BUGÜN TÜRKÇE KONUŞAN KİŞİ KİMDİR? YA DA 21.YÜZYILDA NEFSİN PÜR
MELALİ
Sosyoloji Divanı, Yıl: 7 Sayı: 13 | Ocak - Haziran 2019, s/153-172
Prof.Dr.Sibel A.Arkonaç
Sosyoloji Divanı, Yıl: 7 Sayı: 13 | Ocak - Haziran 2019, s/153-172
Prof.Dr.Sibel A.Arkonaç
ÖZET
Bu çalışmanın amacı esasta, bu coğrafyanın değişen, dönüşen yeni kişisinin, kendini ve idrak
alanını nasıl kurguladığına odaklanmaktır. Bunun için gündelik Türkçe konuşmalarda hem
kendiliklerini hem de anlamı nasıl kurguladıkları ve kurgulama stratejileri analiz edilmiştir.
Analiz sırasında söylemsel psikoloji ve söylem analizini takiple, konuşma boyunca değişen,
kayan, dönüşen benlik inşalarına bakılmış, sonra bu inşalar arasında tekrarlayan kalıplar
aranmıştır. Bu kalıpları kullanma stratejileri gözlenerek kişinin o sırada konuşurken neyi, nasıl
yaptığı incelenmiştir. Karşımızda Türkçe konuşmalarda şahit olduğumuz bu yeni kişi,
gerçekliğin anlamını kendi üzerinden inşa eden bir kendilik anlayışı kurgulamaktadır. Yani
anlamın, gerçekliğin dolayısıyla da benliğinin merkez noktası, referansı kendisidir. Ama
etkileşim bağlamında beliren eylem ve sorumluluğun yaptırımlarından, kendini bağlamda
belirsizleştirerek, uzak tutmaktadır; buna karşın etkileşim alanından kendini çekiyor da değildir.
‘Hakkında konuşmalar’la orada kendi mevcudiyetini devam ettirmektedir.
Anahtar Kelimeler: Türkçe, Benlik İnşaları, Söylem Analizi,
Giriş
Coğrafyanın bu yakasında gerçeklik ve hakikat iki ayrı âlemdir. Gerçeklik ya da gerçek olan,
içinde kendimizi idrak edip fark ettiğimiz alandır. Bununla birlikte gerçeklik bir hal midir yoksa
mekân mıdır? Ya da âlem midir? Hayal âlemi, gerçeklik âlemi gibi katmanlardan biri midir?
Kendimizi idrak ettiğimiz gerçeklik ile fark ettiğimiz gerçeklik âlemi bir olmasa gerek. Bu
sorular üzerinde düşünmek, özellikle de şu birçok tanrıdan birçok anlamın devrişilip piyasaya
sürüldüğü ve kapışıldığı şu modern dünyada (Chitwick, 2017) kendimizi dert edindiysek,
derinlemesine düşünmeyi gerektirir.
Hakikat alanının aksine kendimizi ve etrafımızı idrak edip yaşantıladığımız ve anlam
atfettiğimiz alan gerçeklik alanıdır. Kendimize ve etrafımıza bu idrak katmanında anlam verip
tarif etmeye çalışırız. Gerçeklik bu coğrafyada, kişinin anlamlandırmakla yükümlü olduğu ve
tüm iradesini kullanabileceği yegâne hâldir. Bu hâl ayrıca iradesini gösterebileceği yegâne faillik
alanıdır. Bu irade onun tüm güçlülüğünden gelmez tam tersine tüm güçlü olmadığı bilgisi
gündelik kültürünün bir parçasıdır (Arkonaç, 2004). Tüm güçlülük her zaman bilinemezlik
dünyasının failine aittir. Kendisi ise ancak bilinebilirlik dünyasının yegâne failidir ve ne
olduğuna dair anlamalarını kurguluyacak olandır (Arkonaç, 2007).
İşte bu çalışmada Türkçe konuşan kişilerin; bu bilinebilir gerçeklik dünyasını idrak
düzeyinde, kendini ve idrak alanını nasıl kurguladığına odaklanacağım. Bu suretle
amacım,Türkçe konuşmalarda kendilik kurgularını analiz ederek coğrafyanın değişip dönüşen
yeni kişisiyle tanışmaktır.
1.Teorik Arkaplan
Psikoloji tüm alanlarında kişiyi iç dünyasına yada esas tanımıyla zihne yerleştirir (Stevens,
1996). Bu sebeple insanların eylemlerinde belirleyici olanın algı, dikkat, öğrenme, hafıza,
muhakeme, düşünme gibi zihinsel süreçler olduğunu öne sürer. Bu zihinsel süreçlerin işleyişi,
kültürler ve ortamlar arasında ve de zaman içersinde görece değişmezdir, işleyişi evrenseldir. Dil
ise bu zihinsel içsel, süreçlerin sadece aktarıcısıdır. İçeriyi dışarıya yansıtan ya da taşıyan bir
vasıtadır (Stevens,1996). Psikolojinin bugün artık ana akımı sayılan bu yaklaşım, etkileşimde
içsel-zihinsel dünyanın, dış dünya-çevre ve ötekilerle ilişkiselliğini esas alır. İçerisi ile dışarısının
etkileşimine odaklanır. Bu esas üzerinden de genellenebilir ve tekrarlanabilir benlik modelleri
kurar (Rogers, 2003). Türkiye’de de benlik ile ilgili modeller sözgelimi Kağıtçıbaşı’nın (2013)
Sosyoloji Divanı, Yıl: 7 Sayı: 13 | Ocak - Haziran 2019, s/153-172 2
ve İmamoğlu’nun (İmamoğlu, 2003) modelleri, tamamen bu bilgi yapısına oturur.
1990’lardan itibaren psikolojiyi etkileyen postmodernist akım çerçevesinde sesi duyulan
söylemsel psikoloji ve söylem analizi için (Edwards,1997; 2012; Potter, 2012; 2010; Parker,I
2002; 2015) dil, bir kendilik performansıdır. Etkileşimde sürekli icra edilendir (Edwards,1997;
2008; Burr, 2012). Bu icraatın çerçevesini oluşturan da gerçeklik ve yaşantıdır. Bir başka ifade
ile konuşurken karşımızdakilerle sürekli bir kendilik inşası ve bu inşaanın icraatı içindeyizdir. Bu
kendilik inşası ve icraatı, her an bağlama ve gerçeklik yaşantısına göre tekrar tekrar yeniden
kurgulanır (Edwards,1997;2012).
Dildeki bu icraat, gündelik hayatta, büyük ölçüde karşılıklı konuşmalarda gerçekleşir. Bu
anlamda konuşma bir eylemdir (Edwards, 1997). Kendilik, benlik dediğimiz de, konuşmada
gerçekleştirilen eylemlerin bir parçasıdır. Bu eylem; etkileşim süresince konuşanların karşılıklı
birtakım stratejiler kullanarak kendilerini sürekli yeniden inşa edip kurgulamalarını sağlar. Bunu,
söz gelimi karşılıklı konuşmada söz-sıra alışlarında, duruşlarını muhatabın sözdeki eylemine
göre değiştirerek yaparlar. Dolayısıyla kendilik bir kere kurgulanıp daha sonra her yerde belli
şartlara göre aynı biçimde işleyen bir yapı değildir.
Kendilik konuşma esnasında muhatapların sözdeki eylemlerine göre sürekli ve tekrar tekrar
inşa edilip icra edilir dedim. Kendilik tanımı, etkileşimin o sıradaki bağlamında şekillenir,
bağlam değiştikçe de bu tanımlama değişir. Konuşanlar bu esnada karşılıklı stratejik şekillerde
vaziyet konum alırlar. Konuşma akışında kişi, kendini değişen belli konumlara yerleştirirken
aynı zamanda karşısındakini de değişen belli konumlara yerleştirir (Harre, Moghaddam, Cairnie,
Rothbart, Sabat 2009). Etkileşimde inşa edilen kendilik tanımları bu sebeple değişkendir ve o
etkileşimdeki diğer kişiyle (lerle) birebir bağlantılıdır. Karşılıklı söylenenler, konuşma
etkileşiminde yeni bağlamlar yaratır. Bağlam değiştikçe bu tanımlar da her iki taraf için değişir.
Bu da konum-vaziyet alışların değişmesine yol açar (Harre, Moghaddam, Cairnie, Rothbart,
Sabat 2009). Bir başka ifade ile konuşma boyunca özne karşısındakine hep aynı pozisyondan
hitap etmez. O sırada sözün eylemine göre pozisyonlarını yeniden yeniden değiştirerek inşa eder.
Özetle, bu çerçevede hareket edildiğinde, artık zihin ya da bilinç dışından bahsetmiyoruz.
Bunlar yerine bireyin kendi kendine ya da diğerleri ile yüzyüze ya da sanal alemde yaptığı her
türden etkileşim de dahil olmak üzere konuştuğu dilde, sürekli tekrar tekrar inşa edilen ve bu
inşa ile icra edilen gerçekliklerden ve kendiliklerden bahsediyoruz.
Dolayısıyla tutarlı ve kalıcı bir benlik çerçevesi aramak yerine konuşma esnasında bağlama
Sosyoloji Divanı, Yıl: 7 Sayı: 13 | Ocak - Haziran 2019, s/153-172 3
göre sürekli kayan, değişen bir benlik inşasından bahsediyoruz.
Bu sebeple bu çalışmada konuşma boyunca değişen, kayan, dönüşen benlik icraatlerine
odaklanmak istiyorum. Bu suretle bu benlik inşaları arasında tekrarlayan kalıpları bulup, bu
kalıpları kullanma stratejilerine bakarak kişinin o sırada konuşurken neyi, nasıl yaptığına
odaklanmam mümkün olacak.
Wittgenstein’a göre (1953), inşa edilen her anlam, her gerçeklik, yani kişinin kendini
tanımlayışı konuştuğu dil kadardır. Herşey dilin sınırları içinde gerçekleşir ve anlam kazanır.
Dilin sınırlarını belirleyen ise o dilin sentaksıdır. Dilin sentaksı, neyin neyi takip edeceği ya da
edebileceğine dair bir kurallar (grammer) sistemi verir. Burada bu kurallar sistemi üzerinde
durmayacağım çünkü sentaksa dayalı bir çözümleme ya da Saussure tarzı yapısalcı bir
çözümleme yapmayacağım. Wittgenstein’nın(1953) konuşulan dilin sınırlılığı derken
vurgulamak istediği dilde oynanan oyunların yani kullanılan stratejilerin (sözgelimi konuşma
esnasında kendinizden "ben" diye bahsederken "biz" demeye başlamanız gibi ya da siz diye
hitabın ne zaman sen hitabına döndürüldüğü gibi), o dilin içindeki etkileşimlerle sınırlı
olduğudur. Bu sebeple buradaki çalışmanın çerçevesi bu etkileşimle sınırlı olacaktır.
