25 Nisan 2015 Cumartesi

PSİKOLOJİ, İNSAN VE 21.YÜZYIL: 
PSİKOLOJİDE BEN VE ÖTEKİ -DOĞU VE BATI 

2008 yılında Istanbul Üniversitesinde düzenlenen 15. Ulusal Psikoloji Kongresinde Açılış konuşması olarak sunulmuştur.

Sibel A. Arkonaç

Psikolojide kullandığımız özne, zihin, öteki, gibi kavramlar biz araştırmacılar için önemli ve asli kavramlardır çünkü insan modelimizde kullandığımız bütün kavramlaştırmaların esasını belirlerler. Psikoloji bugün bu kavramların dolayısıyla kurguladığı insan modelinin esasta evrensel olduğunu ama yaşanan farklılıkların sadece kültürel olduğunu önceden kabul etmektedir.
Özne ve öteki kavramları dünyanın bu iki farklı yakasında aynı dünyayı kurguluyor olabilir mi? veya dünyayı, aynı şekilde kurguluyor olabilir mi?(evrensellik?). Farklı dünya kurgularının kültürel bir varyasyondan, ya da kültürler arası bir farklılık yaşamasından kaynaklandığını düşünmek naif bir düşünce olacaktır. Çünkü neyi nasıl düşündüğümüz zihin esaslı değildir. İnsanlar, dil ve onun eylemi olan konuşma içinde, kendi gerçekliklerini inşa ederler.
Her iki kültürün kendi dilinde inşa ettiği gerçeklikte, özne ve öteki kavramlarının içeriği ve anlamı aynı olamaz öyleyse bu içerik ve anlamlar ait oldukları kültürlerde neye işaret eder? 
Bu çalışmada, psikolojinin temel kavram çifti olan özne ve öteki kavramları ele alınacaktır. Bu ele alış, dünyanın iki değişik yakasından, doğudan ve batıdan karşılaştırmalı şekilde yürüyecektir. Karşılaştırmadaki esas,  özne ve öteki kavramlarının Türkiye’deki kültürel farklılığı üzerine olmayacak Bu kavram çifti, bizzat, her iki kültürün kendilerine has gündelik yaşantılarında kullandıkları bilgi evrenleri ve inşa ettikleri kendilerine has gerçeklik bilgisi içinde karşılaştırılacaktır. 


Giriş
Sesin (sözün) işitilmesi, diğerinin, ötekinin sesini (sözünü) fark etmek ve kendi sesi sözü ile eş değerde ilişkilendirmek anlamına gelir (Shotter2004) .
Bizimkinden başka bir dünyada bir başka hayatın doğasını anlamak için önce kendi (sözünüzden) sesinizden başka seslerin de (sözlerin de) olduğunu yani ötekinin sesini (sözünü) fark etmeniz gerekir sonra da sizin sesiniz (sözünüz) ile bu sesi (sözü) eş düzlemde ilişkilendirmeniz gerekir. Bunun için kendi bağlamınızdan çıkmanız ötekinin bağlamı içinden konuşabilmeniz gerekir. Ancak o zaman onun şartlarında onun sesinde (sözünde) onu tanıyabilirsiniz.
Psikolojinin modernist ekolü, ben merkezli ya da zihin merkezli dili sebebiyle ötekinin sesini kendi bağlamında bilmeye, yakalamaya çabalar. Ama Shotter’ın(2004) ifade ettiği gibi post modernist sosyal inşacı yaklaşım da gizil de olsa aynı çizgide gitmektedir. Öznenin kaybolduğu, failliğin öldüğü, karşılıklı konuşmalarda inşa edilen anlamlardan yani gerçekliklerden başka bir şeyin olmadığını öne sürerken yaptığı yine kendi bağlamından hareket etmektir. Bu bağlam, onun yaşantısındaki kültürel ve sosyolojik dönüşümlerin ürünü olan özne ve fail kavramlaştırmalarıdır.

