3 Ocak 2015 Cumartesi


KONUMLANDIRMA TEORİSİNE GİRİŞ 
L.Langenhove ve  R.Harré 

L.van Langenhove ve R. Harré (1999) “Introducing positioning theory.” R. Harré and L.van Langenhove (ed.). Positioning Theory: Moral Contexts of Intentional Action. Blackwell Publishers:Oxford. Chapter 2. Pp 14-31.

Çeviren: Sibel Arkonaç

Giriş
Konumlandırma kavramı, çok daha durağan bir rol kavramı karşısında dinamik bir alternatif olarak görülebilir. Roller yerine konumlardan bahsetmek sosyal fenomenin ontolojisi hakkında ortaya çıkan yeni fikirlerin çerçevesine uymaktadır. Bundan dolayı konumlandırma kavramının ayrıntılı tanıtım işine girişmeden önce sosyal bilimlerdeki bu yeni ontoloji hakkında birkaç söz söylemek gerekiyor.  
Sosyal bilimciler arasında her zaman epistemolojik birçok farklar olmakla birlikte sosyal bilimlerin inceleme konusunu oluşturan ilgili sosyal varlıkların neler olduğu tabiri caizse sosyal dünyanın “materyalleri”  hakkında göreceli bir sözbirliği olduğu görülür. Standart ontolojide toplumsal fenomenin üç düzeyi olarak genellikle “insanlar”, “kurumlar” ve “toplumlar”  kabul edilir. İnsanlara nedensel olarak etkileşen karmaşık “şeyler”; kurumlara insan gruplaşmaları; toplumlara da gruplardaki insanların daha üst düzey toplamlar olarak bakılır. Her birindeki materyal-öz benzeri şey, doğa dünyasının Newton-Euclid zaman/mekan sistemine tıpkı doğa varlıkları ve fenomenleri gibi yerleştirilebilir. Bu o kadar aşikardır ki çok az dikkat çeker. Ama sosyal fenomeni doğa dünyasının zaman ve mekânına yerleştirmekle şeylerin özelliklerinin ve de sosyal alandaki ilişkilerinin gözden kaçabilecek yer değiştirmelerine kapı açılmış olur. Sonuç olarak bu sosyal alanın tümü sık sık, Hume tarzı bir anlamda sebeplerin belirleyici, zaman ve mekanın bağımsız olduğu bir alan olarak resmedilir. Sosyal bilimlerdeki bu Hume tarzı tarzı anlayış son zamanlarda çok eleştirildi (sözgelimi Harré ve Secord 1972; ve Manicas, 1987), teorileştirme ve araştırma yapmanın çeşitli alternatif yollarını formule etme teşebbüslerine girişildi (sözgelimi etnometodoloji, etnogenics, yapılaştırma teorisi, v.b). Ama çoğu zaman bu Newton-Euclid zaman/mekan sistemi dikkate alınması gereken sosyal fenomen sistemi olarak olduğu yerde sorgulanmaksızın bırakıldı. Ama bu ilk bakışta göründüğü kadar apaçık bir şey değildir. Sosyal fenomen tabii ki her zaman bir zaman/mekan sistemine yerleşiktir ama, özellikle bireyleştirme, sosyal varlıkların kimlikleri ve fenomen hakkında sorular ortaya çıktığında bu yerleşikliğin aynı zamanda sosyal fenomenin incelenebileceği en yeterli başvuru sistemine işaret ediyor olması gerekmemektedir. Newtoncu mekan/zaman sisteminde şeyleri, özellikleri ve süreçleri yer ve zamanla birbirine bağlayan karmaşık kuralları, sosyal dünyaya aktarmak mümkün olmayabilir. Ayrıca bugün doğa bilimlerinde bile bu başvuru sisteminin yegane sistem olmadığı düşünülmektedir: hem kozmolojik hem de kuantum fiziksel ölçekte bu zaman/mekan sisteminin yetersiz olduğu ispatlanmış ve fiziksel mekanın zamandan bağımsızlığının sıfırlandığı başka sistemler inşa edilmiştir.
