Kürtleri tanımlamayı tarihsel narasyon içinde sunmuştur. “Boğaziçililer” benzetmesini kullanarak Kürtleri “bilmeyen” konumuna yerleştirmiştir. Dolayısıyla bu konum, tarihsel anlatının desteğiyle de olgusal kılınmış ve bu suretle diğer konuşmacıların karşı çıkması engellemiştir.

Katılımcı kendisi için bir “bilen” “eleştirel bakabilen” konumu üretmiştir. Katılımcı bilen-bilmeyen pozisyonları kurarak, kendisi ile Kürt sorunu arasına mesafe koymaktadır. Böylece katılımcı, Kürt sorunu içinde Kürt sorununa dâhil bir faillikten kendini kurtarmaktadır. Bu mesele bağlamında katılımcının kendini bir fail olarak sunması, söylediklerinin diğerleri tarafından tarafgir ya da subjektif bulunmasını yol açacaktır. Bu tarafgirlik, ya da subjektiflik devlet ya da PKK arasında bir seçim olarak yorumlanabileceğinden, kurmaya çalıştığı mesafeyi riske atacaktır. Dolayısıyla katılımcı bu yolla bu riskten kaçınmış olmaktadır.

Alıntı 2

95. E.o çok sonrasında gelişen biz 20 yıllık şeyleri hatırlıyoruz bu öncesine ilişkin tamammııı bu tür şey yok

96. M.peki şi

97.  E. dışlama yok türk modernleşmesinin bütün imkanlarından bu arkadaşlar ben ne kadar yararlardımsa bunlar yararlandı hikmet çetin de türk şey kürt bilmem kimde

Buradaki anlatı da tarihsel düzlemdedir. Katılımcı, yine, bu sefer Kürtlerin Türk modernleşmesini yanlış yorumlamasını olgusal kılmıştır. Bu yanlış yorumlamanın içeriği “modernleşmenin bütün imkânlarından” yararlanmalarına karşın bunu yok saymalarıdır. Dolayısıyla katılımcıya göre Kürtler bu tarihi yanlış yorumlamanın hem müsebbibi hem de muhatabıdırlar.

Katılımcı yumuşatılmış  “bu arkadaşlar” ifadesi kullanılarak Kürtleri homojen bir grup olarak işaretlemiştir. “Bu arkadaşlar” ifadesiyle yapılan konumlandırma katılımcının kendini koyduğu tarafla Kürtler arasında sanki bir eşitlik ilişkisi varmış gibi bir işlev görmektedir. Bu noktada, ilişkinin diğer tarafına yerleştirilenlere yani Kürtlere karşı, tarihin doğruları sayesinde bir mesafelendirme üretildiğini görüyoruz. Bu mesafelendirme “bu arkadaşlar” yerine “bunlar” kullanılarak vurgulanıyor. Yumuşak ifadenin (“bu arkadaşlar”) bu şekilde daha kaba ve aşağılayıcı çağrışımlara açık bir ifadeye (“bunlar”) dönüştürülmesi, eşitlik ilişkisinin fason yapıldığını ima ediyor.

İfadesine dışlamanın olmadığını söyleyerek başlayan katılımcı, kendisi dışlanan olmamasına rağmen dışlama olup olmadığının karar mercii olarak Kürtlerin yerine kendini görmektedir. “Onlar da benim kadar yararlandı” diyerek katılımcı Kürtleri kendisiyle eşit bir pozisyonda (dışlanmamış pozisyonunda) konumlandırmaktadır. Burada üretilen “eşitlik”, dışlamadan sorumlu tutulan Türk ile dışlanan olarak işaretlenen Kürt’ü, moderniteden ortak faydalanma anlamında aynileştirmektedir. Bu da dışlama suçlamasını ortadan kaldırmaya yönelik bir stratejik kullanım olarak görülebilir. Ancak tarihsellik anlatısı, katılımcıyı yine fail konumu almaktan ve açık bir taraf olmaktan korumaktadır.

Aşağıdaki alıntıda katılımcı B tarihsel anlatı yerine bilişsel ifadeler kullanarak kendini faillikten uzaklaştırmış ve açık bir taraf olmaktan kurtarmıştır.

Alıntı 3

46. B:ya orda gördüğüm şey ney sonuçta insanlık dışı bi şey ya bu zaten savaşın mantığında da bu var ya kürtlerle olan sorun baştan beri böyle bi şeydir bu aslında bana şöyle geliyo gerçekten bi rant savaşı şey değil aslında hani böyle çok ta: ı: işte tamam tabi ki kültürünü isteyebilir o insanlar bu son derece doğal hakları ya ben de bi kürt olarak tabi ki rahat etmek isterim ama işte sırf bunu istedin diye sen yıllarca o adamlara baskı yaparsan geliceği nokta budur budur dediğim de şu var hatta orda mesela bissürü oyun da vardı hatırladığım kadarıyla benim yani gerçekten bunlar hani istihbaratını almışlar daha önceden ı: bi şeyler olmuş falan filan onu gerçekten hayat şey hayata

46.sıra alışa baktığımızda katılımcı, bilişsel ifadeler kullanarak kendini seyirci pozisyonuna yerleştirmiş ve mesafe koymuştur: “hatırladığım kadarıyla”, “bana şöyle geliyor”. Bu ifadeler, katılımcının söylediklerinin kişisel yorumlar olarak değerlendirilmesini sağlayacaktır. Bu sayede de hem karşı eleştirileri engellemekte hem de seyirci konumu almayı gerekçelendirmektedir. Katılımcının sıra alışının başında genel geçer kabul edildiği varsayılan “doğal haklar” “insanlık dışı olma”, “savaş mantığı” gibi mutlak addedilenlere yaptığı atıf, katılımcının kişisel yorumunun kişiselliliğini sağlamlaştırmaktadır. Çünkü katılımcının ifadeleri ancak mutlak addedilenlerin ortaya konması sonrasında kişisel kanaatler hale gelmektedir.

46:

“..ben de bir kürt olarak tabii rahat etmek isterim ama işte sırf bunu istedin diye sen yıllarca o adamlara baskı yaparsan geliceği nokta budur


Buradaki konum alışa baktığımızda kendisine Kürt diyen katılımcı kendi Kürt oluşunu “sen” diye işaretlediği “zalimi” inşa etmek için kullanıyor. Bir önceki alıntıda (2.Alıntı) katılımcının tarih anlatısı içinden yarattığı argümanın meydan okunamazlığıyla, buradaki alıntıda katılımcının Kürt sorunundaki tarafları bir Kürt olarak ifade etmenin yarattığı meydan okunamazlığını benzer görmekteyiz.

Tarihsel anlatı kullanımı konuşmacının sözünü olgusal kılmaktadır. Katılımcı tarihsel hikayeleştirmeyle sözünün kanıtını, halihazırda meşruiyetini kazanmış bir alandan alıyor. Böylesi bir hikayeye karşı çıkmak ancak alternatif bir tarihsel hikaye ile mümkündür. Ama konuşmanın bağlamına dayanarak, “dışlama yok” lafındaki emir kipinin de kavgaya çağıran etkisi, konuşmacının tarihsel anlatı konusunda kendisini bir bilen, bir uzman olarak sunma konumunu sağlamlaştırmaktadır. Dolayısıyla meşru bir alanın konusuna hâkim bilim adamı konumu alarak sözünü meydan okunamaz kılmaktadır. 

Katılımcının kendini Kürt olarak sunduğu ve zalimi de “sen” diye işaretlediği alıntıda ise aynı meydan okunamazlık gene benzer bir bilen konumu alınmasıyla gerçekleşmektedir. Ama bu sefer kullanılan dil tarihsel anlatıya dayanmıyor. Bu sefer konuşulan konunun öznesi (bir Kürt) olmak, özellikle diğer katılımcıların konuya “dışarıdan” yaklaştığı bir bağlam yaratarak alternatif bir konum oluşturmaktadır.  Bu bağlam katılımcıya bilen konumunu sağlıyor. Bu alternatif konumun, yani meselenin öznesi olmanın konuşmacının sözüne, mevzuyu yaşamış olmanın en doğru bilgiyi içereceğini bilmenin gücünü vermektedir. Bu suretle de, dışarıdan konuya yaklaşan diğer konuşmacılar ön kabul olarak, “o” olmadıkları için bilemedikleri bir konuma çekilmektedir. İşte bu iki örnek konuşmacıların sözlerinin meydan okunabilirliğini farklı sözel kullanımlarla zorlaştırdığını göstermektedir. Bunun temelinde aynı strateji olan, “kendini bilen kılma” vardır. 

Bu kişisel konum alma gibi görünen şey, yine Kürt meselesinde taraf olmaktan kaçınma gibi görünüyor, çünkü “Kürt oluş” doğrudan ifade edilmeyen, “onlar”a destek vermek üzere yapılan bir şeydir. “Rahat etmek isterim” ifadesinin seçilmesi bu desteğe işaret ediyor. Katılımcının da kendini sözünü ettiği baskının muhatabı olarak inşa etmediğini gösteriyor. Çünkü sorunun muhatabı yani zalimin muhatabı “onlar”dır (bkz 46.sıra alış).


2. 2. Diğer tarafı ikinci tekil şahıs zamiri “Sen” i kullanarak işaretleme ve/veya diğer tarafı yüklemleri edilgen tarzda kullanarak işaretleme.

Alıntı 5:

56. B:                                                                                                 [ben sivaslıyım sivaslıyım  atanen işte alevi kürdüyüm yani şey de değilim ı: şafi de değilim ama hani bizim  insanlarımızdan da bulaşanlar oldu bu tarz şeylere çok da oldu hatta yani giren o yola giden şimdi normaldir çünkü sonuçta sen kendini savunmaya alıyosun ama bahsettiğim şu gerçekten acaba yapılması gereken şeyler çok daha önceden yapılsaydı ya bu insanlara mesela en azından bu kadar eziyet edilmeseydi veya sırf kürtsün diye sen farklı bi şeysin diye sana öyle davranılmasaydı bu kadar sorun çıkar mıydı çıkmazdı heralde ve ondan sonra çıktıktan sonra da savaşın sürekliliğini bence ı: korumaya çalıştılar yani devam etmesi için ellerinden geleni de yaptılar ki şimdi görüyoruz işte jitem mesela bahsediyolar falan bi sürü hikaye var bilmiyorum izliyo musunuz veya okuyo musunuz takip ediyo musunuz gastelerden falan o dönem yapılan şeyler ordaki insanlara o bölgedeki insanlara yani ı adamın pekakalı olup olmadığı bile belli değil  ama alıp götürülüp çok rahat bi şekilde öldürülebiliyor başka bi sürü şey başına getirilebiliyor ve bunun da hani resmi kurumlarda aslında adı yok yani kim yaptı bilmiyoruz hatta hala diyolar işte jitem diye bi şey yok ama var yani yoksa kim öldürdü bunları o zaman bunları bulmakla yükümlüsün sen şöyle sonuçta hani askeriyenin de savcılığı var resmi de savcılıklar şey ı: pardon sivil de savcılıklar var ya bunlar bi şekilde halledebilir değil mi bu işi ben böyle görüyorum abi bu kürt sorununu yani temelinde böyle görüyorum da halledilebilcek şeylerdi aslında ama hani bu kadar acı da çekildi ki bundan sonra halledilcek mi acaba onu da bilmiyorum.

 Katılımcılar “sen” kişi zamirini kullanarak Kürt sorununda tarafları belirlemektedir. Alıntıda (line 56) “kendini savunmaya alan” ifadesindeki sen zamiri Kürtler’i işaretlemektedir. Bu Kürtler, “o yola giden” Kürtlerdir. Kürtlerin “o yola” gitmesinden kast edilen şey Kürt sorunu içinde silahlı mücadeleye katılmaktır. Katılımcı için silahlı mücadele Kürtlerin kendini savunma yoludur: “…yani giren o yola giden şimdi normaldir çünkü sonuçta sen kendini savunmaya alıyosun”. Dolayısıyla silahlı mücadele veren “Kürtler” meşrulaştırılmaktadır.

Yine aynı alıntıda “Sen” kullanımıyla bir taraf olarak devletin işaretlendiği görülmektedir. İşaretlenen devlet, görevlerini yerine getirecek aygıtlara sahip olandır : “…askeriyenin de savcılığı var resmi de savcılıklar şey ııı pardon sivil de savcılıklar”.  Devlet cismanileştirilmekte ve kişileştirilmektedir: “…bunları bulmakla yükümlüsün sen şöyle sonuçta hani”. Yanısıra burada yapılan şey, devlete yapılan ithamın yumuşatılmasıdır. 

İtham neden yumuşak yapılmaktadır? Çünkü doğrudan yapılan sert bir ithama meydan okunabilir. Hâlbuki yumuşak itham sayesinde katılımcı kendini, Kürt sorununda verili olan ve muhakkak addedilen ideolojik duruşlara düşme tehlikesinden korumaktadır. Peki, tersi olsa yani konuşmacı ideolojik bir duruş edinse ne olur? Bunun korkunçluğu nedir, ne olabilir?  Konuşmacı seyirci konumundan çıkıp fail konumu almanın sorumluluğunu ve sonuçlarını yüklenmek zorunda kalabilir.

 Son Yorumlar

 Katılımcıların hem “kürt sorununu” hem de bu sorunun taraflarını bir seyirci konumundan hareketle inşa edip tartıştıklarına işaret ettik. Katılımcılar kendilerini ve diğerlerini Kürt sorununu konuştuklarında konumlandırıyor olmakla birlikte meydan okunabilecek ya da bundan dolayı sorumlu tutulabilecek bir duruş almaktan da kaçınmaktadır. Aşağıdaki alıntıda katılımcı kişi olarak herhangi bir sorumluluk almayı doğrudan reddetmektedir, suçlanacak olarak devleti işaret etmekte ve dolayısıyla çözüm öne sürecek olanın devlet olduğuna dikkat çekmektedir (Alıntı 6).


