7 Nisan 2017 Cuma

Yerel Bir Benlik Modeli İçin Söylem Analizlerinin Teklifi Ne Olabilir? (Yanlış Bir Başlık)


Prof.Dr.Sibel A. Arkonaç

23-24 Mart 2017 tarihleri arasında  Istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü Sosyal Psikoloji Ana Bilim Dalı tarafından düzenlenen Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırmalar Sempozyumu’nda yapılan konuşmanın metni

Bundan on ya da onbeş sene önce olsaydı size burada söylem analizinin ne olduğunu en temel kurallarından başlayarak anlatmam gerekirdi. Ama bugün artık Türkçe literatürde buna gerek kalmayacak kadar yayın ve çalışma örneği sergilediğime inanıyorum. Onun için size bu tanıtımları yapmayacağım. Ama sosyal bilimlerde özellikle de psikoloji çıkışlı olanlar için önemli olan birkaç hususu tekrar etmekte fayda var.
Herşeyden önce söylem analizi adında analizi lafı geçmekle birlikte nicel araştırmanın deney yapmak gibi, alan araştırması yapmak gibi bir analiz yöntemi değildir ya da fokus grup veya mülakat tekniği ya da anket gibi araştırma teknikleri de aklınıza gelmesin. Söylem analizi tıpkı psikolojiden farklı olan psikanaliz gibi insanı anlama teşebbüsüdür; bu anlama teşebbüsünde bir dünya ve insan tasavvuru öne sürer  ve tasavvurla sosyal alanı nasıl seyredebileceğimize dair de bize bir dil teklif eder. Söylem analizi dediğimiz şey bu analizin kendisidir. Söylem analizi bilgiye ve dolayısıyla bilgi edinme metoduna eleştirel durur. Bu eleştirel duruşuyla psikolojiden ve yapısalcı duruşuyla da Freudyen psikanalizden tamamen farklıdır. Bu anlamda psikanalizi farklı cephelere oturtmamız lazım özellikle de Freudyen yaklaşımı yapısalcı duruşuyla diğerlerinden farklı tutmak lazım. Söylem analizinin en önemli ayırdedici duruşu insana dair genellenebilir, tekrarlanabilir ya da evrensel bilgi ortaya koyma gibi bir çabası yoktur niyeti yoktur çünkü zaten bu düşünceye baştan karşıdır. Bu sebeple fenomenleri ortaya çıkartan altta yatan yapıları, süreçleri ortaya sermeye çalışan niteliksel ya da nicel çalışan psikolojiden ayrışır.
Şimdi konuşmamın başlığındaki yanlış başlık ibaresini ele alabilirim. Bu sempozyum için benden bir başlık istendiğinde yerel benlik modelleri ifadesini düşünmeden kullandığımı çok kısa bir süre önce fark ettim. Konuşmam ilerledikçe siz de göreceksiniz ki söylem analizinin oturduğu bilgi anlayışında yerellikten bahsetmek yersiz ve yanlıştır çünkü sosyal alana, dilin içinden baktığı için, dilde üretilenler olarak bakılır ve dilde işleyen süreçler incelenir. Bu sebeple dil inceleme alanıdır. Bu sebeple dilin ürettiğinin  sözgelimi benliğin yerelliğinden ve evrenselliğinden bahsetmek mümkün değildir. Benim bu başlığı kullanma sebebim ise sanırım psikolojideki pozitivistik geçmişim ve onun egemen düşüncesinin izleri olsa gerek. Yerellik  evrenselci düşüncenin bir ögesidir. Genellenebilir bir bilgi ile hareket ettiğiniz zaman genelde işleyenle özelde işleyeni ayırd etmeniz gerekir ve bu noktada da yerellik, önünüze nitel ya da nicel bir çalışma alanı olarak çıkar. Ama söylem analizinin dünya ve insan tasavvurunda böyle bir şey yoktur. Buna birazdan geleceğim. Ama şu an için başlığımın yanlış ve hatalı olduğunu bir kere daha söylemem gerekir.
Benlik ya da kendimi idrak edişim, kendimden ne anladığım Freudyen psikanalizde dış dünyanın içerde bilinç dışında kurgulanıp sembolik sisteme kendini yansıtması olarak anlaşılır. Psikoloji ise  hemen tüm dallarında kişiyi içeriye zihne yerleştirir ve içerinin dışarısı ile dış dünyayla ilişkiselliğini esas alır, bu arada genellenebilir ve tekrarlanabilir benlik modelleri kurar. Hem Türkiye’de hem de yurtdışındaki benlik modellerine baktığınızda, ister Çiğdem Kağıtçıbaşı’nın modeline ister Olcay İmamoğlunun modeline bakın, kurdukları modellerin dayandığı zemin tamamen bu bilgi yapısına oturur.
Psikolojiden farklı olarak söylem analizinin insana bakışı, psikolojiden tamamen farklıdır. Kişiyi sözgelimi kendilik algısını, bilgisini sözgelimi tutumlarına dair düşüncelerini, ve eylemini yani davranışını zihnin dışına çıkartır sosyal alana dil uygulamasına yerleştirir. En önemli ayırdedici vasfı budur: insana dair herşeyi zihnin dışına çıkartır ve sosyal alana yerleştirir. Bu sosyal alan aynı dili konuşanların makro ve mikro düzeyde karşılıklı etkileşimleridir. İster düşünürken ister yazıya dökerken ister konuşurken gerçekliğin ve ondan anlaşılanın her daim sürekli yeniden yeniden inşa edildiği yer dilin icrasıdır. Bu sebeple dil sustuğunda dilin ürettikleri de ortadan kalkacaktır tıpkı sazlar sustuğunda müziğin de susması gibi. Dolayısıyla kendimi idrak edişimin diğerleriyle söz içinde karşılıklı anlamaları nasıl inşa ettiğimize bağlı olduğunu, kendilik dediğim şeyin konuştukça değişen ve dönüşen bir metin olduğunu, söylem analizi yaklaşımı ile anlamaya çalışmak daha yerinde olacaktır.
Bu konuyu uzun yıllardır söylem analizi bakış açısıyla çalışıyorum. Bu bakış açısını, psikolojik bilgiye getirdiği eleştirel bakış açısını ve bilgiyi çok uzun yıllar yazıp çizdim. Dolayısıyla kendisinin ne olduğu ya da ne olmadığı hususunda burada konuşmayacağım. Bu yaklaşımın kullandığı çeşitli analitik yaklaşımlar vardır. Burada kendilik ile ilgili soruma en yakın düşenleri eleştirel söylemsel psikoloji ile ona çok yakın bir noktada duran Foucaultcu söylem analizi oldu. Bu iki analitik versiyonla çok sık çalıştım.Edwards ve Potter’ın arkalarına konuşma analizini alarak geliştirdikleri söylemsel psikoloji ile hemen hemen hiç çalışmadım çünkü metodolojileri incelenebilir yegâne bağlamın konuşma etkileşiminin empirik olarak gözlenebilir ögeleri ile sınırlıydı. Kısacası konuşmada araştırmacının görgül olarak işaretleyebileceğinin dışına çıkmıyorlar, o sıradaki konuşmayı domine eden söylemsel güçleri parantez içine alıyorlardı. O konuşma esnasında bağlama egemen olan söylemi ima edecek hiçbir işaret kullanmıyorlardı. Sözgelimi kadınların o esnada konuşmalarını biçimlendiren modern kadın söylemini işaretleyemiyorlardı. Bu durum Parker’ın da ifade ettiği gibi pozitivist psikolojinin görgül olma şartına çok yakın ve var olanı tanımlamayı amaçlamaktan başka birşey yapmamaktadır (Parker, 2005).
Wetherell bu gruptan 1990ların sonunda ayrıldı. Söylemselcilerin iddiasının tersine, insanların konuşmaya sıfır noktasından başlamadıklarını öne sürdü (Wetherell, 1998). İnsanlar, tanıdıkları tanımadıkları insanlarla konuşurken ya da kendi başlarına düşünürlerken o sıradaki etkileşim akışını geçmişin onlara sağladığı bir terimler repertuarını kullanarak kurgularlar.Bu repertuarlar konuşulan dilin kişilere sağladığı anlam inşalarıdır Bu inşaların bazıları hegemonik/egemen anlam inşalarıdır. Gündelik etkileşimde hemen başvurulan, çoğu zaman doğal, gerçek kesin diye addettiğimiz anlamlardır. Diğerlerine ulaşmamız söylemin kurguladığı bu doğallaştırılmış, normalleştirilmiş gerçeklik sebebi ile ya engellenir ya da kolay erişimleri yoktur (Bkz.Arkonaç, 2016). Sözgelimi eğitimini tamamlayan kadının modern kadın söylemi içinde çalışmama tercihi gibi bir anlam kurgulanmaz, bir tercih olarak kurgulanmaz aksine doğal olandan bir sapma ya da normal dışı olarak anlaşılır. 
Foucaultcu söylem analizinde bu normalleşme doğallaştırma sürecine nasıl girildiğine odaklanılır. Egemen söylem süreçlerinin toplumda hangi gruplara ne gibi menfaat sağladığı ya da kimlerin işine geldiği çalışılır. Sözgelimi Muharrem Gürhanel’in  (2014) çalışmasında gay kişilerin tıpkı heteroseksüeller gibi kadınsılığı ötekileştirdiklerini toplumdaki erkek egemen toplumsal cinsiyet yaşantısı üzerinden okuduklarını görmüştük. Benzer şekilde Zeynep Aygül’ün çalışmasında (2014) yine görmüştük ki, erkekler kendilerini sosyal alanda tariflerken kadını ortamı yumuşatan, nazikleştiren bir öge olarak inşa etmekteydiler. 
Benlik açısından benim için daha da önemli olan nokta şuydu; eleştirel söylemsel ve Foucaultcu söylem analizleri, sözün eylemi esnasında öznenin girdiği konumlara odaklanmasıdır çünkü özne sözü sarf ettikçe birtakım pozisyonlar alır, karşısındaki diğer özneyi de birtakım pozisyonlara sokmaya çalışır bu esnada bu diğer özne de buna karşılık pozisyonlara girer. Bunu yaparken içinde hareket ettikleri söylem çerçevesinden hareket ederler çünkü söylemler bize belli kimliklerle hitap eder, bu kimliklerle bizi tanımlar, haklarımızı belirler, kim olacağımızı söyler, zorunluluklarımızın çerçevesini çizer, yasaklar ve haklar tablosuna sokarlar. Karşımızdakilerle bir konuşma esnasında etkileşime girmemizi belirleyenler bunlardır. Özneler etkileşim alanında kendi pozisyonlarını her an bağlam kaydıkça anlam değiştikçe kaydırır ve değiştirir. Bir başka ifade ile konuşma boyunca özne karşısındakine hep aynı pozisyondan hitap etmez O sırada sözün eylemine göre pozisyonlarını yeniden yeniden inşa eder.
 İşte benim de  seneler önce çalışmalarımın başlangıç noktası bu oldu.
Çok uzun zamandır Türkçe e hep yaptığı birşey dikkatimi çekiyordu: Özneye doğrudan hitapta özne kendisi yerine ‘biz’ zamirini tercih etmekte, iş yapılacak olanlara geldiğinde konuşmalar ortaya yapılıyordu; konuşmalarda özne işaretleyicisi ortadan kalkıyordu. ‘Yapılması gerekenler’ vardı. ‘İşe el atılmalıydı’ Daha sonra Göklem Tekdemir ve Çağatay Çoker’le yaptığımız çalışmada (Tekdemir,Arkonaç,Çoker, 2006) gördüklerimiz durumu biraz açıklar gibi oldu. Türkçe konuşmalarda insanlar o sıradaki anlam inşasına göre zamir kullanımını değiştiriyor hatta ortadan kaldırabiliyorlardı. Asimetrik konuşmalarda duygu ve düşüncesinden bahsederken kendini işaretlemekte (‘düşünüyorum’, ‘istiyorum’, vs.) ama konuşma o düşüncenin ya da duygunun eyleminin inşasına kaydığında eylem belirten fiillerde işaretleyici ‘biz’e dönüyor (yaparız onu)ya da toptan öznesiz cümleler  (‘yapılır’, ‘yapılmalı’, ‘olmalı’, vs.) kurulabiliyordu. Konuşanlar fikir ve düşüncelerinde rahatlıkla kendilerini işaretleyebilirken, eylemin gerçekleştirilmesinde ortamı öznesiz dolayısıyla eylemi sahipsiz bırakmaktadır (Arkonaç,2010). 