Zaman ve mekan sisteminin sosyal fenomeni konumlandırmada ve anlamakta eşit derecede yetersiz olduğu ilk defa tartışılmaktadır. Buna alternatif olarak, sosyal ve psikolojik gerçekliklerin “materyali-özü” hakkındaki varsayımların yeniden değerlendirmesinin eşlik ettiği bir  kişiler/konuşma sistemi önerilmektedir. Eğer konuşma-edimleri de dahil olmak üzere, sosyal edimler sosyal gerçekliğin “meselesi” olarak alınırsa insanların, sosyal edimlerin konumları olarak görüldüğü yeni bir sistem inşa edilebilir. “Mekan” olarak, bir grup muhtemel ve asli konumların, kişiler dizisinin Euclid tarzı olması gerekmez. Zamansal konumlar sistemi de insan hayatının zaman cephesi de değişir. Geçmiş, şimdi ve gelecek ayırımı psikolojik zaman kontrolüne düzgün bir şekilde girmez çünkü kısmen bu sosyal ve psikolojik geçmiş sabit değildir. Sosyal gelecek sosyal geçmişi etkileyebilir. Edimlerin ortaya çıkışı sosyal zamanın anlarıdır.
Böyle bir kişiler/edimler sistemi içinde bu sosyal alan üç temel süreçten ibaret bir şekilde resmedilebilir: konuşmalar ve diğer kapalı düzende sembolik değiş tokuşlar, kurumsal uygulamalar ve toplumsal retoriklerin kullanımı; bunların hepsi söylemsel uygulama biçimleridir. Sembolik değiş tokuşlar genelde, “konuşmalardır” ve sosyal alanının en temel özüdür. Sosyal dünya konuşma içinde yaratılır, tıpkı nedensel bağlantılı şeylerin özelliklerine göre doğal dünyayı kurmaları gibi. Konuşmalar içinde sosyal edimler ve toplumsal ikonlar tekrar, tekrar üretilir. Bu iki söylemsel süreçle elde edilir biri “konumlandırma” diğeri “retoriksel tekrar tanımlamadır”. Bu sonuncusunu kurumlar ve makro sosyal olaylar hakkında, onları toplumsal ikonlar olarak anlaşılabilir kılan hikayelerin söylemsel inşası olarak anlamak mümkündür (Harré,1975). Birincisi ise bu kitabın konusudur. Standart ontolojinin ögelerinin (insanlar, kurumlar ve toplumlar) yeni ontoloji içinde hem konumlandırmaya göre hem de retoriksel yeniden tanımlamaya göre anlaşılabileceği belli olacaktır.
Psikolojinin söylemsel pratiklerin incelenmesi olduğu fikri bu bölümün argümanına göre yöntemsel arkaplandaki merkezi görüştür. Pek çoğu değilse de çoğu zihinsel fenomen söylemsel biçimde üretilir. Bunu demekle söylemsel faailiyetlerin zihinsel faaliyetlerin meydana gelmelerine sebep olduklarını kast etmiyoruz. Tutumlar, emosyonlar gibi bir çok zihinsel fenomen uygun söylemsel faaliyetlerin kendisinde var olandır. Bu düşüncenin bir kısmı Bakthin’in (1986) yazılarında bulunabilir. E. Benveniste’nin çalışmalarında açıkır ‘ İnsanın kendini bir özne olarak kurması dilin içinde ve dil yoluyladır çünkü dil kendi başına gerçeklik içinde ‘ego’ kavramını kurandır’ (Benveniste , Silverman’da 1983 alıntılanmış) 