Alıntı 6

653k. devlet yapacak abi bana ne benim zaten şimdiye kadar bi derdim olmadıki ben ne biliim kapımdan kovdum ne deremden yeme dedim


Katılımcılar kürt sorununu konuştuklarında tarihsel referanslar, küresel kavramlar hatta kimlikler kullanarak oyun sahnesini kurmaktadır. Seyirci konumu almakla katılımcı sorunu makro düzeyde ama kişiselleştirmeden konuşabilmektedir. Böylelikle katılımcılar oyundaki aktörlere makro düzeyde işaret edebilmektedir. Bu makro yaklaşım fail konumu almaktan kaçınmanın ve mesafe koymanın meşrulaştırılması olarak açıklanabilir. Aşağıdaki alıntıda görüleceği üzere, Kürtlerin çoğunluğu oluşturduğu Doğu Anadolu’da menfaatleri olan A.B.D, küresel sermaye, Batı ve dış güçler makro düzeyde aktörler olarak belirtilmiştir.


Alıntı 7

112.B:                                                                                                  [dev devlet içi bak ı şu var amerikanın tabi ki etkileri var olmaz olur mu ama amerika dediğin de hani amerikanın ordusu şuyu buyu tabi ki değil yani amerikanın nesi sonuçta ordu nedir  ordu bi şeylere hizmet için kullanılan bi araçtır kime hizmet ediyo bu arkadaşlar kesinlikle küresel sermaye güç odakları yani para aslında para kimdeyse mesele olan adam odur veya onun derdi vardır dü dünyaya hükmetmek gibi başka bi şeyle yapmak  gibi ben buna inanıyorum ağ: amerika olmaz yarın bi gün çin olabilir hani diyelim ki çin çok iyi gelişiyo çin dünyayı ele geçirdi amerika artık hani onun denetimi dışında bi şey yapamıyo diyelim çin de aynısını yapıcaktır yani farklı bi şey yapamaz ki ya bu


Katılımcıların soruna yaklaşımları aşağıdaki katılımcının belirttiği üzere makro düzeyden olmakla birlikte bu, devlet gibi makro aktörler refleksi olan gereğini yerine getirmek için kurumları olan sorumluluklarıyla donatılmış canlı  varlıklar olarak inşa edilmiştir. Devlet bu bağlamda Kürt sorununa, olaylara müdahale etmesi gereken bir faildir. Katılımcılar, aktörleri bu şekilde inşa ederek fail konumu almaktan kendilerini uzaklaştırma eğilimindedirler. Yanısıra devletin taraf olması gerektiğinden taraf olmaktan da kaçınmaktadır. 

Alıntı 8

182. K Ama devletin tabiri caizse tarihi düzlemde yapacak bilgi düzeyim yani yeterlilik düzeyim olmamakla beraber kendine özgü garip muhafazakar çekirdeğinin olduğunu bir garip muhafazakar reflekslerinin olduğunu yani refleksif düzeyde gerçek anlamında kullanıyorum olduğu da aşikar

Alıntı 9

295. E.o bak radikal şiddet hareketlerinin tavan yaptığı dönemde devletin verdiği reflekste aynı aşırı şiddet yüklenmesi oluyo


Katılımcılar devlete bir sistem ya da bir inşa olarak değil bir varlık olarak davranmaktadır (Alıntı 8 ve Alıntı 9). Devletin bu şekilde kavramlaştırılmasına göre kişinin bir fail olarak rolü gereksiz olmaktadır. Sorun sistemin düzgün çalışıp çalışmadığı değil devletin misyonunu yerine getirip getirmediğidir. Kürt meselesinde devleti bir kişi konumuna oturtup doğrudan müdahil olabilecek tek fail kılmaktadır. Devletin insanlaştırılması bu makalenin analizlerinin dışına taşmaktadır, gelecek analizlerde ele alınacaktır.

Fail olarak bir duruş edinmekten kaçınmak ve devleti yegâne fail olarak işaretlemek belki insanların tarihsel geçmişlerinde Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren askeri idarenin düzenli müdahaleleriyle ilişkili şekilde açıklanabilir. Ama yanı sıra aynı askeri idare süreçleriyle yaratılan siyasi bir duruş alma korkusuyla da açıklanabilir.

Bununla birlikte, “seyirci olmanın” anlamı siyasi bir adlandırmayla bir ideolojiye “yaslanmaktan”  kaçınmak mıdır yoksa Arkonaç’ın (2010) öne sürdüğü üzere failliğin bir başka versiyonu olarak okunabilir mi sorusu bizim için açıktadır.


Kaynakça

Arkonaç, S. A. (2010) “Local Constructions of Singularities:Subject Positionings in Turkish Conversations”, Theory and Psychology: 20 (2), 277-288.

Beşikçi, İ. (1992) Kürt Toplumu Üzerine, Ankara: Yurt Kitap Yayınları.

Davies, B.; Harré, R. (1990). “Positioning: The Discursive Production of Selves”, http://www.massey.ac.nz/~alock/position/position.htm.

Harré, R., & Moggahadam, F.M. (2003). The Self and Others: Positioning Individuals and Groups in Personal, Political, and Cultural Contexts. Westport, CT: Praeger Publishers.

Harré, R., Moghaddam, F.M., Pilkerton Cairnie, T., Rothbart, D., & Sabat, S.R. (2009).“Recent Advances in Positioning Theory”, Theory & Psychology 19: 5-31.

Harré, R., & van Langenhove, L. (1999) Positioning Theory: Moral Contexts of
Intentional Action. Oxford, UK: Blackwell.

Göregenli, M., Teközel, M. ve Meşe, G. (2002) “11 Eylül Sonrasında Teröre Yönelik Tutumlar, XII. Ulusal Psikoloji Kongresi, ODTÜ, Ankara.

Göregenli, M. & Oktar, L. (2005) “The Ideological Patterning of Semantic Roles
as Social Representations in Newspaper Discourse”, Interactions 15:

Gürşimşek, I. & Göregenli, M. (2005) “Öğretmen Adayları ve Öğretmenlerde
Demokratik Tutumlar, Değerler ve Demokrasiye İlişkin İnançlar”,  Uluslararası Demokrasi Eğitimi Sempozyumu Kitabı, Çanakkale Üni. Yayınları:77-85.

Kentel,F.,Ahıska,M.& Genç,F. (2007). "Milletin Bölünmez Bütünlüğü:
Demokratikleşme Sürecinde Parçalayan Milliyetçilik(ler)”. Istanbul: Tesev Yayınları.

Kurban, D. &  Yolaçan, S. (2008): Kürt Sorununun Çözümüne Dair Bir Yol Haritası: Bölgeden Hükümete Öneriler, Istanbul: TESEV Yayınları.

Meşe, G. (1998) “Farklı Kimlik Gruplarına Aidiyet Temelinde Yaşam Stilleri, X.Ulusal Psikoloji Kongresi, Ankara.

  









[1] Bu çalışma İstanbul Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri çerçevesinde yürütülmüştür
[2] PKK: Partiye Karkeren Kürdistan (Kürdistan İşçi Partisi)

[3] Boğaziçi Üniversitesi kast ediliyor. İngilizce eğitim ve öğretim yürüttüğü için hem öğrencileri hem de akademisyenleri ama özellikle akademisyenleri fakirleşmiş Türkçe kullanmakla itham edilir.




GÜÇ İLİŞKİLERİ İÇİNDE ÖZNEL VAROLUŞLAR:KIBRISLI VE TÜRKİYELİ

Sibel A. Arkonaç*, Elçin Elçi**, Umut Şah**, Esra Bakiler** [1]

GİRİŞ

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) toplumunu, bir tarafta adanın yerlisi ve azınlıkta kalan Türkler ile mekâna önce asker olarak daha sonra ‘anavatan’ diye tabir edilen Türkiye’den Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak gelen ve sayıca çoğunlukta olan Türkiyeliler – ya da T.C.’liler –  oluşturmaktadır.

 Bu çalışmada Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) toplumundan söz ederken, adanın yerlisi, Türkiyeli, T.C.’li, Adalı gibi kimlik ve mekân işaretleyen ifadeler kullandık. Bunu daha da artırmak mümkün; adanın kuzeyi, Kuzey Kıbrıs, Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıs’ın yerlisi, vs. Bu çalışmada bu tabirlerin hepsini kullanacağız çünkü bütün bu ifadeler Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan insanların gündelik etkileşimlerinde kendilerini, diğerlerini ve adayı yaşantılama – ve ifade etme– tarzlarıdır. Bu tarzların, adanın politik konumu sebebiyle kişilerin kendi kimlik yaşantılarında ve adayla ilgili kendi öznel yaşantılarında bir problematiğe işaret ettiği düşüncesindeyiz.

Kıbrıs’ın yerlisi olan Türkler, 1960’da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin öncesinde de sonrasında da çoğunluktaki Rum nüfusa göre azınlıkta kalan gruptur. Kıbrıslı Türkler, 1974 Barış Harekâtından sonra, 1976’da Adanın kuzeyinde kurulan Kıbrıs Federe Devleti’nde ve sonrasında 1983 yılında kurulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde bu sefer de Türkiyeli göçmenler karşısında azınlıkta kalmışlardır. Bugün 6 Türkiyeli göçmene karşılık 1 Kıbrıslı Türk düştüğü söylenir (Metin Münir, Milliyet gazetesi, 10 Şubat 2011).

Türkiyeli Türkler, 1974’den itibaren Kıbrıs’a iş bulmak ve para kazanmak amacıyla gelmeye başladılar. Zamanla da vatandaşlık alıp yerleştiler. Son zamanlarda yasa dışı yollardan özellikle inşaatlarda çalışmak üzere gelip geri dönmeyenlerin sayısı da giderek artmaktadır. Vatandaşlık kazanmış Türkiyeli Türkleri ilk bakışta Almanya’ya, diğer batılı ülkelere çalışmaya giden Türklere benzetmek mümkün ise de Türkler bu sefer Türklerin arasına gitmişler ve oradaki Türklerden sayıca fazla hale gelmişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti’nin gizli bir nüfus politikası olduğu dillerde dolanıyor olsa da, bu sonradan olma ‘çoğunluk grupla’, ikinci defa azınlık durumuna düşen Kıbrıslı Türkler arasındaki etkileşimin sosyal ve politik çıkarımları olduğu muhakkaktır.

KKTC’nin uluslararası tanınırlığı yoktur. Diğer ülkeler tarafından varlığı kabul edilmemekte, hukuki olarak yok sayılmaktadır. Bunun yegâne istisnası Türkiye’dir. KKTC’yi hukuken tanıyan, bir devlet statüsünde gören tek ülke Türkiye’dir. Bu durum KKTC’de siyasi olduğu kadar gündelik hayatı etkileyen ve belirleyen sosyal, kültürel ve ticari engellemelere ve olumsuzluklara yol açmaktadır. Sadece Türkiye’nin tanıdığı bir vatandaşlık, sadece Türkiye üzerinden zorlukla yürütülen bir dış ticaret, sınırlı iç ticaret, vb. zorluklar KKTC toplumunun gündelik yaşantısını çizmektedir. Tüm bu olumsuzluklara ve yaşanan engellere rağmen, KKTC’nin 1983 yılından bugüne kadar tam yirmi sekiz yıldır süren istikrarlı ve düzenli bir geçmişi vardır.  Bu oldukça uzun bir dönemi kapsamaktadır. KKTC devletinin – sadece kendi insanları için de olsa – somut şekilde var olması, bir coğrafi mekâna ve bir bayrağa sahip olması, insanlarında bir aidiyet duygusu üretmektedir. Bu sebeple Kıbrıs adasının kuzeyindeki insanlar için ulusal kimlik yaşantısının ve bunun ifade edilmesindeki dayanak KKTC’nin kendisidir. Kuzey Kıbrıs’ta ulusal kimlik üzerine yapılan çalışmalarda (Şahin, 2011; Ali ve Sonn, 2010) ulusal kimliğin Kıbrıslı Türklerin özünde taşıdıkları bir kimlik olmadığı görülmektedir. Bağlama göre değişen ya da üretilen kimlik süreçlerinden söz konusudur. Sözgelimi bazı durumlarda Kıbrıslı Türkler, Türkiye asıllı vatandaşları da aralarına dâhil ederek, Kıbrıslı Rumlardan ayrı farklı bir grup oluşturmakta, bir “ulusal biz” (Türklük ve KKTC’lilik üzerinden) yaratmaktadır (Şahin, 2011). Başka zamanlarda ise varsayılan ortak bir Kıbrıs kimliği inşasında, Rumlarla aralarındaki farklar baskılanmakta her iki cemaatin benzerlikleri (Adalılık, Kıbrıslılık gibi) ön plana çıkartılmaktadır. Doğal olarak bu süreçlere zemin sağlayan söylemlerden en önemlisi KKTC’nin varlığıdır.

Kuzey Kıbrıs ve kimlik söz konusu olduğunda, ulusalcılık ile medya ilişkisi üzerine yapılan çalışmalar dikkat çekicidir (Way, 2011; Şahin, 2011; Baruh ve Popescu, 2008). Sanem Şahin (2011) Kuzey Kıbrıs basınında Kıbrıslı Türk ulusal kimliğinin takdim edilişini ve de söylemsel inşasını incelediği araştırmasında, medyayı ulusalcılığın yayılmasında sorumlu rollerden biri olarak görmektedir. Bu medya söylemleri, ulusal imajinasyonu etkilerken, aynı zamanda toplumda hüküm süren söylemler tarafından da şekillendirilmektedirler. Baruh ve Popescu’nun (2008) çalışmasında, Türk Üniversite öğrencilerinin ‘online’ (çevrimiçi) forumlarda Kıbrıs üzerine ulusalcı söylemleri içerisinde kullandıkları metaforlarla – kurban olmak üzerinden kan ve kahramanlık metaforlarıyla –  anlam inşalarını nasıl garantiye aldıklarından söz edilmektedir.

Bir diğer grup çalışma ise 1974 sonrası Kıbrıs dışına göçmen giden Türk asıllı grupların ikinci kuşaklarının kimlik algıları ve yaşantıları üzerinedir (Canefe, 2002; Hugg, 2001; Robins ve Aksoy, 2001; Ali ve Sonn, 2010). Nitekim Ali ve Sonn’un (2010) Avustralya’daki ikinci kuşak Kıbrıslı Türklerin hem Kıbrıslı hem Türk hem de Avustralyalı olma halleriyle nasıl başa çıktıklarını ele alan çalışmaları önemli ve dikkat çekicidir.