Bu durumda özneyi işaretlemek mümkün olamamaktadır. Kürt meselesinin nasıl konuşulduğuna baktığımız çalışmada (Arkonaç,Tekdemir-Yurtdaş, ve Çoker, 2012). daha ilginç olan şuydu: Özne eylem ihtimali ile karşı karşıya bırakıldığı bağlamlarda, güçlü öteki ile arasındaki mesafeyi kendini emniyete alacak şekilde kurguluyordu (Benim Kürtle ne meselem olacak onun devletle derdi var). 
Konuşmalarda kendilik işaretlemesiyle neyin inşa edildiğine ve bununla ne yapıldığına 2015 de Zeynep Aygül’le başka bir açıdan baktık. Öğrencilerin kopya üzerine kendi aralarındaki konuşmaları esnasında ‘bence’ cümleciğini çok sık kullandığını fark ettik.‘Bana göre’ cümleciği de kullanılmakla birlikte kullanılma sıklığının çok az olduğunu gördük. Bu sebeple ‘bence’ cümleciği ile konuşanın ne yapmaya çalıştığına odaklandık. Analizde gördüklerimiz ilginçti: Kişiler ‘bence’ ile lafa başladıklarında ya da ‘bence’ diyerek lafı bitirdiklerinde, konuşma esnasında konuşulan meselenin olayın ya da nesnenin kendisini konuşmadığını gördük. Konuştukları şey kendilerini işaretlemekti; kendisini konuşuyordu bu konu hakkında ne düşündüğünü, hissettiğini anlatıyordu. Bir başka ifade ile meseleyi konuyu o konuşma bağlamında kendini işaretlemekte bir araç olarak kullanıyordu. Meseleyi konuşmak yerine mesele hakkında kendisinin ne düşündüğünü kurguluyordu. Böylelikle o etkileşim alanında var oluyordu.
Bugüne kadar söylem analizi yaklaşımı ve kullandığı analitik versiyonlarıyla Türkçe konuşanların kendiliklerini nasıl kurguladıklarını ve kendilik işaretlemeleriyle neler yaptıklarını görebildim. Buna göre Türkçe konuşanlar konuşma esnasında yaygın bir şekilde :
1.eylemin sorumluluğunu almıyor, 
2. kendini düşünce kanaat yargı bildiren kavramlarda işaretlemeyi tercih ediyor, düşünce kanaat yargı bildiren fiil ve yüklemleri eylem olarak kurguluyor (‘öyle olduğunu düşünüyorum’ ya da ‘sevdiğimi düşünüyorum’), eylem bildiren fiil ve yüklemler Türkçe’de giderek kullanılmaz hale geldi, kullanılanlarda da özne işaretleyicisi nadiren eşlik etmeye başladı.
3. Kendini işaretleyebilmek için konuşulanı araç olarak kullanıyor sözgelimi sahte ya da yetersiz diplomalı psikologlar meselesinde kendisinin ne düşündüğünü anlatıyor ama durumun kendisini konuşmuyor. Ya da şöyle söyleyebilirim: Türkçe konuşmalarda özneler genelde, doğrudan anlam kuruculuğu üstlenmiyor, son dönemlerde de konuşulanı kendini işaretlemekte kullanıyor.
4. Göklem Tekdemir’in araştırmasında (2007) Türkçe konuşanların işte, sokakta ve evde karşılıklı konuşmalarında sıra alış takibi yani karşılıklı bir anlam inşasına girmediklerini bir anlamda paralel konuşmalar yaptıklarından bahseder. Dolayısıyla konuşmalarımıda birbirimizin söylediklerine eklemlenerek bir anlam inşasına girişmek pek yok. Bu anlamda konuşulan ile konuşanın kendisi arasında sürekli inşa edilen ve itina ile korunan bağlantısızlık var.
Benzer bir durum da yine Kürt meselesinin nasıl konuşulduğuna dair araştırmamda gözlemiştim. Tüm konuşanlar mesele hakkındaki görüşlerini bir seyirci koltuğundan anlatır gibiydiler meselenin kendisini işaret ederek kendileri ile mesele arasına mesafe koyuyorlardı. Mesele sahnede sergilenendi kendileri sahne dışında koltukta oturan seyirciydi. 
Kullandığım söylem analizi yaklaşımının  önemli iki analitik versiyonuyla bu noktaya kadar gelebildim. Analizlerimin büyük bir kısmı konuşmaların ayrıntılı bir tasviri gibi.  Ama bu konuşma etkileşimleri sırasında olup biten eylemi ve anlam inşasını açımlamanın ötesine geçebilmem lazım, çünkü birtakım sorularım var sözgelimi bu bağlantısızlık inşası ile Türkçe konuşanların ne yapmaya çalıştıklarını görebilmem lazım. Bunu görebilmem lazım.
Şimdiye kadar çalıştığım söylem analizi versiyonları bu sorumu güç ilişkilerinin hegemonik söylemleri içinden açıklamaya çalışabilir. Sözgelimi Foucaultcu Söylem Analizi ya da Fairclough’un yaklaşımı açısından ele alınabilir (bkz.Arkonaç, 2016). Ama bu gibi analizler, kurgulanan bu bağlantısızlık ilişkisini konuşma eylemlerinde birebir işaretlemekte yetersiz kalacaktır. Açıklama düzeyleri daha makro düzeyde kalacaktır. Gündelik etkileşimdeki mikro analizlere imkan vermeyecektir. 
Konuşulanla konuşanın arasında inşa edilen bağlantısızlık ya da aradaki emniyetli mesafeler, öznenin konuşma esnasında işaretleyici düzeninde onu tehdit edenle ya da korkutanla başa çıkma taktiği gibi görünüyor. Bu noktada onu korkutan hegemonik söylemlerin ne olduğu, bu söylemlerin nasıl hareket ettiği, meseleye pek açıklık getirmeyecektir. Çünkü mesele bu hegemonik söylemlerin tehdit ediciliği karşısında bu öznenin stratejik tavrının ne olduğunu anlamaktır. Bu hegemonik tehdit ediciliğe karşı değişik pozisyonlara girme stratejileri kullanarak kendini korumaya çalışmaktadır.  Bu stratejik tavrını konuşmanın işaretleyici düzeninde tekrar tekrar nasıl ürettiğini anlamaya çalışıyorum. 
Bu mesele ile bağlantılı bir diğer önemli mesele de şudur; artık özne etkileşim ortamında sürekli kendini işaretleyerek var olma amacıyla konuşmakta, ama işaretlediği bu benliğin ahlakî ya da eylemsel sorumluluğunu reddetmektedir. Nitekim Latif Karagöz’le olan çalışmada da gördüğümüz üzere (2013) ahlaki pozisyon alışları sürekli diğerinin pozisyonuna göre kaymaktadır.
Bütün bunlar günümüzün Türkçesinde yaygın bir işaretleyici düzen  inşası olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada sorularıma bir cevap arama zemini olarak karşıma bir başka söylem analizi versiyonu çıktı. Parker 2005 deki makalesinde, Lacancı teorinin söylem analizine olabilecek katkılarından bahseder. Burada Parker’ın Lacan’ın klinik görüşlerinden bahsetmediğini özellikle vurgulamak isterim. Lacancı teorinin, eleştirel bilgi ve buna oturan söylem analizinin esas önermelerine nasıl çok yakın düştüğünü anlatmaktadır. 
Lacan insanoğlunun yaklaşık iki yaşından itibaren gerçek sahici olandan koptuğunu gerçek sahici olanı artık sadece dil vasıtasıyla anlamaya ve hakkında konuşmaya başladığını bundan sonrada buna mahkum olduğunu öne sürer (Sarup,2010). Kısacası doğadan geri dönmemecesine kopmuş ve sembolik dünyaya dahil olmuştur. Bedenini, bilinç dışını, hayallerini, imgelerini ve gerçeklerini konuşulan dilin kendisi kurar (Parker, 2005).Bu dil insanın kendisidir, Lacan için bedenin kendisidir bilinçdışının kendisidir. Söylemciler için de insanın kendini var etme alanıdır, anlamlı geleni kurgulama, yaptırımlar koyma kaldırma alanıdır. Kısacası eylem alanıdır. Lacan’ın düşünmekten anladığı dilin içinde işleyen birşeylerdir dolayısıyla benlik, tıpkı düşünme gibi kişisel ve ve bireysel birşey olmaktan ziyade sosyal ve kamusal bir faaliyettir. kamusal alanda konuşma etkileşiminde bir inşadır. Şimdi bu iddialar biz söylem analizi ile çalışanlar için çok anlamlar ifade eder (Parker, 2005) Benim sorularımı da daha öteye taşıyabileceği düşüncesindeyim.
Lacancı söylem analizi metindeki işaretleyicilerin yani öznelerin düzenini çalışır. Bu işaretleyici öznenin kendisidir ve her işaretleyici bir başka özne için değil her işaretleyici bir diğer işaretleyici için ordadır. Lacancı söylem analizinde metnin gerçek anlamının ne olduğunu ifade eden temaları toparlayan ifadelere ya da metnin akışı içinde meydana gelenlerden sorumlu repertuarlara ya da söylemlere ulaşmak gibi bir çaba yoktur. Lacancı analist daha da indirgenemeyecek anlam taşımayan ögeleri ortaya çıkarmaya çalışır, aynen söylem analizindeki varyasyonları bulmak, farklı anlam kalıplarını bulmak gibi. Lacancı söylem analizi konuşma boyunca çok da anlam taşımayan işaretleyiciler arar ve bu anlamsız ögelerin metnin içinde oynadığı rolleri ya da metnin akışını engelleme tarzını çalışır.Bu noktada beni heyecanlandıran özellikle iletişim döngüsünde sürekli dışarıya itilen dolayısıyla döngünün altına kayıp giden işaretleyicileri çalışabilme imkanıdır. Yukarılarda ifade ettiklerimi, Türkçe konuşmalarda öznenin ortadan kaldırılması ya da belli bir kalıp halinde pozisyon değiştirmesi, sürekli belli bağlamlarda belli zamir kaymalarını yapması, veya otorite ile arasına mesafe koyarak ötekini işaretlemesi, kendini konuşulan üzerinden var etmesi gibi işaretleyicileri bu analizle çalışabilmem mümkün gibi görünüyor.
Lacan metindeki işaretleme sisteminin kumaşını kapitone noktalarının tuttuğunu idda eder. Bunu tıpkı koltukların kumaşlarını tahta iskelete zapteden çiviler gibi düşünmeniz de mümkün. Şimdi işaretlemeleri bir kumaş gibi düşündüğünüzde o kumaşı zapteden bir takım düğmeler, çiviler var. Belirli işaretleyiciler ya da onların metaforik yedeklerinin tekrarı, bizi bu kapitone noktalarının varlığından haberdar edecektir. Yani işaretleyici kendini o zaptetme noktasına/çivisine kadar kendini işaretleyebilecektir ondan sonrası bastırma süreci ile dilin altına kayacaktır.
hemen bu noktada aklıma gelen; karşılıklı anlam kurgulamamalar, ama en bariz olanı hem şimdi içinde yaşadıklarımız, hem de seneler önce Çağatay Çoker’in Hırant Dink’in öldürülmesi üzerine yaptığı mülakatlarda (2007) katılımcıların gelip gelip tıkandıkları ve benzer cümlecikleri kullanmaya başlamaları. Katılımcıların konuşmada sürekli kullandıkları, ‘peki bu durumda ne düşünüyorsunuz’ sorusuna karşılık ‘iç düşmanlar’, ‘vatanın bölünmezliği’ gibi cümleler sonrasında konuşmada temanın sona erdiriliyordu. Buna benzer cümlecikleri gündelik konuşmalarda halen görmeye devam ediyoruz en anlam ögesi ile hareket eden, konuşmadaki temayı ileriye taşımayan bu işaretleyicileri diğer söylem analizi yaklaşımlarıyla ele almak mümkün gözükmüyor. Ama Lacancı söylem analizi bu tıkanma noktalarını ya da bir başka ifade ile bastırma süreçlerini analiz etmede kolaylıklar sağlayacak gibi görünüyor. 
Bu cümleciklerin, ‘vatan bölünmez’ ‘iç düşmanlar’ vs argüman taşımadığını da görüyoruz, içleri her sloganvari düşünce gibi içi boş. Bu tekrar edişin kırıldığı noktalar, egemen işaretleyici olarak iş gören belli işaretleyicileri açığa çıkartabilir.
Lacancı söylem analizi ile ilgili burada derinlemesine tanımlamalarda ve açıklamalarda bulunacak kadar kendimi yetkin addetmiyorum bu sebeple sadece yukarıda sorduğum sorularıma açıklama getirebilecek çağrışımlarımdan bahsederek konuşmamı bitireceğim. Teşekkür ederim.