Konum/ Edim-eylem/ Hikaye çizgisi Üçlüsü
Tanıtmak istediğimiz “konum” ve “konumlandırma” kavramlarının çeşitli kaynakları vardır. Çıkış kaynaklarından biri olan pazarlama alanında konumlandırma kişinin, rakipleri arasından belli bir ürünü ‘yerleştirmesine’ izin veren iletişim startejilerine dayandırılır. Bu kullanım, ‘konumun’ askeri anlamına yakındır: bu anlama göre konum her zaman düşmanın konumuna karşı alınır. Sosyal bilimlerde  “konum” ve “konumlandırma” kavramı ilk olarak Hollway(1984) tarafından heteroseksüel ilişkiler alanında öznelliğin inşası ile ilgili incelemesinde ortaya konmuştur. Söylemlerde cinsiyet rolleri ayırımı üzerine odaklanan Hollway “kişinin kendini konumlandırması” ile “konum almak” tan bahsetmektedir : “Söylemler, öznelerin konum alacakları elverişli konumlar yaratır. Bu konumlar diğer insanlarla ilişki içindedir. Tıpkı bir cümlenin nesnesi ile öznesi gibi..., belli bir söylemin mümkün kıldığı anlamlar içinde kadın ve erkek bir diğeri ile ilişkili şekilde yerleştirilir” (Hollway, 1984,s/236). Burada bizim bu kavramları kullanma çizgimiz Hollway’in çizgisinde olacaktır.
 Kişiler/konuşmalar sisteminde konumlandırma konuşanların belirli pozisyonlarının olduğu bir konuşmada ve kişinin eylemlerini sosyal edimler olarak anlaşılabilir kılan ve göreceli olarak belirleyen kişisel hikayelerin söylemsel inşası olarak anlaşılabilir. Konuşmadaki konum ya da yerleşimin ne olduğu aşağıda açıklanacak. Bazı sosyal eylemler hemen fark edilir ve belli eylemler olarak kabul görür, diğer bazı eylemler ise ya hemen anlaşılmaz ya da edim olarak statüleri sorgulanabilir eylemlerdir (Kişi bununla ne kast etti?) ve hatta esastan belirsiz bile olabilir(Tanen,1990). Bizim görüşümüze göre insan dünyasındaki her şeyin bir ölçüde belirsiz olduğunu vurgulamak önemlidir. Bu kuralın anlamı aşağıdaki tutumlar alanından örnekle düzgün bir şekilde açıklanmaktadır: Kişinin açıkladığı tutumlar genellikle belli belirsiz belirtilir: “Çin mutfağından pek haz etmem.” Ama olay çizgisindeki episoda dâhil diğer insanlar ve ortam gerektirdiğinde daha belirgin olabilirler: “Ben Pekin ördeği alacağım ama içinde beyaz mantar olmasın, teşekkürler”(Harré ve Gillett,1994,s/35). Bir seçimdeki oylama işlemi oy atanların belli bir siyasi tutum sergilemeye zorlandığı bir uygulamadır çünkü oy pusulasında gösterilen tercihlerin yayılımı sonludur. Bu sebeple konumlandırma, psikolojik bir fenomeni eldeki amaca göre tespit etme işlemi olarak anlaşılabilir. Ama pozisyonlar değişir ve de değişebilir. İnsanlar sabit rolleri değil değişken konumlandırmaları kendilerini genelliikle içinde buldukları başa çıkmak için kullanırlar. 
Öyleyse bir konuşmadaki konum, kişinin konuşmacı olarak “ahlaki” ve kişisel atıflarının özetlenerek bir araya getirilmesine ilişkin metaforik bir kavramdır. Bir kişi kendini sözgelimi güçlü ya da güçsüz, kendinden emin ya da özür dileyen, baskın ya da uysal, kesin ya da farazi, bir bilen ya da bilmeyen gibi konumlandırabilir ya da böyle konumlandırılabilir. Bir “konum”, konuşmacının katkılarının karakterin bu ve diğer kutuplarına göre ne derece işitilebilir olduğuna göre belirtilebilir. Bağımlı konumlandırılmasında kişinin çığlığı yardım yalvarışı olarak işitilebilir. Ama baskın olarak konumlandırılmasında benzer bir çığlık protesto olarak ya da hatta paylama olarak işitilebilir. Eylemin sosyal gücünün, konuşmacının konumunun ve de etkileşimcilerin karşılıklı bir diğerini belirlediğini kolaylıkla görülebilir. Konuşmaların hikaye çizgileri vardır,kişilerin konuşma içinde girdikleri konumlar bu hikaye çizgisine bağlanacaktır. Konuşma tarzında bir öğretmen gibi hareket ettiği görülen biri bilindik bir biçime girecektir: hikaye çizgisindeki talimat teması, sınıfta olup bitenler. Konuştuklarını ve eylemlerini sonuna kadar götürmekle pedagojik hikaye çizgisi falan ya da filan konumu edinmesini sözgelimi öğrencilerine karşı belli mecburiyetlerinin olmasını kapsar aynı zamanda da kişinin dediklerini ve yaptıklarını göreceli olarak talimat veren, düzelten, azarlayan, tebrik eden vbg. sosyal edimler halinde belirler. 
Bu kitap boyunca Austin’ın (1961) sözün iletişimci etki (illocutionary) gücü ile yani bir şeyi söylemekle elde edilen ile sözgelimi tebrik etmekle, bunun maruz kalınan etki (perlocutionary) gücü yani bir şey söyleyerek elde edilen sözgelimi deminki örneğe uygun olarak ödülü alanı (tebrik ederek) memnun ederek(eğer olursa) elde edilen arasındaki ayırımı kullanacağız.
Böylece konumlandırma edimi, kişinin eylemlerini anlaşılabilir ve göreceli şekilde sosyal edimler olarak belirleyen kişisel hikayelerin söylemsel inşasında konuşmacıları akışkan ‘kısımlara’ ya da ‘rollere’ atamaya işaret eder. Sözgelimi, bir öğretmenle öğrencisi arasındaki konuşmada belli türden yorumlar yapma hakkı konuşmacılar arasında farklı şekillerde dağıtılacaktır. Öğretmeni (Ö1) öğrenciyi de (Ö2) konumları olarak tanımlamaktan kast edilen budur. Aynı söz  Ö1 konumundaki biri tarafından söylendiğinde Ö2 konumundaki birinin söylediğinden farklı sosyal anlama sahip olacaktır. Bir konuşmayı oluşturan laflar hikaye çizgisi süresince sözgelimi bir eğitmen biçimi açılır. Bu suretle aşağıdaki gibi, karşılıklı birbirini belirleyen bir üçlü ortaya çıkar.