Kuzey Kıbrıs üzerine yapılan araştırmalar çoğunlukla Kıbrıslı Türkleri odak noktasına almaktadır. Kuzey Kıbrıs üzerine yapılan araştırmaları taradığımızda, Kuzey Kıbrıslı Türklerle Türkiyeli göçmenlerin karşılıklı etkileşimlerinin araştırma konusu edilmediğini gördük. Hâlbuki 1974 yılından itibaren 37 yıl, 1983 yılından beri de 28 yıldır Kıbrıslı Türkler Türkiye’den gelenlerle birlikte Adanın kuzeyinde bir toplum oluşturdular. Aynı mekân içinde bir devlet adı altında birlikte yaşıyor olmalarının birtakım neticeleri olduğu muhakkaktır. Sözgelimi gündelik yaşantıda, işe alımlarda, devlet dairelerinin idari yapılanmasında ya da en sıradan gündelik politik konuşmalarda tarafların hemen ‘Kıbrıslı’ ve ‘TC’li’ şeklinde ayrışabilmesi dikkat çekici bir ayırımcılığa işaret etmektedir. Özellikle KKTC’nin Ada politikasındaki yerinin Dünya ve AB politikalarındaki tartışmalı konumu, bu meseleyi daha da ciddi kılmaktadır. Sözgelimi yapılan oylamalarda oy oranlarının söz konusu taraflara göre dağılımı ya da ‘dağıtılması’ veya en masum düşünce ile sonucu taraflardan birinin belirliyor olduğu düşüncesi, ulusal kimlikle ilgili söylemleri etkilemekte ve de ikilemli argümanları tetiklemektedir.

Bu sebeple bu araştırmada Kıbrıs adasının kuzeyinde, yaklaşık 37 yıldır birlikte yaşayan bu insanların gündelik etkileşimleri sırasındaki konuşmalarında ‘Kıbrıs meselesini’ anlamlandırma tarzlarını ele aldık. Bu suretle, ‘Kıbrıs meselesine’ dair söylemleri ve bu söylemler içinde; a) kişilerin kimliklerini nasıl inşa ettiklerini, b) bu kimlikleri söylem içinde nereye kadar nasıl müzakere edebildiklerini, c) söylemlerin ürettiği müzakerelerin ve bu müzakerelerin taşıdığı ikilemlerin neler olduğunu ve d) tüm bu söylemler, doğurdukları müzakereler ve taşıdıkları ikilemler içinde Adalı Türklerle Türkiyeli göçmenlerin kendilerine, diğer ada sakinlerine ve Türkiye’dekilere biçtikleri rolleri, atadıkları konumları seyretmeye çalıştık.


ÇALIŞMANIN ANALİTİK ÇERÇEVESİ

Bu çalışmanın analitik çerçevesini oluşturan, Eleştirel Söylemsel Psikoloji (Potter ve Wetherell, 1987; Wetherell ve Potter, 1988; Edley, 2001, Willig, 2003) insanların konuşmalarıyla ne yaptıklarına, bu etkileşim esnasında ne yapıp neyi tamamladıklarına ya da tamamlayamadıklarına ve kullandıkları söylemlerin kaynaklarına bakmak gerektiğini öne sürmektedir. Bu yaklaşıma göre, etkileşim sırasında insanlar söylemler içinden konuşurlar.  Bu söylemler içinde, kişiler ideolojik uygulamalar ve ikilemlerle pozisyon alırlar. Kimliklerini bu söylemler içinden inşa eder, müzakere eder, direnir ya da değiştirirler. Söylemlerin içinde konuşurken, insanlar sürekli birbirlerine söylediklerini çarpıştırarak anlamlı kılmaya çalışırlar bu sırada kullandıkları değişik açıklayıcı repertuarlarla farklı işler, anlamlar üreterek aynı söylem içinde kendi kimliklerini garanti altında tutmaya çalışırlar.

Bizde bu çalışmada kimliklerin inşasını ve müzakeresini sağlayan, aidiyet duygu ve yaşantısına kaynaklık eden söylemleri ve dayandıkları açıklayıcı repertuarları incelemeyi ön plana aldık. 

Eleştirel söylemsel psikoloji, söylemsel çalışmalar içinde sosyal süreçler, güç ve ideolojik uygulamalarla ilgili konulara odaklanan bir tarza sahiptir (Edley, 2001; Wetherell ve Potter, 1992; Burr, 2004; Parker, 1992; Willig, 2003; Taylor, 2001a, 2001b). Buna göre gündelik etkileşimlerinin akışı içinde kişiler kendilerini ve muhataplarını bağlamına göre değiştirdikleri çeşitli özne pozisyonlarına oturturlar. Konuşmacıların bu pozisyonlarını bağlam içinde müzakere ediş tarzları, söylemin içinde işleyen ideolojik gücü yansıtır. Dolayısıyla söylem içinde özne pozisyonlarının müzakeresini inceleyerek o söylemi yöneten ideolojik gücü araştırmak mümkündür. Bu sebeple analizimizde özellikle katılımcılarımızın karşılıklı pozisyon alışlarına, bu pozisyonları nasıl müzakere ettiklerine ve de söylemlerin yarattığı ikilemlere odaklandık.

ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ

Katılımcılar

Çalışmanın katılımcıları, yaşları 23 ile 55 arasında değişen toplam 16 kişiden oluşmaktadır. Bu katılımcıların sekizi Kıbrıslı Türk, diğer sekizi ise Kuzey Kıbrıs’a Türkiye’den göç eden Türkiyelidir. Katılımcılar gönüllü olarak bu çalışmaya katılmışlardır. Katılımcıların kimlikleri yazı dökümünden itibaren harfle belirtilerek anonim hale getirilmiştir.

 İşlem

Çalışmanın konusu katılımcılara aktarıldıktan sonra gönüllülük esasına göre belirlenmiş toplam sekiz fokus (odak) grup görüşmesi yapılmıştır. Sadece Türkiyelilerden oluşan iki fokus grup, sadece Kıbrıslılardan oluşan iki fokus grup ve hem Türkiyelilerin hem de Kıbrıslıların yer aldığı dört karışık fokus grup yapılmıştır. Fokus gruplarda görüşmeciler de dâhil toplam üç kişi yer almıştır.

Fokus grupların tümü Kuzey Kıbrıs’ta gerçekleştirilmiştir. Görüşmeler bir buçuk saat ile iki saat sürmüştür. Her fokus grupta üzerinden geçilecek temalar ve görüşmeler gündelik konuşmaların seyrinde olduğu gibi ilerletilmiştir. Görüşmeler esnasında üzerinden geçilecek temalar, 2010 yılında gerçekleştirilen pilot fokus grup görüşmelerinin analizinden elde edilen temalardan ve gündelik konuşmalarda sıkça değinilen temalardan oluşturulmuştur. Görüşmelerde üzerinden geçilecek temalar olarak şunlar belirlenmiştir:

-        Kuzey Kıbrıs’ta gündelik hayat
-        Kuzey Kıbrıslı kimliği / ulusal kimlik
-        Kuzey Kıbrıs’ın ekonomik meseleleri
-        Kuzey Kıbrıs-Türkiye ilişkileri
-        Kuzey Kıbrıs’taki Türk askerleri
-        Avrupa Birliği ve Kıbrıs Cumhuriyeti ile ilişkiler
-        Yaşanan çatışmalar ve işgaller
-        Kuzey Kıbrıs’ın durumu hakkında düşünceler

Görüşmelerin hepsi ‘Ne olacak bu Kıbrıs’ın hali?’, ‘Kıbrıs’ın durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?’ gibi sorularla başlatılmıştır. Her grup görüşmesinde yukarıda belirtilen ana temalara değinilmiştir. Görüşmeler sırasındaki tüm konuşmalar, önceden katılımcıların izinleri alınarak ses kayıt cihazına kaydedilmiştir. Bir sonraki aşamada bu kayıtlar olduğu gibi yazıya dökülmüştür. Katılımcıların kimlik bilgileri yazıya döküm aşamasında gizlenerek anonimleştirilmiştir.

Analiz için, yazıya dökülen tüm konuşmalar çok dikkatli bir şekilde tekrar tekrar okundu. Araştırmacıların tek başına ve ortak okumalarında, konuşmalarda ne gibi temaların etkileşime sokulduğuna bakıldı. Daha sonra bu söylem temaları içinde ne gibi müzakereler üretildiğine bakıldı. Bunların yanı sıra konuşmacıların konuşma sırasında değişen bağlamlar boyunca kendilerini ve diğerlerini yerleştirdikleri özne pozisyonları ve bu pozisyonları değiştirme tarzları incelendi. Kullanılan özne pozisyonlarıyla ve bu esnada kullanılan metaforlarla inşa ettikleri kimlikler anlaşılmaya çalışıldı. Analizin sunumu için, yazı dökümleri içinden ilgili konuşma alıntıları seçilmiş ve analiz bu alıntılar üzerinden sunulmuştur.

ANALİZ

Yaptığımız analiz sonucunda, tüm fokus gruplarda katılımcıların esas olarak üç söylemsel tema ya da bir diğer ifade ile açıklayıcı repertuar etrafında anlam ürettiklerini gördük. Bu repertuarlar şu başlıklar altında incelendi: 1) Kimlik, 2) Türkiye, 3) Çözüm, 4) Rum.

Analizin bir bütün içinde rahat takip edilebilmesi için ortaya çıkan özne pozisyonları, metaforlar ve ikilemler bu açıklayıcı repertuar başlıkları içinde incelendi.

I.                Kimlik Repertuarı

 Katılımcılar ‘Kıbrıs’ üzerine açıklamalarda bulunurken öncelikli olarak kim olduklarını tanımlamaya girişmektedir. Kimlik, katılımcılar için Kıbrıs’ı konuşma yollarından biri olarak öncelik kazanmaktadır. Bunu yaparken kendilerinin ‘ne’ olduğunu tanımlama işine girişmektedirler. Kimlik repertuarı ve Kıbrıs’ın politik durumu katılımcılara ‘Kıbrıs’ için, Kıbrıslı olmak, Kıbrıslı Türk olmak, Adalı olmak, KKTC’li olmak, Türkiyeli olmak gibi çeşitli kimlikler/konumlar sunmaktadır.

Alıntı-1:  Kıbrıslı Grup-1
365-KH: kıbrıslı türkük kıbrıslı değil kıbrıslı türk
[…]
370-KC: şimdi televizyonlarda görürük bazı televizyonda görürük mesela türkiyede bi program olur bir iki insan der ki nerelisin kıbrıslıyım der

Bu konumlar ‘Türklük’ gibi bir üst kimlikte toplanabildiği için çeşitli ideolojik ikilemlere de sebebiyet verebilmektedir.

Alıntı-2:  Karışık Grup-4
2-Z: kıbrıs kimliği ve son durumu bidefa kimlik kıbrıslı türktür türktür neden türktür 1571 de osmanlı burayı işgal ettiğinde nasılki 74 te çıkarmadan sonra buraya vatandaşlar gelmiştir ozamanda türkiyeden ana vatandan buraya bizim atalarımız gelmişler buraya yerleşmişler veee biiiz ogünden bugüne kendimizi türk bildik […]

Alıntı-3:  Kıbrıslı Grup-1
372-KC:  bi dakka ya kıbrıslıyım der kıbrıslı türküm mü kıbrıslı mı hangisi
373-KH: ya da adalı mı

Alıntı-4:  Karışık Grup-2
637-KH: kıbrısta insanlar kendini Türk olarak hissediyormu hissediyorlar ama Türklük yüklediği anlamlar Türkiyedeki Türk anlamıyla aynı mı soru işareti yav Türkiyedeki Türk bilincinin eee altındaki şeylerin doldurulması ile Kıbrısdaki Türklük bilincinin altındaki şeylerin doldurulması aynımıdır onu bilemem

Aşağıdaki Alıntı-5, iki Kıbrıslının konuşmasından alınan bir örnektir. Konuşmanın 786. satırında, görüşmeci (M) ‘Kıbrısta yaşayan Türkler’ ve ‘Kıbrıslılar’ ayrımına gitmiştir. Bu ayrıma, konuşmacı KH karşı çıkmıştır. Konuşmacı KH’nin karşı çıkışı üzerine görüşmeci (M), Türkler ve Kıbrıslılar ayrımını, ‘Türkiye’den gelenler’ ve ‘Kıbrıs’ta yaşayanlar’ olarak yeniden formüle etmiştir. Ancak konuşmacı KH açık bir şekilde böyle bir ayrıma da karşı çıkmıştır. KH, Türklüğü bu ayrımı belirsizleştiren, her iki grubu da tek bir potada eriten bir kimlik olarak inşa etmeye çalışmaktadır. Görüşmeci ile KH arasındaki bu konuşmada, Kıbrıs’ın çelişkili politik durumuyla bağlantılı bir biçimde Türklük kimliğinin nasıl müzakere edildiği izlenebilmektedir.  
  
Alıntı-5: Kıbrıslı Grup-2
786-M: Kıbrısta yaşayan Türkler ve Kıbrıslıların yaşam koşullarıyla ilgili olan
787-KH: Türkler ve Kıbrıslılar derkan Kıbrıslı Türkler ve Rumlar?
788-M: Türkiyeden gelenler ve Kıbrısta yaşayanlar
789-KH: bak bu tabirciğin da yanlış aslında senin bak sana da dokundurayım
790-M: ya aslında şöyle
791-KH: bu tabiri ben sevmem. Kıbrıslılarınan ve Türkler değil, biz da Türkük sonuç itibariyle haa

Kıbrıs’ta doğmuş ve büyümüş ve 1974’deki savaşı yaşamış katılımcıların kendilerini daha çok ‘Kıbrıslı Türk’ konumuna yerleştirdiği gözlenmektedir. Katılımcılar, kendilerini Türkiyelilerden ve Kıbrıslı Rumlardan ayırt etmek için bu konumu edinmektedirler. Bu pozisyon onlara Kıbrıs meselesini tartışırken konuyu sahiplenme ve konuyla ilgili ‘asıl’ olanı, ‘doğru olanı’ ifade eden olma konumunu kısacası ‘bilen’ konumunu sağlamaktadır (Alıntı-6 ve Alıntı-7).

