5 Mayıs 2010 Çarşamba

Kadınla Erkeğin, Hakikatle Gerçeğin Hikayesi: Şahmeran İle Şehrazad

Tevfika İkiz ve Sibel A. Arkonaç.

Bu çalışmada iki hikâyeyi Şahmeran hikâyesi ile aslında bir İran hikâyesi olan Şehrazat’ı, gerçekliğin sembolizasyonu açısından, karşılaştırmalı şekilde okumaya çalıştık. Şehrazat’ın hikâyesi genelde bilinir. Şehriyar, iktidarını onun hareminde yine onun kölesiyle yatarak kıran karısını öldürür. Bundan sonra da evlendiği her genç kızı evlendiği günün sabahında kafalarını uçurur. Herkes dehşet içindeyken bu sefer de vezirinin kızı Şehrazat ile evlenir. Aslında Şehrazat Şehriyarla evlenmeyi bizzat istemiştir. Aklında bir plan vardır. Buna göre, hükümdarı hayran, gerisini dinlemeye aç bir halde bırakacak büyüleyici hikâyeler anlatacak, Şehriyar’ın kadınlarla ilgili bu dehşet dolu düşüncesini değiştirecektir. Evlendikleri ilk geceden itibaren Şehrazat, yatağın köşesine oturarak, masallarını Şehriyar’a anlatmaya başlar. Masallar şafak sökene kadar devam etmekte ve sonu hep bir sonraki geceye kalmaktadır. Bu esnada Şehrazatın kardeşi Dünyazad da ablasına şahitlik etmektedir. Şehriyar ilk altı ay hiç konuşmaz, sessiz kalarak tek bir söz etmeden hikâyeleri dinler. En sonunda hem şafak vakti gelinin kafasını uçurmaktan vazgeçer hem de kadınlara karşı öfkesinde tamamıyla haksız olduğunu anlar. “Ah Şehrazat, bana hükümdarlığımın gücünden şüphe ettirdin, beni kadınlara karşı geçmişteki zorbalığıma ve genç kızları öldürmeme pişman ettirdin… Kimsin sen? ne istiyorsun?”. Şehrazatın cevabı “Ben Şehrazat’ım, huzur istiyorum” olur (Mernissi, 2001).

İkinci hikâyemiz bugün halen yaygın şekilde Anadolu’da anlatılan Yılanların Şahı Şahmeran hakkında anlatılan hikâyelerden biri. Şahmeran Farsça bir kelime olup Yılanların Kralı anlamına gelir. Yılan Anadolu’da insanları ürküten bir hayvan olmakla birlikte iyileştirici gücüyle tanınmaktadır. Nitekim bu vasfıyla da tıbbın uluslar arası sembolüdür. Anadolu masallarında ve hikâyelerinde Şahmeran’a çok sık rastlanır. Anadolu’da bilinen en eski uygarlıklardan biri olan Hititlerin hikâyelerine, Medusa ile Perseus hikâyesine ve de Lokman hekimin hikâyesine kadar iç içe sürekli örülen bir motiftir. Şahmeran hakkındaki tüm efsanevi kayıtlar ve tüm tasvirler dişidir. Yani yılanların kralı dişidir. Anadolu'da yılan kalesi, yılan mağarası, yılan hamamı, ya da Şahmeran hamamı gibi yer adlarına çok rastlanır. Bunlardan birisi Adana-Ceyhan arasındaki Yılan Kalesi'dir ve ünlü Şahmeran hikâyesi bu kalede geçer. Hikâyenin Anadolu’da anlatılan biçimlerinden biri şöyledir.