Anadolu coğrafyasında çok dil konuşulur. Ama baskın olan ve konuşulan diğer diller arasında
iletişimi sağlayan dil olması sebebi ile Türkçe konuşmalardaki etkileşimi esas aldım. Dolayısıyla
bu dilde inşa edilen anlam ve bu anlamların kurguladığı benlikleri analiz ettim.
Bu noktada Türkçe kullanımında meydana gelen dönüşümleri mutlaka gözönünde
bulundurmamız gerekir. Bu dönüşümler özellikle semantik yani anlam düzeyinde gerçekleşmiş
ve özneye vurguyu artıran ve onu önplana taşıyan nitelik kazanmıştır (Arkonaç, 2010) . Bu halin
bireyin kendilik inşasına hem mikro hem de makro düzeyde yeni cepheler açtığı ortadadır.
Modernleşme süreci Türkiyede özellikle 1990’lar sonrasında gündelik yaşantıda, gündelik bilgiyi
hızla dünyevileştirdi. Beraberinde taşınan liberalleşme ve tüketim odaklı hayat, bireyi yaşantının
tam merkezine oturttu. Gündelik hayattaki bu makro ölçekli modernist dönüşümler mikro
düzeyde “ben oluşları” en ön plana oturttu. Bu sebeple Türkçe konuşanların benlik icraatlerini
tasvir kadar, bu kurgunun epistemolojik ve ontolojik niteliklerinin ne olduğu önem
kazanmaktadır. Benim burada yapacağım şey makro- sosyolojik bir analizden ziyade kişiler arası
gündelik etkileşimsel düzeyde kalıp, mikro analizlerle, kişilerin bu yeni semantik dönüşümlerini
kendilik icraatlerinde nasıl kullandıklarına bakarak açıklamaya çalışmak olacaktır.
Ama önce Türkçe dili hakkında birkaç hatırlatmada bulunmak yerinde olacaktır.
Sosyoloji Divanı, Yıl: 7 Sayı: 13 | Ocak - Haziran 2019, s/153-172 4
2.Türkçe dilinin sentaktik ve semantik yapısı üzerine birkaç hatırlatma
Kişilerin karşılıklı konuşmalarında inşa ettikleri anlamaların niteliğine konuşulan dilin
sentaktik yapısının etkisini göz önünde bulundurmak gerekir. Sözgelimi İngilizce gibi sentaktik
olarak özneyi önceleyen bir dilde konuşanların inşa ettikleri anlamalarla; Türkçe gibi eylemi
önceleyen bir dilde konuşanların inşa ettikleri anlamaların farklılık gösterebileceği
düşünülmelidir. Bu iki dilin bu ve bunun gibi sorular üzerinden karşılaştırılması konumuz
dışındadır. Bununla birlikte, bu dillerde konuşanların, özellikle ‘kendilerini konuşma şekilleri’
farklı olabileceği hatırda tutulmalıdır.
Türkçe dili hem içinde bulunduğu coğrafyaya göre hem de yüzünü döndüğü batı
coğrafyasındaki dillere göre bambaşka bir sentaktik ve semantik bir yapı arzeder. Türkçede
cümleyi inşa eden eylemidir. Özne eyleme eklemlenir ve ona göre tanımlanır, biçimlenir. Kişi
kendini ya da diğer kişiyi her zaman eylemden sonra tanımlar ( “Üzüldü-m”). Bütün Türkçe
cümlelerde özne gizil öznedir ( “Okula gittim”). Nadiren cümle başında, eylemin sorumlusunu
vurgulanmak için kullanılır (“Ben götürdüm”). Batı dillerinde ise özne, düşünen özne (cogito)
kurgusuna uygun şekilde, her zaman cümleyi inşa edendir. Özne eylemden önce gelir. Türkçede
ise özne eyleme eklemlidir, bir anlamda özne ikincildir. Cümlede önce eylemi işitirsiniz sonra o
eylemi icra eden özneyi duyarsınız. Eyleme bakıp özneyi işaretleyip, seyredersiniz: sözgelimi,
gittim, gittik, gitti, gidildi gibi. Türkçede eylem kimseye ait değildir. Mesele gidilmiş olmasıdır,
kimin gittiği her zaman ikincil bir sorudur. Bu sebeple Türkçe konuşan, kendini meseleden ayrı
tutarak konuşabilir (Arkonaç ve Aygül. 2015).
Türkçenin önce ne yapıldığını sonra kimin yaptığını söylemek zorunda bırakan bir kurallar
sistemi vardır. Bu kurallar sistemi, gündelik yaşantısı içinde kendini, diğerlerini ve âlemi bu
dildeki çeşitli etkileşimlerde anlamlandırmaya çalışanların hiç bitmeyen üretimidir. Dünyayı
böyle kurmaktadır. Dolayısıyla bu sistem içinde lafın eylemi sürekli sizi işaret ederek peşinizden
koşar. Sizi, sözün içinde “yaptığınız şey” tanımlar. Türkçe konuşanların bu kıskaçtan kendilerini
kurtaracak belli birtakım stratejiler kullandığı görülür. Eylemin sorumluluğundan ya da
kendilerini işaretlemesinden kaçınabilmektedir. Yaptığımız bir araştırmada da gördüğümüz üzere
(Tekdemir,Arkonaç ve Çoker, 2006, 2012) konuşanlar o sırada ‘ben’ zamirini ‘biz’ zamirine
çevirerek ya da zamiri ortadan kaldırarak kendilerini doğrudan işaretlemekten kurtulmaktadır.
(Tekdemir,Arkonaç ve Çoker, 2006, 2012)
Türkçe konuşanlar hep kullandıkları bu strateji ya da becerinin yanısıra şimdilerde yepyeni
farklı bir strateji ile kendiliklerini önplana getirmeye başladılar (Arkonaç, 2006, 2007,2008,
Sosyoloji Divanı, Yıl: 7 Sayı: 13 | Ocak - Haziran 2019, s/153-172 5
2010) Bunun için de seyrettikleri ya da içinde oldukları âlemi nesneleştirip (bir anlamda
dondurup) kendilerine nesne bakışı getiriyorlar ve orada seyrediyorlar (Arkonaç ve Aygül, 2015).
Bu sırada eylemin sorumluluğunu almama ve üstlenmeme stratejisini, kendini tasvir etmenin
aracı olarak kullanıyor yani eylemselliği araçsallaştırıyor ve eylemden uzak duruyor. Kısacası
konuşan kişi, eylemi ve sorumluluğunu üstlenmemeye devam ederken yeni bir strateji ile bu
üstlenmemeyi kendini var kılmanın bir aleti olarak kullanmaya başladı. Bu çalışmada bunu biraz
daha aydınlatarak açıklamaya çalışacağım.
Türkçe gizil özne yapısını çok iyi korumakla birlikte 1990’ların ortasından itibaren cümlenin
anlam vurgularında hızla değişikliğe uğradı. Sentatik(grammer)kurallarını değiştirmedi.
Kuralları değiştirmeden anlam boyutunda özneye yapılan vurguyu en öne geçirdi. Şöyle bir
örnek açıklayıcı olacaktır: benim 1990’lı yılların sonlarında fark ettiğim, ama bugün artık
insanların yaygın olarak kullandıkları bir kalıp var. Buna göre insanlar konuşmalarında olayı
değil olayın kendileri üzerindeki izini yani etkisini konuşuyorlar. Olayın onları ne kadar ve nasıl
etkilediğinden bahsediyorlar. Ayrıca, gündelik Türkçede eylemi önceleyen özneyi ikincil kılan
birtakım yardımcı fiiller (etmek, kılmak, olmak, eylemek v.b.g sözgelimi riske girmek) çok sık
ve yaygın şekilde kullanılırdı. Artık bunların yerine, öznenin gücünü işaretleyen yardımcı fiiller
(sözgelimi risk yapmak, giriş yapmak, katkı yapmak v.b.g) geçmiş durumdadır (Arkonaç, 2010).
Bu ‘gücünü’ işaretleyen özne, eylemi sahiplenmek ya da sorumluluğu taşımak (yaparım, giderim
gibi) yerine, yapılacak eyleme dair kanaatini ve yargılarını önplanda tutmaktadır (yapılmalı,
edilmeli gibi). Hatta eylemle arasına yardımcı fiiller koyarak (sözgelimi ‘üzüntü verici’ ‘üzücü
buluyorum’ vbg.) mesafe koymaktadır (yayınlanmamış çalışma,Nebil Bozyiğit 2019).
Yukarıda da işaret ettiğim gibi Türkçe bir cümlede özneyi, sentatiktik olarak, eylemine
bakarak tanımlarsınız, öznenin pozisyonu da burada seyredilir. Yine Türkçe bir cümlede sentatik
olarak, eylem öznesinden ve onu gerçekleştiren failinden bağımsız kalabilmektedir (Tekdemir,
Çoker ve Arkonaç, 2006, 2012). Öznenin eylemdeki konumlanışı ise eylem ve sorumluluğu ile
başbaşa kalınacağı durumlarda çoğu zaman sadece kanaat bildiren eylem fiilleri ile
gerçekleşmektedir (Arkonaç, 2010). Bir başka ifade ile özne eylemde kendini son derece
stratejik bir şekilde konumlandırmaktır. Bunu Türkçenin, özne odaklı dillerin tersine, kişiye
sağladığı bir kıvraklık olarak düşünebiliriz (Arkonaç 2003, 2004, 2006). Batılı dillerde sözgelimi
İngilizcede ise benlik ve eylemi ancak ve ancak öznesinde kavranabilir dolayısıyla bu özne,
eylemini ve bunun sorumluluğunu dildeki bu sentaktik kurala göre inşa eder (Arkonaç,
2004,2007). Türkçede ise sentaktik kural ise eylemi, özneden bağımsız ayrı bırakmaktadır.
Sosyoloji Divanı, Yıl: 7 Sayı: 13 | Ocak - Haziran 2019, s/153-172 6
Eylem, özne tarafından sahiplenilmesi gerekendir. İlerleyen kısımlarda bu meseleyi daha ayrıntılı
ele alacağım.