Öznenin İnşası
Batının kendilik bilgisi kendini öteki üzerinden inşa etmek üzerine oturur bu sebeple de her zaman bir ben ve öteki yarılması yaşar. Modernite ile reddedilen, postmodernite ile tanınmaya (recognition) çalışılan bir öteki meselesi vardır. Bir benzetme yaparsak, batılı birey fotoğrafın kendisi ise bu fotoğrafın negatifi “öteki” denilendir. Bu sebeple öteki kendinde olmayan, olumsuz her şeydir (irrasyonel olan, medeni olmayan, kadın olan, Müslüman olan…). Fotoğraf, basılabilmek için her zaman negatifine muhtaçtır ama basım sonrası bu negatife ihtiyaç yoktur çünkü fotoğraf artık kendini var etmiştir. Bugün batılı birey için varlığının sebebi olan negatifinin farkındalığı, hem negatifin kendisi için hem de kendisinin bireylik inşası için yeni bir problematiktir. (Shotter, 2004) Aydınlanmadan bu yana anlam dünyasının inşasındaki bu gerçeklik artık mutlaklığını kaybetmiştir. 
Bu coğrafyada Türkçe konuşanlar için fotoğrafın negatifi buranın paradigması değildir, fotoğrafın negatifi meselesi yoktur. Dolayısıyla gerçeklik ya da bir başka ifade ile kendilik bilgisi, kendini negatifiyle paslaşarak var edebildiği bir yer değildir. Aksine gerçeklik, kendilik bilgisi, içinde kendini bulduğu verili bir hâldir. Anlamlandırmakla yükümlü olduğu ve tüm iradesini kullanabileceği yegâne hâldir. Burası onun iradesini gösterebileceği yegâne faillik alanıdır. Tüm güçlülük her zaman bilinemezlik dünyasının failine aittir. Kendisi ise ancak bilinebilirlik dünyasının yani bu dünyanın failidir (Arkonaç, 2004). Verili bir gerçeklikte anlam inşa edecek olandır ama bu anlam inşasının yegâne kaynağı bilinebilirlik alanı değildir. 
Batılı bireyden burada ayrılır.  Bilinemezlik Kantvari bir düşünce ile numen dünyası olarak burada halen yaşanırken batıda bu numen dünyası modernizm ile yok sayılarak fenomenler dünyasına indirgenmiş ve anlam inşasının yegâne kaynağı kılınmıştır. Bir başka ifade ile bilinebilirlik de bilinemezlik de bu tekil bilgi evreninde toplanmıştır. Birey de bu tekil bilgi evreninin yegâne faili kılınmıştır. 
Bu coğrafyada ise bilinebilir olanla bilinemez olan ya da rasyonel olanla irrasyonel olan anlamın inşasında birlikte yer almaktadır. Bilinebilir gerçeklik dünyasında nasıl sorularına cevap ararken(bilimsel bilgi ile) yine bu dünya içinde bilinemez olanları ve failini işaretleyerek neden sorularını (rasyonel olmayan ile) cevaplayabilmektedir.
Bireyin kendini içinde bulduğu gerçeklik âleminde “birey oluşunu” nasıl inşa ettiğini gözlemenin en iyi yollarından biri konuştuğu dile bakmaktır. Batı dillerinde özneyi tanımlayan zamir-özne cümlenin başında gelir. Türkçede ise gramer olarak zamir-özne her zaman hem gizildir hem de eyleme eklemlenendir. Türkçe konuşmalarda kişi kendini ya da diğer kişiyi her zaman eylemden sonra tanımlayandır. Kısacası özne bütün Türkçe cümlelerde gizildir ( “Okula gittim”). Nadiren cümle başında, eylemin sorumlusu olarak vurgulanmak için kullanılır (“Ben götürdüm”). 
Bir başka ifade ile eylem Türkçede her zaman kişiden önce gelir. Önce eylem vardır sonra eylemin sahibi vardır bu sebeple özne eyleminde anlaşılandır. Özneyi anlamak için eylemine bakılır Eylem öznenin konumunu belirler. Bu konuma baktığımızda da birazdan ele alacağım üzere eylemin sorumluluğu nadiren özneye aittir. Aslında Türkçede eylem kimseye ait değildir (1. problematik) . Batı dillerinde ise özne her zaman cümleyi inşa edendir. Eylemi anlamak için özneye bakılır.
Türkçe bu gizil özne yapısını çok iyi korumakla birlikte son 25 senedir cümlenin anlam vurgularında rol değişikliğine uğramıştır (Arkonaç,1999;2008). Artık özne eylemde anlaşılmak yerine eylem ikinci dereceye kaydırılıp, öznenin kendisi daha merkezi noktaya çekilmektedir. İnsanlar özellikle genç kuşaklar (bugün artık 30’lu yaşlarında olanlar) eylemin kendilerindeki etkilerini konuşmuyorlar, kendilerindeki eylemi konuşmaya başladılar. Söz gelimi artık gündelik Türkçede eylemi önceleyen, özneyi ikincil kılan birtakım fiillerin (etmek, kılmak v.b.g) yerini öznenin gücünü işaretleyen fiiller özelliklede yapmak fiili almış durumdadır. 
Bununla birlikte öznenin kendindeki eylemi konuşurken, eylemi sahiplenmekten ya da üstlenmekten çok eyleme dair kanaatlerini vurgulamayı ön planda tuttuğu görülmektedir (II.problematik).  (Tekdemir, Arkonaç, Çoker, 2006). Yani, eylem halen öznesinden ve failinden bağımsız kalabilmektedir. 
Bu duruma, aralarında mevki farkı olan kişiler arasındaki konuşmaların incelendiği Tekdemir, Arkonaç ve Çoker’in (2006) araştırmasında dikkat çekilmektedir. 

