12 Ocak 2015 Pazartesi

BİR  MAKALEYE  BİR  YORUM 
PSİKANALİZİN  TÜRKİYE’YE  GİRİŞİNİ  OKUMAK

Sibel Arkonaç

2008 de kaleme alınmıştır
Bu yazıdaki amacım, Aydan Gülerce’nin Theory and Psychology dergisinin 2008 yılında yayınlanan On the Absence of a Presence / The Presence of an Absence: Psychoanalysis in the Turkish Context makalesi ile ilgili farklı okumalarımı yansıtmak ve yorumlarda bulunmaktır.
2004 yılında Topic dergisinde psikanalizin Türkiye’ye girişindeki 100 senelik gecikmeyi analiz etmiş, felsefe, edebiyat, tıp ve de Marksist öncüllerinin neden bu girişe imkân tanımadığını ayrıntılı bir şekilde ele almıştım (İkiz ve Arkonaç, 2004; İkiz, 2004). Makalenin sonunda da Türkiye’de psikanalizin batı dışı bir toplumda eylem odaklı bir dilin kurguladığı gerçeklikle karşılaşmakta olduğunu belirtmiştim.
Burada Aydan Gülerce’nin makalesinde psikanalizin Türkiye’ye girişi ile ilgili yazdığı tarihsellik ve “kurumsallaşamamaya” dair hataları üzerinde durmayacağım. Türkiye’ye özgü modernleşme ve bu modernleşmenin Türkçe’deki implications üzerinde duracağım.

Hangi Modernizm?
Gülerce, psikanalizin Türkiye bağlamında presence/absence oluşunu Türkiye’nin tarihsel batılılaşma/modernleşme süreci üzerinden okumaya çalışmasını doğru bir başlangıç olarak görüyorum. Gülerce, Türkiye Cumhuriyeti devletinin modern seküler (ki aslında secular değil laisist bir devlet olma iddiasındadır) devlet olarak kurulduğunu, buna yukarıdan aşağıya bir rota izleyerek eşlik eden reformlara rağmen çoğunluğu Müslüman olan bu toplumda modern self’in yaygın olarak gözlenemediğini ifade etmektedir:

“…there is a considerable time lag between the establishment of the modern secular state and of the (post)modern self in Turkish society. Despite the various reforms and radical social changes that accompanied the birth of the Turkish Republic in 1923, it is stil difficult to observe widely the modern/western individual self in this largely Muslim society, except amongst highly urbanized/globalized populations. Therefore we can say that the convergence of psychoanalysis and the modern Turkish self is a postmodern phenomenon.” (Gülerce,2008 pp.237-8)

Türkiye’de psikanalize direncin esası olarak modern individual self’in eksikliğini görmektedir.

“To conclude,enduring characteristics and values of Turkish people such as other-centeredness, altruism, an interdependent/relational self, loyalty are served private and family life, emotionality/Eastern rationality, and so on which read as “irrational” in the West, and their historicity, seem to be at the core of resistance not only against modernization /westernization/”national development”, but also against classical psychoanalysis.”  (Gülerce,2008 pp.246-7)

