Gözümü açıp bakışımı size, sokağa, herhangi bir şeye çevirdiğimde; ben bir özneyimdir, eylemde bulunur ve gördüğümün ne olduğuna karar veririm.
Sesler böyle değildir. Kulak verdiğim sesler ardı ardına gelir, kimi zaman müzik gibi (sakinleştirir) kimi zaman gürültü gibi (yorar, hırpalar). Seslere gözlerimi kapadığımdaki gibi kapanamam. İmajlar birbirine göre düzene girerler ama sesler birbirini ya dengeler ya da birbiriyle çelişir. Ses tutarsızlık üretir. Bakışım bana bir dünya panoraması verir, tutarlı ve bozulmamıştır. Ama duyduğum gürültüler hiçbir dünya panoraması vermez çünkü duyduğum seslerin ardı ardalığı bir evren oluşturmaz. Bu ardı ardı ardınalığı yüzünden beni belirsizliğe sürükler. Ses asla kendi başına açık ve basit değildir, daima kendisiyle birlikte sorular getirir “o” nereden gelmektedir? “kim” seslenmektedir?
Bu belirsizliği çözmeyi kültürel olarak öğrenmişizdir ama belirsizlik bir parçamızdır.
Görme uzaysaldır bizi bir kaplama yerleştirir. Ses alanı ise zamansaldır bizi bir süreye yerleştirir. Ses bizi aracısız, bilinçsiz bir sorgulama doğurur “ne oldu”, “şimdi ne olacak”. Görme de sorulara neden olur “ötesinde ne var?” ama bunlar ikincil ve dolaylıdır düşünceye dayanır.
İşittiğim sesle ilgili soru ise aracısız ve birincil sorudur algıladığım sesle aynı anda yükselir. En önemli ses konuşulan sözdür, bizi insanlarla ilişkiye sokar.
Görmemde canlı varlık diğerlerinden biridir ama konuşmayı duyduğum zaman (sevdiğimin sesini) insan (sevdiğim) nitelik bakımından her şeyden (diğer insanlardan) farklı hale girer.
Konuşma daima işitmeye bağlıdır bizi her zaman zamansallığa çeker, bizi orada yutar. Bana söylenmiş olanı bilmem için cümlenin sonunu beklemem gerekir, anlam üzerinde askıda kalırsınız bazı dillerde bu daha da uzun sürer. Hâlbuki görme bana zamanla sınırlı olmayan bir imaj verir, gördüğüm şeyin anlamını kavramam için beklemem gerekmez.
Ama henüz başlamış cümlenin anlamını kavrayabilmem için daima beklemem gerekir. Zamanda iki nokta arasında asılı kalırım. İstanbul boğazı, ona kimse bakmadığında, arkamı döndüğümde de ordadır(uzay-kaplam-nesne). Ama konuşulan söz eğer işitilmiyorsa ölüdür, zamanda kaybolur gider, Zaman geri gelmez, konuşma ebedi değildir.
Söz bir nesne değildir, söz konuşulur konuşulmaz kaydedilmemişse var olmayı kaybeder. Söz kendi başına var olmaz, onu konuşan ve onu yeniden ele geçiren biri üzerindeki etkisiyle var olmayı sürdürür. Söz, İstanbul boğazı gibi bugün gidip yarın bakabileceğimiz bir nesne değildir.
Söz şimdi var olur, şimdiki bir şeydir, hiçbir zaman manipüle edilemez, söz nesne değildir, nesne haline gelebilmesi için kaydedilmesi gerekir o zaman konuşma olmaktan çıkar veya uzayda konumlanır ama yine de zamanı içerir.
Söz birine söylenmek zorundadır. Kendine ya da Tanrıya. Söz bir kulak bir de cevap gerektirir
Çevremizi saran somut, yaşanan gerçekliğe atıfta bulunan bilgi evreni ile (bakışım), konuşma evreninden gelen (sözüm) iki farklı bilgi evrenimiz vardır. Konuşma evrenim sözlerimden doğar, anlamı ve anlamayı dilden çıkarırım, dil, yaşadığım gerçekliğin ötesine geçme imkânı verir, fantastik, şizofrenik ne olursa olsun bir diğer evrene girmek için kullanırız.