T. 136-141 Yardımcı doçent, doçent ile birlikte yapılacak olan bir toplantının hazırlıkları üzerinde çalışmaktadır.
Yardımcı Doçent:  ha bu durum  olcak zaten birazcıkta beş beş böleriz.  Oturum başkanlarını size sormadan imeylle yazmıştım(A) oturma başkanları hanfendi unutmayın yazıyoruz dedik yani şu aşamada çünkü onu amet memet değiştiririz(B) sonra diye hani öyle yaptım öyle yazdım (C) haberiniz olsun.
Doçent:  Yok iyi yapmışsın biz de sana
Yardımcı Doçent:  Phh ama yani o programda yazılmayacak yazılsa bile değişir(D) diye düşündüm (E) çünkü kim var diye yazmak iyce abes olcak
 (A) Tekil Gizli özne: öznenin pozisyonu eylemde; 
(B) Çoğul gizli özne: özne pozisyonunu eylemde kaydırarak, kanaat düzleminde belirsizleştiriyor; 
(C) Tekil Gizli özne: öznenin pozisyonu eylemde; 
(D) Öznesiz eylem; 
(E) Eylemde öznenin konumu kaymış ve kanaat düzeyinde

Karşılıklı konuşmalarda kişiler kendi düşünce ve kanaatlerini konuşurken “ben” formunda cümleler kurmaktadır. Ama konuşma yapılacak bir işin ya da yapılmış işin sorumluluğunu yüklenme noktasına geldiğinde kişiler kendilerini belirsizleştiren bir çoğul zamiri yani “biz” demeyi her zaman tercih etmektedir. “Ben” diye konuşurken söylediklerinin sorumluluğunu taşımak zorundadır hâlbuki “biz” e geçtiğinde sorumluluğu bütün bize yaymaktadır dolayısıyla da sorumluluk benden uzaklaşmakta ve kendine bir açık kapı bırakmaktadır. 
Tekdemir’in (Tekdemir,2006) çalışmasında Türkçe konuşanların evde, sokakta, işyerindeki karşılıklı etkileşimlerde birbirlerini kendi anlam dünyaları içinde dinledikleri gözlenmektedir. Bir başka ifade ile birbirleri ile kendilerine dayalı, kendi anlam dünyaları içinde, kendi anlam dünyalarından konuşmaktadırlar. Kurdukları etkileşimin içinde ortak bir anlam inşasına pek gitmemektedirler. (III. problematik)

