16 Mayıs 2010 Pazar

Psişenin Sömürgeleşmesi Kendi İnsanımızı Anlamada Çekilen Sıkıntılar

Prof.Dr.Sibel A. Arkonaç

İnsanın Tanrı ile âlemlerini batıdan farklı olarak ayrıştırmadığı, bir başka ifade ile Tanrının halen ölmediği epistemik bir cemaati, âlemlerini farklılaştırarak, kendini realist bir yaklaşımla bilgi evreninin merkezine oturtan, ya da rölativist bir yaklaşımla karşılıklı konuşmalarla sürekli inşa edilen gerçeklik içine oturtan epistemik bir cemaatin özne/ kimlik / fail ve gerçeklik bilgisi ile anlamaya çalışmak ne derece yerinde bir tavırdır? (gerçeklik bilgisi olarak burada anlaşılan şey; insanların etkileşimlerinde yerel olarak üstesinden geldikleri ve idare ettikleri bir şey anlamında kullanılmaktadır)

Modernist psikoloji, psişeye dair bilginin evrensel olduğu düşüncesiyle, ama aslında felsefeyle bağını çoktan koparmış olması sebebiyle hafızasız bir hal içinde, araştırmalarını sorgusuz sualsiz yapmaktadır.

Post modernist yaklaşımın psikolojideki temsilcileri olan söylemsel psikoloji ve sosyal inşacı psikoloji küreselleşme ile birlikte kendinden farklı olan ötekini yani diğer yerelleri diyalog çağrılarıyla kucaklamaya çağırmaktadır. Bu çağrının ise yine kendi epistemolojileri yoluyla olabileceğini ise sakınmaksızın ifade edebilmektedirler.

Biz buradakiler ise yaptığımız araştırmalarda ister kartezyen ister postmodernist epistemolojilerle hareket edelim, batılı epistemenin özne/ kimlik / fail ve gerçeklik bilgisini buraya taşımaktayız. Ortaya çıkan değişik sonuçları kültür farkına bağlamakta ya da yeni paradigmaların epistemolojilerini yerel bilgiye ulaşmada yöntem olarak kullanmaktayız.

Yani kısacası, psişeyi kendi ellerimizle sömürgeleştirmekteyiz.

Ortada batıdan farklı bir dünya-insan kavramlaştırması olduğunu görmemek mümkün değil. Sözgelimi, batılı insandan farklı olarak, neden ve nasıl sorularını ayrı ayrı cevaplayan buradaki insan bilimsel kökenli bilgi ile ilahi kökenli bilgiyi kendi bilgi evreninde çatışmasız paralel tarzda işletebilmektedir, öznenin muhtevasında bu farklı bilgi evrenleri, batılı öznenin aksine, herhangi bir çatışma ortaya çıkarmamaktadır, neden?

Kullandığı Türkçe’deki gizil özne yapısını sentaktik olarak korumaya devam ederken özne cümle içinde kendine verdiği anlam yükünü ve vurgusunu, geçmiş yirmi, yirmi beş yıla göre artırmıştır. İfadesinde olayın kendisini nasıl etkilediğini anlatmaktan ziyade artık kendisinin olaydan nasıl etkilendiğini ön planda tutmaktadır.

Kendine özne /fail / kimlik olarak yüklediği anlamın değerini ve vurgusunu artık ön plana almaya başlayan bu insan kimdir?

Ama aynı özne karşılıklı konuşma eylemlerinde, batılı örneklerinin aksine, karşılıklı konuşma bağlamını özellikle halen ön planda tutmaktadır, sırf bu sebeple özne kendi ifadesini es geçebilmektedir.

Karşılıklı konuşma eylemleri içersinde bağlamı önceleyen bu insan kimdir?

Tanrıyla âlemlerini ayrıştırarak bu evrende baş başa kaldığı gerçeklik bilgisi batılı özne için onun var oluş sorunudur. Gerçeklik nedir, referansı nedir sorusunun cevabı öznenin kendisinde ya da özneler arasındaki karşılıklı anlam inşalarında aranır.

Dolayısıyla da ister kendisini merkez alan özneden olsun ister ötekini de özne olarak görüp aralarında sürekli dönüşüp değişen gerçeklik olsun, gerçekliğe dair referansın ne olduğu, gerçekliğin ne olduğu sorusu onun için bir var oluş meselesi olarak kalmaya devam etmektedir. Referans arayışı umutsuzca devam etmektedir.

Buradaki insan yine batılıdan farklı olarak, kendiliğine dair inşasında ikili bir bilgi evreni kullanmaktadır. Gerçeklik/hakikat evrenlerini neden ve nasıl sorularına cevap ararken birlikte ama paralel tarzda işletebilmektedir. Sözgelimi deprem nasıl oldu sorusu ile neden olduğu sorusuna bu ikili evrenden iki ayrı cevap getirebilmekte ve bu da onun dünyasında bir çelişki yaratmamaktadır.