Alıntı-6:  Karışık Grup-4
46-Z: bir şeyi düzelteyim bi şeyi düzelteyim yani (.) 63’e kadar 2 toplum işte eee (.) iyi geçiniyolardı olay yoktu diyordunuz fakat
114-Z: Yau bakın çocuklar çok canlı bir bir müsaade edin gene yaşadığım Bixi kola ilk defa tenekede kola yapıldı Bixi Türkiye daha bunu bilmez
251-Z: öyle ama şimdi yani biz yaşadık […]
Alıntı-7: Karışık Grup-2
685-KH: şimdi bak ben eee şöyle bi kavramdır benim yani ben o tam anlamıyla kıbrıs kültürünün veya o değişen kafanın içinde doğduğum için […]

Aşağıdaki alıntıda (Alıntı-8) konuşmacı KC ve KH, kimlik repertuarının katılımcılara sunduğu pozisyonlardan biri olan Kıbrıs adasında doğan ve büyüyen olarak Kıbrıslı Türk olmak pozisyonunu müzakere etmektedirler. Bu kimliği nesnel bir temele oturtarak kimliğe gerçeklik kazandırma çabası, katılımcı KH tarafından adaya kimin ilk defa ayak bastığı tartışması üzerinden gerçekleştirilmektedir. Daha sonra bu kimlik bir ‘öze’ (‘Osmanlı torunu’ olmak gibi) sahip olma inşasına dönüşmektedir. Konuşmacı KC ise buna karşı çıkmakta, kimliğini –yani kim olduğunu– doğrudan ‘Ada’da yaşamak üzerinden kurmaya çalışmaktadır. Ona göre, nereden gelmiş olurlarsa olsunlar, adanın yerlisi olarak Türkler de Rumlar da ‘Kıbrıslı’ olmaktadır. Böylece, kimlik, ‘mekân kimliğine’ bağlanan bir inşa olarak ortaya çıkmaktadır burada.  

Alıntı-8: Kıbrıslı Grup-1
390-KC: tamam da işte bak söylüyorum özünde kıbrıslıyık Osmanlınındır demek Osmanlı toprağıydık zamanında ama el değiştirdi
391-KH: özünde
392-KC: tamam işte onu sen söylerken bulunduğumuz yerde başka dil din ırka ait olan insanlar da var onları da gabul edican
393-KH: sonradan geldiler
394-KC: bizde sonradan geldik
395-KH: sen Osmanlı torunusun ama
396-KC: tamam ama bizde anadoludan geldik
397-KH: tamam ama Osmanlı torunusun
398-KC: Rumlar ermenistandan mı geldi
399-KH: yunanistandaydı o zaman

(3) Katılımcılar Kıbrıslı olmak, Türkiyeli olmak, Türklük ve Kıbrıslı Türk olmak konumları içinden açıklamalarda bulunmaktadırlar demiştik. Bununla ilgili olarak, konuşmaların bağlamı değiştikçe katılımcıların kimlikleri ve konumları da değişmektedir. Bu konumlandırmalarda katılımcılar kendilerine sabit bir pozisyon atamak yerine o anki açıklamaların kendilerine sunduğu pozisyon içinden konuşarak birbirlerine karşı argümanlar üretmektedirler (Alıntı-9).

Alıntı-9: Kıbrıslı Grup-1
364-KC: şimdi benim amcam 1963’te vefat etti ben doğmadıydım bilmiyorum çevremden gördüm fotoğrafları şeyleri o anma günlerinden bisikletlen giderkan rumun biri uzaktan nişan aldı vurdu amcamı babamın gollarında hastaneye giderken öldü (3sn durakladı) ha şimdi tabi ki onun arkasından bir misillemesi oldu tekrarda o günde bir el bombasıyla kahveye rum kahvesine bir el bombası attılar orda da bir rum öldü tabi biz barış gücü dolayısıyla yani o bi şekilde yatıştırıldı tabi ki bu olabilecek savaş halidir olacak şeyler tabi onlardan da öldü bizden de öldü ama bu yaşandı bitti ha bu demek değildir benim amcamı vurdular ben rumlarla artık yaşamam bu saplantı haline gelir gelmemesi lazım mademki biz kıbrıslıyık evet zamanında oldu bitti ama
365-KH(araya girerek): kıbrıslı türkük kıbrıslı değil kıbrıslı türk
366-KC(atıldı): hayır şimdi bi dagga
367-KH(araya girdi): iki ayrı toplum var
368-KC: şimdi sen kıbrıslıyı sen şeye çevirin yani birazcık karıştırdın
369-KH: bu Kıbrıslılık bazı kesimlerin uydurduğu bir şeydir
370-KC: şimdi televizyonlarda görürük bazı televizyonda görürük mesela türkiyede bi program olur bir iki insan der ki nerelisin kıbrıslıyım der

Konuşmacılar kendilerini Kıbrıslı Rumlardan ayırmak istediklerinde Türklüğü/Türk oluşlarını, Türkiyeliden ayırmak istediklerinde ise adalı olmayı yani Kıbrıslı olmayı ya da Kıbrıslı Türk olmayı ön plana getirmektedir (Alıntı-10 ve Alıntı-11).

Alıntı-10: Kıbrıslı Grup-1
5-KH: […] 74 de sizinde bildiğiniz gibi karışık yaşantı idi Rumlarla Türkler hep karışıktı komşuluk ilişkileri şeyler iyi olduğunu zannederdi herkes ha 74 savaşı çıkarken sonra olaylar çok değişmiş iki toplum arasında mesela çok iyi arkadaşlar birbirini vurmaya çalışmış dedelerimizin rum kesiminden türk kesimine saldırılar olmuş bildiğiniz gibi 74 sonra iki komşu hatta dedemin anlattığı bir hikâye var anlatayım size
[…]

267-KC: […] yani bu işler Rum da olur ister Türk de olur biz bunu son zamanlarda yaşadık
[…]

787-KH: Türkler ve Kıbrıslılar derken Kıbrıslı Türkler ve Rumlar?
788-M: Türkiyeden gelenler ve Kıbrısta yaşayanlar
789-KH: bak bu tabirciğin da yanlış aslında senin bak sana da dokundurayım
790-M: ya aslında şöyle
791-KH: bu tabiri ben sevmem. Kıbrıslılarınan ve Türkler değil, biz da Türkük sonuç itibariyle haa
[…]
799-KH: Kıbrıslı Türknan Tcli kardeşlerimiz deyelim ona tamam

Alıntı-11: Kıbrıslı Grup-2
11-KA: […] yani Kıbrıslı olmak var kıbrısda yaşayan var […]
160-KM: Kanuni Sultan Süleymandan fazla burda Türkiye tarafından yönetildi bu ve bu adamın zihniyeti da gelen Türk giden Türkdü aslında burda gelen Türk giden Türk değilidi gelen Türk giden Kıbrıslıydı burdan gaçan ve şimdi buranın o dokusunu bozdu […]

(4) Katılımcılar kendilerini bağlama göre Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşı olarak da tanımlayabilmektedirler. Kanunen kendisi ve ailesi Kıbrıs’ta doğup büyüyen KKTC vatandaşlarının, ayrıca Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşlıkları ve kimlikleri de vardır. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, kurulduğu yıl olan 1960’dan beri uluslararası düzeyde tanınırlığının olması ve KKTC vatandaşlığının Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşlığının sunduğu fırsatları (AB vatandaşlığı ve sağladığı kolaylıklar) sunmaması, Kıbrıslı Türkler ile Türkiyeli göçmenler ve Türkiyeliler arasında söz konusu kimliğin Kıbrıs Cumhuriyeti kimliği mi yoksa Rum kimliği mi olduğuna dair tartışmalara yol açmaktadır (Alıntı-12). Ancak ne olursa olsun, Kıbrıslı konuşmacılar için Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşlığından söz etmek, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ‘aidiyet’ bağlamında bir konum edinme olmamaktadır; aidiyeti yine ‘Adalılık/Kıbrıslılık’ üzerinden kurmaktadırlar.

Alıntı-12: Karışık Grup-2 (T: Türkiyeli; K: Kıbrıslı; M: mülakatçı)
536-TY: oraya gelmeden şöyle düşünsen peki senin öz benliğin var sen Rum kimliği aldın yarın bişey olduğunda örneğin senin Rum kimliğin var kardeşinin yok
537-KH: rum kimliğinden önce
538-TY: örnek veriyorum sana
539-KH: bak Rum kimliği tanımı aslında çok yanlış bir tanımdır
540-M: böyle bi kimlik varmı
541-KH: kıbrıs cumhuriyeti kimliğidir bu 1960da anayasasında kıbrıs cumhuriyetin şöyle bişey vardır eee kıbrıs cumhuriyetinin anayasasında şu geçer kıbrıs cumhuriyetinin ana dili üç tanedir türkçe rumca ingilizce
542-TY: ama bu kimlikte
543-KH: vatandaşları Kıbrıslı Türklerden ve Kıbrıslı Rumlardan oluşur

Aşağıdaki örnekte (Alıntı-13), KKTC cumhurbaşkanının kızının bile Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportunu kullanmak zorunda kaldığı bir durum anlatılmaktadır. Bu örneğin konuşmada o anda verilmesinin anlamı, bir diğer katılımcının KKTC kimliği ile Kıbrıs Cumhuriyeti kimliğinin sağladığı aynı haklara sahip olunabileceği argümanına karşı verilen yanıt olarak bir kanıt işlevi görmesidir.  Buradaki tartışma, iki Kıbrıslı arasında geçmektedir. Konuşmacılardan biri Kıbrıslı, yani Adalı olmak üzerinden kimliğini inşa ederken, diğer konuşmacı kimliğini, KKTC vatandaşı olmak üzerinden inşa etmektedir. Kim olduğunun tartışmasında gerçekleştirilen kimlik inşası, vatandaşlığı işaretleyen somut kimliklerin işlevlerini açıklayarak nesnel bir zemine oturtulmaya çalışılmaktadır.

Alıntı-13: Kıbrıslı Grup-1
131-KH: yani sen anladığım kadarıyla Kıbrıslılığı savunun
132-KC: savunma değil doğrular neysa onu söylerim şimdi bugün cumhurbaşkanımızda da vardır başbakanımızda da vardır bu gün
133-KH: ben da yoktur mesela
134-KC: ben de var ve şu an üstümde taşırım heran yani diğer tarafa geçmek için kullanırım
135-KH: ne işine yarar abi tam olarak diğer tarafa geçerim ben kendi kimliğimle
136-KC: tamam ya ben şimdi söylemek istediğim şu var ben burdan bi uçağa binersam bana
137-KH: ucuza gelir
138-KC: ucuza gelmez mesela farzetki Ercandan gideceğim zaman mesela örnektir bunlar söylediğim bana ordaki memur sorar Kıbrıs Cumhuriyeti kimliğin varmı vardır derim yoktur dersam vizeyi göster der İngiltereye gitmek için
139-KH: KKTC hükümetinin şartları alırıg onu da
140-KC: geçenlerde birisi söyledi cumhurbaşkanının kızı İngiltereye gidecek kocası ile ve ne yaptı İngiltereye gitmek için elindeki pasaportu memurun önüne koymak zorunda kaldı Kıbrıs Cumhuriyeti pasportunu ve öyle bindi gitti bu yani söylemeye çalıştığım şey bu herkeste var

(5) Bunun yanında bazı katılımcılar ‘Adaya’ aidiyet bağlamında da kendilerini Kıbrıslı olarak konumlandırmaktadır. Bu durumda katılımcılar her şeyden önce Rumlarla adada birlikte yaşadıkları eski günleri hatırlatarak kendilerini Türklerden de ayırarak Adalı olarak pozisyon almaktadırlar. Örneğin bir katılımcının “Şu an Kıbrıs Rum kesiminin bayrağı eskiden bizim de bayrağımızdı, hatta o bayrağı bir Türk çizmişti, ne olduysa o bayrağa karşı soğutulduk.” gibi ifadelerde bulunması da bu konuma işaret etmektedir.
  
(6) Türkiye’den göç etmiş katılımcılar kendilerini Türkiyeli olarak tanımlamakta (Alıntı-14), Kıbrıslı Türklerden kendini ayırt etmek istediğinde kendilerine ‘Türkiyeli’, ortaklık kurması gerektiği düşündüklerinde bir üst kimliğe geçerek, Kıbrıslı Türklerin yaptığı gibi ‘Türk’ kimliğini kullanmaktadırlar. Türklük, edinilen kimliklerin karşı karşıya kaldığı durumlarda, bir uzlaşım işlevi görmektedir.

Alıntı-14: Türkiyeli Grup-1
454-TY: türkiyeli olarak her zaman görüyorum ve her yer dünyanın neresine  gidersemde türk olarak görürüm türkiyeli olarak görürüm […]

(7) Kıbrıs’ta doğup büyümüş katılımcıların, adada yerleşik olan Türkiyeli göçmenleri konumlandırışları birçok açıdan olumsuzluk içermektedir. Kıbrıslı katılımcıların Türkiye’yi konuştukları sırada ‘bazı’ Türkiyelilere yönelik yaptıkları konumlandırmalar, Kıbrıs’ın yaşam standartlarını bozdukları, iş gücünü değersizleştirdikleri, hırsızlık yaptıkları ve tecavüz ettikleri, nüfus dengelerini bozdukları, çok çocuk doğurdukları yönündedir. Aşağıdaki alıntıda (Alıntı-15) Kuzey Kıbrıs’ın toplumsal yapısını bozan şey olarak, Türkiye’den göç edenlerin kültürsüz oluşları, çok çocuk doğurmaları, eğitimsiz oluşları anlatılmaktadır.

Alıntı-15: Kıbrıslı Grup-2
17.KM: mesela bende örnekleri vardır ben bir gün benim evde yaşadığımı anladayım size [eeee] torunum oldu benim dedi ki KM ağa torunun nasıl dadlı bi şey çocuktan belli bi baktım adam benden biraz büyük dedim vallahi bunun sende daha fazlası olması lazım sen daha fazla dattın bu işi sen söyle bize bunu [eee] kaç dane torunun var ııııı evvyy bıvvyyy dedi en sonunda çıktı yirmi üç dane torun üç garı onbir dane da çocuğu orda e şimdi böyle üreyen bir insan topluluğunu küçük bir topluma sokduğunda o toplum bizi galmaz doğru mu söylerim
18.KA: evet bi da mesela başka ülkede ben ben yurt dışında okudum mesela orda beyinleri seçerler belirli bir kültüre belirli bir ee eğitim düzeyine ulaşmış insan alırlar ki kendi toplum yapılarını bozmasın tam tersine katkıda bulunsun diye […]
19.KM: (araya girerek) kültür ve kültürsüzlük üzerine
20.KA: ve eğitim farkı mesela onların geldikleri yerde ki bu kimseyi ne küçümsemek ne da başka bi şey değil ama herkesin belli bir yetişme tarzı belli bir yetişme kültürü vardır onlar geldikleri zaman çünkü mesela bir eeee türkiyeden bahsedecaksag bir istanbuldan izmirden ve vesaire yani […]

Türkiyeliler de Kıbrıslıların kendileri için yaptıkları bu tarz konumlandırmaların farkındadırlar. Onlar ise bu konumlandırmanın bütün Türkiyeli göçmenlere genellenmesine karşı çıkmakta ve KKTC’de Türkiyeli göçmenler için sınırlı olan yasal hakları eleştirmektedirler. Bu tür konumlandırmaları çoğunlukla reddetmekte ve bir ayrımcılığın söz konusu olduğunu ifade etmektedirler (Alıntı-16).