Kaynakça
Arkonaç,S. (2010). Gündelik Türkçe Konuşmalarda Bireyin Stratejik Özne Konumlanışı Ya Da Eylemine Göre Konumlanışı: Sıradan Episodlara Dayalı Bir Analiz Psikoloji Çalışmaları Dergisi,30; 21-32. http://www.iudergi.com /index.php/ psikoloji
Arkonaç, S. (2016) Psikolojide Söz ve Anlam Analizi:Niteliksel Duruş  Hiperlink yayınları Istanbul
Arkonaç,S. Tekdemir-Turtdaş,G. Ve Çoker,Ç. (2012). “Kürt sorununu” açıklamada kişisel duruş inşası ve mesafe alışlar. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Kış 2012 cilt:11 sayı:39 (251-261) http://www.esosder.org/dergi/39251-261.pdf
Arkonaç,S. ve Aygül, Z. (2016) ‘Bence’ ve ‘Bana Göre’ derken İnşa Edilen Kendilikler ve İcraatları. Söylem Araştırmaları. Hiperlink Istanbul.
sibelarkonac.blogspot.com.tr/search?updated-min=2015-01-01T00:00:00-08:00&updated-max=2016-01-01T00:00:00-08:00&max-results=10
Aygül,Z. ve Arkonaç,S. (2014) “Eskişehir’de yaşayan bir grup erkeğin erkek olmaya dair açıklamalarında kullandıkları dilsel kaynaklar” Psikoloji Çalışmaları Dergisi,33; 31-48 http://www.journals.istanbul.edu.tr/iupcd/article/view/5000033581
Çağatay Çoker (2007) Bir Sosyal Fenomenin Değerlendirilmesi Üniversite Öğrencilerinin Kullandıkları Söylemler. Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, 
Gürhanel,M. ve Arkonaç,S. (2014) “Geylerin öteki inşası “Kadınsılık” Psikoloji Çalışmaları Dergisi,33; 1-14 http://www.journals.istanbul.edu.tr /iupcd/article/view/ 5000033579
Karagöz,L (2013). Gündelik Konuşmalarda Ahlakın Anlamlandırılması. Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Parker,I. (2005). Lacanian Discourse Analysis in Psychology: Seven Theoretical Elements. Theory and Psychology. Vol:15 (2) pp:163-182 
Sarup,M. (2010) Postyapısalcılık ve Postmodernizm: Eleştirel bir Giriş. KırkGece yayınları İstanbul
Tekdemir,G.,Arkonaç,S.A.,Çoker,Ç. (2006).Konumlandırma Teorisi: Türkçe Yapılan Konuşmalarda Seyreden Konumlanışlar.14.Ulusal Psikoloji Kongresi 6-8 Eylül 2006 Ankara, Serbest Bildiri
Tekdemir, G. (2007) Türkçe konuşmalardaki sıra alışlarda onarım mekanizmaları. Doktora Tezi İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. 
Wetherell, M. (1998). Positioning and interpretative repertories: conversation analysis and post-structuralism in dialogue. Dis- course and Society, vol.9, s/387-412. Çevirisi için bkz: http://si- belarkonac.blogspot.com.tr/2014/09/m.html 











2 Mart 2017 Perşembe

Psikolojide Lacan’cı Söylem Analizi: Yedi Teorik Öğe

Psikolojide Lacan’cı Söylem Analizi: Yedi Teorik Öğe

Ian Parker  Manchester Metropolitan University
I.Parker (2005). Lacanian Discourse Analysis in Psychology: Seven Theoretical Elements. Theory and Psychology. Vol:15 (2) pp:163-182 

Çeviri: Sibel Arkonaç

ÖZET
….  
  
Jacques Lacan’ın ismi çoğu zaman, diğer çeşitli Fransız entelektüel figürlerle birlikte–Jacques Derrida ve Michel Foucault gibi- ‘post yapısalcılık’ başlığı altında gruplandırılır (sözgelimi Parker,1992; Sarup, 1988). Bu yanılsamalı başlığın Anglo-Amerikan kültürün, çok geniş alanda farklılaşan Kıta Avrupa’lı değişik teorik bakış açılarını anlama çabalarından sadece birisi olmasının yanısıra (Dews,1995) Lacan’ın çalışmalarını, psikolojide söylem çalışanlar açısından daha ilginç kılmak gibi bir işlevi de vardır (sözgelimi Adlam ve ark, 1977). Söylem analizinde bazı eleştirel yazarların; Derrida’nın (1978,1981) yapı sökümü ve farklılık (difference) tartışmalarında, Foucault’nun (1976,1981) gözetim, günah çıkarma analizlerinde kullanmış olmalarına rağmen ve de bu çalışmaları yerinde okuyup okumadığımız üzerine eleştirel yansımalar yapmış olmalarına rağmen (sözgelimi Hook,2001, Mather, 2000), Lacan’ın katkılarının doğrudan sistematik şekilde kullanılması ya da buna dair tartışma çok azdır. İsmi telaffuz edildiğinde bile yaptığımız işle neden ilgili olduğu ya da onu söylem analizine nasıl dâhil edebileceğimiz hiç belirgin değildir.    
Söylem analizi, psikoloji içerisinde birçok farklı biçimlere girer ama günümüz eleştirel işinde kullanılan çoğu varyasyon, konuştuğumuz dilin nasıl söylemsel örüntüler halinde örgütlendiğine odaklanan (sözgelimi Henriques, Hollway, Urwin, Venn, & Walkerdine, 1984) sosyal psikolojideki ‘dile dönüş’ üzerine (sözgelimi Harre ́ve Secord, 1972) kurulmuştur.  Öyleyse söylem analizi,‘kendilik’ (self) ve dünyaya dair güçlü imajların toplumda  (ve psikolojide) nasıl dolandığını göstermek ve bu gibi imajlara direnen ve sorgulayan bir yolu açması için çok faydalı olabilir (Willig, 1999). Kapitalist toplumda, farklı kategoriler (sınıf, ırk, cinsiyet gibi) üzerinden birbirinden ayrışan insanoğluna dair küçük düşürücü imajlar zincirini bir arada tutan söylem kalıplarıdır bu yüzden dilin analizi burada, aynı zamanda; belli türden sosyal bağlar halinde düzenlenmesi şeklinde kavramlaştırılması gereken ‘söylem’le birlikte bir ideoloji analizi olmak durumundadır (Parker, 2005a).  
Söylem analizi öncelikle yazılı metinlerle çalışmaktadır hatta analiz, doğal olarak ortaya çıkan konuşmalar veya görüşmelerle alakalı bile olsa her zaman bu metinler analize başlamadan önce yazıya (konuşulan iletişimin yazı dökümlerine) dökülür. Söylem analistinin konuşma ve yazının ötesine geçmeye teşebbüs ettiği durumlarda bile metnin temsili değişmez bir şekilde halen yazılı olan bir şeydir (sözgelimi Parker & the Bolton Discourse Network, 1999). Bu tip çalışma geleneğinin ‘metin’ kavramı bu sebeple sosyal olarak yapılandırılmış tüm anlamları kuşatmaktadır. Bu durum Lacan’ın çalışmalarıyla bağlantı kurmayı kolaylaştırırken akılda tutmamız gereken Lacan’ın, analistle karşılaşmasında ‘analizanın’ (diğer hümanistik veya tıbbileştirilmiş söylemsel uygulamalarda ‘hasta’ veya ‘müşteri’ olarak konumlandırılmış özne) konuşmasıyla ilgilendiği ve yazının Lacan’cı analizinde ‘harfler’in bazı niteliklerine özel bir dikkat sarf edilmesi gerektiğidir. (Thurston, 2002). Bu makalede öne sürülmekte olan analiz türü üzerinden konuşan biri için aşağıda bahsedeceğimiz bir takım derin sonuçlar vardır, ki bu sonuçlar burada üzerinde durulan argümanların daha ötesinde daha ayrıntılı tartışmayı gerektirmektedir.   
Bu çalışma Lacan’ın çalışmalarındaki farklı ‘söylem’ tanımlamalarını ve Lacan’cı teorinin psikolojideki söylem analizine olabilecek katkısını araştırmaktadır. Daha fazla ilerlemeden belirtmekte fayda var ki Lacan psikolog değildi ve psikanalitik klinik uygulamasını geliştirmesi ve teorik olarak yol gösteren Freud okumaları, Anglo Amerikan psikoloji araştırmalarının temelini oluşturan özne ve sosyal ilişkiler kavramlarının antitezleriydi (Malone & Friedlander, 2000). Genelde onun fikirlerini tarzımızı geliştirmek ya da iyileştirmek üzere kullanmak isteyen psikolojideki eleştirel yazılarda, Lacan’ın psikolojiye olan düşmanlığı inceden inceye oynanır (e.g. Burkitt, 1991; Parker, 1997a). Bu durum onu bazı yazarlar için daha çekici kılsa da çalışmalarında neyin son derece radikal olduğunu gözden kaçırmamıza yol açmaktadır. Bu sebeple bu makaleyi yöneten ve baştan sona alıp götüren varsayım Lacan’cı yaklaşımın, insanın ne olduğuna dair bambaşka bir kavramsallaştırma talep ediyor oluşudur. ‘Eleştirel psikoloji’ içinde en kritik aşamalardan biri budur çünkü her şeyden önce kendisi psikoloji değildir (Parker, 2003).

Bir Söylem Teorisi için Lacan Okumak 
Bu makale için benimsenen strateji üç basamaklıdır.  Birincisi ben psikanalizi ciddiye alıyor ve gerçeklik iddiasına da söylemsel olarak kurulan olarak bakıyorum. Bu Freud’un psikanalitik kavramları geliştirmesi ile ‘konuşarak tedavide’ dile bakışı arasındaki yakın bağlantıdan kendi ipucumuzu çıkarmak demektir (Forrester, 1980). İkinci olarak Lacan’ın Freud’un gelişim dönemlerini ve kişilik yapılarını yeniden ele alışını, bu kavramların evrensel insan psikolojisinden ziyade kesinlikle sadece dilin işleyişinde kurulduğu kadarıyla kullanıyorum (Malone & Friedlander, 2000). Üçüncü olarak psikanalitik öznellik biçimlerini; batı kültürüyle serilip yerleştirilen, tarihsel ve kültürel olarak inşa edildiği şekliyle birçok insan tarafından derinlemesine yaşantılanan ama aynı inşadan dolayı da insanların kullandığı şekliyle ve dil tarafından kullanıldığı şekliyle, maddesel olarak da etkili bir şey olarak ele alıyorum (Parker, 1997b).