 19.yy ikinci yarısında Modernizm, Osmanlı İmparatorluğunun elitleri ve aydınları arasında İmparatorluğu reforma götürecek yegâne alternatif ideoloji olarak görülmekteydi (Aslan, 1999). Bu alternatif ideoloji, kurtuluş savaşı sonrası yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucu ideolojisi oldu. Temelini laisizime ve pozitivist bilimciliğe oturtuyordu. Yeni devlet bu temele uygun, yukarıdan aşağıya bir rota izleyen, toplumu yeniden düzenleyecek, bir dizi reform gerçekleştirdi. 1950’li yıllarda çok partili sisteme geçiş, 1980’li yıllarda da dünya konjüktüründeki gelişmeler, ama en önemlisi de Türkiye’nin liberal ekonomiye ve liberal değerlere kaymasıyla bu modernist tekil toplum anlayışı kırılmaya başladı. 
Paker (2004), kırılmaya işaret eden bu söylemlerin ürettiği anlam dünyalarının ve de kimliklerin aslında altta yatan modernist söylemin varyasyonları halinde inşa edilmekte olduğuna işaret etmektedir. Paker (2000)çalışmasında sözgelimi hem İslamcı söylemin hem Marksist söylemin kamusal alanda bireysel farklılığı ve de farklı olma hakkını savunan anlam inşaları ve kimlikler ürettiğini gözlemiştir. Dolayısıyla Aydan Gülerce’nin makalesinde öne sürdüğü dört politik söylem olan Kemalist, Marksist, İslamcı ve liberal söylemler bu modernist söylemin varyasyonlarından bazılarıdır. Kısacası bu söylemler aslında Türkiye’deki modernist dönüşümün kendine has ürünleri/kimlikleridir ve temel retorikleri paylaşırlar (Paker,2004). Türkiye’de bunun üzerine çok fazla sayıda mikro ve makro düzeylerde yapılmış sosyal araştırma bulunmaktadır (Göle, 2005, Aysoy, 2003). Burada ayrıntısına girmeyeceğim. Ama özellikle Paker’in bu alandaki çalışması son derece ilgi çekicidir. (Paker, 2001) 
Modernist dönüşümle ilgili argümanlarda dikkatli olunması gereken zemin ise modernizmin ve modernist dönüşümün tüm toplumlar için batıdakine benzer süreçleri ve çıktıları takip edeceği düşüncesidir.(Göle, 1998,2005). Gülerce’de zaten bu hataya düşmektedir. Bugün, batı dışı ülkelerde modernist dönüşümlerin, içinde gerçekleştiği toplumun kendi dinamiklerine özgü olduğu sosyolojik çalışmalarda ısrarla belirtilmektedir (TR deki için bkz Nilüfer Göle, 2005) Bu sebeple bu çalışmalar bizi, bu toplumlardaki modernist sürecin dönüştürdüğü dünya ve birey tasavvurlarının batılı tarza evrileceği düşüncesine karşı uyarmaktadır. Nitekim Türkiye’de mikro ve makro düzeylerde modernist dönüşümün Batının tersine ikili bir bilgi ya da iç içe geçen bilgi dünyaları bağlamında (traditional/modernist) gerçekleştiğine işaret etmektedir (Aysoy, 2003;Göle, 2005). Kısacası geleneksel olanla modernist olan gündelik pratiklerde içiçe dönüşmekte, Avrupa modernizminin aksine, bir diğerinin-geleneksel olanın-dışlanması neticesini çıkarmamaktadır (Arkonaç,2004).
Dolayısıyla sosyolojik bu çalışmalar batılı modernist söylemin ürettiği, klasik psikanalizin de bilgi yapısı olarak kendini kurguladığı kartezyen öznenin (rasyonel, self contained) batı dışı bir toplumda nihai olarak gözlenmesi gerektiği argümanını geçersiz kılmaktadır. 