Alıntı-16: Karışık Grup-4 (H: Türkiyeli, Z: Kıbrıslı)
167-H: Sonra yeri geliyo bizi beğenmiyolar
168-Z: Kimi
169-H: Kıbrıslılar bizi yeri geliyo gayet de şey davranıyolar
170-Z: Ne gibi
171-H: Ayrımcılık gibi
172-Z: Yok
173-H: Evet okulda bunu çok yaşıyoruz
174-Z: Ne ne ne gibi ayrımcılık ediyorlar
175-H: Biz Türküz onlar Kıbrıslı Türk kim ben hiç çok da rastlamıyorum Türkle Kıbrıslı Türk’ün çok böyle arkadaşlık kankalık durumlara

(8) Diğer yandan Türkiyeliler, Kıbrıslılarla birliktelik kurmak istediklerinde ‘Türküz’ diyerek beraberlik kurmaya çalışmakta, suçlamak ya da kendilerini ayrı tutmak istedikleri zaman ‘bunlar, onlar, bu insanlar’, ‘öyle yasalar çıkartıyorlar ki seni kovmaktan beter ediyorlar’ şeklinde konuşabilmektedirler (Alıntı-17). 

Alıntı-17: Türkiyeli Grup-1
171.M: benim sana söylemek istediğim o değil ya düşün öyle yasalar çıkartıyorlar ki yani seni kovmaktan beter ediyorlar ben bir eşime sağlık karnesi çıkartmak için gidiyorum elçilikten bir kâğıt alabiliyorsam ondan sonra gidip polislikten giriş çıkış kâğıdı alıyorsam şey istiyorlarsa yeni doğmuş çocuğuma oturma izni istiyorlarsa sen daha ne diyorsun yaa yeni doğmuş çocuğuma adam oturma izni istiyor

Bu örnekte konuşmacı M, devletin uygulamalarından söz etmesine ve söz konusu sıkıntının kaynağı resmi makamlar olmasına karşın, konuşmanın bağlamında bunu Kıbrıslı Türkler yapıyormuş gibi ifade etmektedir. Bir yandan da ‘Seni kovmaktan beter ediyorlar’ sözü, Türkiye’den gelmiş olanın göçmen kimliğinin bir ifadesi olmaktadır.

(9) Aşağıdaki alıntının (Alıntı-18) başında konuşmacı M, KKTC için ‘memleketim’, konuşmacı A ise ‘kendi memleketimiz gibi’ ifadelerinde bulunmuş olmalarına karşın, ilerleyen satırlarda buranın neden memleketleri gibi olamayacağını anlatmaya girişmişlerdir. Özellikle de konuşmacı M, burayı asla memleketi olarak görmeyeceğini söyleyerek, asıl memleketinin Türkiye olduğunu belirtmiştir. Ve mülakatın tamamı hesaba katıldığında, kendini doğrudan Türkiyeli olarak tanımladığı ve konumlandırdığı görülmüştür.

Alıntı-18: Türkiyeli Grup-1
M: (2sn suskunluk) memleketim yeşil adam cennetim
A: yeşilliği kalmadıki M (gülüşmeler)
Ş: memleketim diyosunuz memleket olarak
A: görüyoruz inanki görüyoruz ama şimdi bakın şöyle diyeyim size nasıl biz öle bir benimsemişizki burayı kendi memleketimiz gibi ama (mmmm) öle bir tiksindiriyorlarki insanı
M:  hele son zamanlarda sürekli baskı var
A: owww yoksa inanın memleketimizden farkı yok gecenin hangi saatinde isdersen çık dolaş ne güzel
Ş: evet ya
A: memleketimizde bile bu kadar rahat dolaşamıyoruz Allah var yani yukarda şimdi bak bu konu için çok şey ama dediğim gibi yau mesela insan yastığa akşam başını koyduğu zaman düşünmeyeceksin yarın ne olacak
M: ben burayı yaşanacak yer olarak görmüyorum ben yaşamam burda şahsen
Ş: neden
M: ben bunlara alışamadım tamam burda yaşıyorum insanları çok seviyorum ama benim memleketim değil asla

Bu konumlandırma (yani Türkiyeli bir Türk olma), Kıbrıslı Türk olmaktan farklı bir Türklüğe işaret etmektedir. Bu durum Kıbrıslı Türklerin çoğunluğunun ‘Türkiyeli’ konumlandırmasıyla paralel gitmekte ve Türkiyelinin Kıbrıslı Türk karşısında ‘öteki’ pozisyonu almasının bir göstergesidir. Bu ötekilik, ‘burda yaşıyorum, insanları seviyorum ama benim memleketim değil asla.’ ifadesiyle kendini göstermektedir.

(10) Diğer yandan, Türkiye’den gelenler de çeşitli stratejilerle – sözgelimi tabi kılıcı hitaplar, aşağılayıcı hitaplar kullanarak – Kıbrıslıları ötekileştirmektedirler.

Kendine tabii kılıcı bir muhatap ilişkisi:

Alıntı-19: Türkiyeliler
“sen rumlarla birlikte kalsaydın”, “türkiye seni kurtarmasaydı”

Alıntı-20: Türkiyeli Grup-1
221-A: E bence valla arkadaş ne olursa olsun bu Kıbrıs’ın hali artık hiç (anlaşılmıyor) kendi kendine ama yani Türkiye’yi suçlamanın bi anlamı yok
222-M: Yok yok yok yok ya sonuçta adamlar bi tane günah keçisi arıyorlar o yüzden donlarına kadar Türkiye şey yapıyor her şeyini karşılıyor

Aşağılayıcı hitap:

Alıntı-21: Türkiyeli Grup-1
348-M: bunlar çok tembelleşti hem de aşırı bir şekilde ondan kaybetmeye yoksa biri burada yediğin pazarlarda domatesi türkiyede sürekli yaşadığımız için daha önce orda gördüğümüz için yüzüne bakmaya şey yapmazsın türkiyede  yemin ediyorum hayvanlara verirsin ya o derece ya  burada bir milyon liraya iki milyon liraya alıyoruz en güzel portakalı türkiyede
349-A: salça bile yapmazsın burada satılan domatesi
350-M: yapmaz
351-A: çöpe döker 
352-M: ondan sonra derler ki hayat pahalı hiç bi işe yaramıyorsun üretim sıfır sıfır

Alıntı-22: Karışık Grup-4 (G: Türkiyeli, Z: Kıbrıslı)
5-G: peki bu ingiliz sevdalılığı nerden geliyor bu kıbrıslılara
6-Z: kim dedi sevdalıdır bu ülke
7-G: siz söylediniz
8-Z: ehh söyle ingilize sevdalıı
9-G: evet prizleriniz bile ingiliz plakalar neden böyle ingiliz aşıklığı var bu kıbrısta

II.              Türkiye Repertuarı

Kıbrıslı Türklerin, Türkiye üzerine yaptığı açıklamaların çoğu Kıbrıs’ın ekonomik sorunları konuşulurken açığa çıkmaktadır. Bu konuşmalar çeşitli yollardan yapılmaktadır. Bunlardan biri, öncelikle, Türkiye’nin Kıbrıs’ı kendine ekonomik olarak mecbur bıraktığı ve kendine bağımlı kıldığıdır. Ama yine de bu suçlamalar tamamen açık ve doğrudan yapılmamakta, çoğu zaman retoriksel bir şekilde yapılmaktadır.

Alıntı-23: Karışık Grup-2 (TY: Türkiyeli, KH: Kıbrıslı)
161-TY: biz dışa kapalıyız ya bu ülkede
162-KH: hım hım
163-TY: Kıbrıs Kıbrıs olarak Kıbrıs ta yaşıyan insanlar olarak
164-KH: tamam ben de öyle diyorum peki neden dışa kapalı
165-TY: dışa neden kapalı
166-KH: dışa neden kapalı
167-TY: ben olayı işte nereye getirecem

Yukarıdaki alıntıda, konuşmacılardan biri Türkiyeli (TY) diğeri Kıbrıslıdır (KH). Her ikisi de ekonomi ile ilgili bu sorunun cevabını bilmekle birlikte, konuşmanın bu kısmı boyunca muhatabın adını koymamak için bir çekişmeye girmektedirler. Kıbrıslı olan Türkiye’yi sorumlu gördüğü halde bunu açıkça dile getirmeden karşısındaki konuşmacıya bunu söyletme çabasındayken, Türkiyeli konuşmacı sorunu Türkiye üzerinden tartışmayı ve de kendisine sunulan konumu kabul etmemektedir.

Aşağıdaki alıntıda ise durum biraz daha farklıdır.

Alıntı-24: Kıbrıslı Grup-2
33-M: peki sizce Türkiye mi suçludur burda müdale etme konusunda yoksa kıbrıstaki baştakiler dese müdahale etme o edemez mi zaten burdakiler karışma dese
34-KM: sen mi girecen ben mi gireyim
35-KA: fark etmez
36-KM: gir sen
37-KA: eeee yani burda iki ucu şey olan bir deynek [gülüşmeler]

Bu sefer konuşmacıların her ikisi de Kıbrıslıdır ve Türkiye’nin “suçunu” konuşmaya hazırdırlar, ama bu biraz cesaret istemektedir. Lafa başlamak, konunun “eeee yani burda iki ucu şey olan bir deynek” olması sebebiyle sıkıntılı ve riskli bir iştir. Nitekim konuşmacı KA, konuya ancak iki sıra alıştan (35. ve 37. satırlar) sonra giriş yapabilmiştir:

Alıntı-25: Kıbrıslı Grup-2
41-KA: hangi pencereden baktığına bağlı bence gerçekten tamamen perspektifine bağlı ben Türkiye olsam benim burda olmam çok mantıklı çünkü düşün bura benim arka bahçeme girer jeopolitik olarak çok önemli bir şeydir stratejik bir yerdedir Kıbrıs tam senin böyle arka bahçenin yatağında bir yer yani kimse istemez öyle bir yerde sürekli bir tehdit ama öte yandan baktığında bunu yaparken burayı ne gadar bozmak zorundadır toplumsal yapısını o ayrı o tartışılır bizim tarafımızda Kıbrıslı türk olarak baktığında bence budur olay yani tamam sen buraya tabiî ki müdale edicen ama ne gadar edecen veya ne çeşit edecen zamanında Özal buraya geldi bütün şeyi özel sektörü hop kapaddı ve gitti
42-KM: bunlar dediğiniz istanbulun bir mahallesi gadardır işlemesine gerek yok biz bunlara bakarık dendi ve ondan sonra […]

Yukarıda dikkat çekici olan, Kıbrıslı konuşmacının Türkiye’nin rolü üzerine konuşurken Kıbrıslı bir vatandaş olarak değil de kendisini Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yerine koyarak konuşmayı tercih etmesidir. Bir yandan, Türkiye’yi Kıbrıs’ın jeopolitik öneminden dolayı müdahale konusunda haklı çıkartarak Kıbrıs Türk kesiminin şu anki sıkıntılarını normalleştirmeye çalışmaktadır. Diğer yandan ise bu normalleştirme içerisine, karşı eleştirisini pasif bir şekilde yerleştirmektedir. Bununla birlikte, Türkiye’nin müdahaleciliğini daha açık bir şekilde konuşan katılımcılar da vardır (Alıntı-26 ve Alıntı-27).

Alıntı-26: Karışık Grup-2 (TY: Türkiyeli, KH: Kıbrıslı)
733-TY: şuan askeriye yönetiyor Kıbrısı
734-KH: şuan askerin çok büyük bir etkisi vardır
735-TY: nere
736-KH: gerek yoktur askerin yönetmesine bile gerek yoktur eliçilik vardır şeyin karşısında eee meclisimizin karşısında eee Türkiye Cumhuriyeti elçiliği vardır onun zaten söyledikleri olur yani çok fazla bişe yoktur askerin gelmesi

Alıntı-27: Karışık Grup-3 (KTE: Kıbrıslı, M: Mülakatçı)
60-KTE: devlet buradaki devlet zaten göstermelik bir devlettir
61-M: neden böyle söylüyorsun
62-KTE: biz Türkiye tarafından kontrol edilirik yani bizim cumhurbaşkanımızdan başbakanlarımızdan hep emirleri zaten aaa gördünüz geçenlerde elçi çıktı hepsini bir bir geçti hepsini bir bir ziyaret etti böyle olacaktı hergün yasa geçirirler anladın bizi idare etmez ki bu 50 tane milletvekili bence yani benim fikrim buradaki meclisi kapatsınlar

Türkiye’yi konuşmanın diğer bir yolu ise Türkiye’den gelen göçmenler ve kaçak işçilerdir. Katılımcılara –özellikle Kıbrıslılara– göre Türkiye’den gelen kaçak işçiler ve Kıbrıs’a yerleşen Türkiyeliler, Kıbrıs halkının güvenliğini, iş imkânlarını ve yaşam kalitesini tehdit etmektedirler (Alıntı-28, Alıntı-29,  Alıntı-30 ve Alıntı-31).