  Konum


 Hikaye Çizgisinin Sosyal gücü

Şekil 2.1 Karşılıklı belirleyici üçlü


Konumlar, “doğal bir şekilde” sosyal ve konuşma bağlamlarından ortaya çıkabilir. Ama bazen konuşmadaki baskın rolün ilk lafı kapması diğer konuşmacıları isteyerek olmayacakları konuşma konumlarına adeta iter. Başlangıçtaki konumlandırmalara meydan okunabilir, konuşmacılar bazen bu suretle tekrardan konumlanır. Kişi, hakkında yorum yapılan konuşmanın sadece bir başlık olduğu daha üst düzey bir konuşma yaratarak, kendini konuşmada ortaya çıkan pozisyonlar, sosyal edimler ve ana temalar üzerine yorumlar yapan bir konuma yerleştirebilir. Konuşmada yer alanlar konumlarını farklı farklı tasavvur edebileceklerinden, aynı kelime ve eylemlerin birden fazla konuşmanın taşıyıcısı olması alışılmadık şey değildir. Bu husus dil felsefesinde sorulara yol açmaktadır yani ‘aynı kelime’ diye neyi sayacağız, ama biz bu meseleden ondan ne anladığımız üzerinde durmaksızın anladığımız şeye bel bağlayarak sessizce uzaklaşacağız.
Konuşmaların yapısı bu sebeple üç kutupludur: konumlar, hikaye çizgileri ve görece belirli konuşma edimleri. Bu üçlü konuşmalar vasıtasıyla episodik yapılarını ortaya çıkarmak üzere konuşmalar analiz edilebilir. Deborah Tannen’in (1990) episod yazı dökümü, örnek olarak,buna göre analiz edilebilir (bkz. Şekil 2.2.).
Konum güdümlü bir analiz aşağıdaki gibi yürütülür. 
(9.) satırdan (17.) satıra kadar takip edilen bir hikaye çizgisi var, (18.) satırdan (28.) satıra kadar da başka bir hikaye çizgisi takip edilmektedir. Konum kayışı Peter lafı üzerine aldığında meydana gelmektedir. İlk bölüm Deborah ve Peter’ın tamamlayıcı bir çifti olarak “öğretmen” ve “ öğrenci” şeklinde konumlandıklarını göstermektedir. Hikaye çizgisi “talimat” olup konumlanan muhatapların konuşma edimleri ilgili edimleri tamamlamaktadır. Ama (18.) satırda Peter kendini “ıstrırap çeken” şeklinde yeniden konumlandırmakta ve bu kayışını kendini “arkadaş” olarak tamamlayıcı konumuna sokan Deborah onaylamaktadır. Peter’ın hayatının bir perdesini “zor zamanlar” üzerine hikayeleştirmesiyle yeni bir hikaye çizgisi çizilmektedir. Konuşma edimleri bu hikayeyi üretmek üzere yine kaymaktadır. İfadelerin açık bir biçimde, dert yanışın edimsel gücüne sahip bir hayat tarzını açıklayan dizilişleri var. Ama bu dert yanmalar aynı zamanda zorluklara rağmen devam eden bir kişiliği, ‘zor zamanlar’ hikaye çizgisinin destekleyici bir öge halini aldığı, beklenmedik ‘garipliklerin üstesinden gelen kahraman’ hikayesini sergilemektedir,. Deborah’ın ifadeleri her iki satırda da sürekli bir onaylama içindedir- hayatın ne kadar zor ve bunun üstesinden ne kadar kahramanca geliyorsun.