3. Etkileşim Alanında Konuşanlar Ne Yapıyor?
Tekdemir (2007, 2012) çalışmasında Türkçe konuşanların konuşma etkileşimi esnasında yani
konuşurken ne yaptıklarına odaklanmıştı. Evde, sokakta, işyerinde, arkadaş konuşmalarında
ortak olarak gözlediği en önemli ögeler şunlardı:
a) Türkçe konuşanların konuşma esnasında birlikte ortak bir anlama ulaşmak ya da bir anlam
inşası gibi bir hedefi yoktur.
b) Konuşma esnasında konuşulan konunun, bağlamın kopması önemsenmiyor. Bir başka ifade
ile bağlam takibi ve bağlamdan kopmama gibi bir hedefi yok
c) Konuşma sırasında amacın, sadece ve sadece birlikte konuşuyor olmak ve bu birlikteliğin
kopmaması olduğu gözleniyor. Bu sebeple birlikte konuşuyor olmak birlikte susmak ve birlikte
konuşmak önemli. Göklem Tekdemir konuşmanın tek başına kalmamak, birlikte olmak gibi bir
gayretle sürdürüldüğünden bahseder (Tekdemir, 2007). Nitekim konuşma sırasındaki susuş
süreleri batı dillerindeki konuşmalarda geçen susuş sürelerinin çok altında kalmaktadır.
Suskunluğa tahammül yok gibidir (Tekdemir, 2007). Ayrıca konuşmalar esnasında konuşan
tarafların genellikle, kendilerine dayandırdıkları kendi anlam dünyaları içinde kendi anlam
dünyalarından konuştukları görülmektedir. Bir başka ifade ile etkileşimde ortak bir anlam
inşasına pek gitmemektedirler (Tekdemir, 2007).
Aşağıda buna benzer konuşmalar arasından en tipik olanı örnek olarak verilmektedir.
(1.Alıntı)
1.ALINTI
Evde yemek sofrasında baba, anne ve kızının konuşmaları...
K2: babannem napıyomuş konuştunuz mu?
E1: konuştum iyiymiş te birol gene çıl-delirmiş gene (.) ilacı mı bitmiş ne olmuş rahatsız ediyomuş.
Bu akşam da evden aradılar. Birollan sen konuştun mu telefonda?
K1: ne zaman?
Sosyoloji Divanı, Yıl: 7 Sayı: 13 | Ocak - Haziran 2019, s/153-172 7
E1: bu akşam.
K1: [ yoo
K2: [ birol mu aradı
E1: [sarılmış telefona sen konuşmadın mı telefonla? Köyde aradığında?
K1: öylendi o akşam değildi
E1: bu işt-öylen miydi o?
K1: öylendi
E1:öylen de konuştun mu ki?
K1: e konuştu:m
E1: konuştun ne diyodu sana?
K1: bankadan bana para vermiyolar, havale göndersin zarfla para vermiyolar diyo
E1: pekii oo ondan önce telefona o mu çevirdi ııhh
K1: o çevirdi
E1: hı?
K1: o çevirdi!
E1: biri çevirmiştir ona vermiştir
K1: bilmiyorum
E1: eveet
K1: dün aradığında da o çev-aman o aradı, sonra arkasından
E1: daha önce de mi aramıştı?
K3: abla
K1: ha?
E1: daha önce de mi aramıştı
(Tekdemir, 2007)
Bir benzetmeyle herkes kendi ‘kalesi’ içinden konuşmaktadır, kimse kendi anlam kalesinin
dışına adım atmamaktadır. Ancak, o da kısıtlı bir şekilde, arkadaş konuşmalarında muhataplar
kendi anlam kuruşlarından sıyrılıp ortak bir anlam inşasına girişebilmektedirler (2.Alıntı).
2. ALINTI
İki arkadaş arasındaki konuşmalar
1. E2: Bu da kötü ama farkında olmamak (.) farkındalık yaani
(1.0)
-
E1: Farkında olmamak mı kötü
-
E2: Farkında olmamak kötü aabi (.) abi farkında olsan bilirsin bi süre so:ra kendine (.) ket vurursun
da artık o-
4. E1: e ama bunu sana biri söylemezse insan kendi kendine farkına zor varıyo hani biri söylemeli ona
ki (1.0)
-
E2: Nesi normal nesii fazla nesi az olduğunu[ biri söyleyince anlıyosun da
-
E1: [yaani karşındakiyle bi etkileşime girmedin şey olamıyosun abi anlamıyosun
- E2: bu.nu benim kadar iyi (.) anla işte sana yakın olan biri[ söylemezse
- 8. E1: [ anladım
- 9. E2: ya aman işte yakın olmayan biri söyleyemez yani
- 10.E1: e elbette canım e beni iyi tanıyan-
- 11.E2: direk kendini çeker öyle anladığım şekliyle direk kendini çekerr öyle
- 12. E1: Öyle. Ya zaten bu samimiyetle alakalı bi şey bence
- (13.0)
- 13. E1: sen zaten bunu söylediğinde benim rahatsız olmiycaamı biliyosun hanii öyle bi rahatlığın var
- (8.0)
(Tekdemir, 2007)
Ortak bir anlam inşasına girişildiğinde bir anlamda ‘maç’ başlamaktadır. ‘Maç esnasında’ iki
yada daha fazla kişi aralarında mutabık kalacakları bir anlam düzeyini kaybetme korkusuyla
hareket etmekte ya da bu düzeyi emniyete almanın gayreti içindedir. Cümleler sürekli, öncekinin
lafını tekrarlama ya da tamamlama çabaları içinde kurulmaktadır. Karşıdaki diğer kişi bu lafları
tekrarlama (Bkz.2.Alıntı, sıra alış 5-6), lafı tamamlama çabasını (Bkz. 2.Alıntı, sıra alış
7-8-9-10-11-) emniyete aldığında, ortak anlam inşası başlamakta yani bir anlamda argümantatif
konuşmalar başlamaktadır (Bkz. 2.Alıntı, sıra alış 11-13).
İşte tam bu sırada konuşan muhatabında, bir benzetme ile, kendi izdüşümünü yakalamıştır.
Ama eğer Çoker’in (2007) çalışmasında gözlediği gibi, taraflardan biri diğerini (“hıı, evet”,“tabii
tabii” şeklinde) olumlamıyorsa, bu kişi tehdit olarak görülmekte ve olumsuzlanmaktadır. Çünkü
kişi anlamı diğer kişi ile birlikte kurmamaktadır aksine kendi anlamını kurmaktadır. Etkileşim
esnasında kişi, karşısındaki kişide kendi anlamalarının varlığını arama ya da kendi anlamını
karşısındaki kişide görme çabası içindedir (Arkonaç,2010). Bir anlamda sanki kendi anlamasının
izdüşümünü karşısındaki kişide arayıp seyretme çabasında gibidir. Bu izdüşüm beklentisi
karşılanmadığında, diğer konuşmacı kişi bir tehdit unsuru haline gelmekte; konuşmalar bu sefer
açık ya da gizil meydan okuma içerikli inşa edilmeye başlamaktadır. Bu durumda herkes kendi
anlam kalelerinden konuşmaya geri çekilmektedir. Ortak inşa edilen argümanlardan yoksun,
meydan okumalar başlamaktadır. ‘Kale içinden diğer kaleye okunan meydan’ ise yine kendinden
tahrikli, kendinden menkul soyut bir korkudan beslenir gibidir (Arkonaç, 2007). Bu soyut
korkuyu son kısımda açıklamaya çalışacağım.
Özetle etkileşim alanı; konuşanlar için konuşulan meseleyi anlamlandırdıkları, bir gerçeklik
inşa ettikleri zemin olmaktan uzaktır. Tersine etkileşim alanı, konuşanların kendilerini
konumlandırarak inşa ettikleri ve var ettikleri bir vasıta konumundadır. Bir başka ifade ile
konuşanlar bu zemini, kendilerini var etmek için kullanmaktadır (Arkonaç ve Aygül, 2015).
Büyük bir ihtimalle konuşanların, etkileşimin kopmasından ya da kopma endişesinden rahatsız
Sosyoloji Divanı, Yıl: 7 Sayı: 13 | Ocak - Haziran 2019, s/153-172 9
olmalarının sebebi de budur. Çünkü ancak konuşurlarken kendilerini mevcut kılabiliyorlar aksi
takdirde konuşma eylemi içinde mevcut olamayacaklar bir başka ifade ile görünür
olamayacaklardır.
4. Etkileşimde Kişi-Özne Ne yapıyor, Nasıl yapıyor?
2006 da yaptığımız ilk çalışmada (Tekdemir, Arkonaç ve Çoker’in 2006, 2012) konuşanların
özne oluşlarını konuşma esnasında zamirler üzerinden sergilerken son derece stratejik
davrandıklarını gözlemlemiştik. Herşeyden önce etkileşimde konuşan kişinin anlam inşasında
kendi konumunu ön planda tuttuğunu fark ettik. Ama bu tutuşu bir strateji takip ederek
kullandığını gördük. Konuşmacılar konuşma sırasında kendi konumlarını ön planda tutarken,
"ben ve biz" zamirleri arasında gidip geliyorlardı. Bu gidiş gelişleri de ya da daha doğru bir ifade
ile kayışlarını da belli bir kalıp üzerinden yapıyorlardı.
Konuşmada eyleme dair anlamı kurgularken konuşmacı ben’den biz’e hatta zamirsiz yani
öznesiz konuşmalara kaymaktadır. Aşağıdaki örnekte görüldüğü üzere (3.Alıntı) özellikle
eylemle ilgili sorumluluk etkileşim ortamına geldiğinde konuşmacılar hep birlikte zamir özneyi
ortadan kaldırıp sadece eylemi konuşmaktadır. Eylem ve sorumluluk konuşma ortamına açıkça
taşınmadan önce, sadece önplanda iken özne kendini ‘biz’ formuna sokmakta bu suretle içinde
kendini belirsizleştirmektedir.