Camsap yoksul bir ailenin oğludur, evinin geçimini arkadaşları ile odun keserek sağlar. Bir gün arkadaşları ile birlikte bir kuyu dolusu bal bulan Camsap, arkadaşlarının aç gözlülüğü yüzünden, kuyunun içindeki bal bi­tince kuyuya bırakılır. Kuyuda yalnız başına feryat ederken bir akrebin kendisine doğru yaklaştığını görür. Akrebi öldü­rür. Akrebin geldiği noktadan iğne gözü kadar gün ışığının geldiğini fark eder ve ışığın geldiği yeri kazarak büyütür. Açılan geniş delikten geçer. Çiçeklerle dolu, ortasında havuzu bulu­nan genişçe bir bahçeye girer. Bahçede bir yığın yılan bulunmaktadır. Havuzun baş tarafında da bir taht üzerinde oturmuş insan başlı, süt beyaz vücutlu bir yılan vardır. Camsap'a kendi diliyle hitap eder; “Hoş geldin insanoğlu... Benim misafirimsin, benden ve çevrendeki yılanlardan korkma. Benim adım Yemliha'dır. Halkım ve insanoğulları beni Şahmeran diye tanır. Ey insanoğlu, benim ülkeme neden geldin? nasıl, hangi maksatla geldin? Anlat” der. Camsap başından geçenleri anlatır. Şahmeran Camsap’ın hikâyesinden sonra üzüntüyle başını sallar ve “İnsanlar gene buldular yerimizi. Tedirgin edecekler bizi, artık rahat yok... İnsanoğlu nankördür, hilekârdır. Onların hilelerini, düzenlerini bilirim, ihanetlerini bağışlamaya alıştım çoktan” der ve uzun uzun Belkiya’ nın ihanetini anlatır. Aradan zaman geçer, Camsap Şahmeran’ın güvenini kazanır ve kendisini salıvermeye ikna eder. Şahmeranın tek bir şartı vardır: bundan böyle hiç yıkanmayacaktır. Camsap da Şahmeranın ve yılanlarının yerini yurdunu kimseye söylemeyeceğine yemin eder. Bal kuyusundan çıkan Camsap, artık hür olmanın saadeti ve sevinciyle evine koşar, ailesine, sevdiklerine kavuşur. Ailesi büyük bir merak içerisinde Camsap'a beş yıldır nerelerde olduğunu sorar. Camsap Şahmeran'a verdiği sözü hatırlar ve susar. Arkadaşları Camsap'tan af dilemeye, merhametini istemeye giderler. Camsap acır ve kabahatlerini bağışlar. Aradan yedi yıl geçer. Bu zaman zarfında Camsap verdiği söz gereği hiç hamama gitmez. Ağzından kaçırır korkusuyla da iyice içine kapanır, elini eteğini insanlardan çeker, evden çıkmaz olur. Birgün Camsap'ın yaşadığı ülkenin hükümdarı Keyhüsrev fena bir hastalığa tutulur. Tüm vücudu kıpkırmızı yaralar içinde kalır. Hekimler, ilaçlar fayda etmez. Hastalık gittikçe artar, Keyhüsrev ağırlaşır. Hekimler bütün ümitlerini keserler. Keyhüsrev'in Şahmur ismindeki veziri sihir kitaplarını karıştırırken, tek devanın Şahmeran'ın etini yemek olduğunu öğrenir ve koşa koşa hükümdara haber verir. Keyhüsrev tellallar çıkartıp, Şahmeran'ın yerini bilene büyük vaadlerde bulunur. Camsap verdiği söz üzerine sesini çıkarmaz. Vezir okuduğu kitaplardan Şahmeranı görenin belden aşağısının balık gibi beyaz pullu olduğunu öğrenir. Bunun üzerine bütün hamamcılara, halkın bedava yıkanmaları için emirler verir ve herkesi zorla hamama sokar. Zorla da olsa Camsap da hamama götürüldüğü için sır açığa çıkar. Belinden aşağısı beyaz pullu olan Camsap yaka paça doğru hükümdarın huzuruna çıkarılır ve Şahmeran'ın yerini göstermesi emredilir. Camsap sırrını vermemek için direnirse de başaramaz, belinden aşağısının pullu olması Şahmeranı gördüğünün işaretidir. Yerini söylemezse öldürülecektir. Cellâdın elinden kurtulmak için son çare olarak hiç olmazsa Şahmeran'ın kuyusunu göstermeyi kabul eder. "Nasıl olsa onu oradan çıkaramazlar, ben de ölümden kurtulurum" diye düşünür. Ama hiç de öyle olmaz. Camsap kuyuyu gösterince, vezir kuyunun başında sihrini kullanır ve Şahmeran bir yılanın başında tuttuğu altın bir tepsi içinde görülür. Şahmeran etrafına bakıp Camsap'ı görünce “İşte Camsap nihayet kanıma girdin. Ben insanoğluna itimat edilmeyeceğini biliyordum. Ama ne çare ki yine aldandım. Başa gelen kaderdir” der. Camsap utancından yerin dibine geçer, ağzını açıp cevap veremez. Vezir Şahmur Şahmeran'ı tutmak için elini uzatırken, Şahmeran “Sen bana el sürme, Ey Camsap! Sen beni kucağına al götür” der”. Camsap, Şahmeran'ı kucağında götürürken ona: “Senden Keyhüsrev'in tedavisi için derman isteyecekler” der. Şahmeran da “Biliyorum. Sen benim etimi o canavara yedirteceksin. Korkma ölümden korkmaya değmez. Hem ben kendim hazırladım ölümümü. Ama yılanlarım bu gerçeği öğrenmeli. Uyanıp kendi ellerine almalılar kaderlerini. Ey Camsap! Sana son bir öğüdüm olsun. Sen bana belki de isteyerek kötülük ettin, fakat ben sana etmem. Bu melun beni sana boğazlatacak. Sakın kabul etme. Bırak beni Şahmur kessin. Beni toprak çanakta kaynatıp ilk suyumu sana içirmek isteyecekler. Sakın içme. O suyu ona içir. Hükümdar hastalıktan kurtulur sen kurtarmış olursun onu. Nasılsa bu hükümdar iki yıl sonra ölecektir aynı hastalıktan. Çünkü kan içicidir o. Sen benim dediklerimi yaparsan hayatta kalırsın”. Hükümdarın sarayına gelindiği zaman Vezir Şahmeran'ı tutup keser. Üç parçaya bölerek, bir toprak çömlek içinde kaynatmak üzere ateşin üstüne koyduğu sırada hükümdarın bir yaveri gelerek onu saraya çağırır. Vezir gider­ken Camsap'a dönerek “Al bu şişeyi, içine Şahmeran'ın ikinci suyunu doldur. Ben içeceğim. Belimin ağrısına şifadır. İlk suyunu da sen iç. Her türlü hastalıktan korunur, kurtulursun” der. Camsap Şahmeran'ın öğüdüne uyarak ilk suyunu şişeye koyar ve ikinci suyunu da kendi içer. Birden çömlekteki parçalar dile gelip: “Biz hükümdarın hastalığına dermanız. İlk üç gün başını yedir. Dördüncü gün hamama götür, şifa bulur” derler. O sırada koşarak geri gelen Vezir Şahmur, telaşla ikinci suyu sorar. Camsap şişeye koyduğu ilk suyu Vezire uzatır. Vezir Şahmur çırpına çırpına ölür. Bu olay Keyhüsrev'e iletilince, telaşa düşen hükümdar derhal Camsap'ı huzuruna çağırarak “ Şimdi Şahmur öldü. İlacı nasıl kullanacağımızı biliyor musun? Nasıl yapacağız?” diye sorar. Camsap “Efendimiz hiç merak buyurmayınız. Ben ilacın nasıl kullanılacağını biliyorum. Yaralarınızı iyi edeceğim” diyerek Şahmeran'ın başını hükümdara yedirir. O anda Keyhüsrev'in vücudunda bir kaşınmadır başlar. İkinci ve üçüncü parçalar da tesirini gösterir. Dördüncü gün hamama götürülen hükümdar iyileşir. Hamam dönüşü Camsap'ı sarayına çağırttıysa da Camsap bulunamaz. Dağa odun kesmeye çıkan köylüler o sırada yalınayak dağa tırmanmaya çalışan bir delikanlının ardından bakakalır.