G1 (39–66)  Evde yemek sofrasında baba, anne ve kızının konuşmaları…
1.KIZI: babannem napıyomuş konuştunuz mu?
2.BABA: konuştum iyiymiş te birol gene çıl-delirmiş gene (.) ilacı mı bitmiş ne olmuş
 rahatsız ediyomuş. Bu akşam da evden aradılar. Birollan sen konuştun mu 
telefonda?
3.ANNE: ne zaman?
4.BABA: bu akşam. 
5.ANNE: [ yoo
6.KIZI: [ birol mu aradı
7.BABA: [sarılmış telefona sen konuşmadın mı telefonla? Köyde aradığında?
8.ANNE: öylendi o akşam değildi
9.BABA: bu işt-öylen miydi o? 
10.ANNE: öylendi
11.BABA:öylen de konuştun mu ki?
12.ANNE: e konuştu:m
13.BABA: konuştun ne diyodu  sana?
14.ANNE: bankadan bana para vermiyolar, havale göndersin zarfla para vermiyolar diyo
15.BABA: pekii oo ondan önce telefona o mu çevirdi ııhh
16.ANNE: o çevirdi
17.BABA: hı?
18.ANNE: o çevirdi!
19.BABA: biri çevirmiştir ona vermiştir
20.ANNE: bilmiyorum
21.BABA: eveet
21.ANNE: dün aradığında da o çev-aman o aradı, sonra arkasından
22.BABA: daha önce de mi aramıştı?
23.İKİNCİ KIZI: abla
24.ANNE: ha?
25.BABA: daha önce de mi aramıştı