Alıntı-28: Karışık Grup-3 (KTE: Kıbrıslı)
4-KTE: […] neysa 74ten sonra ııı tabi ben şeye de karşıyım Türkiye anadoludan ki insanlar getirdi ııı birçok arkadaşlarım vardır ama ıı biz mesela kapılarımız pencerelerimiz açık yatırdık anladın kimse kimsenin malına garsına gızına anladın yani yan gözüyle bakmazdı çamaşırlarımız dışarda asılı çalınmazdı anladın ciddi söylerim sana ııı ama ne oldu şimdi cezaevine baktığında ıı ben devamlı araştırırım 460 tane tutuklu vardır 30 tanesi Kıbrıslı 430 tanesi Türkiyelidir

Alıntı-29: Kıbrıslı Grup-1
253-KH: […] bizim şu an ki nüfusumuzdan fazla çalışan şeyimiz vardır he gaçak işçimiz bunlar söylenmez bu insanlar nerde kalacak yani nerden alış veriş yapacak atıyorum ne yapacak bunların çocukları nerde okuyacak  
254-KC: kontrolsüz nüfus da başladı

Alıntı-30: Kıbrıslı Grup-2
16-KM: […] çünkü neden biz aslında çok az üreyen insan topluluğuyuk
17-M: ama dışarıdan gelen göçler var

259.KB: Şu anda burda işsizlik var, tabi ki kendi imkânlarıyla çalışabilen küçük atölyeler faaliyet gösterir bir büyük kısmanda bildiğiniz gibi Rum tarafında çalışır.

Alıntı-31: Karışık Grup-1 (KB: Kıbrıslı, M: Mülakatçı)
423.KB: Çözümü işte devlet az öncede söyledim devletin bir denge kurması lazım özel sektörü bu kaçak işçiliği önleyecek en başta kaçak işçileri önlediği anda bence iyi bir seviyeye gelmez özel sektör ama en azından karnını doyurabilir bence
424.M: Kaçak işçi dediğin o zaman Türkiyeden gelenler
425.KB: Türkeden gelenler diyorum

Bunun yanında, Kıbrıs meselesini ekonomik bir temelde tartışan Türkiyeliler de Kıbrıs-Türkiye ilişkilerini eleştirebilmektedirler. Ancak Türkiye repertuarının yol açtığı ideolojik ikilem, Türkiye’yi Kıbrıs için hem olumlu hem de olumsuz konumlandırmaktadır. Türkiye bir yandan işgal eden, elini Kıbrıs’tan bir türlü çekemeyendir (‘kötü baba’), öte yandan KKTC halkının güvenliğini sağlayan, yardım eden konumundadır (‘iyi baba’). Katılımcılar bu söylemleri konuşmaları boyunca birbiriyle iç içe kullanmakta ve kimi zaman çözüme ulaştıramadıkları bu çelişkilerle mücadele etmektedirler (Alıntı-32 ve Alıntı-33).

Alıntı-32: Türkiyeli Grup-2
83-Ö: ihracat yapamamasının sebebi şey mi tanınmadığından mı
84-F: tanınmadıgından
85-A: tanınmadıgından dolayı ya türkiyeye çıkarır ya da ingiltereye götürüyordu burdan onuda kapattı baktı satamıyo malı bir yere
86-Ö: çalıştırılmıyorlar aslında tembellikten ziyade aslında iş yapamıyorlar
[…]
361-G: acaba birazda bunu Türkiye devleti mi yaptı hani sürekli para verip
362-F: şımarttı ablam şımarttı paraylan şımarttı
363-G: hazıra alıştırdı
364-Ö: gönderdiği parayıda denetlemedi
365-F: şımarttı ablam
366-A: ucunu tutmadılar bitti

Alıntı-33: Karışık Grup-4 (G: Türkiyeli)
54-G: evet işte zaten Kıbrıs o yüzden bence hazırcı bi toplum olarak biliniyo ne yazık ki biz tabii ki asla tembel demek istemeyiz değindiğiniz konu da bunla ilgili zaten keşke biz Türkiye olarak balık tutmayı öğretsek de hani insanlar da bir şeyler kendi yapsa fakat Kıbrıs’ın yani mükemmel bi ekonomisi yok yani keşke daha fazla gelişse yani […]

Hem Türkiyelilerle hem de Kıbrıslı Türklerle, Türkiye’nin Kıbrıs’la ilişkileri üzerine neredeyse her konuşmada ‘baba-çocuk’ metaforunun kullanılması dikkat çekicidir. Nitekim Baruh ve Popescu (2008) da Türkiyelilerin Kıbrıs meselesini bu metaforla konuştuklarını ifade etmektedir.

Alıntı-34: Kıbrıslı Grup-2
KA: ha orda bi şey söylemek isterim benim en çok canımı sıkan türkiyeyi gerçekten çok suçladığım bir şey var eee ben işde biz size her sene bu gadar milyar dolar para veririk bu gadar bilmem ne şimdi eeee mantıklı hali vakti zekası yerinde olan bir insan bir çocuğuna parayı verdiği zaman al olum al al annem al hadi al hadi hadi mi der yoksa verir bu parayı bakar bakalım bu çocuk ben parayı verdim gitsin kursuna yatırsın aceba kursuna yatırdı mı gerçekten yoksa nereye harcadı parayı gumara mı yatırdı bilmem bu parayı verdim gitsin yemiş alsın aceba yemiş mi aldı yoksa alkol esrar bilmem ne mi gitdi aldı halbuki o kadar milyon dolarlar yatırıldı size verildi denir neden kontrol etmezler neden beslemeler diye birincisi paranın sen nereye gittiğini kotrol etmen ikincisi bu para neden gelir buraya neden sen bana besleme deycek durum yaradıldı ora bir bakmak lazım en baştaki sebebine bakmak lazım beslemeleri yaradan sensin

Bu alıntıda (Alıntı-34) görüldüğü gibi, Kıbrıslı katılımcı, Türkiye’nin Kıbrıs’la ilişkilerini baba-çocuk metaforuyla ve bir nevi ergen diliyle anlatmaktadır. Buna göre, verdiği parayı, çocuğunun nereye harcadığını kontrol etmek babanın görevidir. Bu anlamda, ‘baba’ konumunda olan Türkiye, görevini iyi yapmamaktadır. Kıbrıslı Türk’ün baba yerine koyduğu Türkiye karşısında, kendi ‘çocuk’ konumunu reddetmediği aksine kendini bu ilişkide ‘çocuk’ konumuna oturttuğu ve bu konumu sahiplendiği görülmektedir. Ve bu ‘çocuğu’ yaratan Türkiye’nin sorumlulukları, Kıbrıslı katılımcı tarafından ona hatırlatılmaktadır (“verdiğin paranın arkasına düş, kontrol et”).

III.             Çözüm Repertuarı

Konuşmacılar Kıbrıs meselesi ile ilgili her ne kadar gerçek ya da somut çözüm önerileri ortaya sürmeseler de Kıbrıs’ın içinde bulunduğu olumsuz durumdan nasıl kurtulacağı ile ilgili açıklamalarda bulunmuşlardır. Bu açıklamaları, ‘Çözüm Repertuarı’ gibi bir başlık altında konuşabiliriz. Kıbrıs’ın olumsuz durumundan söz ederlerken görüş ayrılığına düştükleri noktalarda, katılımcılar çoğunlukla bu repertuarı kullanmaktadırlar. Kıbrıs’ın içinde bulunduğu olumsuz durum; ‘KKTC’nin ekonomik olarak Türkiye’ye bağımlılığı’, ‘Rum kesiminin Kıbrıs üzerinde oynadığı oyunlar’ ve ‘KKTC’ye uygulanan ambargolar’ gibi konuşmacılar tarafından ortak şekilde dile getirilen meselelerle açıklanmaktadır. Katılımcılar bu gibi sorunların çözümü konusunda ortaya çeşitli argümanlar sürmektedirler. Bunlardan biri, ‘Kıbrıs’ın baştan yaratılması’ gibi ütopik bir fikri içermekteyken, diğerleri de ‘Türkiye’nin Kıbrıs’tan elini eteğini çekmesi’, ‘Türkiye’nin desteğini arttırması’ ve ‘Kıbrıs’ın tamamen bağımsız olması gerektiği’ gibi aslında bağımlılıktan çıkışı sağlamaya yönelik somut çözüm önerilerinden ziyade birtakım temennileri içermektedir. Bu temenniler/öneriler, çözümün nerede yattığını söylemekle birlikte, çözümün nasıl gerçekleşeceği noktasına ulaşamamaktadırlar. Bu nedenle de tartışmayı bir çözüme ulaştırmaktan ziyade, katılımcıların kendi mevcut konumlarını sürdürmelerine hizmet etmektedirler.

Alıntı-35: Kıbrıslı Grup-2
203-M: türkiye burdan elini çekse deylim mesela kıbrıs kktc yani kendi kendini yönetebilir mi yeter mi kendi kendine yoksa daha beter yok olup gider mi sizce
204-KA: şimdi bu neye benzer ben mi söyleyim
205-KM: söyle söyle
206-KA: ee bir piknik alanı düşünün piknik alanında eee tuvaletler vardır  şimdi o tuvaletlere insanlar girer çıkar onun düzenli temizliği yapılır değil mi bir de vardırki bazı yerlerde  temizlik yapılmaz orası kirlenir kirlenir kirlenir kirlenir ve artık temizlesenizda altından çıkacak olan şeyler ya paslıdır ya gırıkdır ya da yokdur artık yerinde ben bunu ona benzedirim burası yıllardır belli bir şekilde işlenmiş deylim bir şekilde içine olmuş olmuş olmuş şimdi bugün geri çekilse e ben yani altı pasdır bunun bişey yokdurki bunun altında ben ne üredirimki gendi paran var mı senin gendi gendi iş yerinde ekonomin turizmin bişeyin var mı senin gelirin var mı

Alıntı-36: Karışık Grup-1 (KB: Kıbrsılı)
70.KB: bana göre bu memleket nasıl düzelebilir bilirsiniz bu güne kadar politika uğraşmış milletvekilliği ya da bakanlık yapmış tüm politikacıları sil baştan değiştirirseniz değişirse bu ülkede o zaman bu ülke bence düzelir […]

‘Çözüm’ inşası da önceki repertuarlarla iş birliği içinde, ‘Kıbrıs’ sorunuyla ilgili ideolojik ikilemlere sebep olmaktadır. Katılımcılar bir yandan Kıbrıs’ı ‘tamamen batmış bir devletiz’ diyerek konuşurken, aynı zamanda yukarıdaki önerilerle de bir çözümün olabileceğine dair söylemleri inşa etmektedirler.

Alıntı-37: Karışık Grup-4 (G: Türkiyeli)
38-G: […] fakat bu Kıbrıs sorunu bence bitmiycek yani gerçekten çözülmiycek gibi geliyo bana böle devam eder yani zaten yıllardır çözülmeye çalışılıyo […]

Alıntı-38: Kıbrıslı Grup-1
24-KC: şimdi bu durum şu anki durum olması gereken bir durum mu yoksa çözüm olması gereken bir durum mu
25-KH: ha senin demek istediğin bana yani
26-KC: yani
27-KH: yani çözümü olsa daha iyi yoksa böylemi gitsek daha iyi
28-KC: evet
29-KH: tabiki çözüm olsa daha iyi tabi nasıl bir çözüm iki ayrı devlet şu anki gibi
30-KC: evet
31-KH: tanınmış bir kktc
32-KC: evet
33-KH: daha iyi destekli kktc ambargolar kaldırılır ticari şeyimiz şey yapar daha çok destek alırık hatta rum tarafında rum tarafında 3 ay yaşadım bilirim rum tarafında sen istersen bir işyeri açarsın sana hemen hemen gelir avrupadan gelir hiben gelir yüklü miktar […]

Aşağıdaki Alıntı-39’da, Kıbrıs’ın mevcut sorunlarının çözümüyle ilgili ayrı görüşlere sahip Kıbrıslılar arasındaki tartışma görülmektedir:

Alıntı-39: Kıbrıslı Grup-1
575-KC: kuralı neyisa
576-KH: sence ne yapmalı KKTC?
577-KC: şimdi bak
578-KH: bu anlatdığın durumlara göre ne yapmalı KKTC? Bu KKTC ne yapmalı?
579-KC: şimdi bak ben sana bişey söyleyim burda nedir mesele, mademki gurduk da gendi gendimize bu şeyi idare edemiyoruk
580-KH: napalım?
581-KC: deylimki bu düzen böyle gidmez
582-M: hükümetin beceriksizliği mi diyelim?
583-KC: işde 1 dakka şimdi sen
584-KH (atıldı): yok ben senin şeyini merak ederim fikrini, anlayamadım bir türlü çünkü
585-KC: şimdi senin oturduğun bina çürükdür demirler patladı, kökden temeller bozuldu. Diyelimki bu evde yaşamak tehlikeli. Bunu sıvaynan yahut tamirinan olacak bişeyda değil. Peki, ama yerinda burası o binanın olduğu yer. Ne yapan başdan?
586-KH: değişirim
587-KC: neyi değişin?
588-KH: binayı
589-KC: yani yıkanda başdan guran?
590-KH: param varsa öyle yaparım yoğusa kiraya çıkarım
591-KC: demekki senin evin noldu sana bir fayda etmedi
592-KH: neçin sen oturun içinde
593-KC (atıldı): e bir dakka yıkılacak başına öyleysa.
594-KH: ben anlamadım. Sen gene anlamadın
595-KC: bak söylemek isdediğim şudur sana bir faydası yoksa
596-KH(atıldı): evi bırak
597-KC(atıldı): sana faydası yoksa ama başına yıkılacak. Şimdi birda şu var mademki dünya bizi tanımıyor başka alternatifler çıkarmak zorundayık bulmak zorundayık.
598-KH: ne çıkaralım onu söyle bana sen.
599-KC: e tamam yaşadacayık derik da bu gün Türkiye bile bu şeyin üzerinden zora girer Avrupa Birliğinde. Ne der işte Kıbrıs meselesini çözemedim daha der. Hatta der işgalcisin askerini da çek der derhal der.
600-KH: çözülmez
601-KC: tamam ya ama […]

Konuşmacı KC, KKTC’yi ‘çürük bir binaya’ benzetmektedir. Bu bina, temeli bozuk olduğu için çürüktür. Sıvayla, tadilatla düzelecek gibi değildir. Dolayısıyla bu evden çıkılması mecburidir. Konuşmacı KH içinse böyle bir evin varsa, yapman gereken maddi olanakların yeterliyse evi tadilat ile yenilemek yoksa da kiraya vermektir. Görüldüğü gibi, mevcut soruna yönelik olarak evden çıkmak, terk etmek, tadilatla restore etmek gibi fikirler öne sürülmektedir. Ancak bu ev KKTC olarak somutlaştırıldığında bu öneriler soyut kalmakta ve bir sonuca ulaşamamaktadır. Yani katılımcıların birbirlerini ikna etmeye yönelik sundukları çözüm önerileri birbirlerinin fikirlerini değiştirmemekte, mevcut sorunu aynı ve çelişkili yollardan konuşmaya devam etmektedirler.