İnsanlar kendilerini doğrulanabilir evrenden farklı bir şey olarak kavrama baskısı altında hissederler ve bunu dille şekillendirirler. İşte bu evren hakikat denilen şeyin kendisidir, dil gerçeklikle ilgili değildir, hakikat dediğimiz evreni yaratma kapasitesiyle ilgilidir.
Dil hakikate atıfta bulunur(1. özellik) Dilin ikinci özelliği, onun daima paradoksal oluşudur. Paradoks X Doxa. Paradoks: kanatın dışında, ötesinde olan, bütün doxalardan bağımsızdır, onu sorgular. Doxa: kanaat. Dilin kuralları doxadır. Ama söz her zaman paradoksaldır kanaat ötesidir. Yapılaşmış, mantıksal ve örgütlenmiş düşünceye, kuralları izleyen düşünceye direnen paradokstur. Paradoks, sistemi her şeyi açıklamaktan alıkoyar ve bir yapının her şeyi şekillendirmesini önler, paradoks söze bağlıdır.
Şiir, şiir sözü paradoksaldır, sürekli çifte anlamlar (“ne kadınlar sevdim aslında yoktular” Atilla İlhan), çok yönlü yorumlamalar, farklı birçok boyutlarda çok anlamlılığın belirsizliğine çeker. Söz daima paradoksaldır çünkü söz doğrudan doğruya, kişiler olarak çok anlamlılığımıza tekabül eder.
Sözün son özelliği onun muammalı oluşudur. En açık şekilde ifade edilen söz bile beni kaçınılmaz şekilde muammaya sürükler. Karşımdaki kişinin sözü bende sadece kişiliğinin yankısını verir, onun söylediği şeyi iyi anlamadığım için, bütünüyle anlayamadığım için, spontan olarak onu tanırken hissettiğim muammadır. Anlayamadığımın farkında olduğumdan bu anlayamayışımda bir muamma vardır “nasıl bir cevap verebilirim?” cevabımdan emin değilimdir.
Konuşmamızın çevresinde hep bir sınır vardır. Ben konuşurum ama konuştuklarımı değiştirecek hangi yorumların ortaya çıkacağını bilemem.
Ondan bir cevap, bir açıklama beklerim. O susar. Artık beni kendisine göre nereye, nasıl yerleştirdiğini bilemem. Sözlerin beklentisi içersindeyimdir. Bu sessizlik, sözde konuşulmamışı, söylenmemişi oluşturan bir gedik yaratır.
Söz (cevap) bizi açıklar ve muammadan kurtarır. Dolayısıyla söz, her durumda muamma ile ilişkilidir.
Tam tersine imaj hiçbir şekilde muammalı değildir. İmaj dehşete düşürür ama muamma dehşete düşürmez, o var oluşsal bir sorgulamadır. İmaj paradoksal olmayan şeydir çünkü daima doxa ile(kanaatle) uyum içindedir. Suları bulandıran sözdür. İmaj gerçekliğe atıfta bulunur ve gerçekliğin hiçbir muamması bulunmadığından bana doğrudan açıklamasını verir. İmajlar çözülmemiş problemler (açlık, savaş görüntüleri) taşıyabilir. Beni, dehşete düşürerek, düşünmez hale getirirler ama hiçbir muamma taşımazlar. Beni felç eden dehşetin-gerçeğin ifşasıdır (ister savaş görüntüsü ister Dünya Kupasında üçüncülüğü getiren İlhan Mansız’ın gol görüntüsü olsun).
Görme yoluyla algıladığım gerçeklikte hiçbir yankı yoktur. Ama hakikat çözülmesi gereken problemler ya da halüsinasyonlar sunmaz. Hakikat bana saldırır ve muamma ile beni alt eder. Çünkü gerçek apaçıktır, görme vasıtasıyla bana delillerini verir.
Ama Hakikat açık değildir.