Lacan’cı Söylem Okumasının Bileşenleri 
Söylemi nasıl analiz edebileceğimiz hususunda Lacanın katkılarının söylemsel dayanağına odaklanmakta kullandığım stratejik tercihimin parametreleri içersinde kalarak,  Lacancı teoriyi kendi çalışmalarımızla ilgili kılacak şekilde nasıl okumamız gerektiğini belirlemem gerekiyor. Bu okuma için dört bileşen bulunmaktadır. 
İlk bileşen söylemin doğası üzerine Lacan’ın kendi yorumlarıyla ilgilidir.  Buradaki sorun, Lacan’ın söylem çalışmasını ayrıntılandırışının tipik bir şekilde ister istemez dolaylı eksiltili oluşudur bu sebeple Lacan’ı okumak demek bir yere kadar yorumlama ve tekrar farklı ifade etme işi demektir. Lacan, Saussure’ün (1974) aynı zamanda da Jacobson’un (1975) yazılarından faydalanır bu yazarların, Lacan’ın söylem yaklaşımında çoğu zaman açıkça belirtilip sonra da yaklaşıma uygulanabilecek değişik kavramsal parçalar sağlamak yerine,  Lacan’ın çoktan formüle ettiği fikirlerine post hoc destek sağladığı görülür (keza bkz. Hollway, 1989). Bir diğer karışıklık, fenomonolojik gelenek içerisinden -Hegel’den Heidegger’e kadar- diğer anlam ve yaşantı teorisyenlerinin Lacan’ın söyleme bakış tarzıyla ilgilenmeleridir (Macey, 1995). Bunun anlamı her yorumlamanın aynı zamanda bir yere kadar Lacan’ın söylediklerinin bizim için ne anlama gelebileceğinin gerekçeli bir yeniden inşası olduğu demektir.      
İkinci bileşenin Lacan’ın, psikanalizin batı kültüründe bir uygulama olarak ortaya çıkışı konusundaki -ki edebiyatta, kültürel çalışmalarda ve sosyal teorilerde Lacan’cı çalışmanın esasını oluşturur- kendi yansımalarında zaten haklı bir nedeni vardır: örneğin, ‘analistin söylemi’ndeki açıklamalarında (sözgelimi Bracher, 1993; MacCannell, 1986). Lacan’cı teoriyi kullanan birçok akademik yazı olmakla birlikte özellikle dikkate değer olan kaynaklar, psikanalizin bazı uygun taraflarını aceleyle kendilerine ‘uygulamak’ üzere tahsis edenlerden çok kendilerine psikanalizi geliştirmek üzere bir bakış açısı geliştirmiş olanlardır (Feldstein, Fink, & Jaanus, 1995, 1996). Elbette belli kullanışlı kavramları bağlamından soyutlamadan ödünç almak kolay bir iş değildir.  Lacan’ın edebî metinleri kendi okuyuşu bile gerçekten ‘Lacan’cı psikanaliz’ değildir, ellerinden geldiği kadar ‘Lacan’cı söylem analizi’ diyebileceğimiz bir yol açarken analist, analizan ve dil arasındaki ilişkinin nasıl kavramsallaştırılması gerektiğine dair yeni araştırma soruları ortaya atarlar (Rabatè, 2001).
Üçüncü bileşen Lacan’cı klinik uygulamalara dair açıklamalarda yatar. Lacan’ın kendi yaratıcı önerileri; analizan ile analistin konuşmalarının, psikanalitik sürecin kendine özgü doğası tarafından nasıl yapılandırıldığı(Benvenuto & Kennedy, 1986) ve analizanın -psikanalitik hasta- analiste söylediklerini yorumlama ya da yorumlamama teşebbüsünde söylem işlevlerinin nasıl yerleştirileceği gibi önerilerdir. Lacan’cı psikanalistler bu önerileri yorumlamışlardır, klinik literatür Lacan’ın varmak istediği noktayı anlamakta kullanılabilecek ana kaynaklardan biridir (sözgelimi Fink, 1995, 1999). Lacan’ın söylem üzerine çalışmalarının hatırı sayılır bir kısmı, tedavinin yönünü belirlemek ve psikanalizin psikoterapiden nasıl farklı olduğunu kavramlaştırmaya rehberlik etmesi için sadece analitik çerçeveye uygulanabilmektedir (Nasio, 1998). Lacan’ın çalışmalarını, analizanın kendi bilinç dışı formasyonlarını açıkladığı klinik uygulama alanından söylem ‘analistinin’ ne olup bittiğini açıkladığı metin okumasına tercüme ettikçe her zaman belli bir gerekçeli tahrifat olacaktır.
Ama yine de Lacan’ın ve de Lacan’cıların bu söylem okumalarının, sosyal psikologların veya en azından hali hazırda eleştirel veya söylemsel yönelimli olanların erişebileceği bir versiyona dönüşebileceği dördüncü bir bileşenden bahsedilebilir (sözgelimi. Gough & McFadden, 2001; Hepburn, 2003). Bunun için, Lacan’ın üzerinde ayrıntılı şekilde durduğu farklı söylem kavramlarının, psikolojide söylem analistlerinin genellikle çalıştıkları türden metinlere göre nasıl oynanabileceğini belirlemek gerekecektir. Sözgelimi psikanalistler ve kültür teorisyenleri kural olarak yazı dökümleri üzerinde çalışmaz dolayısıyla yazı dökümleriyle çalışılması durumunda Lacan’cı yaklaşımın tanımı mecburen belli şekillerde değiştirilecektir (keza bkz. Georgaca,2001, 2003).
Lacan, psikanalize sağladığı tutarlı ve sınırsız bir teoriden daha fazla bir söylem teorisi sağlıyor değildir. Söylemi analiz etmenin sağlam bir yolunu sağlamak bir yana, analistin dikkatini analizanın konuşmasında işaretleyicinin yapılandırıcı etkisine verdiği kadarıyla Lacan’cı çerçevedeki psikanalitik bir uygulama, ister istemez böyle bir şeye yol açtığında bile böyle bir yol sağlamaz (sözgelimi Nobus, 2000). İhtiyacımız olan teori, Lacan’ın ve takipçilerinin yazılarında ve uygulamalarında verilmiş ve yayılmıştır dolayısıyla bu okuma aynı zamanda bizim kullanışlı bulabileceğimiz öğeler hakkında dağınık yorumların yeniden yazılması demektir. Şimdi bu yeniden yazma sürecine dönebiliriz.  

Lacan’cı Söylem Teorisinin Öğeleri
Burada ana hatlarıyla belirtilen yedi öğe birçok farklı kaynaktan damıtılmıştır, bütünlüklü bir söylem teorisini temsil etme iddiası yoktur, metinlere uygulanabilecek bir ‘yöntem’ de değildir. Çoğu söylem analizinde ortak olan, metin okuması için sabit bir yöntem ya da yol olması gerektiği fikri Lacan’cı psikanalistler için aforoz edilen fikirdir. Lacan’cı psikanaliz, psikoloji ders kitaplarında psikanalizi tanımlayan açıklamalar olan ıvır zıvırın hiçbirine görgül tanımlanabilir varlık muamelesi yapmaz. Bu yaklaşım ‘herhangi bir şey üzerinde etkisi olduğu iddiasındaki hiçbir varlığı, cinselliği bile’ tanımadığını öne sürmektedir (Lacan, 1979, s/266). Örneğin ‘bilinçdışı’, konuşmanın bir niteliğidir, ‘öznenin kendi bilinçli söyleminin sürekliliğini yeniden kuruşunda kendi tasarrufunda olmayan birey ötesi somut söylemin bir parçasıdır’ (Lacan, 2002, s/50). Bilincin an be an yeniden inşası ve yapısal olarak ulaşılamaz hale gelmesi Lacan’cı analizi zaten retorik, sosyal inşa ve söylemle uyumlu kılmaktadır (Billig, 1999; Burr, 1995; Edwards, 1997).
 Temsilin sabitlenmesi (anchoring) ve metnin biçimsel özellikleriyle ilgilenen ilk iki öğe bu çalışmalarla ilgili verimli bağlantı noktaları önermektedir. Lacan’ın çalışmalarında öznelliğin anlaşılma tarzıyla ilgili psikolojideki söylemsel araştırmalar için yeniden ifade edilmesi gereken belli özellikler vardır, bu özelliklerden faillik ve belirleme (determination) burada üçüncü öğe olarak ele alınacak sonra bunların söylemde bilgiyi kavrama tarzımız üzerindeki sonuçları dördüncü öğe olarak, bu öznenin aldığı konumlar beşinci öğe olarak ele alınacaktır. Bu kavramların üzerinden geçtiğimizde gerçeğin kendine özgü bir biçimine yani altıncı öğeye ve açıklamalarımızdaki yorumlamanın yerine, yedinci öğeye varacağız.

1. Metnin Biçimsel Özellikleri
Lacan’ı İngilizce okumanın eski yaygın formülü ‘Freud + Saussure = Lacan’ idi (sözgelimi, Bird, 1982). Bu bir çok okuru Lacan’ı yapısalcı dil bilimci bir türe indirgemek gibi yanlış bir yola sokarken yukarıdaki formül dilin Lacan’cı analizini içerikten ziyade biçimi önceleyen bir analiz olarak öne çıkarmaktadır. Bir metnin yorumlanması, yüzeyin altında saklı bilinçdışı anlamı açığa çıkarma niyetinde değildir ya da Ferdinand de Saussure’ün (1974) ‘işaretleyici’ye (sesli imajlar) yapışık olduğunu varsaydığı ‘işaretlenenlerin’ içeriğini, ‘kavramları’ geri getirme amacında da değildir. Daha ziyade metindeki işaretleyicilerin düzenidir ki aslında çalışma nesnesi de budur, metnin biçimsel yapısı tıpkı Saussure’ün dile bakışı gibi ‘olumlu terimleri olmayan bir farklılıklar sistemi’ muamelesi edilerek ayrıştırılır (Saussure,1974, s/ 120).
 Lacan’cı psikanalizin amacı ‘mutlak farklılığı sağlamak’tır (Lacan, 1979, s/ 276),  Lacan’ın bu amacı tanımlayışını, yazılı bir metnin analistine hitap eden bir uyarı (aynı zamanda analiz esnasında konuşulan metnin sahibine yönelik bir ders) gibi okuyabiliriz. Bu okumada psikanalizin sonu özneyi, mükemmel bir Saussure’cü olduğu noktaya yani onu taşıyan dilin sadece farklılıklar olduğunu, herhangi bir olumlu terimi olmadığını fark ettiği noktaya gelişini kapsar. Söylem analistinin rolüne birazdan, yorumlama faaliyetine döndüğümüz zaman geleceğiz. Şu an için ‘mutlak fark’ motifi, işaretleyiciler arasında kalıplar ve bağlantılar arama görevini vurgulayacaktır. Ancak bu bağlantılar altta yatan bir düzeni açığa çıkaracak ilahî mükemmel bağlantılardan ziyade birini diğerinden ayıran ve aralarındaki ilişkiyi gerilimli tutan bağlantılar olacaktır. 
Bu farklılıklara odaklanış, psikolojideki söylem analizinin kurucu kurallarından biriyle uyuşmaktadır, analist açıklamalarda farklı açıklamaları bir araya getirmek üzere derinlerde yatan tek ve birimsel bir kural kehanetinde bulunmaktan ziyade, açıklamalardaki ‘değişkenliğe’ bakar (Potter & Wetherell, 1987). Lacan’cılar için bu değişkenlik diğer bir özneyle sadece iletişim kurma çabasında olup da engel olarak karşısında dili bulan bir öznenin yaratıcı faaliyetine dayandırılamaz; ‘Özneyi temsil eden şey bir işaretleyicidir’ (Lacan, 1979, p. 198). Ama bu işaretleyici ne konuşan kimsenin ya da yazarın kafasındaki kavramların anlam verdiği bir şeydir ne de bir diğer özne tarafından keşfedilip kabul edilebilecek bir şeydir çünkü bir işaretleyici bir özneyi temsil ettiğinde bu ‘başka bir özne için değil, başka bir işaretleyici içindir’ (Lacan, 1979, s/ 198). Bir terimin ya da bir ifadenin işaretleme değerini analist tanımlayacaktır o halde bu, konuşma analizinin yapacağı şekilde (sözgelimi, Antaki, 1994) değil de konuşma sıralamasında daha sonra gelecek terimlere diğer konuşmacıların özne olarak yönelimleriyle yapılacaktır.  
Belli bir analizin bitiş noktası dolayısıyla söylenenleri, metnin gerçek anlamının ne olduğunu ifade eden ‘temalar’mış gibi toparlayan kelimelere ya da ifadelere veya metnin akışı içinde meydana gelenlerden sorumlu repertuarlara ya da söylemlere ulaşmak olmayacaktır. Lacan’cı bir analist daha ziyade, ‘indirgenemeyecek, anlamsız- anlam olmayandan oluşan- gösterge öğeleri ortaya çıkarmayı’ amaçlar (Lacan, 1979, s/ 250), Lacan burada her öznenin ‘özne olarak maruz kaldığı indirgenemez, travmatik, anlamsız’ bir gösterge olduğunu iddia eder (Lacan, 1979, s/ 251). Sözün kısası Lacan’cı bir söylem analizi, meseleyi, karakterlerin her hangi bir şekilde biyografilerine indirgeme girişiminden kaçınır daha çok anlamlı olmayan işaretleyiciler arar ve bu anlamsız öğelerin metnin düzeninde oynadığı rolleri ya da akışını engelleyişindeki rolleri belirlemeye çalışır.  
Lacan’ın çalışmalarında, içerik okumasından metnin biçimsel niteliğinin analizine–farklılıklara, göstergeler için süjelerin temsiline ve anlamsız işaretleyicilerin aranışına odaklanarak ifade edilir- kasıtlı kayış aynı zamanda Lacan’nın ‘matema’lar (mathemes) vasıtasıyla söylemin teorik eşleştirmesinde de açık hale getirilmiştir. İlerideki bölümlerde göreceğimiz üzere, işaretleyici öğeler arasındaki ilişkiler, ‘mutlak işaretleyiciler’ gibi cebirsel sembollerden oluşan matemalar halindeki düzenlemelerle ele geçirilir. (Lacan, 1977, s/ 314).