IV.            Rum Repertuarı

Rum repertuarı katılımcıların savaş yıllarından, Kıbrıs Rum kesiminden söz ettikleri ve KKTC’nin ekonomisiyle Rum tarafının ekonomisini karşılaştırdıkları açıklamalarda inşa edilmektedir. Rum repertuarının inşasını içeren konuşmalarda, hem Rumları ötekileştirmenin, hem de kültür benzerliğini vurgulamanın yani ötekileştirmemenin ortaya çıktığı görülmektedir (Bkz. Şahin, 2011).

Katılımcılar, çoğunlukla Rum halkıyla Kıbrıslı Türk halkının bir sorunu olmadığını anlatırlarken, iki halkı birbirlerine düşüren bir takım işbirlikçilerden söz etmektedirler.

Alıntı-40: Kıbrıslı Grup-1
72-KC: enosis bak Yunanistan karıştı işin içine yoksa Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türkler tek böyle olası bir ee çatışma vuruşma yokdu bunları ben yaşadım
73-KH: 63teki olaylar
74-KC: onlarda gene kısmiydi ama kısmiydi her bölgede yoktu

Alıntı-41: Kıbrıslı Grup-2
220-M: birda ben mesela şeyi merak ederim türkler buraya 1571’de geldi değil mi o zamandan bu zamana 74’de yani 63’e gadar barış içinde barış içinde yaşadı rumlarnan yaşayabildik sonra noldu 63’de ansızın savaş çıkdı
221-KA: işde onu az önce dediğim İngilizlere onu sormak lazım onların zamanında en iyi politikasıydı zamanında ingilizler dünyada güneşi batmayan ülke olarak bilinirdi
222-KM: tabi

         Bazı katılımcılar da “Rum’dan dost olmaz” ifadesiyle Rumları ötekileştirmektedirler (Alıntı-42).

Alıntı-42: Kıbrıslı Grup-1
7-KH: şimdi iki komşu 10-15 seneye yakın hep beraber yemişler içmişler bunlar 74 önce dedemin komşusu arkadaş anlamında çok iyisin falan filan bir savaş çıkmış komşu silah çekmiş dedemlere üstlerine yürümüş o derece birbirlerine şey yaptı yani kedi köpek gibi bir anda dövüşmeye başladılar kin bağladılar 74’ten bu yana genel anlamda konuşacak olursak bizim için yani kıbrıs türk toplumu için iyi oldu benim görüşlerime göre ee karışık yani bilirsiniz Rumları birçok politikaları vardır bizi burda azınlığa düşürmek genel politikaları birçok halkımıza bilet kestiler yurtdışına göndediler yani sırf azaltmak için bilmem saldırılar düzenlediler tarihimizde hep vardır masum insanları öldürdüler etkiler sonuç itibariyle Rumdan bize dost olmaz ha zaman hem iyi günde hem kötü günde şeylerimiz oldu hani tanınmama gibi ambargolar gibi kötü dezavantajlarımız oldu ama her şeye rağmen şu anki durumumuz ben inanıyorum 74 ten önceki durumumuzdan kat kat daha iyidir
8-M: peki sizi Rumlar neden göndermek istiyordu adadan
9-KH: şimdi Rumlar enosis diye bir planı var
10-M: evet
11-KH: olay neydi buradaki Türkleri silelim bilirsin buradaki Türkler Osmanlı döneminde konyadan olsun bilmem o bölgeden olsun getirilen Türkler idi ha buradaki amaç kktc jeopolitik durumu kıbrısın kktc demeyeyim işte denizlere hâkim geçit kollarına hâkim…
[…]
342-M: benim görüşüm kıbrısta peki düşünür müsünüz Rumlarla aynı çatı altında yaşamayı
343-KH: ben sana yemin ederim öyle bir şey olsun yemin ederim bu suyu içemeyim bu ülkeyi terk ederim
344-KC: bence yanlış
345-KH: giderim gider türkiyede yaşarım

Aşağıdaki alıntıda  (Alıntı-43) Türkiyeli katılımcının Rum’u nasıl ötekileştirdiğini, federasyondan yana olan Kıbrıslı katılımcının ise bu ötekileştirmeye nasıl karşı durduğunu görebiliyoruz. ‘Rumdan dost olmaz düşüncesi’, Rumların Kıbrıslı Türklere karşı gerçekleştirdikleri katliamların somut bir kanıtı olarak ‘müze’ örneği ile katılımcı TY tarafından meşrulaştırmaya çalışılmaktadır. Buna karşılık olarak KH ise bunun tek taraflı bir şey olmadığını aksine Rum tarafında da Türklerin gerçekleştirdiği yıkımların olduğu argümanını ortaya koymaktadır. Bu anlamda federasyondan yana olan Kıbrıslı Türkler ile Türkiyeli göçmenlerin Rumları konumlandırmalarında ötekileştirme bağlamında farklılıklar görülmektedir. Bir Türkiyeli göçmenin kendini öncelikle Türk görmesinden farklı olarak, Kıbrıslı Türk kendini öncelikle Türk olarak değil de Adalı/ Kıbrıslı olarak gördüğünden dolayı bu konumlandırmalar (Rum’un konumu) müzakereli durumda kalmaktadır.

Alıntı-43: Karışık Grup-2 (Kıbrıslı KH, Türkiyeli TY)
206-TY: Lefkoşa da madonun karşısında barbarlık müzesini biliyor musun
207-KH: biliyorum
208-TY: gittin gezdin mi
209-KH: çok gezdim
210-TY: neyi anlatıyor barbarlık müzesi
211-KH: şimdi (gülümseme) şöyle bir şey söyliyeyim sana barbarlık müzesinden ziyade sen hiç rum tarafında ya da herhangi türklerin yaptığı barbarlık müzesi veya buldukları bir
212-TY: şimdi o başka konu
213-KH: şimdi başka değil
214-TY: hayır ben sen
215-KH: şimdi biri rum yapıyor diğeri türk yapmıştır vakti zamanında
216-TY: sen bana burdakini anlatırsan
217-KH: ya bak savaş kötü bir şeydir insanların ölmesi kötü birşeydir savaşa her insan karşıdır da benim biraz daha demeye çalıştığım işin eee siyasi veya o bir çözümü bulabilirsek tartışma biraz daha ee aktif bir şekilde düzgün gelişebileceğine inanıyorum mesela demeye çalıştığım şudur ee yani türk ve rumlar çalıştığım türklere saldırmıştır evet ondan sonra işte türkiye gelmiştir garantör devlet olarak burayı kurtarmıştır bilinen budur ve ya sana anlatılan veya derslerinde gördüğünde budur

Metaforlar

Yukarıda ortaya koyduğumuz açıklayıcı repertuarlar dışında, konuşmaların söylemsel düzeninde dikkatimizi çeken bir diğer unsur metafor kullanımlarıdır. Konuşmacıların, etkileşim bağlamında Kıbrıs’ı tanımlamak için anlattıkları soyut meseleleri daha açıklayıcı kılmak için metafor kullanımlarına başvurdukları görülmektedir. Bununla birlikte, katılımcıların böyle bir dilsel aleti kullanmaları, bir toprak parçası ya da mekân olarak Kıbrıs’ı metaforlar aracılığıyla anlamlandırmalarını ve inşa etmelerini sağlamaktadır.

Daha önce, Kıbrıs-Türkiye ilişkileri bağlamında ‘baba-çocuk’ metaforundan ve Kıbrıs’ın mevcut sorunlarıyla ilgili çözüm repertuarı bağlamında da ‘çürük bina’ metaforlarından söz etmiştik. Konuşmalardaki diğer metaforların bağlamını ise Kıbrıs’ın jeopolitik önemine yönelik söylemler oluşturmaktadır.

Alıntı-44: Kıbrıslı Grup-2
KA: […] kıbrısı ben şeye benzedirim eee hani nereye gidiyor bu şey diye bunu kimse söyleyemez bence neden derseniz bir şey düşünün dama bir veya bir santrançta iki taraf vardır ama kıbrısda eee kıbrısı bir satranç tahtası olarak düşünürseniz oyuncuların haddi hesabı yok oyuncuların çıkarlarının haddi hesabı yok yani

Bu alıntının (Alıntı-44) öncesinde konuşmacı KA, Türkiye’nin KKTC ile ilişkilerinden söz etmektedir. Türkiye’den KKTC’ye gelen Türklerin, KKTC’nin yaşam standartlarını değiştirdiğinden söz ederken, KKTC’nin (ve genel olarak Kıbrıs adasının) durumunun bundan böyle ne olacağı tartışmasına bu ‘satranç tahtası’ metaforunu kullanarak giriş yapmıştır. Kıbrıs bir satranç tahtasıdır ve bu oyunu oynayan oyuncuların “haddi hesabı” yoktur. Türkiye, Kıbrıs üzerinde çıkarları olan bir oyuncu olarak açıklanmaktadır, ama KA’ya göre bu oyunda söz sahibi olan sadece Türkiye değildir.

Aşağıdaki alıntıda (Alıntı-45) konuşmacı KA, KKTC’yi Türkiye’nin ‘kirlettiği bir piknik alanı’ olarak görmektedir. Piknik alanı benzetmesi, esasında KKTC’yi olumlayan bir içeriğe sahiptir, ancak söz konusu piknik alanı, Türkiye sayesinde artık kirlenmiştir. Görüldüğü gibi, piknik alanı metaforu, KA’ya Türkiye’nin Kıbrıs’ta yarattığı olumsuz sonuçlara yönelik eleştirilerini doğrudan açık bir biçimde söylemeden, bu fikirleri soyutlaştırarak anlatmasını sağlamaktadır.

Alıntı-45: Kıbrıslı Grup-2
M: türkiye burdan elini çekse deylim mesela kıbrıs kktc yani kendi kendini yönetebilir mi yeter mi kendi kendine yoksa daha beter yok olup gider mi sizce
KA: şimdi bu neye benzer ben mi söyleyim
KM: söyle söyle
KA: ee bir piknik alanı düşünün piknik alanında eee tuvaletler vardır  şimdi o tuvaletlere insanlar girer çıkar onun düzenli temizliği yapılır değil mi bir de vardırki bazı yerlerde  temizlik yapılmaz orası kirlenir kirlenir kirlenir kirlenir ve artık temizlesenizda altından çıkacak olan şeyler ya paslıdır ya gırıkdır ya da yokdur artık yerinde ben bunu ona benzedirim burası yıllardır belli bir şekilde işlenmiş deylim bir şekilde içine olmuş olmuş olmuş şimdi bugün geri çekilse e ben yani altı pasdır bunun bişey yokdurki bunun altında ben ne üredirimki gendi paran var mı senin gendi gendi iş yerinde ekonomin turizmin bişeyin var mı senin gelirin var mı

Aşağıdaki alıntıda (Alıntı-46) kullanılan ‘arka bahçe’ metaforu, yukarıdakilerle benzer bir şekilde Kıbrıs’ın Türkiye için jeopolitik önemini vurgulamak için kullanılmıştır. Ancak bu arka bahçe benzetmesi, Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki ‘baskın’ konumuna hak vermek için seçilmiş bir metafordur. Arka bahçe, ihtiva ettiği anlamlar itibariyle değerli olana işaret etmektedir. Bu anlamda Kıbrıs’ın Türkiye için değeri arka bahçe olma özelliğiyle tanımlı olmakla birlikte çok büyüktür. Türkiye, bu bahçeyi sahiplenirken onun yapısını bozuyorsa, bu konuda Türkiye’ye gösterilen anlayış ortadan kalkmaya ve tartışmalı hale gelmeye başlamaktadır.

Alıntı-46: Kıbrıslı Grup-2
41-KA: hangi pencereden baktığına bağlı bence gerçekten tamamen perspektifine bağlı ben Türkiye olsam benim burda olmam çok mantıklı çünkü düşün bura benim arka bahçeme girer jeopolitik olarak çok önemli bir şeydir stratejik bir yerdedir Kıbrıs tam senin böyle arka bahçenin yatağında bir yer yani kimse istemez öyle bir yerde sürekli bir tehdit ama öte yandan baktığında bunu yaparken burayı ne gadar bozmak zorundadır toplumsal yapısını o ayrı o tartışılır bizim tarafımızda Kıbrıslı türk olarak baktığında bence budur olay yani tamam sen buraya tabiî ki müdaale edicen ama ne gadar edecen veya ne çeşit edecen zamanında Özal buraya geldi bütün şeyi özel sektörü hop kapaddı ve gitti […]

 
Alıntı-47’de kullanılan ‘yüzmeyen uçak gemisi’ metoforu, Kıbrıs adasını ifade etmektedir. Daha önceki metafor kullanımlarının aksine, sadece Kuzey Kıbrıs’ın stratejik önemini anlatmak için değil, tüm Kıbrıs adasının jeopolitik önemini ve egemen dış güçlerin kontrolünü vurgulamak için kullanılmıştır. Burada, Kıbrıs’ta yaşayan halkların hiçbirinin aslında adayla ilgili failliğe sahip olmadığı söylemi dikkat çekmektedir. Halkların bu durumu, adanın yüzmeyen uçak gemisi oluşu yüzündendir.

Alıntı-47: Kıbrıslı Grup-1
259-KH: hala da kullanılıyor hala mesela e ortadoğuda problem olduğunda o iki tane üs kullanılıyor daha doğrusu benim inandığım değer şudur kıbrıs yüzmeyen bir uçak gemisidir sıtıratejik çok büyük bi önemi vardır bunun için dünyanın egemen güçleri tarafındanda değerli kılınır dıştan yönetilen bir ülkedir kıbrıslı türkün kıbrıslı rumun ne dediği önemli değildir insanların yani benim şuan ne düşündüğüm ne hissettiğim adada ne olmasını istediğim yani hiç kimsenin umrunda değildir ve yani hiç kimsenin umrunda derken bi devletin meclisine gelsem bile bişeyleri değiştiremem gidişatta çünkü jeopolitik önemi vardır bundan dolayı da hiçbir zaman kıbrıs halkının gerek rum gerek türk hiçbir konuda da kendi kendini de yönetecek iradeye sahip olacaklarını düşünmüyorum e rumlarda kendi kendini yönetmen işin şey tarafı komedi tarafı […]


TARTIŞMA

Daha önce de ifade edildiği gibi, bu çalışmada, Kıbrıs adasının kuzeyinde yaklaşık 37 yıldır birlikte yaşayan Türkiyelilerle Kıbrıslı Türklerin, ‘Kıbrıs meselesini’ konuşurken bu konuşmalarını idare eden söylemlerin kaynaklarına, kullandıkları kimliklere, bu kimliklere göre birbirlerini konumlandırma tarzlarına, argümantasyonlarına ve ikilemlerine eleştirel söylemsel psikoloji yaklaşımı ile bakmaya çalıştık.