Yardımcı doçent (YD) aynı sıra alış içinde yani konuşmanın ilk satırında kendinden "ben"
diye bahsettiği cümlecikler kadar "biz" diye bahsettiği cümleciklere de çeşitli kereler girip
çıkmaktadır. Katılımcı bu ilk sıra alışında kendini, yaptıklarının sorumluluğunu üzerine alan kişi
olarak konumlandırmaktadır ("yazmıştım", "öyle yaptım öyle yazdım"). Ama aynı zamanda da
ara cümlecikte kendini eylemin olumsuz neticelerine karşı da kanaat düzleminde "biz" yönünde
belirsizleştirmektedir ("değiştiririz"). Son sıra alışında ise eylemin öznesi yoktur yani kimin
yaptığı ya da yapacağı belli değildir ("değişir"). Sebebini ise dilin normatif kalıplarını
işaretleyen, cümlenin sonundaki öznesiz eylemde görmekteyiz. "Abes olcak". Bu sebeple
kendini, bu iki öznesiz eylem cümleciği arasında kullandığı cümlecikle, kanaat düzlemine
oturtmuştur. Kimin yazacağının kararını kendisinin vermeyeceğini/ veremeyeceğini
işaretlemektedir.
3.ALINTI
Yardımcı doçent, doçent ile birlikte yapılacak olan bir toplantının hazırlıkları üzerinde
çalışmaktadır.
Yardımcı Doçent: ha bu durum olcak zaten birazcıkta beş beş böleriz. Oturum başkanlarını size
sormadan imeylle yazmıştım(A) oturma başkanları hanfendi unutmayın yazıyoruz dedik yani şu
aşamada çünkü onu amet memet değiştiririz(B)sonra diye hani öyle yaptım öyle yazdım (C) haberiniz
olsun.
Doçent: Yok iyi yapmışsın biz de sana
Yardımcı Doçent: Phh ama yani o programda yazılmayacak yazılsa bile değişir(D) diye düşündüm (E)
çünkü kim var diye yazmak iyce abes olcak
(A) Tekil Gizli özne-öznenin pozisyonu eylemde;
(B) Çoğul gizli özne zamiriözne pozisyonunu eylemde kaydırarak, kanaat düzleminde
belirsizleştiriyor;
(C) Tekil Gizli özne öznenin pozisyonu eylemde;
(D) Öznesiz eylem;
(E) Eylemde öznenin konumu kaymış ve kanaat düzeyinde
(Tekdemir, Arkonaç ve Çoker, 2006)
Eylemi önceleyen bir dili konuşan bizler, eyleme dair anlam inşalarımız içinde, şahsi vaziyet
alışlarımızı sözgelimi ben’den bize, biz’den ben’e kaydırarak ne yapmaktayız, bunu neden
yapmaktayız?
2010’daki çalışmamda (Arkonaç,2010) "Ben", "biz" zamirleri arasındaki karşılıklı kayışların
ve bu kayışların o sırada kurgulanan eylemin anlamla olan ilişkisinde, tekrarlayan birtakım
kalıplar olduğundan söz etmiştim. Buna göre genelde "Ben" zamirinin kullanıldığı ifadelerde
eylemi işaretlemeyen, genellikle kanaat, düşünce fikir belirten fiiller kullanılmaktadır. "Biz"
zamirine kayışlar, genellikle eylemin sorumluluğunun tek başına yüklenilmediği/ bunun tercih
edilmediği ifadelerdir, "yapalım edelim" denmektedir. Eğer eylemin normatif sorumluluğu son
derece belirginse "ben", "biz" zamirleri her iki anlam da da ortadan kalkmaktadır, "yapılır, edilir”
denmektedir.
“... düşünüyorum” ya da “ ...düşüncesindeyim” dediğinizde eylemin sizi belirlemesinden ve
de bunun tahmin edilen neticelerinden kendinizi uzak tutmuş olursunuz. Hatta eğer daha da zor
durumda iseniz “yapılmalı” ya da “...daha önceden hesaplanmalıydı” diyerek kendinizi yok
ediverir, yapılacak işi de gerektirdiği sorumluluğu da orta yerde sahipsiz bırakıverirsiniz. Ama bu
sırada sözü sürekli kendi kanaat ve fikriniz ile kurarak, işi tanımlamış ve
belirginleştirmişsinizdir. Yani fikrin, sözün, düşüncenin sizin olduğunu apaçık kılacak şekilde
ifade edersiniz ama işi kimin yapacağını yani, eylemi kendinizi es geçerek, sahipsiz kılarsınızdır.
Gündelik Türkçe konuşmalarda kişinin kendini konumlandırmasında sözün icra edici(performative) gücü önemli bir ölçüt gibi görünmektedir. Eylemin "ben" ya da "biz" şeklinde
sahiplenildiği ya da hiçbir şekilde sahiplenilmediği şartlara, kişinin tekilliğini inşa stratejileri
olarak bakılabilir. Ya da bir başka ifade ile hangi durumlarda nasıl bir pozisyon alacağına dair
tekilliğini kendi tasarrufunda bulundurmaktadır. En önemlisi ise eylemin anlam inşasında, tekil
birey konumunun gerekli olmayışıdır. Sahipsiz eylemler inşa edebilmektedir. Bu inşa oyunu
stratejik şekilde oynamakta normatif sorumluluk apaçık belirdiğinde eylemin failini (yani
sahibini) belirsiz bırakıvermektedir.
Türkçe konuşmalarda kişinin kendini semantik olarak ön planda tutmaya başlaması modern
anlamda bireyselliğin tezahürü gibi görülebilir. Bununla birlikte gözlenen bu tekil birey oluş,
Batılı anlamda modernist yaşantının gerekleri üzerinden okunmamalıdır. Burada seyredilen,
başka bir zeminde kullanılan stratejilere işaret eder gibidir (Arkonaç, 2004, 2006, 2008). Kişi
eylemi sahiplenmekten ya da üstlenmekten çok eyleme dair kanaatlerini vurgulamayı ön planda
tutma eğilimindedir. Ayrıca kişi, eylemi üstlenmesi gerektiğinde tekil özne pozisyonunu
bırakarak çoğul özne düzenine geçebilmektedir. Yani eylemin özne işaretini "ben" zamirinden
"biz" zamirine kaydırarak kendini belirsizleştirebilmektedir. Eylemin özne tarafından, tekil ya da
çoğul halde sahiplenildiği ya da sahipsiz bırakıldığı durumlar ayrışmaktadır.
Dolayısıyla burada, eylemin inşa edilen anlamının niteliğine göre stratejik hareket eden bir
tekillik inşasından bahsetmekteyiz. Bu tekillik inşasında kendisini eyleme çağırma ihtimalini,
dolayısıyla bir şekilde sorumluluk alma ihtimalini, kendisinden uzak tutacak bir strateji
kullanmaktadır. Bu suretle özne, söylemin onu çağırdığı konumdan (Burr, 2012; Althusser,1971)
konuşmak zorunda kalmamaktadır. Dolayısıyla da bahsi geçen meselede işaretlenen konumdaki
özne olmak zorunda kalmamaktadır. Özne bu suretle kendine, statü karşısında bir yaşam alanı
yaratabilmektedir. Ama bu esnada arka kapıdan da alansızlık tehdidi içeri girmektedir (Arkonaç
ve Aygül, 2015).
Eylem değil eylemin hakkında konuşmak işin gerçeği olarak inşa ediliyor ve herkes kendini
‘bu hakkında konuşma’ içinde konumlandırıyor. Gerçek bu olunca, vicdana gerek kalmıyor.
Ahlakî referanslar, söylemin kendi gerçekleri ve söylemin dikte ettiği eylemler haline geliyor.
Konuşmadaki karşılıklı anlam inşasında kendini ayrıştırmanın, özerkleştirmenin stratejik
tercihe bağlı olmasını, anlam inşasında argümantasyonu tercih etmemesi ile de ilişkilendirmek
mümkündür. Sözgelimi Çoker'in (2007) araştırmasında konuşmacıların, özne pozisyonu
almadan, birbirinden bağımsız olabilecek argümanları yan yana getirebildikleri görülmüştür.
Çoker (2007) üretilen argümantasyonların, rasyonel zeminden ziyade irrasyonel (korku, tehdit) zeminde öznesiz inşa edildiklerini öne sürmektedir. Bir anlamda buradaki konuşmalarda öznenin
rasyonel ve nesnel argüman sunuşu yoktur. Tersine, rasyonel ve irrasyonel olanı iç içe inşa
ederek şahsi kanaatler ifade eden tekillikler yaşanmaktadır.
5. Ben’in İçi ya da ‘Kalenin’ İçi...
Yukarıda sık sık tekrarladığım gibi konuşma esnasında meselenin kendisi konuşulmuyor;
muhataplar kendilerini kurgulayacak kadar bir hakkında konuşması yapmaktadır. Konuşma
ortamında kendi kalesini inşa etmekte olan kişiye ya da kurduğu kalenin niteliğine daha yakından
bakalım.
Af etmek ve af etmemek üzerine yayınlanmamış bir çalışmamızda (Arkonaç, Beşikçi, Maçin,
2019) bu konu hakkında görüşlerini yazan katılımcıların kendi ‘ben’ oluşları üzerinden
beyanlarda bulunduklarını fark ettik. Af edeceği ya da af etmeyeceği durumları anlatmak yerine
bu durumdaki kendisini anlatmaktadır. Bir başka ifade ile kendisini seyretmekte, kendisinin
nesnesi olmaktadır. Etkileşim ve ilişkiler ise kendi-kendi arasında yani kendisi ile duyguları
arasında gerçekleşmektedir. Dışardaki şeylerin, nesnelerin, olayların etkileşimde yer almadığını
gördük. Katılımcılar af etme/etmeme hallerinde kendilerini tarif ediyorlardı. Af edilecek/
edilmeyecek olay ile buna sebep olan ve kendisi arasındaki bir etkileşimden hareket etmediler,
buna işaret etmediler. Açıklamalarda af edilecek ya da af edilmeyecek olay yoktu, sebep olan
yoktu sadece kendisi vardı (4.Alıntı).
4.ALINTI
Af edemem çünkü
Katılımcı 2
Yapı meselesi mi bilmiyorum ama çabuk kızan ve çabuk sönen bir insanım. Bir de kızdım mı
kızgınlığımı kızdığım kişiye söylerim ve rahatlarım. Sonra hiçbir şey yokmuş gibi davranabilirim. Çok
zarar görmediysem, çok kırılmadıysam affederim. Sonuçta kin tutmanın bir anlamı yok.
Katılımcı 19
Bana unutamayacağım bir şey yaşatmıştır bu durum ve geleceğimde dahi bu durumun izlerini taşımam
mümkün. Geçmişime baktığımda o durumu göreceğim. Çünkü yapı olarak insanları kolay affederim
fakat geçmişime baktığımda ailemdeki bazı insanlara karşı sergilediğim tavırla içimde yaşadığım
duygunun çok farklı olduğunu görüyorum.