(9) DEBORAH: ‘Hı?’
(10)PETER: ondan önce….Fransız Teğmenin Kadınını okudum?
Oku ┌muşmuydun?┐
(11)DEBORAH: └öyle mi ┘Hayır.Kim yazmış
(12)PETER: John Fowles
(13)DEBORAH: Ha iyi olduğunu duymuştum.
(14)PETER: Büyük yazar. Bence en iyilerinden
biri
DEBORAH
(15)DEBORAH: /?/
(!6)PETER: Gerçekten iyi
(17) DEBORAH: /?/
(18)PETER Ama çok doluyum.. ┌ biliyo musun?
└yani zor ..okuyorum.
(19)DEBORAH: ………
(20)PETER: Yaptığım uykumdan kesmek oluyor
(21)DEBORAH: Oo! ┐(iç çekme)
(22)PETER: └ ve yaptığım (Steve gülüyor)…
Ben ┌ s
(23)DEBORAH: └ onu da yapıyorum
ama zor ┐
(24)PETER: └Yaa, gecede beş altı saat
ve ┐
(25)DEBORAH: Aman Allah nasıl yapıyorsun, nasıl ayaktasın?
………..
(26)PETER: Eeh akşamüstü görüşmeleri zor işte…Ama bunun dışında
DEBORAH:
devam ediyorum ┌oldukça iyi
(27)DEBORAH: └ yeteri kadar uyumamak
korkunç……Ben uyumamaktansa yememeyi tercih ederim
(Sally gülüyor)
(28)PETER: Muhtemelen çok yemem, zamandan…
zamandan…tasarruf ederim

Şekil 2.2.Konuşmanın episodik yapısı
  Bu kaba bir taslak. Analizi tamamlamak için daha fazlası gerekir. Elde edilen etki tarzında kelime seçimi, zamirler vbg. çok önemli ögelerdir. İki manidar özelliğe işaret etmek için sadece yeteri kadar ayrıntıya ihtiyacımız var.

Ne hikaye çizgileri ne de konumlar serbestçe inşa edilir. Konuşmanın bilindik bir havası vardır. Kültürde hâlihazırda var olan, Deborah ve Peter gibi ortak şekilde konum/edim-eylem/hikaye çizgisi üçlüsünden ardaşık bir sıra inşa edebilen yetkin üyelerin repertuarlarının bir parçası olan hikaye formlarını yansıtır. Bu ikisi ortaklaşa nasıl bir psikolojik fenomen üretmektedir? En azından Peter’ın kişiliği üretilmektedir - ya da daha çok bu konuşmada gösterimde olan denilebilir. Aynı zamanda bir ilişki belki de, bu türden ortak bir çalışmada gerekli olan ritüel parçasıyı tamamlaması için, arkadaşlık üretmektedirler. (Harré,1993;120-1).

Konumlandırma Tarzları
Söylemsel bir uygulama olarak konumlandırmanın ortaya çıkabileceği bazı muhtemel formları birlikte tanımlayacak çeşitli analitik ayırımlar ortaya konulabilir.