 2. Temsilin Sabitlenmesi
 İster belirli bir özne tarafından konuşulmuş olsun ister bir veya daha fazla özne tarafından yazılı olarak toplanmış olsun, bir metin parçasının analizi metnin nasıl yapılandığını hedef edinir. Metin bir konudan ötekine kusursuz bir şekilde akıyor gibi gözükse de, belki de konuşmacıların birbirleriyle yaptığı spontane söz alış verişlerinde, yakından bir inceleme bize metnin nasıl yapılanmış olduğunu ve ona nasıl belli bir nitelik kazandırdığını gösterme imkanı vermelidir. Lacan bizi anlam taşımayan işaretleyicilerin iş başında olabileceği, tıkanıklık noktalarını tanımlama yolları konusunda uyarır ama bu noktaları belirlemek belki de bir analizde varabileceğimiz en uzak noktadır. Bu teorik çerçeve bir metnin dönüp durduğu sabit noktaların yerini saptayabilmek, söylemin daha geniş desenleri içinde bir metnin yerini saptamak ve bir metnin geçici mantığının nasıl yapılandığını inceleyebilmek açısından faydalı bir çerçevedir.  
Lacan’ın Saussure’cü dilbilimini kullanması, anlamların bir dilde sabitlenip bu suretle konuşmacının en azından mesajını bir dinleyiciye yönelttiği duygusuna sahip olma tarzı hakkında bir soru sordurur. Eğer dil ‘işaretlenenle işaretleyen arasındaki ilişkiyi bir andan diğerine kaydıran güçlere karşı kendini savunmada bu denli güçsüzse’ (Saussure, 1974, s/ 75), o zaman özne kendini bu güçlere karşı nasıl korur ki? Lacan için bu soru çok daha elzemdir çünkü ‘bastırma’ süreci, işaretleyicileri iletişim döngüsünün dışına iterek işler, metaforların yaratılması bu işaretleyicilerin bu döngünün altına kaymasına izin verir. Lacan (1977) belirli ana ‘dokuma noktaları’nın – veya kapitone noktası, döşeme malzemesinin doldurulup kapatıldıktan sonra açılmasını engelleyen noktalara verilen ad, points de capiton- işaretleme sisteminin dokumasını bir arada tuttuğunu iddia eder, bu iddia belirli işaretleyicilerin veya metaforik yedeklerin metinde nasıl tekrarlandığını fark etmemize olanak tanımaktadır. O halde işaretleyicilerin tekrarı dokuma noktalarının varlığına işaret etmektedir. 
Yapısal ‘bastırma’nın daha geniş örüntülerini (patterns) örnekleyen, tekrar eden, belirli işaretleyiciler de vardır, Lacan’ın ‘matema’larından birinin işe yaradığı noktalardan biri burasıdır. Yapısal dilbilimle halen aynı doğrultuda olmakla birlikte Lacan belirli bir işaretleyici (S1’le gösterilmekte) ile geri kalan işaretleme sistemi (S2’le gösterilmekte) arasındaki ilişkiyi S1 S2 matema yoluyla simgelemektedir. Bir işaretleyici diğer işaretleyicilerle kurduğu ilişkinin niteliğiyle değer kazanır, Lacan’ın mateması aynı zamanda metnin geri kalanında egemen konumda işleyen, sembolik bir sistemde kapitone noktaları olarak daha geniş söylemlerde etkin bir şekilde işleyen belirli işaretleyicilerin kendini gösterme tarzlarını temsil etmeye yarar. Bu ‘egemen işaretleyiciler’ bir metindeki temsil çapaları olarak, muhalefete ya da değişime maruz kalmayan, ‘işler böyle yürür’ gibi bir ısrarın, retoriksel mecazları yoluyla faaliyette bulunur. S1 konumunu benimseyen bir konuşmacı otoriteye, gerekçeli bir argüman yerine sürekli tekrarlarla varlığını sürdüren bir iddiada bulunur, gerekçeli argüman görüntüsünün kırıldığı nokta, egemen işaretleyiciler olarak iş gören belli işaretleyicileri bu suretle ifşa edebilir.   
Lacan’ın, dokuma noktalarının ya da egemen işaretleyici işlevi taşıyan belli işaretleyicilerin veya onların metaforik yedeklerinin tekrarı ile, anlamı sabitleme sürecine dair anlayışımıza kattığı önemli bir sapma vardır. Demirleme süreci geriye dönük işlemektedir.  Bir yaşam öyküsünde travmanın görünüşü olaydan sonra, öznenin ‘geriye dönük’ etki (retroversion effect) olarak anlayamayacağı, bu olaya anlam verme teşebbüsü olarak inşa edilen bir şeydir (Lacan, 1977, s/306). Travmatik, anlam verilemeyen ve başka türlü açıklanamayan demirleme noktalarının geriye dönük yapılandırılışı, gündelik hikâyeleştirmeyi ‘olaydan sonra’ belirlenen bir şey kılar ve böylesi bir ‘olay’ belirli bir cümle düzeyinde ortaya çıkan bir şey olabilir. Lacan bir cümlenin noktalama işaretlemesinin cümlenin kast ettiği şeyden ne anlaşılacağını geriye dönük şekilde belirlediğini söyler dolayısıyla Lacan’cı bir okumada, görünürdeki sebep ve sonucun geçici mantığı tersine çevrilmiştir. O halde söylem analizi, cümlelerin ‘sonu’ görevini ya da metnin diğer uzatmaları görevini gören demirleme noktalarını arayacaktır zira bu demirleme noktaları ancak ondan sonra kendi özgün başlangıç noktasını o sonlandırma anında öne sürecektir. 
Dokuma noktaları ve egemen işaretleyiciler, psikanalizin yakın dönem söylemsel temelli yeniden okumalarına çok benzer bir şekilde, sapma(deflection) ve kaçınmanın retoriksel süreçlerinde birlikte hareket eder (Billig, 1999), işaretleyicilerin geriye dönük etkisine dikkat çekmek Lacan’cı söylem analizi ile herhangi bir ‘öngörücü’ dilbilim çalışması arasına dolayısıyla mesafe koyacaktır. Metin okuması her daim geçici niteliktedir çünkü anlam sadece son işaretleyiciyle değil daha sonradan (temsilin demirleme noktaları olarak hangi kilit noktaların hizmet edeceklerini yeniden şekillendirmek için) ortaya çıkabilecek işaretleyicilerle bile belirlenebilir Dilin bu işlemlerinin, anlamın ve eylemin belirlenişini nasıl gözden geçireceğimizi etkileyecek sonuçları bulunmaktadır. 

3. Faillik ve Belirleme(Determination)
Lacan’cı analiz Claude Lèvi-Strauss’a (1966) çok şey borçludur bu sözgelimi ‘işaretleyiciler insan ilişkilerini, yapılar sunarak ve şekil vererek yaratıcı bir şekilde düzenler’ (Lacan, 1979, s/ 20) iddiasında açıkça görülür. Bununla birlikte Lacan’ın yapısalcılığı kullanışında ayırt edici şekilde psikanalitik –ve söylemsel- olan şey, şu anın ve geçmişin yansımalı şekilde yeniden yapılmasıyla beraber, işaretlemenin ‘yaratıcı’ cephesi üzerindeki duruşudur, davranışın basit öngörüleri bu suretle imkânsız kılınır.  Anlamın ‘üst belirlenişinin’ klasik psikanalitik tanımı (Freud, 1999), bir yorumun diğerlerini engellemediği ve yapılabilir bir yorumun özne tarafından söylenebilecek olanları sınırlamayı veya sabitlemeyi amaçlamaması anlamına gelir.  
Lacan (1998) üç ‘kaydın’ birlikteliğini –Sembolik, İmajiner ve Gerçek- söylemin ‘içinde’ ve ‘dışında’ yatanların aralarındaki basit farklılıktan kaçınarak betimler. Sembolik ve İmajiner(Düşsel) arasındaki ilişkiye, söylemin nitelikleri olarak ikisinin de nasıl düşünüldüğünü göstermek amacıyla kısaca odaklanacağız (ve birazdan Gerçeğe döneceğiz). Sembolik olan L´evi-Strauss’un (1966) tarif ettiği aracılı sosyal değiş tokuşa oldukça düzgün bir şekilde karşılık gelirken, İmajiner olan daha ziyade Janus-yüzlü bir kavramdır. Bir taraftan ötekilerle narsistik ve rekabetçi özdeşleşmeler alanına bağlılığı vardır, bu bağlamda klinik psikanalistlerin ilgi alanıdır. Diğer taraftan benzerlik ve karşıtlık ilişkilerinin yapılandığı ve yeniden üretildiği belli bir etkileşim biçimi olarak işler ki bu aynı zamanda söylem analizinin işine yarar. Etkileşimin ‘düşsel’ açısının söylem analizi, antagonist konumları birbiriyle ilişkili tutan belli türlerdeki metinsel işlemleri seçip alacaktır.
Lacan’ın çalışmalarındaki psikanalitik kategorilerin söylem biçimleri halinde yeniden çalışılmasının aynı zamanda ‘bilinçdışının’ ne olduğunu nasıl kavramsallaştırdığımızla ilgili derin sonuçları vardır. Lacan’a göre dil bilinçdışının koşuludur. Bilinçdışı, özne konuşmaya ve ‘Öteki’nin söylemi’ olarak düşünmeye başladığı anda yapılandırılır (Lacan, 1979, s/ 131).  Bir metin parçasındaki özneye göre ‘bilinçdışının’ ne olduğunun analizi, o halde, bir şeyin söylendiği herhangi bir anda başka bir şeyin söylenemeyeceğini ya da söylenmeyeceğini varsayan ‘boşluk’ ve ‘deliklerin’ analizidir (keza bkz. Billig, 1999). İşte Lacan’cı söylem analizini, sadece var olanı yeniden tarif etmeyi amaçlayan ‘konuşma analizi’ biçimlerinden radikal şekilde farklı kılan budur (sözgelimi Antaki, 1994; Edwards, 1997). Lacan’cı söylem analizinde bilinçdışı, metinde yokluk (absence) işlevini gören şeydir.
Lacan’ın çalışmalarında detaylandırdığı yeni ve üretken kavram küçük a nesnesidir (objet petit a), bu kavrama da söylemin  kavramı olarak bakılabilir. Lacan ‘gerçekliği tamamen topolojik olan nesneden … bir çarpışmayla ortaya çıkan, analizde örmekte olduğun materyaldeki ahşap örme yumurtası- nesne a’dan bahseder  (Lacan, 1979, s/ 257). Bu birtakım çağrışımlar yapan tanımlamada dikkat çeken nokta, analizde konuşmacının etrafında dönüp durduğu ‘sebep’ olarak düşündüğümüz, tanımlanamaz ve büyüleyici bir şeyin rolüdür. Nesne empirik olarak gerçek değildir ama konuşmacının sadece empirik olarak var olan bir başka konuşmacıya indirgemeyecek şekilde hareket eden yönelimini incelemek te analitik olarak verimli bir alettir. Bu bağlamda, küçük a nesnesi söylem alanında yerçekiminin eşanlamlısıdır ve biz bunu, söylemin dışına gerçekte ne olduğunu belirlemek adına çıkmadan söylemdeki kalıpların izini sürmekte kullanabiliriz (keza bkz. Parker, 1998).
Lacan’ın çalışmalarında ‘belirlenme’(determination) üzerine açıklamalarını, eşzamanlı şekilde ‘faillik’ üzerine açıklamalar haline sokan can alıcı varsayımlar vardır. Bu ikisi ayrı değildir birbirlerinin karşı köşesinde de durmazlar. Bunun yerine anlamın üst belirlenimi aynı zamanda öznenin üst belirlenimidir ve özne için en ‘mahrem’ olan dışarıda olan şeydir. Söylemde öznenin bu mahrem dışı oluşu için Lacan’ın yeni kelimesi ‘dıştanlık’tır (extimacy), sembolik olan, bilinçdışı ve küçük a nesnesi öznenin içinde değildir, söylemin dışında değildir (Miller, 1986).  Özneye göre dışarıdadırlar ve özneye indirgenebilir değildirler ve bu, söylem analizinin teorik kavramlarıyla uyumlu oluşunun sebeplerinden biridir. 