Kendini kurgularken ne öteki var ne bir ayna var ne de bir nesne var. Sadece kendisi ve kendi
Sosyoloji Divanı, Yıl: 7 Sayı: 13 | Ocak - Haziran 2019, s/153-172 13
duygulanımları var. Bağlamda ortamda var oluşunu bu ilişki üzerinden kuruyor. Bağlamdaki
mesele karşısında kendisi ve kendi duygulanımları var. Etkileşimdeki varlığını bu ilişki (kendisi
ve duyguları) üzerinden kuruyor. Dışarda diğerlerinin, nesnelerin, şeylerin bu etkileşimde/
ilişkide yeri yok. Bağlamdaki meseleye (nesne olay, diğerleri), kendini ortamda var etmenin ya
da kendisini görünür hale sokmanın vasıtası olarak bakıyor diyebiliriz. Karşısındaki nesne, olay
ya da gerçekleşen eylem hakkında dönüp dönüp kendisini tartıyor, ölçüyor, biçiyor (5.Alıntı).
5.ALINTI
Katılımcı 9 Kadın
Affedebilirim Çünkü;
İsteyerek yapılmayan, kasti olmayan hataları affedebilirim. Çünkü çok çabuk alının bir insan değilim.
Bir şeye gerçekten küsmem için büyük bir hata olması ve kasti yapılmış olması lazım. Eğer hata yapan
kişi bunu isteyerek yapmamışsa ve gerçekten üzgünse affedilebilir. Sineye çekilebilir. Ayrıca
karşımdaki kişiye verdiğim değerin miktarı da biraz affetmede etkin. Benim için önemli bir insanın,
hayatımda olmasını istediğim bir insanın affedilmeyi hak ettiğini düşünüyorum. Dediğim gibi büyük
bir hata olmadığı sürece.
Katılımcı 13
Affedebilirim Çünkü;
Yaşadığım kötü olayları affedebilirim. Derecesi çok ama çok acı olmadığı sürece. Çünkü en büyük
intikam affetmektir. Karşıdaki niye böyle davranıyor diye düşünürüm. Onun böyle davranmasına
sebep olan ne diye düşünürüm. Genel bakmak isterim, içini bana açıp, onu anlarsam haklı bulurum.
Empati kurarak onu affedebilirim. Çok fazla kafaya takan, kötü olayların etkisinden çabuk kurtulan ve
unutan bir insanımdır.
Dışardakiyle kendi arasında bir etkileşim kurmuyor. Kurar gibi görünen ifadelerde aslında
sadece kendisini seyredebilmek, ya da kendini görünür kılmada bunu bir vasıta olarak kullanıp
’kendini ne kadar üzdüğünü’ anlatıyor. Üzüldüm dediğinde kurabileceği etkileşimi ya da ilişkiyi
gözardı ediyor ve kendisini arz ediyor (6.Alıntı).
6.ALINTI
Katılımcı 13
Affedemem Çünkü;
O kaderini çizip beni kırmış, incitmiştir. Yüzüme gülüp, umut verip, çekip gitmiştir. Onu affedemem
çünkü kabalığını bırakmıştır bende. Olayları unutamam ve affedemem çünkü gittiğim yeri Colomb
gibi Hindistan sanmışımdır. Normalde bağışlayan, unutan bir insanımdır. Ama bana koyan olayları ve
şahısları affedemem. Çünkü beni değiştirmişlerdir.
Bu arada yukarıda bir yerlerde de değindiğim üzere Türkçe konuşanlar konuşmalarında
yardımcı fiil tercihlerinde değişikliğe gittiği görülmektedir. Eylem bildiren yardımcı fiilerde
etkileşim kurucu olanları artık tercih etmemektedir. Bunun yerine bu yeni kendilik inşasına
uyacak şekilde çok sık kendi faillik gücünü (failliğini değil) bildiren fiilleri kullanmayı tercih
etmeye başladı (yayınlanmamış çalışma Bozyiğit, 2019). Sözgelimi yardım etmek yerine yardım
yapılır, girmek yerine giriş yapılır, risk almak yerine risk yapılır. Bir anlamda tüm bu fiiller
‘yapmak’ta bir araya geldiler ya da yapmak karşısında herhangi bir hükümleri kalmadı.
Üzülüyorum acıyorum diyen de var ama bu formu yaygın olarak görmek artık pek mümkün
olmuyor.
Kısacası kale özneler, etkileşim alanında kendi varlıklarını kurup içine geçip oturuyorlar. Bu
sırada diğer kale öznelerle etkileşimleri pek az. Kişi kendi varlık alanını diğer kale özne ile
herhangi bir müzakere alanı oluşturmayacak şekilde ‘bence diyerek’ inşa ediyor ya da bu var
oluşunu ‘bana göre’ diyerek meşrulaştırmaya çabalıyor. Bu noktada Aygül ile birlikte yaptığımız
çalışmada (Arkonaç ve Aygül, 2015) dikkatimizi çekmişti. Ele aldığımız konuşma verilerinde
sürekli tekrarlayan ‘bana göre’ ve ‘bence’ cümlecikleri dikkatimizi çekmişti biz de bu iki
cümleciğe odaklanarak analizimizi derinleştirdik. Bu cümleciklerin etkileşimde birer kalıp
(pattern) halinde kullanıldığı ve bir strateji halinde yönetildiği dikkatimizi çekti. Bu ifade
kalıplarının etkileşim esnasında bir kendilik takdimi olduğunu fark ettik.
‘Bana göre’ cümleciği ile ‘bence’ cümleciğinin, kendiliğin arz edilişinde birbirinden farklı
kurgular inşa ettiğini fark ettik. Bununla birlikte bu iki kalıbın etkileşim alanında bir nevi
öznenin kendi korunaklı kalesini inşası ile bu inşanın içine geçip oturuşu ya da içinde kendini
ontolojik olarak var edişinin stratejik kalıpları olduğunu söylemek mümkün. Bunu biraz daha
ayrıntılı açıklamaya çalışayım.
Konuşma etkileşiminde ‘bana göre’ cümleciğinin kullanıldığı örneklerde konuşanın diğeri
karşısında kendine ‘korunaklı bir âlem’ inşa edip, bu inşayı meşrulaştırdığı gözlenmektedir. Bu
kalıbın kullanıldığı konuşmalarda diğer kişi ile etkileşim gözlenmektedir. Bununla birlikte
konuşanlar, diğeri ile müzakere edilmeyecek bir şekilde, kendi alanlarını inşa ediyorlar ya da bu
özel kurgunun meşruluğunu sağlama gayreti içindeler. Bir anlamda kısacası, diğeri ile
müzakereyi gerektirmeyen bir alan inşası var. Aşağıdaki alıntıda bayrak hakkında konuşan
konuşmacı G, tartışmasını bayrağın varlığı üzerinden yürütmemektedir (7.Alıntı).
7.ALINTI
68.G: sembolleri eee bu anlamda bu değerlerin sembolü olarak düşünürsem de evet yani bunun
hatırlatıcı olması korunması eee nesillere hatırlatılması anlamında kullanılması bana göre önemli bişi
Ben bunu özgürlük meselesi olarak görmüyorum
69.S: üniversite ile bii..(anlaşılmıyor)diştirdiğin zaman bayrağın atatürkün üniversiteyle ne gibi mesajı
olabilir
70.G:(.1) işte ben hiç üniversite diye bakmıyorum yani bana göre o yaşamımızın heryerinde var benim
evime gelirsen benim evimdede Atatürk portresini görürsün
71.S: [ha
(Arkonaç ve Aygül, 2015)
‘Bana göre’dedikten sonra ‘Ben bunu özgürlük meselesi olarak görmüyorum ve ...işte ben hiç
üniversite diye bakmıyorum’ diyerek, bayrakla ilgili bir anlam kurgusunda bu anlamları geri
plana itmektedir. Bunun yerine yeni bir anlam inşa etmektedir: ‘o yaşamımızın heryerinde var
benim evime gelirsen benim evimdede Atatürk portresini görürsün’. Kurduğu bu yeni anlamı
‘bana göre’ cümleciği ile önplana taşımaktadır. Beri yandan da daha arkaplanda; ‘bana göre’
demekle, önce kendi öznesine dair bir epistemolojik duruş (kendi duruşuna dair bir bilgi) sonra
da bundan türettiği bir varoluşsal konum inşa etmektedir: tüm anlamlar ve meşrulukları ‘bana
göre’ dir.
Müzakereyi gerektirmeyen alanı özne, aşağıdaki örnekte ‘bana göre’ cümleciği ile kurarken,
son sıra alışındaki ‘bir başkası katılır katılmaz önemli değil’ ifadesi ile de bizzat tahkim
etmektedir (8.Alıntı).
8.ALINTI
167. G: (.1) yok o çok doğru bi laf değil yani ortada bana göre bir realite var sen bu fikre
168. S: ha
169. G: bir başkası katılır katılmaz önemli değil
(Arkonaç ve Aygül, 2015)
Öznenin kurguladığı gerçekliğin meşruluğunu, ‘bana göre’ kalıbıyla başlayan cümlecik
kurmaktadır. Bu suretle kurulan bu meşru gerçeklik, aynı nesne ile ilgili bir başkasının kurduğu
ve ona göre ‘meşru’ olan gerçeklikle, tek bir gerçeklik kabulu için mücadele etmek/çatışmak
zorunda kalmamaktadır. Konuşmada muhataplar kendileri için kendilerine göre ‘meşru’
gerçeklikler inşa ederek aralarına bir tampon ya da güvenlikli alan kurmaktadırlar. Bu alanda
geçerli olabilecek bir gerçeklik müzakeresine gerek yoktur. Zaten alan da bu müzakeresizlik içininşa ediliyor gibidir.
Ama ‘bence’ kalıbının kullanılmasıyla herşey değişmektedir (Arkonaç ve Aygül, 2015). Özne
‘bence’ demeye başladığında artık o nesnenin (konuşulan meselenin, konunun, hareketin)
meşruluğunu ya da geçerliliğini değil, doğrudan kendindeki gerçekliğini konuşmaya
başlamaktadır. Sözgelimi aşağıdaki alıntıda (9.Alıntı) katılımcı kopya çekmenin meşru olup
olmadığını ya da geçerliliğini konuşmuyor doğrudan kendisinin kopya çekme olayı içindeki
konumunu anlatıyor (‘bence dersten kaynaklanan bir şey değildir’; ‘bence güven eksikliği değil
de insana bence güven katabilen bir şey’).