Turkish Subject Positionings
Gülerce’nin Türkiye’de gözlemlediğini öne sürdüğü dört politik söylemin ürettiği gerçekliklerin, anlam inşalarının ve de kimliklerin en temeldeki modernist dönüşümün varyasyonları olarak ortaya çıktığını belirtmiştim. Bu söylemler gündelik konuşma pratiklerinde kimliklerini üretir ve anlam dünyalarını inşa eder. Bu gündelik konuşma pratiklerinde, konuşanların o bağlamda kendilerine dair anlam ve de kimlik inşalarını aldıkları özne pozisyonlarında seyretmek mümkündür (Harre and Moggahadam,2003;Harre ve ark.,2009). 
Türkiye’de özellikle 1980’li yıllardan itibaren özellikle liberal ekonomiye geçişle ve dolayısıyla liberal değerlere kayışla Türkçe gündelik konuşma pratiklerinde selfin kendini sunuşunda dönüşümler meydana geldiği görülmektedir (Arkonaç,1999, 2004, 2007, 2008a,b, Tekdemir, G.,Arkonaç, S.A. ,Çoker, Ç. 2006). 
Fakat Türkiye’de özellikle 1980’li yıllardan itibaren Türkçe gündelik konuşma pratiklerinde öznenin pozisyon alışlarında artık eylemi değil kendisini ön plana oturtan bir dönüşüm yaşadığını görmekteyiz (Tekdemir,G.,Arkonaç,S.A., Çoker, Ç. 2006; Arkonaç, 2008b). Bu önplana çıkış sentaktik bir dönüşümden ziyade semantik bir dönüşümdür.
Burada öznenin kendini önplanda tutmaya başlaması kartezyen bir öznenin tezahürü olarak anlaşılmamalıdır. Çünkü özne eylemi sahiplenmekten ya da üstlenmekten çok eyleme dair kanaatlerini vurgulamayı ön planda tutma eğilimindedir. Ayrıca özne, eylemi bir agent pozisyonu alarak üstlenmesi gerektiğinde tekil özne pozisyonunu bırakarak çoğul zamir düzenine geçmektedir. Yani eylemin işaretini “ben” zamirinden “biz” zamirine kaydırarak kendini belirsizleştirmektedir. (Tekdemir, Arkonaç, Çoker, 2006). 
Eylemin özne tarafından tekil ya da çoğul halde sahiplenildiği şartlar ayrışmaktadır. Bu ayrışma kişinin o konuşma bağlamı içinde pozisyon alış stratejileri olarak seyredilebilmektedir. 
Birey kendi kanaatlerini sunarken rasyonel bir zeminde argüman üretmemekte, özne pozisyonu almadan da birbirinden bağımsız olabilecek argümanları yan yana getirebilmektedir (Çoker, 2007). Dolayısıyla anlam ve kimlik inşalarında irasyonel ve rasyonel olan birlikte gitmektedir. Bu durumun bir diğer açısı da, karşılıklı konuşma bağlamında öznenin hem kendi öznelliğini hem de konuşma bağlamını karşısındakinin anlamlarını birlikte gözetme eğilimde olmasıdır. (Tekdemir, 2007)
Psikanalizin ana kavramlarını işletebilmesinde gerekli zemin bireyin öznelliğini kendi tekilliği içinde seyredebiliyor olmasıdır. En azından Batılı bir bilgi yapısı ve inceleme yöntemi olan psikanaliz için bu böyledir. Görüldüğü üzere diğer kültürler için bu gereklilik mutlaka batılı anlamda bir bireysellik  (rasyonel, self-contained ya da kısaca kartezyen birey) niteliği taşımak zorunda değildir. 
Türkçe konuşma pratiklerinde dönüşen bireysel tekilliğin kartezyen temelli olmadığını başka yerlerde teorik zeminde tartışmıştım (Arkonaç,2004,2007). 
Bahsedilen söylemlerin ürettiği kimliklerin farklılaşmasında özne pozisyonlarına eşlik edebilecek bir başka nokta ise Türkçe’de dişil/eril kategorilerinin olmamasıdır. Kişi ifadesinde eğer herhangi bir işaretlemede bulunmamışsa, eylemin bir kadına mı yoksa erkeğe mi ait olduğunu ancak bağlamdan çıkartabilirsiniz. Bu niteliklerin psikanalitik dili Türkçe bağlamda farklı sulara taşıyacağını düşünmekteyim (İkiz ve Arkonaç,2004).

SONUÇ
Türkiye’de psikanalizin, tıpkı diğer terapi ekollerinde de olduğu gibi herhangi bir engellemeye uğramadan kurumsallaşmasının temelinde yatanın, Türkçe konuşma pratiklerinde bahsettiğim dönüşüm olduğunu düşünüyorum. Bugün ister ‘geleneksel/İslami’, ister ‘Kemalist’, ister ‘Marksist’ söylemden gelen kimlikler olsun bu pratiğe başvuru, ya da bu pratiğin eğitimini alma açısından herhangi bir kimlik ya da söylem farklılaşması yaşanmamaktadır. Tüm bu söylemlerin ürettiği kimlikler gündelik pratiklerde psikoterapi ve de psikanalitik yardım almada herhangi bir çekince görmediği gibi ulaşabildiği her yerde bu yardımı talep etmektedir. Zaten psikanalizin, ne 1990’larda İstanbul Psikanaliz Derneği adı altında ilk defa kurumsallaşması ne de 2000’li yılların hemen başında İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümünde bir alt lisans programı ve de yüksek lisans programı olarak eğitim programında yer alışı, bu derece kolay ve de engelsiz gerçekleşebilirdi.
Dolayısıyla Türkçede bireyin gerçeklik ve de dolayısıyla anlam inşasında kendisini odak noktasına taşımış olması aslında Gülerce’nin Türkiye’de psikanalize dair ümitsizliğinin tam karşısında, ardına kadar açılmış bir kapının ta kendisidir.