Sanki kimse kendi anlam kalesinin dışına adım atmamaktadır. Bu kalelerden çıkış ancak arkadaşların etkileşimlerinde görülmekte, ortak bir anlam inşası seyredilebilmektedir. Bu inşanın da rahatlıkla yapıldığı söylenemez. 
F6 (1–17) İki arkadaş arasındaki konuşmalar
E2: Bu da kötü ama farkında olmamak (.) farkındalık yaani 
(1.0)
E1: Farkında olmamak mı kötü
E2: Farkında olmamak kötü aabi (.) abi farkında olsan bilirsin bi süre so:ra kendine (.) ket vurursun da artık o-
E1: e ama bunu sana biri söylemezse insan kendi kendine farkına zor varıyo hani biri söylemeli ona ki 
(1.0)
E2: Nesi normal nesii fazla nesi az olduğunu[ biri söyleyince anlıyosun da
E1:  [yaani karşındakiyle bi etkileşime girmedin şey olamıyosun abi anlamıyosun 
E2: bu.nu benim kadar iyi (.) anla işte sana yakın olan biri[ söylemezse 
E1:          [ anladım
E2: ya aman işte yakın olmayan biri söyleyemez yani
E1: e elbette canım e beni iyi tanıyan-
E2: direk kendini çeker öyle anladığım şekliyle)) direk kendini çekerr öyle
E1: Öyle. Ya zaten bu samimiyetle alakalı bi şey bence 
(13.0) 
E1: sen zaten bunu söylediğinde benim rahatsız olmiycaamı biliyosun hanii öyle bi rahatlığın var 
(8.0)
Arkadaş konuşmaları esnasında seyir halinde olan da aralarında mutabık kalacakları anlam düzeyini kaybetme korkusu ya da bu düzeyi emniyete almanın gayretleridir. Cümleler, sürekli öncekinin lafını tamamlama çabalarıyla, lafı tekrarlayarak kurulmaktadır. Karşıdaki diğer kişi bu lafları tekrarlama, lafı tamamlama çabasını emniyete aldığında ortak anlam inşası başlamakta yani bir anlamda argümantatif konuşmalar başlamaktadır. 
Ama Çoker’in (2007) çalışmasında gözlediği gibi eğer taraflardan biri diğerini (“hıı”, “evet”,“tabii tabii” şeklinde) olumlamıyorsa bu kişi bir tehdit olarak görülmekte ve olumsuzlanmaktadır. Çünkü anlamı diğeriyle ortak kurmamaktadır. Kendi kurmaktadır. Bu sebeple, anlamda kendini baskın kılan özne diğer kişiden aynı anlamın izdüşümünü beklemektedir. Bu izdüşüm beklentisi karşılanmadığında bu sefer konuşmalar açık ya da gizil meydan okuma içerikli inşa edilmeye başlamaktadır. Herkes kendi anlam kalelerinden konuşmaya geri çekilmekte, kale içinden diğer kaleye okunan meydan ise yine kendinden tahrikli, kendinden menkul soyut bir korkudan beslenmektedir. Kısacası argümansız meydan okumalar içinde kalınmaktadır. 
Anlam dolayısıyla Türkçe konuşmalarda kişinin kendinden menkul bir şekilde inşa ettiğidir. Bu anlamda batılı bireyin aksine işin içinde öteki ya da diğer kişiler, özneler ya da kimlikler yoktur. Tek başınadır. Bir benzetmeyle kendinden münzevidir. Münzeviliğinde ise çoğunlukla eylemsiz kalır, failliği tercihe bağlıdır. Diğer insanlarla paylaştığı şey kendindeki bu tekil anlamaların diğer kişideki varlığıdır. Belki de bu sebeple Tekdemir’in (2006) çalışmasında sokaktaki ya da evdeki konuşmaların aksine arkadaşların konuşmalarında ortak anlam inşalarına rast gelindi. Eğer anlamın inşası bu derece tekil ise, diğer kişideki kendi varlığı, kendi anlamının izdüşümü ancak ilişkinin emniyete alındığı alanlarda aranabilir. 
Dünyevileşmeyle (sekürleşmeyle) kendine yaptığı vurgunun artması ona bu tekilliğini bir kere daha ama belki de ilk defa bu kadar açık göstermektedir. Beri yandan “Ben oluşlara” vurgular ona yeni meseleler de açmaktadır. 
ÖTEKİ
Türkçe konuşmalarda birey kendini batıdaki gibi diğeri üzerinden inşa etmez, diğerini kendisinin durduğu yerden tanımlar, içini doldurur ve bu sayede kendinden kaynaklanan bir öteki yaratarak kendiliğini meşru ve olumlu kılar. Bu sebeple bu konuşmalarda batıda olan bir ben-öteki yarılması yoktur. Burada birey kendi izdüşümünü diğer kişide arayarak kendini var edebilmektedir. Bu anlamda birey, birey olmak için burada sürekli bir diğerine muhtaçtır. Ama kaçırılmaması gereken nokta, diğerleriyle inşa edilen bu gerçekliğin yani anlamın bireyin kendisine yani bireye içkin olduğudur. Bu içkinlik unutulmamalı ki diğeri üzerinden inşa edilen bir anlam içkinliği değildir. Batıda öteki ben’den bağımsız değildir. Burada ise bağımsızdır ama bu bağımsız olanın tanınabilmesi(recognize) ben’in kendi anlamalarının bu diğerinde izlerini görmesine bağlıdır. 
Bu çerçevede devam edersek buradaki öznenin batılı anlamda “öteki” meselesi yoktur (Arkonaç,2004). Öznenin bu coğrafyada bir diğer özne ya da kimlik ile meselesi vardır ki bu da aslında kendi izdüşümünü arama meselesidir. İzdüşümünü göremediğinde bu, sosyolojik düzeyde, kendini diğerlerine karşı meşrulaştırma sorunsalı haline gelmektedir. Hegenomik söylemlere karşı alternatif söylemlerin duyulur hale gelmiş olması mikro düzeyde yine öznenin kendine yaptığı vurguyu artırma talebidir. Nitekim bugün Türkiye’de Kürt, Ermeni, gibi etnik gruplarla baskın grupların karşılıklı yaşadığı sert sürtüşmeler bu yüzden ortaya çıkmaktadır. Artık etnik gruplar da diğer alternatif söylemler de bu baskın grupta kendi izdüşümlerini kurma çabası içindedir.
FAİLLİK
Bu coğrafyadaki Türkçe konuşmalarda eylem, yaşadığımız dilin sentaktik kuruluşuna bakarsak önce gelendir. Batılı dillerde ise eylem özneden sonra gelendir. Bu sadece sentaktik bir fark değildir. Dünyaya dair tasarımın ve içinde eyleyen öznenin tasarımını yansıtır. Batılı özne düşünen özne olarak gerçekliğe dair bilgiyi kendinde seyredip failliğini varlığına dair soruya dayandırmaktadır. Yirminci yüzyılın sonunda failliğini ötekinin zihnini tanıdığını ilan ederek özneler arasına taşımış sonra da “failliğin öldüğünü” ilan ederek, kişiler arası konuşmalara yerleştirmiştir (Potter,1998). Bir diğer anlatımla, post modernist dünyada gerçekliğin kişiler arası gündelik konuşmalarda sürekli dönüşüp değiştiği öne sürülünce öznenin bir varlık (existance) oluşu da failliği de bulanıklaşmıştır. 
Burada ise öznenin bilinebilir bilgi yani gerçekliğe dair bilgi ile bilinemez bilgi ayırımı devam ettiğinden öznenin üzerinde failliğin böylesi bir ağırlığı yoktur. Bilinebilir olanın yani gerçekliğe dair bilginin aranıp bulunmasıyla yükümlüdür bu sebeple her türlü bilgiye (bilimsel ya da sağduyu kökenli bilgiye) başvurarak “nasıl” sorusunu açıklar. Şimdilerde failliğin yaşadığı hal ise (“ben”, “biz” kayışları) öznenin kendine yaptığı vurgudan dolayı sorumluluğunu, failliğini yeniden tanımlama mücadelesidir. 