Derler ki, “Yılanların Şahmeranın öldürüldüğünden haberleri yoktur, duyarlarsa tüm yılanlar yeryüzüne, Tarsus’a çıkıp bütün insanları öldüreceklermiş”. Bu inanç halen Tarsus’ta Şahmeran efsanesinin bir sonucu olarak sürüp gitmektedir.

Bu iki hikâye de bilinmeyenle bilinemeyenin karşılaşmasıdır. Bu hep, insanın esas meselesi olagelmiştir. Bilinmeyenle bilinemeyeni bir araya getirmenin üzerine hep yazılıp çizilir. Bunun belki de ilk adımı kadın olmakla erkek olmayı anlamaktır. Çünkü Venüs’ten gelenlerle Mars’tan gelenlerin birliktelikleri ikisi için de hep bir mesele olmuştur. Temelde yatan şey bu iki farklı bilginin karşılaşamamasıdır. İnsan olmak ortak paydadır ama bu payda bile, bir farklılığa, cinsiyet farklılığına referans gösterilmeden işaretlenemez (Zizek, 2004). Çünkü Zizek’e göre bu anlamda cinsel farklılık, insan olmanın sıfır noktasındaki tarifidir: insan olmak demek kesinlikle cinsel farklılıklar üzerinden ayrışmak demektir (Zizek, 2004). Öyleyse bu farklılaşmanın bilgisi belki bize bilinmeyenle ile bilinemeyen arasındaki farklılığa dair bir şeyler anlatabilir.