Birinci ve İkinci Sıra Alış Konumlandırmaları
Bu ikisi arasındaki en temel ayırım birinci sıra alışla ikinci sıra alış arasındaki ayırımdır. Birinci sıra alış konumlandırmasında kişilerin kendilerini ve diğerlerini çeşitli kategoriler ve hikaye çizgiler kullanarak temelde ahlaki bir mekana oturtmasıdır. Sözgelimi eğer Jones, Smith’e “Lütfen gömleklerimi ütüle” derse hem Smith hem de Jones bu lafla konumlandırılmış olur. Ahlaken Smith’e emir vermek gibi bir hakkı olan (ya da böyle bir hakkı olduğunu düşünen biri olarak) Jones ve Jones’un emir verilebileceği bir kişi olarak Smith. Böyle bir konumlandırma ortaya çıktığında iki şey gerçekleşebilir. Smith gerçekten Jones’un ütülerini yapar (böyle durumda Smith Jones’un belki de uşağıdır) ve hikayenin çizgisi bu konumlandırma sorgulanmaksızın evrilir. Smith konuşmaya “ Evet tabii önce hangisini hemen istersin?” diyerek devam edebilir. Ama Smith aynı zamanda Jones’un söylediğine itiraz ederek “SENİN ütünü neden ben yapacak mışım? Ben senin hizmetçin değilim” gibi bir cevap verebilir Bu durumda Smith’in sözgelimi Jones’un karısı olduğunu hayal edebiliriz. Bu anda birinci sıra alış konumlandırmasının sorgulandığı ve de müzakere edilmesi şart olan ikinci sıra alış konumlandırması ortaya çıkar. Feminizme her zaman sahte bağlılığı olan - Jones, neden karısının ütülerini yapmasını istediğini mesele etmelidir. Böylece hikayenin çizgisi kendi orijinal nesnesinden kaymış olacaktır. Bir başka ifade ile ikinci sıra alış konumlandırması, konuşmaya dahil olan kişilerden biri tarafından birinci sıra alış konumlandırması alınmadığında ortaya çıkar. Ritüellerin temel özelliğinin ikinci sıra alış konumlandırmasının imkânsızlığı olduğuna dikkat edin. Herhangi biri bir ritüelde ikinci sıra alış konumlandırması yapmaya kalkışırsa bu kişinin ritüeli ‘bozduğu’ söylenir.

İcra Edici ve Açıklayıcı Konumlandırma
Bir şekilde yukarıdakine benzer ama aynısı olmayan ayırım bizim icra edici konumlandırma ile açıklayıcı konumlandırma dediklerimiz arasında vardır. Birinci sıra alış konumlandırmada insanlar kendilerini ve diğerlerini devam eden ve güncel hikaye çizgisine yerleştirirler. Bu sebeple yapılan belli edimlerin anında maruz kalınan (perlocutionary) sonuçları vardır. Ütü yapılabilir ya da Smith gücenebilir vbg.  Bu konumlandırma, bu gibi edimlere meydan okunduğu ya da revize edildiği ikinci sıra alış ya da refleksif konumlandırmadan farklı olduğu gibi bu sebeple de icra edici konumlandırma olarak adlandırılabilir. Birinci sıra alış konumlandırması iki şekilde sorgulanabilir: ya konuşmanın içinde(yukarıda tartışıldığı gibi) ya da ilk konuşma hakkında konuşulan ikinci bir konuşmada sorgulanabilir. Her iki hal de konuşma hakkında konuşmayı kapsadıkça açıklayıcı konumlandırma biçimleri olarak görülebilir. Bu sebeple ikinci sıra alış konumlandırması devam eden bir tartışma içinde açıklayıcı konumlandırmaya varır. Eğer açıklayıcı konumlandırma başlangıçtaki tartışmanın dışında meydana gelirse buna üçüncü sıra alış konumlandırması adı verilir. Bu üçüncü sıra konumlandırma, mutlaka olmasa da, orijinal tartışmayı icra edenlerden başka bir üçüncü kişiyi kapsayabilir. Jones, karısı Smith ile ütü yapmak hakkında yaptığı konuşma hakkında Adams ile konuşabilir. Böylece Smith’in Jones’un ütülerini bile yapmadığı için radikal bir feminist olarak konumlandırıldığı bir hikaye yaratılır. Tabii, bu hikayeyi anlatmakla ve de buna cevap vermekle hem Jones hem de Adams yine kendilerini birinci sıra konumlandırmaya dahil etmiş olurlar. Ve de dahası, ütü yapma hakkındaki bu konuşma aynı zamanda olayın retoriksel şekilde yeniden tanımlanması olur. Jones, Adams’a kendisinin ve karısının söylediklerinin hepsini tekrarlamayacaktır. 