SORU
Tam bu noktada batılı bilginin buranın gündelik, kültürel ve siyasi pratiklerine nüfuz ettirdiği yeni kavramlaştırmalara ve bunların var olanlarla etkileşimine işaret etmek gerekir. İki farklı dünyanın bu toprakların insanlarına çeşitli etkileşimler yaşattığı ortadadır. Ama bu etkileşimlerin bu yakada nasıl bir anlam inşası ile dönüştüğü başlı başına bir başka problematiktir. 



KAYNAKÇA

Potter,J. (1998) “Fragments in the Realization of Relativizm”, I.Parker (hzr.,) Social Constructionism, Discourse and Realism, London: Sage Publication,27–46 .
Shotter, J.(2004) “Sosyal İnşacılığın Ötesinde: Kartezyen Özne ve Faili Yeniden Düşünmek ve Yeniden Cisimleştirmek.”Sibel Arkonaç (hzr.,) Doğunun Batının Yerelliği:Bireylik Bilgisine Dair. İstanbul: Alfa Yayınları, 2004, 161–199.
Arkonaç, S. (1999) “Psikolojide İnsan Modelleri”, İstanbul: Alfa Yayınları.
Arkonaç, S. (2004) “Gerçekliğin Yerel İnşasında Kartezyen Olmayan Özne, Öteki, Fail”, S.Arkonaç (hzr.,).”Doğunun Batının Yerelliği: Bireylik Bilgisine Dair.” İstanbul: Alfa Yayınları, 2004, 249–274. 
G. Tekdemir, “Repair Mechanisms in Daily Conversations in Turkish: Preliminary Results”, The International Conference on Conversation Analysis Mayıs 2006 Finlandiya, Helsinki basılmamış bildiri. 
G.Tekdemir, S.Arkonaç, ve Ç.Çoker(2006) “Konumlandırma Teorisi: Türkçe Seyreden Konuşmalarda Konumlanışlar”,14. Ulusal Psikoloji Kongresi Ankara, bildiri.
Çoker, Ç. (2007).