Kadınlarla ve erkekleri anlatan en eski hikâyelere baktığımızda kadınla erkeğin iki farklı bilginin taşıyıcısı konumunda tasvir edildiği görülür. Bu coğrafyada olsun Ortaçağ Avrupa’sında olsun hikâyelerde ve efsanelerde düzlem ve yapı aynıdır. Hakikatin temsilcisi kadın, gerçekliğin temsilcisi erkektir. Bu noktada hemen akla Lacan’ın sembolik düzeni gelir. Çocuğun doğadan kültüre geçişi demek olan sembolleştirme dili kazanmasıyla başlar, çocuk doğadan koparak dilin sembolik dünyasına girer. Yani gerçekliğin inşası başlar. Efsanelerin ve hikâyelerin kültürün sembolik düzenini kurguladığı açıktır. Bu anlamda hikâyelere ve efsanelere o dili konuşanların kendi kişisel ve sosyal sembolik düzenlerini çekip kullandıkları bir rezervuar gibi bakılabilir.

Bu çerçevede, Freud ve Lacan’ın psikanalitik modellerine bakıldığında, bir bilgi yapısı olarak rezervuarlarının Anadolu’nun rezervuarından farklı olduğu hemen söylenmelidir. Bu anlamda psikanalitik modelin bu topraklara girişinin başlı başına bir serüven olacağı muhakkaktır (İkiz, 2004). Batının bilgi yapısı ve dolayısıyla insan tasarımı Antik Yunan’a ve sonrasındaki Yahudi-Hirıstiyan bilgi yapısına oturur. Bir batı bilgisi olarak Psikanalitik modelin oturduğu insan tasarımı da haliyle aynı yapıya dayanır. Bu bilgi yapısının kaynağı da Antik Yunan’ın ve Avrupa’nın efsane ve hikâyeleridir. Sözgelimi bilmeden annesiyle evlenen Kral Oedipus’un hikâyesi ile Ateşi Tanrılardan çalan Prometeus’ un hikâyesi bugünkü gündelik batılı bilgiye, insan tasarımına yansımaları açısından hemen akla gelen ilk örneklerdir.

Bu efsanelerin mekânı Anadolu olmakla birlikte Anadolu, üzerinden binlerce yıldır gelip geçenleri ya da kalıp yerleşenleri kendi hikâyeleriyle birlikte mayalar (Koç, 2006). Hiçbir hikâye aslına sadık kalamaz, Anadolu bunları diğerleriyle mayalar, sütün peynire dönüşmesi gibi dönüştürür, farklılaştırır. Anadolu, binlerce yıldır farklı kavimleri birlikte yaşatan topraklardır. Grekler, Türkler, Yahudiler, Hıristiyanlar, Müslümanlar hepsi hikâyeleriyle bir arada sürekli örülür. Aslında bu hikâyelerin çoğu zemin ve yapı olarak Ortaçağ Avrupa’sının hikâye ve efsaneleriyle paralellikler taşır. Benzerlikler tesadüfî olmaktan çok bu hikâye ya da efsanelerin ardındaki mantık düzenini yansıtır. Ama dikkat çekmesi gereken bu benzerliklerin kendisi değil, benzerliklerin daha sonraki zamanlarda başlarına gelenlerdir. Çünkü bu efsane ve hikâyelerle taşınan bilgi, Batı dünyasının Ortaçağ sonlarından itibaren yaşadığı sekülarizasyon ve modernite süreçleriyle, kırılmalara uğramıştır. Bu kırılmaların en başında da bilginin tekilleşmesi yani bilimsel bilgi kökenli sağduyu bilgisine dönüşmesi gelir. Bir anlamda hikâyeler bitmiş, önce tanrılar, tanrıçaları yeraltına sürmüş dünyadaki iktidarlarını ilan etmiş. Sonra Prometeus’ün ateşi tanrılardan çalmasıyla da erkek yeryüzünde Tanrıların iktidarını tek başına devralmıştır. Nihayetinde de, kutsalı kovarak, aklın sahibi kendini gerçeklik üzerinde omnipotant ilan etmiştir.