Ahlaki ve Kişisel Konumlandırma
İnsanlar sosyal eylemleri icra ettikleri ahlaki düzenlere göre konumlandırılabilir.  İnsanları belli bir ahlaki düzen içinde oturdukları rollere ya da eylemlerini anlaşılabilir kılmak için ve aldıkları pozisyonları anlamak için sosyal hayatın belli kurumsal yönlerine atıfta bulunmak genelde yeterli gelir. Smith, Jones’a yatağını yapmasını söylerse ve de eğer Smith’in hasta Jones’un da bakıcı olduğunu biliyorsak, bu birinci sıra alış konumlandırması gayet iyi anlaşılabilir. Ama eğer Smith Jones’a söylediği halde neden yatağını yapmadığını sorduğu ikinci sıra alış konumlandırmasını düşünürsek, Smith ile Jones arasındaki ana tema muhtemelen ahlaki bir konumlandırmadan kişisel bir konumlandırmaya kayacaktır. Smith’in sorusunun cevabını artık Jones bakıcı rolüne dayandırarak veremez. Rolünden beklenenden sapışı açıklayacak bir hikâye anlatmalıdır. Böyle bir hikaye muhtemelen bireysel özellikler taşıyacaktır sözgelimi “Özür dilerim yatağınızı yapmayı unuttum bugün biraz kafam karışık bir mektup aldım da…”. Bu sebeple insanlar sadece ahlaken değil bireysel atıfları ve de özellikleriyle de konumlandırılırlar. Böyle bir kişisel konumlandırma çok geniş kategorilerle genel (“Jones iyi bir bakıcı”) bir konumlandırmadan  kişinin hayat hikayesinin taşındığı çeşitli özellikleriyle çok ayrıntılı olana kadar uzanan bir yayılım gösterebilir. Bir kişi konumlandırıldığında ya da kendini konumlandırdığında bu konumlandırma her zaman hem ahlaki hem de kişisel bir konumlandırmayı kapsayacaktır. Kişinin eylemleri rolleriyle anlaşılamaz oldukça kişisel konumlandırmalar daha da göze çarpacaktır.

Ben ve Öteki Konumlandırması 
Konumlandırma söylemsel bir uygulamadır. Yukarıda da belirtildiği gibi, bir konuşma içinde her bir konuşmacı her zaman diğerini konumlandırır bu sırada da kendini konumlandırmaktadır. Herhangi biri kendini konumlandırdığında bu söylemsel edim her zaman hitap edilen kişinin konumlandırılmasına da işaret edecektir. Benzer şekilde, biri diğerini konumlandırdığında bu konumlandırma her zaman kişinin kendini konumlandırmasına da işaret eder. Herhangi bir söylemsel uygulamada konumlandırma başlatıcıyla diğerlerini belirli şekillerde inşa eder, aynı zamanda bu konumlandırma konuşmaya dâhil olanların müzakeresini yaptıkları yeni konumlara kaynaklık teşkil eder.