Görme ve işitme birbirini tamamlayıcıdır. İnsanın yaptığı işlerde hiçbir şey onların ortak müdahalesi olmaksızın yapılamaz. Ama farklılıkları temel farklılıktır, görme-uzayda; işitme-zamanda yer alır, aralarındaki ayırım gerçeklikle hakikat arasındaki ayırım bu ikisinin antitezini oluşturur.
Bugünkü yaşantımızda gerçeklikle hakikati birbirine karıştırmış bir haldeyiz. Gerçekliğin hakikat olduğuna inanır hale geldik. Her şeyin gerçeklikle sınırlı olduğuna inandığımız için de terimleri tersine çevirdik. Doğrunun gerçeklikte içerildiğini ve gerçeklik tarafından ifade edildiğini düşünüyoruz. Her şey; bilimsel biçimde ölçülebilir ve pragmatik biçimde değiştirilebilir bu doğrulanabilir gerçekliğe indirgenmiştir.
Hâlbuki söz yalnızca hakikatle ilişkilidir. İmaj ise yalnızca gerçeklikle ilişkilidir. Söz gerçekliğe atıfta bulunabilir; bir eylemi buyurmak, olgusal bir durumu tanımlamak için kullanılabilir. Söz gerçeklik hakkındaki malumatı naklederek gerçekliğe katılır.
Gerçekliğin bir parçasına dönüşecek sonuçlar üreterek gerçekliği yaratabilir (bugünkü durum). Bu nedenle söz çok anlamlıdır. Ama sözün biricik özelliği hakikat alanında ikamet eder. Tam tersine, imaj gerçeklik alanından kopamaz, imaj çok anlamlı değildir.
söz hakikatla ilişkili ise ,imaj mevcudiyetle mi gerçekliklemi ?
YanıtlaSilmesele söz ile imajın dengeli birlikteliğidir Ellul'a göre. İmaj mevcudiyet ya da gerçeklikle ilişkili olmaktan ziyade bizi görüntü ile zapt eden bir mutlaklığa sahip olmasıdır, ister gülen bir bebeğin yüzün olsun ister açlıktan ölmüş bir bebeğin cesedinin görüntüsü olsun. Bizi muammanın verdiği mana üretimlerinden uzak tutar, kendi kurduğu manaya mahkum kılar. Bu muamma ister sözün olsun ister görüntünün taşıdığı sözün olsun fark etmez, yeter ki bize mutlak olduğunu iddia eden sözsel ya da görüntüsel imajlar dayatmasın. Ya da biz bu dayatmaların üzerinden atlayabilelim...
SilCevabınız için Teşekküre ederim.
Silbiraz daha okumalarım olacak,bir kaç soruyla geri dönebilirim:)
Kitabın kendisini okumanızı tavsiye ederim.Son derece akıcı ve heyecan vericidir.
SilOkudum bir kaçkez evet 5-6 yıl evvel .yeniden okumalıyım.
YanıtlaSilvahiy'hakkın'da değerlendirmeyi açıkcası bunu merak ettim.(blog'bunu kullanmaya pek hakim değilim,size burdan bunu sorabilirmiyim(vahiy hakkında)bu platform böylemi çalışırır buna da bimiyorum.bu nedenle kusurumu bakmayın
saygıyla..
Ben de blog kullanma konusunda fena halde acemiyim.
SilEllul'un bu kitabında vahiy konusunda herhangi bir tartışma ya da bir söz yok. Benimse bu konuda birşeyler söyleme ehliyetimin olduğunu hiç sanmıyorum. En fazla söyleyebileceğim dile dökülmeden insanoğlunun anlam dünyasına girmek mümkün olmadığına ve de bu dünyasından başka bir alemi de olmadığına göre herşeyin söze çevrilmesi ya da sözün içinde ifade edilebilirliği ve de aslı (sözün aslı) ile arasında kavuşturulması imkansız boşluğu sanırım hakikat ile gerçeklik sınırında mecnun gibi dolaşmamızı (insan olmamızı) sağlıyor.