Anadolu’da ise aynı süreçler farklı yaşanmaktadır. Anadolu modernite ve sekülarizasyonu kendine özgü bir tarzda işletmektedir. Bu kendine özgülüğün en basit göstergesi, batıda olanların tersine, geleneksel bilgi ile modernist-seküler bilginin birlikte gidiyor olmasıdır. Bu anlamda bilgi burada hala ikilidir ve paralel değildir, her iki bilgi yapısı birbirinin içinden sürekli gelip geçer (Arkonaç, 2004). Dolayısıyla insan tasarımları, zihin, bilinç, bilinç dışı batının tersine tekil bir bilgiye bağlı olmaksızın çoklu kaynaktan kendini besleyebilmektedir. Bu anlamda buranın insanları sembolik düzenlerinde bilinmez ile bilinemezliği, gerçek ile hakikati, ya da batılı anlamda gerçek ile gerçekliği bu ikili bilgi içinde, batılı insanın tersine, rahat bir şekilde arayabilmektedir. Bu sebeple kadın, erkek, iktidar kısacası insan tasarımları Batıdakinden farklı bir inşaya sahiptir.

Psikanalizin bu topraklardaki geleceğinin ya da yaşacağı serüvenin kendini dönüştürücü nitelikte olacağı muhakkaktır. Dolayısıyla bu topraklardaki insan tasarımlarına psikanalizin buradaki geleceği açısından bakmak yerinde olacaktır. Bu çalışma da böyle bir hedefin ilk adımlarından biri olma niyetiyle hazırlanmıştır. Anadolu’nun hikâyelerine odaklanarak kadın-erkek ve hakikat-gerçek tasarımlarını yeniden okumaya çalıştık. Böylelikle gerçeğin sembolizasyonu vasıtasıyla gerçekliğin inşasına, bu inşa içersinde de kadın-erkek farklılığının nasıl inşa edildiğini aslında bir anlamda bu farklılığın nasıl uysallaştırıldığını anlamaya çalıştık.

Şahmeran ve Şehrazat kadınla erkeğin hikâyesidir ama birbirinin aksi yönde örülüdür. Bu coğrafyadaki hikâye ve efsanelerde kadınla erkeğin başından geçenler hemen hemen hep aynı düzlemde yaşanır. Kadın gizemin, gizli olanın bilgisine şahit olandır. Erkek ise bunu arayandır. Aslında bu bilgiyi taşıyıp taşıyamayacağı noktasında sürekli sınandır. Tıpkı İslam ve Psikanaliz adlı kitabında Fethi Benislama’nın yazdığı gibi sır olan, gizil olan hakikate dairdir ve kadının söyleminde mevcuttur. Sır, Hz İbrahim’in oğlu İsmail ile kovduğu cariyesi Hacer’ in çölde gözleriyle şahit olduğu şeydir. Gerçeklik ise erkeğe aittir. Bu anlamıyla gerçeklik düzenin yani erkeğin kendisidir. Anlaşılabilir olandır. Dolayısıyla erkeğin iktidarı gerçeklikteki iktidardır. Ama hakikat bilgisinden eksikli bir bilgidir. Erkeğin ya da düzenin buna ulaşması ancak kadının yani hakikatin sınavından başarıyla geçmesine bağlıdır. Efsanelerde bu sınavı geçen erkek hemen hemen yok gibidir, erkekler gerçekliğin sınırlarına mahkûm kalanlardır.

Beri yandan kadın, hakikat bilgisine şahit olan dolayısıyla bütün olandır. Ama erkekle bu bütünlüğü paylaşmaya teşebbüs edişi de, onun sınavıdır. Sürekli aldanır. Erkekler onu aldatır, Şahmeranda Yemliha her seferinde aldanır. Şahmeran her seferinde saklandığı mağarada hakikati talep eden erkeklere aldanır. Önce Belkiya’ya aldanır sonra Camsap’a aldanır, bu sonuncusu ona ölümünü getirir. Aslında kadın da erkek de bir diğerinde olanın peşindedir: Erkek kadındaki hakikati arar kadın ise erkekteki yani gerçeklikteki sembolünü arar. Bu arayış nafiledir, araya mesafeyi koyan sembolün bizzat kendisidir. Hakikatle gerçekliğin buluşabileceği zannı aşkı doğurur. Leyla ile Mecnun’un aşkı, Camsap’ın Şahmerana aşkı bu zanın peşinde gidişle devam eder.