Kaynakça
Arkonaç, s. (1999). Psikolojide insan modelleri [human models in psychology]. Istanbul, Turkey: Alfa yayınları. 
Arkonaç, s. (2004). Gerçekliğin sosyal inşasında kartezyen olmayan özne S. Arkonaç (ed.), Doğunun batının yerelliği: bireylik bilgisine dair S/249–273. Istanbul: Alfa yayınları. 
Arkonaç, s. (2008a). Psikolojide Insan ve 21. Yüzyıl: Psikolojide Ben ve Öteki, Doğu ve Batı 15. Ulusal Psikoloji Kongresi açılış bildirisi
Aysoy, M. (2003). Geleneksel sonrası toplum üzerine [on post-traditional society]. Istanbul, Turkey: Açı yayınevi. 
Çoker, Ç. (2007). “Bir Sosyal Fenomenin Değerlendirilmesi Üniversite Öğrencilerinin Kullandıkları Söylemler Ve Kaynakları” İ.Ü.Sosyal Bilimler Enstitüsü yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
Göle, N. (1998). batı-dışı modernliğin kavramsallaştırılması mümkün mü? [Is it possible to conceptualize non-Western modernization?] T. Bora & S. Sökmen (eds.), Sosyal bilimleri yeniden düşünmek s/ 310–320. Istanbul: Metis yayınları. 
Göle,N.(2005). Interpénétrations, l’Islam et l’Europe [Interpenetrations, Islam and Europe]. Paris: Galaade Éditions. İç İçe Girişler: İslam ve Avrupa, Fransızcasından çeviren Ali Berktay, Metis, Istanbul, 2009
Gülerce, A. (2008). On the Absence of a Presence/the Presence of an Absence: Psychoanalysis in the Turkish context. 
Harré,R. ve Moggahadam, F.m. (eds.). (2003). The self and others: Positioning indi- viduals and groups in personal, political, and cultural contexts. Westport, cT: Praeger. 
Tunaboylu-Ikiz, T., & Arkonaç, s. (2004). les raisons divers pour comprendre le 100 ans de retard de la psychanalyse en Turquie [The diverse reasons for understanding the 100-year lag in psychoanalysis in Turkey]. Topique, 89, 111–118. 
Tunaboylu-Ikiz, T. (2004) Doğu Batı Kavşağında Psikanaliz: Psikanalitik Özneye Bakış Arkonaç (ed.), Doğunun batının yerelliği: bireylik bilgisine dair  a/ 275-290.. Istanbul :Alfa yayınları. 
Paker, o. (2001). Günlük Düşüncede Modernlik Din ve Laiklik Ankara;Vadi yayınları
Paker, o. (2004). Batı dışı toplumlarda sosyal psikolojiyi yeniden düşünmek: Inşacı yaklaşımın imkânları üzerine bir deneme S. Arkonaç (ed.), Doğunun batının yerelliği: bireylik bilgisine dair s/203–248). Istanbul: Alfa yayınları. 
Tekdemir, G. (2007) Türkçe konuşmalardaki sıra alışlarda onarım mekanizmaları. Doktora Tezi İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.

Tekdemir,G.,Arkonaç,S. Ve Çoker,Ç. (2006) Konumlandırma Teorisi: Türkçe Yapılan Konuşmalarda Seyreden Konumlanışlar. 14.Ulusal Psikoloji Kongresi 6-8 Eylül 2006 Ankara, Serbest Bildiri


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.