4. Bilginin Rolü 
Lacan’a göre insan özneyi tanımlayan, dil sisteminin konuşmacı üzerindeki etkisiyle birlikte–Sembolik, İmajiner ve Gerçek- konuşma eylemidir. Psikanaliz konuşmanın etkilerine ve dilin özneyi kuran yöntemlerini çözme teşebbüslerine dayanır: ‘konuşma, yeni bir gerçeklikle hitap edilen kişiyi donatarak sahibini bağlar’ (Lacan, 1977, s/ 85).  Dilin özne için gerekli olan ötekililiği, bütün ‘analizleri’ söylem analizi haline getirir. Belirli ötekilerle –İmajinerin çizgisinden- konuşurken dil sistemi de aynı zamanda üzerimizde ve ötemizde işler ve bu, büyük Öteki’yle ilişkili konuştuğumuz Sembolik bölgede gerçekleşir: ‘Bu çerçevede Öteki bir varlık değil, öznenin söylemini geçerli kılma ve öznenin kendi öznel konumunu garantileme işlevidir’ (Georgaca & Gordo-López, 1995, s/166). Bunun kişinin konuştuğunda kendine haksız yere mal edebildiği bilgi açısından ve dil alanıyla yüzyüze kaldığında Ötekini suçladığı bilgi açısından sonuçları vardır; bu bizim her ifadede, psikoloji hakkında konuştuğumuz sırada dahil olmak üzere yüzyüze kaldığımız birşeydir (Malone, 2000).
Öznenin bilgiyle bir ilişki olarak söylemle ilişkisine dair bu açıklamasından yararlanmanın yolu, metinde bilginin farz edildiği noktaların izini sürmektir. Bu konuşmacıların ya da bir metindeki karakterlerin bilgiyi ‘farz edişleri’, örneğin otorite ve iktidarın yattığı farz edilen yeri işaretleyecektir. Herhangi bir konuşmanın gerekli bir işlevi olarak konuşanın Öteki’ne hitabının karşılığı, insan iletişiminin olmazsa olmazı yani hedef dinleyicisi, Öteki tarafından kendisine hitap edildiği hissidir. Althusser (1971) öznesine belirli bir konumdan seslenmekte ya da onu ‘çağırmakta’ olan ideoloji üzerine çalışmasını tanımlarken bu işlevi kullanır. Lacan’a göre bu, Öteki’nin tüm konuşmalardaki işlevidir, ‘Öteki benden ne istiyor?’ sorusunda (ki genelde üstü kapalıdır) toplanır (Lacan, 1977, s/ 316). 
Lacan’ın (1993) psikopatolojinin psikanalitik kategorilerini farklı klinik yapılar olarak –histeri, obsesyonel nevroz, psikoz ve perversiyon- ayrıntılandırması bu yapıların her birini dille ilişkili kılar (Miller, 1996; Soler, 1996). Bu durum söylem analizinin yazılı metinlerdeki yazarları veya karakterleri teşhis etmede bu yapıları kullanması gerektiği anlamına gelmez ama konuşma biçimlerinin söylemin yapısında işler halde bulunan ve içinde öznenin konumunu barındıran bir şeyi ortaya çıkarmak üzere analiz edilebileceği anlamına gelir (sözgelimi Quackelbeen, 1997). Her klinik yapı, bilgi ile ve Öteki’nin özneden ne istediği ile belli bir ilişki varsayar: obsesyonel nevroz stereotipik şekilde bağımlılığın erkeksi reddini; histeri, Öteki’ne yöneltilmiş bir suçlamayı; psikoz, ‘Ötekinin Ötekisinin’ işleri manipule ettiği gibi paranoyak bir duyguyu ve perversiyon, kendisini Öteki’nin hazzının bir aleti kılma çabasını sergiler (Fink, 1999).
Lacan (1991) ‘psikanalizin diğer tarafında’ adlı on yedinci seminerinde farklı söylemleri tanımlamanın değişik bir yolundan bahseder. Ana hatlarını oluşturduğu dört söylemin her biri, ‘fail’ olan konuşmacı ve konuşmacının kendisinin atfettiği bir tür ‘öteki’ arasındaki ilişkiden meydana gelir. Fail bir ‘gerçeklik’ biçimi tarafından desteklenir ve her söylemde fail ve öteki arasındaki ilişkinin belli türden bir ‘ürünü’ bulunur. Örneğin belli bir tür ‘sosyal bağ’ eksikliği olarak ‘histeriğin söylemi’, egemen (egemen işaretleyici) olarak konumlanmış bir ötekiden şikâyet eden ve ona meydan okuyan bir şeyleri eksik bir fail konuşmacıdan -burada ‘engellenmiş’ ($) özne olarak temsil edilmektedir-meydana gelir. Bu öznenin ‘gerçeği’, anlaşılamayacak ve de gitmesine izin veremedikleri bir şekilde onlara sebep olan bir şeydir (küçük a nesnesi). Bu şikâyet ve meydan okuma edimlerinin ‘ürünü’, bilgidir (S2). Şimdi aşağıda Lacan’ın seminerindeki diğer üç söylemi anlatacağız- egemenin söylemi, üniversite söylemi ve analistin söylemi.
Öznenin, ötekilerle ve de öznenin söylemini geçerli kılan bir ‘işlev’ olarak Öteki ile ilişkisine dair Lacan’cı bakış açısı, bireysel ‘klinik yapılar’ kategorizasyonuna kayma riski taşır. Özneyi ‘sorgulayan’ söylem tarzının herhangi bir analizi de aynı tehlikeyi taşır, çünkü özneye hitap edilme tarzı hakkında bir şeyler bildiğini varsayar ki bu, analistin bu metni okuma tarzından farklıdır ya da aynısıdır. Bunların retoriksel stratejiler ve sosyal bağlar olarak bir eleştirel söylem analizi biçimiyle sınırlandırmak aynı zamanda ‘siyasi’ projelerin ve bu projelerin dünyanın doğasına dair başvurduğu varsayımların analizinin yapılmasını gerektirir. Bu analiz ayrıca analistin konumuna dair reflektif bir analizi, Lacan’cıların ‘analize, analistin kendi direncinden başka direnç yoktur’ argümanında ısrar ettikleri bir şeyi gerektirir (Lacan, 1977, p. 235). 

5. Dildeki Konumlar
Lacan’cılar için dili, dil tarafından konumlandırılmadan üretmek ya da ona ulaşmak mümkün değildir ancak bu konumlar basitçe kişinin imgeleri tarafından belirlenmiş ya da farklı söylemler tarafından kurulmuş roller değildir (keza bkz: Parker, 1992). ‘Söylemler’ özne konumlarını bütünüyle tanımlamaz, ama özneyi bir diğeriyle ilişkili bir şekilde konumlandıran konuşma ediminin kendisidir. Bu konuşma edimi psikanaliz için çok önemlidir ve Lacan’ın, tekrarlanan klişe formülü dediği (clichéd formulae) ‘içi boş’ konuşmayla analizde öznenin gerçeği konuştuğunda ortaya çıkan ‘içi dolu’ konuşmayı ayırışı, Lacan’ın ‘Freud’a dönüşünün’ kilit noktasıdır  (Lacan, 2002).
Lacan’a göre söylenmiş bulunan şey, var olan anlamlandırma zincirlerinin dışına uzanmaz ama konuşan özneyi her zaman bu zincir içinde ‘kalmaya’ yönlendirir. Bu sebeptendir ki Lacan tekrar tekrar ‘bir meta dilin konuşulamayacağını’ savunur (Lacan, 1977, p. 311), yani konuşmanın mümkün olduğu ve belli türden bir konumu ima etmesi gerekmeyen dışsal bir nokta yoktur. Bu; konuşma için ekstra dilsel bir boyutun var olduğunu kabul etmenin basit bir reddiyesini güvence altına almak hiç değildir. Hiçbir meta dilin konuşulamayacağı argümanı, özellikle psikanalistlere, bir analizanın gerçekte ne dediğini analizan hakkındaki diğer bilgiler ışığında boşlukları doldurarak çalışabileceklerini hayal bile etmemeleri gerektiği uyarısı olarak yöneltilse de bunun klinik pratiğin ötesinde imaları vardır.  Lacan bu noktaya ‘Öteki’nin Ötekisi yoktur’u (Lacan, 1977, s/ 311) tartışırken bir başka şekilde değinir bu nokta yine, özne ile konuşan öteki olarak (ama iplerin elinde olduğu bir şey olduğu için değil) dilin kendisini ortaya koyuş şekline dikkatleri çekmektedir. 
Konuşma edimi özneyi, bir gerçeklik alanı açan konuşma edimi ile kendisi hakkında ötekine hitap eden olarak söylediği çeşitli şeyler arasında ikiye böler. Lacan buna ‘beyanla telaffuz arasındaki fark’a dayandırır (Lacan, 1979, s/ 139). Konuşma sürecinde bölünmüş öznenin bu teorik açıklanışı; genellikle söylem analistlerinin incelediği türden sanki ‘soyut bir işaret sistemiymiş’ gibi bir metin kuran karakterler ve konumlar dizilişi ile ‘somut durumlarda’ sözcelemlerin ‘üretilme’ süreci arasındaki analitik ayırım üzerinden yeniden çalışılabilir (Georgaca & Gordo-López, 1995, s/ 164).
Lacan için insan dilinin özelliklerinden biri, ‘mesaj gönderen kişinin, mesajının tersine çevrilmiş halini mesajın gönderildiği kişiden geri aldığı iletişimi’ mümkün kılmasıdır (Lacan, 1977, s/ 85). Lacan, analistin görevinin öznenin gönderdiği mesajı alıp, tersyüz edilmiş bir biçimde ‘gerçek işaretlemesiyle’ geri yollamak olduğunu iddia eder (Lacan, 1979,s/140). Bu görev analistin dışarıdan müdahalesi ile değil, dilin kendi doğası tarafından yapılandırıldığı için söylem analizi açısından ilginç sonuçları taşır. Bu fikrin bir metinde aramamızı söylediği şey, konuşma biçimlerinin bir yanıtı çağırma tarzıdır, yanıtın bu mesajı konuşmacıya sanki tersi gibi geri yollayabilmesi böylece orijinal mesajda gizlenmiş olan bir gerçeği açığa çıkarma tarzıdır.
 Öyleyse söylemin Lacan’cı analizi, sözgelimi, bir ‘meta dil’ içerisinden konuşmamayı ama her zaman metinle ilişkili refleksif bir konum almak gibi belirli bir ‘ahlâkî konum’ taşır. Öteki’yle ilişkili bir analizin temellendirilmesi; her iletişime, dinleyiciye yöneltilmiş ve tanınma ihtiyacı içerisinde olunan bir iletişim olarak bakmak demektir  (Lacan, 1992). Her bir konuşma edimini, diğerleri ve konuşmacı üzerindeki icracı etkileriyle birlikte bir söylem halinde örülme eylemi haline sokan işte budur. Lacan’cı kavramların analizanın açıklama yapıp gerçeği konuşabildiği klinik alandan, bir metnin yorumu üzerine dizginleri serbest bırakılmış bir ‘analistin’ olduğu söylem analizi alanına tercümesi, ortaya üzerine daha çalışılması gereken yeni ahlâkî sorunlar ve akademik pratik hakkında sorular çıkartır  (Parker, 2005b). 