Bu ikili bilgi evrenlerinden bir diğeri de geleneksel olanla modern olandır. Diğer ikiliden farklı olarak bu iki evren birbirine müdahale ederek, geçişlere ve etkilemelere açık bir dinamizm sergilemektedir. Sözgelimi geleneksel bilgi içinde yorumlanan başörtüsü takma, modern yaşantı içinde tekrar yorumlanarak bu sefer kadının kamu alanında tekil kimliği haline dönüşmektedir. Ama bu yeni kimliğin İslami anlayış çerçevesinde kul ile Allah arasında kimse giremez denilen son derece bireyci yaklaşımla bağı da kopmamaktadır.

Hakikat ile gerçeklik bilgisinin (yani neden ve nasıl sorularının) birlikte yolculukları Geleneksel bilgi ile modernitenin getirdiği bilimsel kökenli bilginin neden halen birlikte kullanıldığına işaret ediyor olabilir. Nasıl sorusu yani gerçeklik modernitenin getirdiği bilimsel kökenli bilgi ile inşa edilebilirken, niçin sorusu yani hakikat geleneksel bilgi ile inşa edilebilmektedir. Dolayısıyla öznenin içerikleri, referansları ayrıştırdığı için, batılı öznenin içerikleri kadar sıkışmamaktadır.

Farklı bilgi evrenlerini çatışmasız ve paralel götürebilen ve birlikte kullanabilen bu insan kimdir?

Psikolojik düzeyde ya da mikro düzeyde diyelim, öznenin geçirdiği dönüşümün batılı öznenin geçirdiği radikal dönüşümden farklı olduğunu göz önünde bulundurmamız gerekmektedir.

Burada öznenin failliği, Tanrı ölmediği için ve halen özneyle aynı âlemde ama farklı boyutlarda beraber var olmaya devam ettiği için verilidir, dolayısıyla özne için gerçeklik bilgisi Tanrı ile birlikte olduğu bu âleme aittir, onu anlamakla yükümlüdür. Sınırları hakikatin sınırları ile belirlenmiş bir gerçeklik içinde özgür fail en baştan beri öznede içkindir, ona verilidir. Bu sebeple bizler için ortada bir özne varlığı ve faillik tanımı meselesi yoktur. Âlemler, referanslar ve sınırlar bellidir. Dolayısıyla bu âlemde tek başına olmadığı ya da bu âlemin merkezinde omnipotant olmadığı bilgisi öznede ve failliğinde içkindir.

Dolayısıyla eğer ben, “özne kendine yaptığı vurguyu artırıyor” diyor isem bu ifadeyi ancak, batılı epistemolojiye göre düşünen meslektaşımın anlayacağı dile indirmek adına sarf edebilirim.

Batılı kendi gerçeklik inşasında radikal bir dönüşümle kendini ve failliğini anlamlandırmada ötekini keşfederken ben burada sadece kendime yaptığım vurguyu artırmaktayım. Kendimi keşfetmek değil, kendime yaptığım vurguyu artırmaktayım.

Ayrıca bu çerçevede bir öteki meselem de yoktur. Öznenin ya da kimliğin bu yakada bir diğer kimlik ya da bir diğer özne ile meselesi vardır ki bu da sosyolojik düzeyde kendini, kimliğini diğer kimliğe karşı genelliklede hegemonik söyleme karşı meşrulaştırma sorunsalıdır. Hegemonik söylemlere karşı alternatif seslerin duyulur hale gelmesi mikro düzeyde yine öznenin kendine yaptığı vurguyu artırma talebidir.

Tam bu noktada batılı bilginin buranın gündelik, kültürel ve siyasi pratiklerine nüfuz ettirdiği yeni kavramlaştırmalara ve katkılarına işaret etmek gerekir

İki farklı epistemik dünyanın bu toprakların insanlarına çeşitli etkileşimler yaşattığı muhakkaktır Bu etkileşimin ürünleri ne olabilir ya da ne olarak ortaya çıkmaktadır?

Sözgelimi öznenin/kimliğin kendisini ön plana alışları acaba terazideki kefeleri mi dengelemektir yoksa verili fail oluşunun sınırlarını mı zorlamaktır? Acaba gerçeklik bilgisinde yeni dönüşümler denemeye başladığı iddia edilebilir mi? Bu bilginin muhtevasına neler katabilecektir?

Benim bu soruları cevaplayabileceğim yerli bir epistemolojiye ihtiyacım olduğu ortadadır. …

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.