9.ALINTI
3.Görüşme
432. A: sosyal çevresi de baya hani(.2) bazı kişilerin ben şey düşündüm mesela bir insanın sosyal
çevresinin eksikliği bence dersten kaynaklanan bir şey değildir şu da olabilir (.2) bana göre tabi bu e
belki çevresin de kişileri kendine uygun görmüyordur ya da oturduğu kalktığı kişinin muhabbetini
sevmiyordur ya da gezmiştir tozmuştur bakmıştır
4. Görüşme
33.E2: Ama ben arkadaşıma katılmıyorum şimdi bilgi eksikliği ya da ne bileyim eksiklikten bahsetti
bence bir eksiklik değil de insanına göre değişebilen bir tavırdır mesela kopya çekmek bazıları çok
alışmıştır öyle alışmıştır ki mesela ders çalışmak yerine kopya çekmeyi tercih eder ama bu sadece
mesela ders çalışmayı bilmemediğinden belki de ya da şöyle söyleyeyim ders çalışsa bile kopya
çekmek şeklinde hazırlayabilir buna çok şahit oluyoruz arkadaşlarımız arasında çevremizde yani
kopya çekme tarzında yine ufak kağıtlar hazırlayarak sınava böyle hazırlanıyor belki de kendini bu
şekilde daha rahat hissediyor ya da kendi öğrenme yetisini bu şekilde daha geliştirebileceğini
düşünüyor bence insanları yani eksikliğine göre değil de insanların bu şekilde davranması onlara belki
daha çok güven veriyordur
(Arkonaç, Aygül, 2015).
Örneklerde dikkatimizi çeken bir diğer önemli nokta şu oldu: kişi ‘bence’ dediğinde, konuyla
ilgili kendi kurduğu gerçekliğin içinden hareket ederek, konuşulan meseleyi de bütünüyle kendi
anlamasıyla zapt etmektedir. Kişi bu suretle kendisini, sadece ve sadece kendi kurguladığı bu
zeminde, bir başka zemine ya da diğer kişinin alternatif zemininde kurgulamaya gerek
görmeden, tarif edip anlatabilmektedir (Arkonaç, Aygül, 2015). Kısacası konuşulan meseleye
dair görüşünü vurgulayarak kendisini işaretlemektedir.
10. ALINTI
5. Görüşme
K1: yani bi sınavın olması mı teşvik ediyo [belli bi saatte şu soruları yapıcaksın ve hiç bişeye
bakmıcaksın]
Sosyoloji Divanı, Yıl: 7 Sayı: 13 | Ocak - Haziran 2019, s/153-172 17
K4: [evet
K2: [aynen öyle onunla bence çok ilişkili yani
K1: hmm
K3: ben de şey dicektim ya ödevler ya da işte projeler sınavlara nazaran seni daha fazla araştırmaya
iten daha farklı böyle kulvarlarda da
Yukarıdaki örnekte (10.Alıntı) konuşan K2 kişisi ‘bence’ diyerek bir konuşma zemini
oluşturuyor. Bu zemini K2 belirli bir şekilde oluşturmaya çalıştığı için başka zemin olasılıkları
engellenmiş ya da bunlara kapalı kalıyor. Bu sebeple diğer konuşmacılar, bu işaretlenen zemin
hakkında konuş(a)mamaktadır, çünkü bu konuşma zeminini belirli bir şekilde oluşturma
teşebbüsünde bulunan odur (K2). Bence dedikten sonra konuşmaya yeni boyut getirmeye
teşebbüs etmekte, ve bu boyutun kendine göre olduğunu iyice göze batar hale sokarak ‘ben
buradayım’ demektedir. Bu suretle kendini var kılmakta ve böyle bir var oluş ile varlığını
değişime (alternatif anlama zeminlerine) kapamış olmaktadır.
Bence kalıbının kullanıldığı etkileşimlerde, özne konuşulan mesele ile kendini
irtibatlandırmaktadır. Ama bu irtibatı, mesele içindeki kendi konumu ve bu konumun tahkimi
için kurmaktadır. Söz gelimi aşağıdaki alıntıda (11.Alıntı)’bence’ diyen konuşmacı kimdir? Söz
edimleri açısından ele alacak olursak, öznenin buradaki eylemi, meseleyi ‘güven katan’ olarak
adlandırmaktır. Bu adlandırma eylemi ile konuşmacı bir konuma geçiyor ama bu konumda
kendini işaretlemiyor. Belirli bir ifadeyi belirli bir şekilde söyleyen özne olarak konuşmada yer
almış oluyor, dolayısıyla da mevcutlu (ontik) oluyor.
11. ALINTI
4. Görüşme
35. E2: [bence güven eksikliği değil de insana bence güven katabilen bir şey
Bunu açık bir şekilde görmenin bir başka yolu da ‘bence’ sözcüklerini ifadeden
kaldırdığımızda, ifadenin öznesinin de ortadan kalktığını görmemizdir. ‘Bence’ sözcüklerini
kaldırdığımızda konuşanın açıklamasının bir hüküm olduğunu görürüz (12.Alıntı).
12. ALINTI
4. Görüşme
35. E2: [bence güven eksikliği değil de insana bence güven katabilen bir şey
35. E2: [bence güven eksikliği değil de insana bence güven katabilen bir şey
Sosyoloji Divanı, Yıl: 7 Sayı: 13 | Ocak - Haziran 2019, s/153-172 18
Özne bu stratejiyi (bence cümleciğini kullanmayı), konuşma esnasında kendini tahkim etmek
mecburiyetinde olduğu için kullanmaktadır. Yukarıda ifade ettim, bu tahkimat önce epistemolojik
sonra ontolojik olarak yapılmaktadır. Tüm bu tahkimat çabaları ise konuşulan meselede ilgili
eylemin failliğini doğrudan üstlenmemek içindir (Arkonaç ve Aygül, 2015).
Konuşan kişi mesele üzerine konuşurken yukarıda da bahsedildiği üzere meselenin kendisini
konuşmamaktadır. Mesele edilen temanın, kendindeki temsilini ya da iz düşümünü (Arkonaç,
2010) konuşmaktadır. Bence kalıbının kullanıldığı konuşmalarda konuşma eylemi, konuşanın
kendisini ifade etmesi, kendisini işaretlemesi, hatta kendisini inşa etmesi haline gelmiştir. Bu
sebeple de konuşma etkileşiminde hakkında konuşulan olay, kişi, mesele vs. ortadan
kaybolmuştur.
Şöyle ki; karşılıklı öznellikler arasında etkileşimi sağlayacak ve devam ettirecek bir nesne, bir
olay vs. ortadan kalkıp, etkileşim öznelerin kendilik inşaları haline dönmektedir. Etkileşimde
nesne ortadan kalktığı için üzerinde konuşulacak ya da üzerinde uzlaşılacak bir temel ya da bir
zemin kurulamamaktadır. Özne kendisini dışarıda olanı hikayeleştiren bir öge olarak inşa
etmektedir, dünyayı olup biteni sürekli dilde kurarak kendini bu dünyanın dışında onu seyreden
bir özne olarak kurmaktadır. Bu kurguda özne, nesnelere dair konum alışlarıyla inşa edilmekte;
nesne üzerindeki eylemiyle inşa edilmemektedir. Dolayısıyla konuşmalarındaki genel manzara
olgu tasvirciliğidir (hakkında konuşmalardır).
Bir anlamda özne ile mesele arasındaki irtibatsızlık diye adlandırdığımız bu ayrıklık, konuşan
öznenin o sırada ne işine yarıyor olabilir? Etkileşimde ne gibi bir işlevi var da özne bunu
kullanıyor? Bununla ne elde ediyor?
6. Öznenin Süreksizliği
Tutarlı ve değişmez bir kendilik yapısından ziyade bağlama göre kayıp değişen dönüşen,
konuşma eylemi içinde sürekli inşa edilen bir benlik süreci olduğu tartışmasını yukarıda
aktarmıştım. Bu çalışmada da kendini konuşulana göre, bağlama göre kurgulayan bir özne ile
karşı karşıyayım. Konuşma etkileşimi esnasında konuşan kişi kendini o konuşmada inşa
edebilmek, kendini görünür kılabilmek için diğeri ile konuşma eylemini sürdürmeye muhtaç. Bu
sebeple konuşmaların kesilmesine tahammülü yok. (Tekdemir, 2007). Bağlama göre sürekli inşa
edilen bu benlik kurgusu bağlam kaydıkça tekrar değişmektedir. Bir başka ifade ile konuşurken
konuşmacıların kendilik tasvir ya da tariflerinde bir süreklilik takip edilememektedir. Bir anlamda süreksiz bir özne ile karşı karşıyayız.
Öznenin geçici, süreksiz, durum ya da hal içinde kendini inşa edip tanımlayan, tasarımlarıyla
karşı karşıyayız. Bir anlamda kişi konuşma esnasında kendini, bağlam içinde özne niyetine ete
kemiğe büründürüyor ve ‘ben burdayım’ diyerek sürekli kendini işaretliyor. Bu işaretlemeleri,
kanaat bildiren ya da duygulanım bildiren fiiller kullanarak gerçekleştiriyor (Arkonaç, 2010).
Konuşma eyleminde kişinin kendini mevcut kılış tarzının, ahlakî vaziyet alışlarını da
biçimlendirdiğini unutmamak gerekir. Gerçekliğin anlamını kendi üzerinden inşa eden bir
kendilik anlayışına göre eylemin ‘hakkında konuşmak’ işin gerçeği, aslı olarak inşa edilince
kişinin kendi vicdanına gerek kalmıyor.
Fatma Maçin (2019 yayınlanmamış makale), affetmek ve affetmemek üzerine katılımcıların
görüşlerinin sorulduğu bir çalışmada katılımcıların affetmek ile affetmemek üzerine farklı farklı
tasarımlar kurguladıklarından bahseder. Bir başka ifade ile kişi afetmek için bir tasarım,
affetmemek için başka bir tasarım inşa etmektedir. Affetmekle affetmemek bağlamını farklı iki
hal olarak gördüğünden kişi bağlamdan bağlama kendilik inşasını da değiştirmektedir
(13.Alıntı).
13.ALINTI
Katılımcı 18
Affedebilirim Çünkü;
Bir tebessüme yelkenleri suya indiriyorum. Sevdiklerimle küs kalmak bana göre değil. Her hatanın bir
telafisi vardır. Affedilebilir.........Affetmek önemli. Affedebilmeli insan. Ben affediciyim, yumuşak
yüzlüyüm.