6. Bakış açısının Açmazları
Söyleme Lacan’cı yaklaşımın, bizim araştırma ‘kriterleri’ olarak düşündüklerimiz üzerine birtakım sonuçları vardır. Bu yaklaşım kendini, araştırmada ‘üçgenleme’yi savunanların öne sürdüğü metnin daha zengin ve daha eksiksiz bir anlamasına ulaşma teşebbüsüne karşı duracak şekilde kurar (sözgelimi Banister, Burman, Parker, Taylor, & Tindall, 1994). Lacan’cı söylem analizinin metin okumasında çok daha farklı bir bakış açısına, bakış açısının açmazlarına odaklanan bir bakış açısına ihtiyacı olacaktır (Parker, 2005a).   
Lacan’cılar için analist ile analizan arasında bir yorum üzerine anlaşma olması fikri ‘İmajiner çizginin’ işlediğine işaret eder. Sadece ‘Sembolik çizgisini’ tutturmadaki analitik bir başarısızlığın değil aynı zamanda öznenin indirgenemez ayırdedici gerçeğinin görünmesine izin veren, etik bir yanlışın da sinyalini verir. Analistin ‘mutlak farklılık elde etme’ (Lacan, 1979, s/ 276) arzusu ister istemez anlaşmadan ziyade anlaşmazlık tarafından yapılandırılan bir analiz temsiline götürecektir. Metinde ne olup bittiğine dair genel bir bakış yerine anlaşmazlık noktalarının belirlenmesi gerekecektir. Lacan’cı psikanalizde, analizanın analiz hakkındaki ifadesine tanıklık kadar bu çalışmayı ‘geçerli kılmak’ adına bir araştırma projesinin parçası olarak bakılır  (Dunand, 1995), burada, buna maruz kalanların ifadelerinden nasıl bir söylem analizi inşa edeceğimizin çıkarımları vardır.
Bu teorik konumundaki zorluklardan biri, Lacan’ın üzerinde durduğu, cinsel farklılık kuruluşuyla ilgilidir. ‘Cinsel ilişki diye bir şey yoktur’ (Lacan, 1998, p. 12) ifadesi erkek ve kadınların işgal ettikleri farklı spesifik söylemsel konumlara dikkat çekmek için tasarlanmıştır, bu söylemsel konumları kültürel olarak kurulmuş konumlar olarak okuyabileceğimiz gibi ciddiye aldığımız farklılıklar olarak da okuyabiliriz (MacCannell, 1986). Maskulin ve feminen konuşma tarzları o halde, söylemin düzeni sebebiyle yapısal olarak uyuşmaz görünecektir. Bu yapısal farklılıkları analiz etme işi, eleştirel ve feminist araştırmaların bir parçası olarak söylem analizi için açıkçası önemli bir iştir (Frosh, 1994; Wilkinson & Kitzinger, 1995). Dahası Lacan’cı gelenek içinden cinsel ilişki yoktur demek ‘kesinlikle gerçeği tasvir etme teşebbüsüdür’ (Nasio, 1998, s/ 112). Bu bakış açısında farklı konuşma tarzları arasındaki çelişki, ‘gerçek’ olarak işleyecek bir kördüğüm olacaktır.
İnsan iletişimini mümkün ve imkânsız kılan kurucu ‘uzlaşmazlığa’(antagonism) Lacan’cı bakış ‘Gerçek’ için ayırt edici bir yaklaşım kurar, bunun akademik çalışmalar kadar siyasî sonuçları da vardır (Laclau & Mouffe, 1985). Lacan’ın (1998) geç dönem çalışmasındaki ifadesi, İmajiner ve Sembolik ile birlikte örülmüş üçüncü bir kayıt olarak Gerçek üzerinedir. Gerçek, söylemin ‘dışındaki’ bir âlemde belirlenebilir ve tarif edilebilir değildir ancak temsilin kırıldığı bir noktada, bir travma veya şok noktasında, bundan sonra konuşulabilsin diye üzeri hızla kapatılarak işleyen bir şeydir. Metinde, konuşulamayan bir şeye ‘temsil edilemeyen’ bir şeye işaret eden bu noktalar Gerçekle karşılaşma noktaları olarak yorumlanabilir ki bu da ‘söylem dışı’ bir şeye en yakın konuşabildiğimiz andır (Frosh, 2002, s/ 133).    
  Politik teori alanında Lacan’cı yazılardan birinin dediği gibi ‘ Söylemsel temsil alanı, dilbilimden genelde sosyale kadar uzanan bu alan, kendimizden mükemmel bir kimlik ortaya çıkarmadaki talihsiz tüm teşebbüslerimizde kurucu olandır’(Stavrakakis, 1999, s/52).  Buradan çıkacak sonuç, görüş açısının çıkmazlarından kurulu söylemin doğasına dair bir anlamanın, anlaşmazlığın bittiğinin üzerini örten bir girişimden ziyade gösterilmesi gerekenin bu anlaşmanın başarısızlığı demek olduğudur. Bir metni ‘doğru’ okumanın ne olacağını belirlemeye girişen varsayılan ‘kriter’ düzeyi kadar siyasî argüman düzeyinde de gerçekten, ‘daha kısmî, parçalı, tamamlanmamış, umulmadık ve düzeltilebilir bir siyaset ve akademik çalışma bakışı ’ gibi bir söylemsel çerçeveyle çalışmaya başlamamız gerekiyor (Wetherell, 1999, p. 405). Bakış açısının açmazlarıyla uğraşmak bunun Lacancı yoludur, psikolojideki niteliksel araştırmadaki kriter uygulamasına bu alanı açan dolayısıyla yasaklayıcı olmaktan çok daha yapıcı bir şekilde müsamahakar olacaktır (Parker, 2004).

7. Metinsel Malzemenin Yorumlanışı
Lacan’cı analiz ‘işaretlenenleri’, ‘işaretleyici’lerin altına ittirilmiş kavramlar olarak günyüzüne çıkarmayı amaçlayan bir yorumlama biçiminden kaçınır, bu aynı zamanda onun ‘hermönotik’ olmadığı anlamına gelir (Lacan, 1979, s/8). Bir metnin yorumlanması metnin ‘anlam ufkunu’ araştırmaz ama yine de yorumun üretiminden konuşmacıların iç dünyalarını pek fazla sorumlu tutmaz. Söylem analistinin burada refleksif konumu bir meseledir çünkü bir metne, benzer bir çerçeve olduğundan ‘anlayabileceğini’ düşünüp (veya hatta onu tanıdık gelen şeyin ayna karşıtı olarak tanımlayıp) hermönotik yaklaştığında bu, Lacan’cılara göre (metnin dışından yorumladığımızı hayal edersek) ‘İmajiner çizgideki’ duruşumuza ihanet etmek demektir. Analistin görevi ‘Sembolik çizgide’ çalışmak (metin alanı içerisinde çalışmak), metni bozarak ve dağıtarak açmak bu suretle de bizim için olanı da dâhil, tüm işlevlerini belirgin hale getirmektir.
Lacan analistin analizana bir yorum dayatmaya meyledebileceğinin farkındaydı. Bir ‘telkin’ biçimi olarak işleyen aktarım (transferans) yorumuna karşı ve analizi, analizanın egosuyla analistin egosu arasındaki özdeşleşmeyle başarılı bir sona taşıma çabasına karşı bizi uyarır (Lacan, 1979). Geç dönem çalışmalarında bu tip dayatılmış yorumlamalara, ‘egemen söyleminin’ bir örneklemesi olarak bakılır (sözgelimi Lacan, 1991) ve burada söylem analizinde yorumun dayatılmasından çıkarılması gereken bir ders vardır. Egemenin söyleminde analist diğer göstergelerle ilişki içerisinde bir egemen işaretleyici konumu varsayar ve bu ilişki (S1 S2) analistin yanılgısını, yani bu matema’da engellenmiş özne olarak temsil edileni ($) gizler.  
Lacan’ın bir başka uyarısı ki aynı zamanda söylem analizine refleksif bir ihtar olarak da düşünülebilir, analistin konumunun bilgi adı altında bir tür egemen olarak maskelenebileceğidir. Bir metni aydınlatmaya ya da o metinle alakadar sorular üretmek yerine okuyucuları ‘eğitmeyi’ amaçlayan bir söylem analizi biçimi, Lacan’cı terimlerle ‘üniversite söylemi’ içinde işlemektedir.  Bu söylemde, analist kendisini bilgi (S2) mekânında çalışan olarak konumlandırırken, belirli egemen göstergelere olan bağlılığını gizlemektedir. Analist burada, nedeni anlaşılmaz birşeyden (küçük nesne a olarak) tedirgin olan bir fail olarak katlanması gereken bilgiyi taşıyacaktır, sonunda hiç birşey bilmeyen, ‘men edilen özneler’($) üretecektir (Parker, 2001). Bu bağlamda, Lacan’ın (1991) dört söylemden biri olarak ‘analistin söylemi’ tanımlaması Lacan’cı söylem analizi çalışması açısından uygundur (Verhaeghe, 1995). Lacan’ın betimlemesi bilginin (S2), metni okumamızdaki teorik payandalar olarak oynadığı rolüyle ve de egemen göstergelerin (S1) okumanın bir ürünü olarak çıkışıyla çok yakından alakalıdır.  
Lacan’cı psikanalizi ciddiye almanın daha öte bir refleksif sonucu vardır çünkü bu analiz, her zaman, nesnesini belirli bir bağlamda üretmektedir: bilinçdışını isimlendirmek ‘ona sadece bir isim yakıştırmak, örneklerle destekleme eylemi değildir, ona bir istikrar sağlama ve bir yapı oluşturma eylemidir (Nasio, 1998, s/ 48). Bu argüman Lacan’ın, bilinçdışını Freud’un ‘icat’ ettiği argümanıyla tutarlıdır, herhangi bir psikanalitik söylem analizi biçimiyle çalıştığımız zaman bir şeyler ‘keşfetmekten’ ziyade isimlendirdiğimiz bir şeyi yeniden üretiyor ve değiştiriyoruz anlamına gelir. İşte Lacan’ı teorik psikolojide söylem analizi için en kuvvetli ve en yenilikçi kaynak kılan da budur.