Binbir gece masallarında Şehriyar’ı tamlayan Şehrazat, Şehriyarı Şehriyarın gerçekliği içinde eğitir. Şehriyar hakikati ancak kendi gerçekliği içinde anlayabileceğinden, Şehrazat bu bilgiyi ötekileştirir, uysallaştırır kısacası sembolleştirir. Bu açıdan bakıldığında Yemlihanın düştüğü hataya düşmez. Yemlihanın hatası verdiği sırrın pahasının ağır olmasıdır: “Hiç konuşmamak”. Konuşmamak demek hakikate dair olanın gerçekliğe çekilmesinin men edilmesi demektir yani sembolleştirilememesi demektir. Sırlar sır olarak kalmalıdır. Sırrı taşımak çok zordur. Kadın sırrı paylaşmak amacıyla erkeği ister ama erkekler sırrı ifşa eder. Erkeklerin bu sırrı içlerinde tutamayışı, ifşa edişi bir anlamda onların, iktidarı kadınla paylaşmak yerine kendisiyle yaşama arzusudur. Bir anlamda hakikatte ve gerçeklikte omnipotant olma arzusudur bu. Erkeğin, sesin (voice), sözün(parole) kendisi oluşudur. Ses ya da söz (erkek) hakikati ancak gerçeklik alanında kendini diline döküldüğünde anlayabilir, o zaman kendisinin kılar ve anlama sahip olur. İşte iktidarını kaybetmenin korkusu da burada başlar çünkü gerçeklik alanında dönüştürülmüş, değiştirilmiş hakikat burada artık sadece sembollerden ibarettir ve semboller sürekli değişir. Çünkü sır sözün içinde dahi kendini saklamaya devam eder. Bugünün mitleri içinde filmleri düşünecek olursak sözgelimi Konstantin filminde ya da Matrix filminde hakikat yine ancak somutta erkeğin sözünde (korkutucu, dehşet imajları yüklenip) ötekileştirilerek resmedilebilmektedir.

Kadının gücü, iktidarı ise tam tersine konuşmamasında ve de konuşma iznini erkeğe vermemesinde yatar. Kadın bu anlamda iktidara yani fallusa sahip olandır. Fallus sırrın kendisidir. Sır her zaman onunla birlikte gittiğinden kaybedeceği sır değil erkekteki sembolüdür. Ya Yemliha gibi kendini feda edecek ya da Şehrazat gibi erkeğin dünyasında hakikati gerçeklik dünyasına dönüştürerek hayatta kalacak ve erkekteki sembolünü inşa edip ona sahip çıkacaktır. Bu sebeple kadın erkeğe yalan söyleyecektir. Yalan kadının hayatta kalışının teminatıdır.

İnsan olmanın sıfır noktasındaki tarifi kadınla erkeğin farklılığında, bilinmez olanla bilinemezin imkânsız olan karşılaşmasında yatıyor ise psikanalizin bu ülkenin topraklarında çok farklı gerçeklik sembolizasyonlarıyla karşılaşacağı muhakkaktır.

Kaynakça

Arkonaç, S. (2004). “Gerçekliğin yerel inşasında kartezyen olmayan özne, öteki, fail” . Arkonaç, S. (kitap). Doğunun ve Batının Yerelliği: Bireylik Bilgisine Dair. Alfa Yayınevi: İstanbul.

İkiz, T. (2004). “Doğu batı kavşağında psikanaliz: psikanalitik özneye bakış”. Arkonaç, S. (kitap). Doğunun ve Batının Yerelliği: Bireylik Bilgisine Dair. Alfa Yayınevi: İstanbul.

Koç, Y. (2006). “Anadolu mayası” Türkiye Günlüğü Bahar (84), 5–39.

Mernissi, F. (2001). Harem’den Kaçan Şehrazat. Alfa Yayınevi: İstanbul.

Zizek, S. ve Daly, G. (2004). Conversations with Zizek. Polity Pub.: Cambridge.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.