Katılımcıların ‘Kıbrıs’ üzerine konuşurken, açıklamalarını üç ayrı söylemsel kaynaktan ya da açıklayıcı repertuardan hareketle geliştirdiklerini söyleyebiliriz: Bunlardan birincisi, ulusal kimlik üzerine yapılan diğer araştırmaları da (Way, 2011; Şahin, 2011; Baruh ve Popescu, 2008) destekleyen kimlik repertuarıdır. Katılımcılar, kendilerini tanımlarken bu repertuarı kullanmaktadırlar. Bölgenin 150 yıllık siyasi geçmişi ve şimdiki durumu ‘Kıbrıs’ üzerinde yaşayan kimliklerin ve Kıbrıs’ın politik durumunun da ne olduğunun tanımı gibidir. Katılımcılar, kendilerini Rumlardan ayırmak istediklerinde Türklüğü/Türk oluşlarını, Türkiyelilerden ayırmak istediklerinde ise Adalı olmayı yani Kıbrıslı olmayı ya da Kıbrıslı Türk olmayı ön plana getirmektedirler. Adada yaşamanın getirdiği bir ‘Adalı’ kimliği var ise de bu durum KKTC’nin siyasi ve ticari tanınmamışlığından dolayı belirsiz hale gelmektedir. Bu repertuar katılımcıların kendilerini açıklamalarında Kıbrıslı olmak, Kıbrıslı Türk olmak, KKTC’li olmak, Türkiyeli olmak gibi çeşitli konumlar sunmakla birlikte, bu konumların Türklük gibi bir üst kimlikte bir araya getirilmesi de her zaman kolay olmamakta ve çeşitli ideolojik ikilemlere (Billig, 1991) yol açmaktadır. Türklük, Kıbrıs’ın var olan çelişkili politik durumuyla bağlantılı bir şekilde, sürekli müzakere halindedir. Kimlik, bir mekân hikâyeleştirmesinden (Taylor, 2010) hareketle kurulmaya çalışılsa da bu çaba ‘Adalı’ olmak yerine soyut bir öze ‘Türklüğe’ indirgenmeye çalışılmaktadır. Türkiye’den göç edenlerin kendilerini tanımlamakta sıkıntı çekmedikleri ve her koşulda ‘Türk’ olduklarını vurguladıkları görülmektedir. Böyle bir Türklük vurgusu, Kıbrıslı Türklerle ortak bir paydada buluşmayı da içermektedir.

Diğer yandan, Türkiye’den göç etmiş olan katılımcılar, kendilerini tanımlarken –özellikle de Kıbrıslı Türk’ten ayırt etmek istediklerinde – ‘Türkiyeli’ ifadesini de kullanmaktadırlar. Böyle bir kullanımla, Türkiye’den gelmiş olan Türkler, Kıbrıslı Türk olmaktan farklı bir Türklüğe işaret etmeyi amaçlamaktadırlar. Bu durum, Kıbrıslı Türklerin çoğunluğunun ‘Türkiyeli’ konumlandırmasıyla da paraleldir. Türkiyelilerin Kıbrıslı Türk karşısında ‘öteki’ pozisyonu almasının bir göstergesidir. Kıbrıs mekân bağlamında Türkiye olmadığı için, Türkiye’den gelmiş olan yerleşimciler, kendilerini buraya ait hissetmemekte, aidiyeti toprak üzerinden kurmaktadırlar. Dolayısıyla, Türk üst kimliğini, mekân üzerinden (Taylor, 2010) yani Türkiye toprağı üzerinden kurmaktadır. Bunun bir başka yönü ise Türkiye’den gelenin göçmen oluşudur. Bu nedenle de Kıbrıs’taki statüsü ve durumu ne olursa olsun, burayı kendi toprağı olarak görmemektedir. 

Katılımcıların açıklamalarına kaynaklık eden ikinci repertuar, Türkiye repertuarıdır. Kıbrıslı Türkler, KKTC’nin ekonomisi hakkında konuşmaya başladıklarında her seferinde bu repertuarla karşılaştık. KKTC’nin Türkiye’ye ekonomik olarak bağımlı kalması ve Türkiye’nin kendine mecbur etmesi, çoğunlukla retoriksel bir şekilde ifade edilmektedir. Kıbrıslı katılımcılar, Türkiye Devleti ile ilgili eleştirilerini ifade ederken, önce Türkiye’yi Kıbrıs’ın jeopolitik öneminden dolayı haklı çıkartarak Kuzey Kıbrıs’ın şu anki sıkıntılarını normalleştirmeye çalışmakta, sonrasında ise bu normalleştirmenin içine kendi eleştirilerini pasif ve retoriksel bir şekilde yerleştirmektedir. Böylece, kendine sağladığı bu güvenli alan içinde, ‘güçlü’ olanın eleştirisini yapma imkânını bulmaktadır.

Bunun yanında, Kıbrıs meselesini ekonomik bir temelde tartışan Türkiyeliler de Kıbrıs-Türkiye ilişkilerini eleştirmektedirler. Ancak Türkiye repertuarının yol açtığı ideolojik ikilem, Türkiye’yi Kıbrıs için hem olumlu hem de olumsuz konumlandırmaktadır. Türkiye bir yandan işgal eden, elini Kıbrıs’tan bir türlü çekemeyendir (kötü baba), öte yandan KKTC halkının güvenliğini sağlayan, yardım eden konumundadır (iyi baba). ‘Baba-çocuk’ metaforu, Türkiye’nin Kıbrıs’la ilişkilerinin konuşulduğu hemen her ortamda karşımıza çıkmaktadır. Öyle sanıyoruz ki bu metaforla birlikte, Kıbrıs’ın konumu, hem Türkiyeliler hem de Kıbrıslılar için sağduyusal bilgi gücüne (van Dijk, 2009) ulaşmış durumdadır. Türkiye’de ve KKTC’de, Kıbrıs’la ilgili mevcut söylemler, hem medyada hem de gündelik dilde  ‘yavru vatan-ana vatan’ ekseninde dile getirilmektedir (Baruh ve Papescu, 2008). Türkiyeli ve Kıbrıslı katılımcıların dilindeki baba-çocuk metaforunu düşündüğümüzde Türkiye, çocuğu olan KKTC’nin ondan bir türlü bağını koparamadığı babası pozisyonundadır. Bu durumda Kıbrıslı olmak baskı altında olmak, mağdur olmak ve iktidarsız olmakla tanımlıdır. Dolayısıyla bir benzetme ile söyleyecek olursak, babadan şikâyet vardır, ama babadan kopmaya yönelik gerçek bir özgürleşme hamlesi görülmemektedir. Bunun yerine, babanın rolünü iyi oynamadığı dile getirilmektedir. Burada Kıbrıslı Türk, kendini konumlandırırken fail olma gücünden soyutlanmış bir nesne pozisyonunda durmaktadır. Yine, adanın jeopolitik konumunun egemen güçler için önemi tartışılırken de ada halklarının Kıbrıs üzerinde failliklerinin olmadığı açık bir şekilde ifade edilmektedir.

Kıbrıslı katılımcıların ekonomik tartışma ekseninin dışa bağımlılık olması veya bunu bir alet olarak kullanması, muhtemelen mağduriyet konumunu meşrulaştırmaya yöneliktir, çünkü bu bağımlı oluş sürekli dile getiriliyor olsa da, bağımlılıktan çıkış yolu hiçbir şekilde konuşulmamaktadır. Ayrıca, Kıbrıslı katılımcılar, Türkiyelilerin (ve Türkiye’dekilerin)  kendilerine yönelik ‘tembellik’ suçlamasına karşı çıkışlarını da buradan meşrulaştırmaktadırlar. Diğer yandan, gerek bu bağımlılığın etkisiyle gerekse bunun öncesinde de genelde çiftçilikle ilgilendikleri için, Kıbrıslı Türkler kapitalist ekonominin rekabetçi yapısıyla pek tanışmamışlardır. Bu sebeple, Türkiyeli göçmenlerin iki ve hatta üç işte birden çalışmalarını, harcamayıp para biriktirmelerini, vs. kendi çalışma alanlarına tehdit olarak görmekte ve küçümsemektedirler. Türkiyeli göçmenler ise Türkiye’den getirdiği ekonomik görgü ve alışkanlıkla ve tıpkı Almanya’ya çalışmaya giden göçmen Türkler gibi, birden fazla işte çalışabilmekte ve tüm aile birlikte çalışarak fazla harcamadan para biriktirmeye çalışmaktadırlar.

Bir diğer açıklayıcı repertuar, çözüm repertuarıdır. Bu repertuar, bir anlamda çözümsüzlüğün ele alınış tarzı gibidir. Yapılan açıklamalarda, çözümün ne olduğuna dair fikirler biçimlenebilmekle birlikte, bu çözümün nasıl olacağına yönelik hiçbir şey içermemektedir. Bu bir anlamda son repertuar olan Rum repertuarında Kıbrıslı Türk’ün kendisini ‘Adalı’ olarak tanımlamasında ve konumlandırmasındaki sıkıntılarla paralel gitmektedir. ‘Adalı’ konumu ancak Türkiyeli göçmenin kendisini Türk olarak görmesiyle ön plana çıkmaktadır.

Bu çalışmada ve analizinde seyrettiğimiz manzara, bize Kıbrıslı Türkler ile Türkiyeli göçmenlerin adada paralel hayatlar sürerken birbirleriyle herhangi bir ortak anlam veya anlamlar üretmediklerini/üretemediklerini göstermektedir. Bu noktada, ikinci kuşak Türkiyeli göçmenlerle yapılacak olan araştırmalar, konuya yönelik yeni ve farklı açıklamalar sunabilirler.

Çalışmanın verilerini, 2010 ve 2011 dönemlerinde, Yakındoğu Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğrencileri bir proje çerçevesinde toplamışlardır. Öğrencilerin büyük bir çoğunluğu Türkiye’den gelenlerden, küçük bir kısmı da Kıbrıslı Türklerden oluşmaktaydı. Ayrıca bu araştırmayı en başta projelendiren (Arkonaç) araştırmacı ile çalışmaya değerlendirme aşamasında dâhil olan diğer araştırmacılar da Türkiyelidir. Çalışma yürütülürken ne araştırmacıların (Türkiyeli) ne de fokus grup mülakatlarını yürütenlerin (Türkiyeli ve Kıbrıslı) aklına ikinci kuşak Türkiyeli göçmenlerin ne düşündüklerinin gelmemesi dikkat çekici bir noktadır ve araştırmaya dâhil olan araştırmacıların ve öğrencilerin Kıbrıs hakkındaki tasavvurlarına dair bir ışık tutmaktadır.



KAYNAKÇA

Baruh, L. ve Popescu, M. (2008). Guiding metaphors of nationalism: the Cyprus issue and the construction of Turkish national identity in online discussions. Discourse & Communication, 2, 79-96.
 Billig, M. (1991). Ideology and opinions: Studies in rhetorical psychology. London: Sage.

Burr, V. (2004). Social constructionism. East Sussex: Routledge.

Canefe, N. (2002). Makers of Turkish Cypriot history in the diaspora. Rethinking History, 6(1), 57–76.

Edley, N. (2001). Analysing masculinity: interpretatative repertoires, subject positions and ideological dilemmas. M. Wetherel, S Taylor ve S.J. Yates, (Ed.), Discourse as data: A guide to analysis (189-228) içinde. London: Sage and the Open University.

Hugg, P.R. (2001). Cyprus in Europe: Seizing the momentum of Nice. Vanderbilt Journal of Transitional Law, 34(5), 1293–1362. 

Parker, I. (1992). Discourse dynamics: Critical analysis for social andiIndividual psychology. London: Routledge.

Potter, J. ve Wetherell, M. (1987). Discourse and social psychology: Beyond attitudes and behaviour. London: Sage.

Robins, K. ve Aksoy, A. (2001). From spaces of identity to mental spaces: Lessons from Turkish Cypriot cultural experience in Britain. Journal of Ethics & Migration Studies, 27(4), 685–712.

Şahin, S. (2011). Open borders, closed minds: The discursive construction of national identity in North Cyprus Media. Culture & Society, 33(4), 583–597.

Taylor, S. (2001a). Conducting Discourse Analytic Research. M.Wetherell, S.Taylor ve S.Yates (Eds.), Discourse as Data: A Guide for Analysis içinde. London: Sage and The Open University.

Taylor, S. (2001b). Evaluating and Applying Discourse Analytic Research. M.Wetherell, S.Taylor ve S.Yates (Eds.), Discourse as Data: A Guide for Analysis içinde. London: Sage and The Open University.

Taylor, S. (2010). Narratives of Identity and Place. London: Routledge.

van Dijk, T.A. (2009). Society and discourse. Cambridge: Cambridge University Press.

Way, L.C.S. (2011). The local news media impeding solutions to the Cyprus conflict: competing discourses of nationalism in Turkish Cypriot radio news. Social Semiotics, 21(1), 15-31.
  
Wetherell, M. ve Potter, J. (1988). Discourse Analysis and the identification of interpretative repertoires. C. Antaki (Ed.), Analysing everyday explanation: A casebook of methods içinde. London: Sage.

Wetherell, M. ve Potter, J.  (1992). Mapping the Language of Racism: Discourse and the Legitimation of Exploitation. London: Harvester Wheatsheaf 

Willig, (2003). Discourse Analysis. J. Smith (Ed.), Qualitative Psychology: A Practical Guide to Research Methods içinde. London: Sage.          





[1] *İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü Sosyal Psikoloji ABD Başkanı
**İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü Sosyal Psikoloji Doktora Öğrencisi