Affedemem Çünkü;
Affedemediklerim genelde yakın çevremdeki kişilerdir. Hoşuma gitmeyen davranışı yaptığı için ondan
anında soğurum. Zoraki olarak konuşsam da aklımın bir köşesinde ona dair o kötü durum vardır.
Acaba sorusu her konuşmamda yer alır.........Benim için ya siyahtır ya da beyaz. Gri yoktur.
Çevremdeki insanlar için ya iyi düşünürüm ya da kötü.
Göçmenlerle ilgili duygu ve düşünceleri ayrı ayrı istendiğinde benlik tasarımındaki bu
başkalaşma, aşağıdaki örnekte olduğu gibi iki ayrı benlik profili halinde seyredilmektedir: nötr
kaldığını söylediği göçmene karşı öfke içinde olabilmektedir (14.Alıntı).
14.ALINTI
Sosyoloji Divanı, Yıl: 7 Sayı: 13 | Ocak - Haziran 2019, s/153-172 20
Katılımcı 41
Sokakta, görsel ve yazılı medyada göçmenleri görünce aklınıza neler geliyor?
Bu konuda nötrüm bundan dolayı konuya dikkat ettiğim ya da göçmen olduğuna dikkat ettiğim
olmuyor.
Sokakta, görsel ve yazılı medyada göçmenleri görünce neler hissediyorsunuz?
Bazı konularda kendi devletimiz bizim vatandaşlarımıza sağladığı imkanlardan çok daha fazla
göçmenlere ya da mültecilere sağladığından dolayı içimde bir öfke hakim fakat yine de herhangi bir
tepki vermem söz konusu olamaz.
7. Sonuç ..niyetine bir başka tartışma düzlemi
Kendilik inşasında ortaya önce epistemolojik sonra da ontolojik olarak konan bu ‘ben
oluşların’ tasarımsızlığı, postmodern dünyanın özelliği olarak sıklıkla tartışılır. Tasarımlar
bağlamdan bağlama değişmekte, yeniden yeniden sürekli dışarıya göre kurgulanmaktadır.
Modernist dünyanın sembolik sistemine uygun içsel tasarımlar ve muhtevalarının burada
olmadığı ortadadır. Konuşmalarda da görüldüğü üzere kişinin dünyaya bakışındaki temsillerin
içeriği bağlam kaydıkça ya da bağlama göre kayıyor ve değişiyor. Bir anlamda kişide içsel
temsiller sığ olduğu gibi tasarımlarının muhtevasında da bir süreklilik takip edilemiyor.
William Chittick (2017), modern zamanları ve çoklu anlamların kulu olan modern düşünceyi,
hayata ve ahlâka yön veren “Tek Bir” Tanrı düşüncesinin tam karşıtı varsayar. Bu dünyada nasıl
ki birçok tanrıdan birçok anlamlar devşiriliyorsa, bu makalede anlatılan ve gösterilmeye çalışan
şey de buna benziyor: geçmişin tasarımlarının, muhtevalarının içi boşaldığı için sabit ahlakî
gösterenler de ortadan kaldırıldı (Lacancı anlamda; davadan düştü (foreclosure)). Böyle bir
durumda artık belli bir sabiteye göre değişmeyen; birbirinden kopuk bağlamlara girip çıkarak,
yalnızca bu hareketle bir imgesel tasarımın potansiyelini üretmeye çalışan bir yeni insanla
karşılaşılıyoruz.
Ama bu tasarımlara, ya da modernist bir dille kişiliğin içsel temsillerine, muhteva olarak
bakmak yerine kişi oluşu ya da benliği-gerçekliği inşa etme/kurgulama tekniği olarak bakmak da
mümkün. O zaman tasarım ya da içsel temsil bir içerik olmaktan çıkar bir inşa tekniği olarak
yeni anlamlar kazanır. Ki Türkçe konuşmalarda sürekli seyrettiğim bu değişmeyen stratejilerdi.
Konuşanların değişmeyen stratejiler kullanması bu durumu destekler mahiyettedir. Bu sebeple
‘kalenin’ içi tasarımsız boş değil sadece kendini bağlamda ete kemiğe büründürmenin yeni
stratejileriyle dolu. Bu stratejiler eskinin sabit referansları (genelde de ahlakî referansları) değil.
Bu stratejilerin, kendini bağlama göre var etme dolayısıyla kale -özneyi inşa etme stratejileri
olduğu muhakkak. Bu hal Türkçe konuşan kişi için yepyeni bir ufuk. Ama bunu alternatif bir açıklama olarak bir kenara koymak isterim.
Bir diğer açıklama teşebbüsü ya da açıklamayı derinleştirme teşebbüsü olarak Lacan’ın
(Lacan and Fink,2006) kapitone-raptiyeleme benzetmesini burada ele almak isterim. Lacan,
öznenin dünyasının işaret sistemlerinden meydana geldiğine inanır. Bir işaretleyen vardır bir de
işaretlenen. Bu dünyanın işaretleriyle karşı karşıya kalındığında ortak bir zemin aranır. Çünkü bir
şeyi neden o şeyin işaretlediğine dair hiçbir dayanak yoktur. Dayanak oluşturmak için
“kapitoneler-raptiyeler (ya da düğmeler)” inşa edilir. Sözgelimi bir rüyanın unsurlarını
gerçeklikte var olan bir yaşanmışlığa sevk ederek (Fink, 2016) bir anlama, yani işaretleyen-
işaretlenen uyumunu sağlama çabasına girilir. Onların birlikteliğini bir arada tutan şey kapitone
noktalarına benzer (döşemede kumaşı yerine sıkıca tutturan). Bu benzetme, geçici ve süreksiz
anlamlar oluşturarak, bir “şeyleri” (bir türlü şekil alamayan dağılmış bir kumaşı) bir arada
tutmayı açıklar ve o raptiyeleme ya da düğme (kapitone) noktaları gibi anlamlar yaratılarak
sonsuz anlamalara son verilir (Fink, 2016). Anlaşılmaz, ne idiği belirsiz bir durum karşısında ya
da bu çalışmada söz edildiği gibi strateji kullanılmayı gerektirecek durumlarda başvurulan
eylem, kapitone noktalarının işlevine benzer bir eylemdir.
Bir türlü şekillendirilemeyen (anlamlandırılamayan) dağılmış sonsuz anlamaları bir şekilde
birbirine tutturup raptiyelerek hepsi o raptiyenin altına sokulur. O raptiyenin kendisi geçici
süreksiz anlamların işareti olur.
Benliği-gerçekliği kurgulama tekniğinde süreksizliğe neden olan
raptiyelerin (kapitonelerin) kullanılması; muhtevasız ya da sığ tasarımların altında saklanan, korku
ve tehditlerin imgeselleştirilme ihtimalini en aza indiriyor olabilir mi? Bir başka ifade ile
raptiyeyi kaldırdığınızda o korku ve benliği tehdit edenler, gerçeklik alanını dolduracak gibidir.
Özne bu ihtimal her belirdiğinde sözgelimi sorumluluğu ve/veya eylemi üstlenme gibi
bağlamlarda biraz önce inşa ettiği mevcudiyetini ortadan kaldırabilmektedir. Zamir
işaretleyicisini ya ben’den biz’e kaydırmakta ya da toptan ortadan kaldırmaktadır.
İki tarafı keskin bir kılıç misali kullandığı bu strateji onu bağlamda hem mevcut kılmaktadır
hem de peşi sıra bu mevcut olmanın endişesini inşa edebilmektedir. Konuşma bağlamındaki
mevcudiyetini, gevşetip sıkıştırdığı lamba duyu gibi kullanmaktadır (Konuşma esnasında
ben’den bize, bizden öznesizliğe geçerek mevcudiyetini endişe ve tehdide göre sürekli yeniden
kurgulayabilmektedir). Ayrıca bu strateji, hatıraların dürttüğü söze dökülmeyen korkularda
kullanılan bir strateji de olabilir.
Tam bu noktada akla hafızasız toplum ya da balık hafızalı toplum tartışmaları gelebilir.
Hafızanın zayıfladığı dolayısıyla hatıraların unutulduğu bu sebeple olaylar, insanlar ve
eylemlerinin zihinlerden çarçabuk silindiği tartışılmaktadır. Hatırlama sürecinin evrensel işlediği
iddiasında olan psikolojik bilim anlayışına eleştirel bakasak, konuyu açıklayabilecek bir kapı
önümüzde açılabilir. Hatırlama kayda bağlıdır. Bu kaydın nasıl yapıldığı kültürden kültüre fark
gösterecektir. Sözgelimi bu coğrafyada ilişkisellik baskın bir karakterdir, her türlü yaşantı, acı
tatlı, sözle aktarılıyor. Sözle aktarılan kuşaktan kuşağa geçen bir hafıza ve içerikleri söz konusu.
O dönem ya da o sıra ilişkisellik içinde sözde belirmeyenin unutulduğunu iddia etmek yerine
neden söze dökülmediğini düşünmek daha doğru olacaktır. Çünkü psikoloji biliminden
bildiğimiz üzere anlatılmayanın, söze dökülmeyenin, unutulduğu ya da kaydının hafızadan
silindiği anlamı çıkmaz. Nitekim sözün anlam kurgularında unutulmayan ama hatıraların sürekli
dürttüğü bir hali konuşma etkileşimlerinde seyrediyoruz. Lacan’ın kapitoneleri buna işaret ediyor
olabilir. Nitekim psikanalitik bilgi bunun için kuşaklar arası aktarım terimini kullanır.
Burada Lacan’nın kapitone benzetmesinden devam edersem; kişi karşısındaki ile konuşurken
gerçeklik kurgusundaki anlama taşını (capitone) yerinde tutarak altındaki imgeye kavuşmamış
tehdit ve korkuları imgeleştirmekten kaçınabilmektedir. Nitekim yukarıda bahsettiğim afetmekle
ilgili çalışmada kişi (Bkz. 15.Alıntı) ne gibi hallerde afedebileceğinin ya da af etmeyeceğinin
kurallarını koyarak bir mevcudiyet inşasına girişiyor (12.katılımcı) ve resmettiği bu hali
(9.Katılımcı) kendi inşa ettiği kurallara dayandırarak yönetiyordu (17.Katılımcı).
15. ALINTI
12. Katılımcı
Affetmek; kişinin değişimine katkı sağlayacak en önemli merhamet göstergesidir. Ben böyle olduğunu
düşünerek her zaman affetmeyi seçerim.