Lacan’cı Söylem Teorisi ve Analizi
Bu makalede söyleme dair Lacan’cı yaklaşımın açıklamaları, kural koyucu olmaktan ziyade fikir verici olarak tasarlanmıştır. Psikolojide söylem analizini bir takım adımlara veya belirli yöntemsel esaslara bağlamak üzere çok fazla girişim olmuştur (sözgelimi Parker, 1992). Söylemin en esnek ve en açık nitelendirmeleri, söylemi ‘sosyal hayatı müzakere etme becerisi’ olarak tanımlayanlar olmuştur (Jaworski & Coupland, 1999, s/ 38). Konuşma analizinden yapı sökümüne kadar uzanan bir kategoriler sisteminin dayatılması, ki bunu yapmak mümkündür, sadece yeni sorular açmaya ve belirli süreçleri aydınlatmaya hizmet ettiğinde işe yaramıştır. Söylem analizindeki farklı eğilimler tarafından benimsenen siyasî tercihler –bizim bakışımızı sadece gerçekte ne söylendiğiyle sınırlandırmak veya okumalarımızı tarihsel bir bağlamda konuşlandırmak için- sadece ‘teknikle’ ilgili tartışmalar değildir. Eğer ki bu makaledeki ifadelerden çıkarılabilecek teknik öğeler varsa, bunların ayrıntılı bir şekilde açıklanması ve analizin her parçası için her sefer bir teminat verilmesi gerekmektedir (Frosh, 2002).    
Psikologların Lacan’ı basitçe benimsemesinden kaçınmamız gerektiğinden bahsetmiştim (Malone & Friedlander, 2000). Bunun kesinlikle, Lacan’ın çalışmalarından nelerin anlaşılabileceğinin önünü kesmesi gibi bir etkisi olacaktır. Daha da kötüsü açıkça tanımlanan ve yinelenebilir yöntemlerle şu an fiilen var olan psikolojinin çizgisine hapsetme tehdidinde bulunacaktır. Bu sebeple Lacan’ı okumak için kullanılan–alternatif bir psikolojinin tanıtımı, ve dil bilimsel yöntemlerin çıkartılması, psikanalitik teoriye başvurma gibi- belli stratejilerin tehlikelerine dair bu uyarılar, ciddiye alınması gereken farklı öğelere yapılan vurgular kadar önemlidir: Lacan’ın kendi çalışmaları, Lacancı gelenekteki klinik çalışmalar, Lacancı klinik gelenekle bağlantılandırılan kültürel analiz, ve analiz yapıldığı zaman her vakanın kendine özgülüğüne verilen önem (Rowan, 2001). Lacancı klinik pratiğe dair fikirlerin, metinleri eleştirel okuma alanına yapılan bu tercümesinde bir paradox vardır. Bu makalede yürütülen teorik işin bütün herşeyi açığa çıkaracağı nokta olarak iyi bir yapı sökümcünün çabucak fark edeceği küçük bir ikaz vardır: bir söylem analisti her ne zaman Lacan’ın çalışmasını kullanarak yazılı bir metni yorumlasa kendisi, analistten çok bir analizan olacaktır ama bu analizan metinde kendisine ait olmayan işaretleyiciler zinciriyle yüzyüze gelen bir analizandır.
Burada klinik psikanalizden bir başka ders daha vardır. Lacancılar tıpkı diğer psikanalistler gibi ‘vaka’lara atıfta bulunur, ama bilmek gerekir ki ‘vaka’ diye bir şey yoktur. Analiz ‘birebir’ yapılır analistin söylemi, parametrelerin neler olabileceği, neye göre yorumlanabileceği, neyin olup bittiği her zaman her yeni vakada dönüşmeye hazır olması gereken bir teorik açıklamayla desteklenir. İşte bu yüzden ‘vaka’nın her iyi tanımlaması aynı zamanda teorinin ayrıntılandırılmasıdır. Aynısı söyleme Lacancı yaklaşanlar için de geçerlidir.  Lacan’ın ve söyleme dair Lacancı çalışmaların her okuması, yeni bir metinle karşılaştığında o okumanın yeniden yazılmasını gerektirecektir. 

Kaynaklar

Adlam, D., Henriques, J., Rose, N., Salfield, A., Venn, C., & Walkerdine, V. (1977). Psychology, ideology and the human subject. Ideology & Consciousness, 1,5–56.
Althusser, L. (1971). Lenin and philosophy, and other essays. London: New Left Books.
Antaki, C. (1994). Explaining and arguing: The social organization of accounts. London: Sage.
Banister, P., Burman, E., Parker, I., Taylor, M., & Tindall, C. (1994). Qualitative methods in psychology: A research guide. Buckingham: Open University Press.
Benvenuto, B., & Kennedy, R. (1986). The works of Jacques Lacan: An introduction. London: Free Association Books.
Billig, M. (1999). Freudian repression: Conversation creating the unconscious. Cambridge: Cambridge University Press. 
Bird, J. (1982). Jacques Lacan—the French Freud? Radical Philosophy, 30, 7–14.
Bracher, M. (1993). Lacan, discourse and social change: A psychoanalytic cultural criticism. Ithaca, NY/London: Cornell University Press.
Burkitt, I. (1991). Social selves: Theories of the social formation of personality. London: Sage. 
Burr, V. (1995). An introduction to social constructionism. London: Routledge. 
Derrida, J. (1978). Writing and difference. London: Routledge & Kegan Paul. 
Derrida, J. (1981). Positions. London: Athlone. 
Dews, P. (1995). The limits of disenchantment: Essays on contemporary European philosophy. London: Verso. 
Dunand, A. (1995). The end of analysis (II). In R. Feldstein, B. Fink, & M. Jaanus (Eds.), Reading seminar XI: Lacan’s four fundamental concepts of psychoanalysis (pp. 251–256). New York: State University of New York Press. 
Edwards, D. (1997). Discourse and cognition. London: Sage. 
Feldstein, R., Fink, B., & Jaanus, M. (Eds) (1995). Reading seminar XI: Lacan’s four fundamental concepts of psychoanalysis. New York: State University of New York Press.
Feldstein, R., Fink, B., & Jaanus, M. (Eds) (1996). Reading seminars I and II:Lacan’s return to Freud. New York: State University of New York Press.
Fink, B. (1995). The Lacanian subject: Between language and jouissance. Princeton, NJ: Princeton University Press. 
Fink, B. (1999). A clinical introduction to Lacanian psychoanalysis: Theory and Technique. Cambridge, MA: Harvard University Press.
Forrester, J. (1980). Language and the origins of psychoanalysis. London: Macmillan. 
Foucault, M. (1976). Discipline and punish: The birth of the prison. London: Allen Lane. 
Foucault, M. (1981). The history of sexuality: Vol. I. An introduction, Harmondsworth: Penguin. 
Freud, S. (1999). The interpretation of dreams. Oxford: Oxford University Press. 
Frosh, S. (1994). Sexual difference: Masculinity and psychoanalysis. London: Routledge. 
Frosh, S. (2002). After words: The personal in gender, culture and psychotherapy. London: Palgrave.
Georgaca, E. (2001). Voices of the self in psychotherapy: A qualitative analysis. British Journal of Medical Psychology, 74, 223–236.
Georgaca, E. (2003). Exploring signs and voices in the therapeutic space. Theory & Psychology, 13, 541–560.
Georgaca, E., & Gordo-L´opez, A. J. (1995). Subjectivity and ‘psychotic’ discourses: Work in progress. THERIP Review, 1, 163–183.
Gough, B., & McFadden, M. (2001). Critical social psychology: An introduction. London: Palgrave. 
Harr´e, R., & Secord, P.F. (1972). The explanation of social behaviour. Oxford: Blackwell. 
Henriques, J., Hollway, W., Urwin, C., Venn, C., & Walkerdine, V. (1984). Changing the subject: Psychology, social regulation and subjectivity. London:Methuen. 
Hepburn, A. (2003). Critical social psychology: An introduction. London: Sage. 
Hollway, W. (1989). Subjectivity and method in psychology: Gender, meaning and science. London: Sage. 
Hook, D. (2001). Discourse, knowledge, materiality, history: Foucault and discourse analysis. Theory & Psychology, 11, 521–547.
Jakobson, R. (1975). Two aspects of language and two types of aphasic disturbances. In R. Jakobson & M. Halle, Fundamentals of language (pp. 67–96). The Hague: Mouton.
Jaworski, A., & Coupland, N. (Eds). (1999). The discourse reader. London: Routledge.
Lacan, J. (1977). ´ Ecrits: A selection. London: Tavistock. 
Lacan, J. (1979). The four fundamental concepts of psycho-analysis. Harmondsworth: Penguin.
Lacan, J. (1991). The other side of psychoanalysis: The seminar of Jacques Lacan,book XVII 1969–1970. Unpublished ms.
Lacan, J. (1992). The ethics of psychoanalysis 1959–1960: The seminar of Jacques Lacan book VII. London: Routledge.
Lacan, J. (1993). The psychoses: The seminar of Jacques Lacan, book III 1955–1956. London: Routledge.
Lacan, J. (1998). On feminine sexuality, the limits of love and knowledge, 1972–1973: Encore, the seminar of Jacques Lacan, book XX. New York:Norton.
Lacan, J. (2002). The function and field of speech and language in psychoanalysis. In ´ Ecrits: A selection. New York: Norton. 
Laclau, E., & Mouffe, C. (1985). Hegemony and socialist strategy. London: Verso. 
L´evi-Strauss, C. (1966). The savage mind. London: Weidenfeld & Nicolson. 
MacCannell, J.F. (1986). Figuring Lacan: Criticism and the cultural unconscious. Beckenham: Croom Helm. 
Macey, D. (1995). On the subject of Lacan. In A. Elliott & S. Frosh (Eds.), Psychoanalysis in contexts: Paths between theory and modern culture (pp. 72–86). London: Routledge.
Malone, K.R. (2000). Subjectivity and the address to the Other: A Lacanian view of some impasses in theory and psychology. Theory & Psychology, 10, 79–86.
Malone, K.R., & Friedlander, S.R. (Eds.). (2000). The subject of Lacan: A Lacanian reader for psychologists. New York: State University of New York Press.
Mather, R. (2000). The foundations of critical psychology. History of the Human Sciences, 13, 85–100.
Miller, J.-A. (1986). Extimit´e. In M. Bracher, M.W. Alcorn, Jr., R.J. Corthell, & F. Massardier-Kenney (Eds.), Lacanian theory of discourse: Subject, structure andsociety (pp. 74–87). New York: New York University Press.
Miller, J.-A. (1996). An introduction to Lacan’s clinical perspectives. In R. Feldstein, B. Fink, & M. Jaanus (Eds.), Reading seminars I and II: Lacan’s return to Freud (pp. 241–247). New York. State University of New York Press.
Nasio, J.-D. (1998). Five lessons on the psychoanalytic theory of Jacques Lacan. New York: State University of New York Press.
Nobus, D. (2000). Jacques Lacan and the Freudian practice of psychoanalysis. London: Routledge.
Parker, I. (1992). Discourse dynamics: Critical analysis for social and individual psychology. London: Routledge.
Parker, I. (1997a). Discourse analysis and psycho-analysis. British Journal of Social Psychology, 36, 479–495.
Parker, I. (1997b). Psychoanalytic culture: Psychoanalytic discourse in western society. London: Sage. 
Parker, I. (Ed.). (1998). Social constructionism, discourse and realism. London: Sage.
Parker, I. (2001). Lacan, psychology and the discourse of the university. Psychoanalytic Studies, 3, 67–77. 
Parker, I. (2003). Jacques Lacan, barred psychologist. Theory & Psychology, 13, 95–115. 
Parker, I. (2004). Criteria for qualitative research in psychology. Qualitative Research in Psychology, 1, pp. 95–106. 
Parker, I. (2005a). Qualitative psychology: Introducing radical research. Buckingham: Open University Press.
Parker, I. (2005b). Lacanian ethics in psychology: Seven paradigms. In A. Gulerce, A. Hofmeister, J. Kaye, G. Saunders, & I. Staeuble (Eds.), Theoretical Psychology. Toronto: Captus Press.
Parker, I., & the Bolton Discourse Network (1999). Critical textwork: An introduction to varieties of discourse and analysis. Buckingham: Open University Press. 
Potter, J., & Wetherell, M. (1987). Discourse and social psychology: Beyond attitudes and behaviour. London: Sage.
Quackelbeen, J. (1997). The psychoanalytic discourse theory of Jacques Lacan: Introduction and application. Studies in Psychoanalytic Theory, 3, 21–43.
Rabat´e, J.-M. (2001). Jacques Lacan: Psychoanalysis and the subject of literature. London: Palgrave.
Rowan, A. (2001). Logic and the clinical case: A Lacanian commentary on ‘poor girl’. European Journal of Psychotherapy, Counselling and Health, 4, 189–194.
Sarup, M. (1988). An introductory guide to post-structuralism and postmodernism. Hemel Hempstead: Harvester Wheatsheaf.
Saussure, F. de. (1974). Course in general linguistics. London: Fontana.
Soler, C. (1996). Hysteria and obsession. In R. Feldstein, B. Fink, & M. Jaanus (Eds.), Reading seminars I and II: Lacan’s return to Freud (pp. 248–282). New York. State University of New York Press.
Stavrakakis, Y. (1999). Lacan and the political. London: Routledge.
Thurston, L. (Ed.). (2002). Re-inventing the symptom: Essays on the final Lacan. New York: Other Press.
Verhaeghe, P. (1995). From impossibility to inability: Lacan’s theory on the four discourses. The Letter, 3, 76–99. 
Wetherell, M. (1999). Beyond binaries. Theory & Psychology, 9, 399–406. 
Wilkinson, S., & Kitzinger, C. (Eds). (1995). Feminism and discourse. London: Sage.
Willig, C. (Ed.). (1999). Applied discourse analysis: Social and psychological interventions. Buckingham: Open University Press.