9.Katılımcı
Ben kindar bir insanım benim üzülmeme sebep olan ve hayatına hiçbir şey yokmuş gibi devam eden
bir insanın affa değer olduğunu düşünmüyorum. Bana yaşattığı hissi anlaması gerektiğini
düşünüyorum Eğer kişi benden bir gün af dilerse gözünün içine bakarak “Seni affetmiyorum.”
Diyebilmek benim için büyük bir başarı olacaktır.
17. Katılımcı
Yaşanılan bazı olayların affedilebilecek özellikleri olabilir ancak bazılarının da kabullenilebilir bir yanı
olmayabilir. Böyle affedemeyeceğim konularda affedici bir tavır sergilersem kendi kişiliğimden ödün
vermiş gibi hissederim.
Ama bir şekilde ortam, bağlam bu anlam taşının kaldırılıyor oluşunu işaretlemeye başladığında (sorumluluk alma, eylemi yüklenme) orada olmak-mevcut olmak istememektedir.
Sözgelimi doğrudan bilişsel eylem gerektiren hitapların belirdiği ya da doğrudan harekete
geçmesini gerektirecek durumlarda kişi kendi kişisel işaretleyicisinin (Ben) konumunu ya
muğlaklaştırıyor (Biz) ya da toptan ortadan kaldırıyor. Aşağıdaki 15. Alıntı bir fokus grupta
mülakatçı ile katılımcı arasında geçen bir konuşmadan alınmıştır (Arkonaç, 2012).
Mülakatçı
(M) doğrudan katılımcının (E) kendisini işaretlediği halde katılımcı bu konuma girmemektedir.
15. ALINTI
1.E: yani ergenekonu yönetenleer şu anda bazı güçleri türkiyeye hakim olanları yönetiyomu
yönetmiyo mu yani çok böle ııı ( ) karmaşık bişey aslında
2.M: bu dış güçler dediğin kim olabilir
3.E: kim olabilir
4. M: ya sence kim
5. E: amarika diyoz biz ama amarika içerisinde amarikaya yani hakim olan ( . ) kişiler de olabilir
farklı kişiler de olabilir yani
Konuşma ortamında bağlamda beliren eylem ve sorumluluğun yaptırımlarından kendi
öznesini, bağlamda belirsizleştirerek, uzak tutuyor. Ama bu arada etkileşim alanından kendini
çekiyor da değildir. ‘Hakkında konuşmalar’la orada kendi mevcudiyetini devam ettirmektedir.
Bu mevcudiyeti ‘Bence’ cümleciğini kullanarak sağlamaktadır. Emniyet şeridinin dışına
çıkmadan, kendi korunaklı alanında kalabilmektedir (‘bence yapılmalı’, ‘edilmeli’).
Yukarıda, kişinin konuşurken gerçeklik kurgusundaki anlama taşını(capitone) yerinde tutarak
altta, imgeye kavuşmamış tehdit ve korkuları imgeleştirmekten kaçınıyor olabileceğinden
bahsettim. Türkçe konuşan kişinin korktuğu ya da kendini tehdit altında hissettiren bu imgesiz
tasarımları nelerdir? Bunun makro düzeyde ele alınması gerektiği kadar, Lacan’ın söze dayalı
bilinçdışı kavramı ile birlikte ele almak gerekmektedir. Çünkü bir yerlerde Wundt’un dediği gibi
toplumun hafızasında eyleyenlerin başına gelenler kişilerde bireysel fenomenler olarak
yaşanıyordur.
Kaynakça
Althusser, Louis. (1971). ‘Ideology and ideological state apparatuses’, Lenin and philosophy and other
essays, (Ed. Louis. Althusser), New York: Monthly Review Press.
Arkonaç, Sibel. (2003).Psikolojideki Özne Kavramı ve Türkiye’deki Özne Kavramı Üzerine Bazı
Sosyoloji Divanı, Yıl: 7 Sayı: 13 | Ocak - Haziran 2019, s/153-172 24
Düşünceler. İ.Ü.Sosyoloji Dergisi C. 3 S.7, İstanbul, 11–22.
.......(2004).Gerçekliğin İnşasında Özne ve Öteki Kavramlarının Bu Ülkede Düşündürdükleri.
İ.Ü.Sosyoloji Dergisi C.3, S.8, Istanbul, 91–102.
........(2006).Psikolojik Bilgide Yerel İnsan Tasarımı. Türk Psikoloji Bülteni, C. 39, S.12, Ankara,13–20.
........(2007) Bu Coğrafyada Öznenin, Anlamın, Gerçekliğin Ve
Hakikatın İnşası. İ.Ü. Sosyoloji Dergisi C.3. S.15, Istanbul,1·22
......(2008).Psikolojide İnsan ve 21.yüzyıl: Psikolojide Ben ve Öteki, Doğu ve Batı. http://
sibelarkonac.blogspot.com.tr/2015/04/psikoloji-insan-ve-21.htmlA
.......(2010).Gündelik Türkçe Konuşmalarda Bireyin Stratejik Özne Konumlanışı yada Eylemine Göre
Konumlanışı: Sıradan Episodlara Dayalı Bir Analiz, İ.Ü. Psikoloji Çalışmaları Dergisi C.30, S.0,
İstanbul, 21-32.
Arkonaç, Sibel ve Aygül, Zeynep (2016).’ ‘Bence’ ve ‘Bana Göre’ derken İnşa Edilen Kendilikler ve
İcraatları.’, Söylem Araştırmaları (Ed. Arkonaç,Sibel). Istanbul, Hiperlink, 9-30.
Burr,Vivien (2012).Sosyal İnşacılık (çev. Sibel Arkonaç), Ankara, Nobel Yayınevi.
Chittick,William (2017) Kozmosun Hakîkati: İlm-i Kâinat, İlm-i Nefs: İslam Kozmolojisi (çev. Ömer
Çolakoğlu), Istanbul: İnsan Yayınları.
Çoker, Çağatay (2007). Bir Sosyal Fenomenin Değerlendirilmesi Üniversite Öğrenci lerinin Kullandıkları
Söylemler Ve Kaynakları. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İ.Ü.Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Edwards, Derek (1997). Discourse and Cognition. London and Beverly Hills: CA:Sage Publication.
Edwards, Derek (2012). Discursive and scientific psychology. British Journal of Social Psychology C.51,
S.3, London, 425-435
Fink, Bruce. (2016). Lacancı Psikanalize Bir Giriş, Çev. Özgür Öğütcen, İstanbul: Encore Yayınları.
Kağıtçıbaşı, Çiğdem (2013). Benlik Aile ve İnsan Gelişimi: Kültürel Psikoloji, Istanbul: Koç Üniversitesi
Yayınları.
İmamoğlu, E. Olcay (2003). Individuation and Relatedness: Not: Opposing but Distinct and
Complementary. Genetic, Social, and General Psychology, Monographs, C.129, S.4, Washington,
367-402.
Harré, Rom.; Moghaddam, F. M.; Cairnie,T.P; Rothbart,D.; ve Sabat,S.R. (2009), Recent Advances in
Positioning Theory. Theory Psychology, C. 19, S. 1, 5-31.
Lacan, Jacques (2006-Jacques Lacan, Bruce Fink). Ecrits: The First Complete Edition in English.
NewYork, London: W.W.Norton & Company.
Parker, Ian (2002) Critical Discursive Psychology, Newyork: Palgrave Macmillian.
Parker, Ian (2015). Psychology after Discourse Analysis: Concepts, Methods, Critique by Ian Parker.
London: New York and Routledge.
Potter, Jonathan (2010) Contemporary Discursive pschology :Issues, prospects and Corcoran’s Awkward
Sosyoloji Divanı, Yıl: 7 Sayı: 13 | Ocak - Haziran 2019, s/153-172 25
Ontology, British Journal of Social Psychology, C. 49, S.3, 457-478.
Potter, Jonathan (2012) Re-reading Discourse and Social Psychology: Transforming Social Psychology.
British Journal of Social Psychology, C.51, S.3, London, 436-455;
Stainton, Rogers, (2003) Social Psychology: Experimetal and Critical Approaches, Mainhead, Open
University Press.
Stevens, Richard. (1996) Understanding the Self. London, Open University, Sage Pub.
Tekdemir, Göklem (2007). İnsanlar arası ilişkilerde anlamın birlikte inşası. Yayımlanmamış Doktora tezi,
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Tekdemir, Göklem (2012). Repetitions in Turkish: Talk among Friend, Forum Qualitative Sozialforschung
C.13,S.2. http://www.qualitative-research.net/index.php/fqs/article/view/1855. Erişim tarihi: 19 may
2019.
Tekdemir, Göklem Arkonaç, Sibel ve Çoker, Çağatay (2006).Konumlandırma Teorisi: Türkçe Yapılan
Konuşmalarda Seyreden Konumlanışlar.14.Ulusal Psikoloji Kongresi 6-8 Eylül 2006 Ankara, Serbest
Bildiri
Tekdemir, Göklem Arkonaç, Sibel ve Çoker, Çağatay (2012) ‘Sorumluluk atıflarında kullanılan
konumlandırma stratejileri’. Söylem Çalışmaları(Hz.Arkonaç, Sibel) Ankara: Nobel Yayınevi,
151-160.
Wetherell, Margaret (2001). ‘Themes in Discourse Research: The Case of Diana’, Discourse Theory and
Practice:A Reader. (Eds. Margaret Wetherell; StephanieTaylor; Yates,Simeon) London: Sage
Publication, 14-28.
Wittgenstein, Ludwig (1953/2007). Felsefi Soruşturmalar (Philosophisce Untersuchungen) (çev.:Haluk
Barışcan).Istanbul: Metis Yayınları.
TEŞEKKÜR
Bu makalenin yaklaşık 2 sene süren ön hazırlıkları esnasında benimle birlikte aynı merakı ve hevesi paylaşıp birlikte çalıştığım genç meslektaşlarım Uzm.Psk.Hilal Beşikçi’ye, Psk.Fatma Maçin’e ve Psk.Nebil Bozyiğit’e, makalenin son okumalarında uyarı ve fikirlerini paylaşan Prof.Dr. Gökhan Oral’a ve son dakika değerli katkısı için Uzm.Psk.Hilal Beşikçi’ye ayrı ayrı teşekkür ederim.
Sosyoloji Divanı, Yıl: 7 Sayı: 13 | Ocak - Haziran 2019, s/153-172 26
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.