Söylenmeden anlaşılan(gizil) ve kasıtlı konumlandırma
Çoğu birinci sıra alış konumlandırması sözsüz türdendir: konuşmaya dâhil olanlar kendilerini ve diğerlerini kasıtlı hatta bilinçli bir şekilde konumlandırmayacaktır. Ama kişinin alaycı ya da yalan söylediği durumlarda ya da bu tarzda hareket ettiğinde birinci sıra alış konumlandırması kasıtlı olabilir. Sözgelimi Smith Jones’a, gerçekten temiz bir gömleğe ihtiyacı olduğundan değil Jones üzerindeki hâkimiyetini göstermek ya da sınamak üzere “Gömleğimi ütüle” diyebilir. İkinci ve üçüncü sıra alış konumlandırmaları her zaman kasıtlı olmak durumundadır. Ama kasıtlı bir ikinci sıra alış konumlandırması devam ederken, söze dökülmeyen gizil birinci sıra alış konumlandırması da ortaya çıkabilir.
Bu yukarıdaki analitik ayırımlar tipik üç türden konumlandırma konuşması ayırt edebilmemizi sağlar. Birincisi, kişilerin kendilerini konumlandırdıkları, diğerlerini konumlandırdıkları ve bu diğerleri tarafından konumlandırıldıkları söylemsel uygulamalar vardır. Bu tür konuşmalar birinci sıra konumlandırma edimlerini, çoğu kere de gizil yapıdakileri kapsar. Bu gibi icra edici konumlandırma konuşmaları, gelişen bir hikaye çizgisi içinde yer alır. Böyle bir konuşmanın maruz kalınan neticeleri (perlocutionary effects), şöyle böyle konumlandırılmış konuşmacıların söylemekle elde edecekleri ( illocutionary) eylem türleri için açılışları ve de kısıtlamaları kapsar. Söylediğimle seni mutsuz etmişsem(maruz kılıcı güç-perlocutionary force) özür dileyerek buna çare bulmaya çalışırım (illocutionary force).
İkincisi, birinci türden konumlandırma edimlerinin hedef ya da başlık haline geldiği söylemsel uygulamalar vardır. Bu gibi konumlandırma konuşmaları, hikaye çizgisi içinde ama bu hikaye çzigisi hakkında ortaya çıkar. Bu sebeple kişinin bir başkasının söylemsel uygulamasıyla yüklenen konumlandırmayı reddetmesi, konumlandırmanın orijinal edimiyle ilgili hareket etmektir. Bu tarzda açıklayıcı uygulamaların maruz bırakıcı etkisi, birinci tip konumlandırmanın maruz bırakıcı etkisini silmek, engellemek ya da kabul etmektir. Bu ikinci sıra alış konumlandırma edimlerinin gerçekleştirdiği söylemsel uygulamalara ikinci sıra uygulamalar adını verebiliriz. 
Üçüncüsü, konumlandırma konuşmasının, şimdikinden başka bir söylemsel uygulamada ortaya çıkmış birinci ya da ikinci sıra alış konumlandırma başlıkları olan söylemsel uygulamalar vardır. Bu makalenin kendisi söylemsel bir uygulama ürünüdür yani birinci ve ikinci sıranın söylemsel konumlandırma uygulamaları hakkında yazı yazma ürünüdür. Her türden maruz bırakıcı etki (perlocutinory effect) olabilir, konuşmacıların dikkatini söyledikleri şeylerin yapısına çekmek, alışageldikleri söylemsel uygulamaların etkisine dikkatlerini çekmek vbg. olabilir. Bu gibi üçüncü sıra alış konuşmaları sosyolinguistlerin yazma pratikleriyle sınırlı değildir. Gündelik hayatta, muhataplarının söylediklerini kişinin ayrıntılı şekilde açıklarken de ortaya çıkarlar. Belirli bir uyarının yapıldığı bir suçlama böyle bir durumdur.

Kasıtlı Konumlandırma Ortamları
Konumlandırma her zaman konuşmanın belli bir ahlaki düzeni içinde gerçekleşir. Jones’un Smith hakkında söyleyebilecekleri ile Smith’e söyleyebilecekleri, Jones’un bu söylemsel uygulamanın ortaya çıktığı ahlaki düzendeki  haklarıyla, görevleriyle ve de zorunluluklarıyla ilgilidir. Bir başka ifade ile, kendini konumlandırma ile diğerini konumlandırmanın hakları eşit dağıtılmamıştır ve her ortam katılımcılara niyet ettikleri konumlandırmaya izin vermez ya da bunu gerektirmez. Söylenmeden anlaşılan (gizil)konumlandırmanın ahlakla ilişkisindeki incelikli yol daha sonra 3. Bölümde tartışılacaktır. Bu bölümün geri kalan kısmında kasıtlı konumlandırma üzerinde duracağız. Muhtemel bütün ahlaki düzen bağlamları arasından ortaya çıktıkları söylemsel ortamlara göre dört ayrı kasıtlı konumlandırma biçimi tanımlanabilir: 
  1. kendini bilerek (deliberate) konumlandırma ortamları, 
  2. kendini zoraki konumlandırma ortamları, 
  3. başkalarının bilerek (deliberate) konumlandırdığı ortamları, 
  4. başkalarının zoraki konumlandırdığı ortamları, 
Bu dört çeşit konumlandırma tipi daha önce yukarıda anlatılan icra edici/açıklayıcı ve ben/diğeri boyutlarının bir ürünü olarak düşünülebilir.
Aşağıda kasıtlı konumlandırmanın bu her bir tipi tartışılacaktır. Tabii bu ayırımların sadece analitik ayırım olduğuna ve konumlandırma gerçekleştiğinde çeşitli konumlandırma biçimlerinin muhtemelen eş zamanlı bir şekilde ortaya çıktığına dikkat edilmesi gerekir. Aşağıdaki tartışmada her seferinde konumlandırıcı konuşmanın bir  anlamlı yönüne odaklanıyor olacağız.

    İcra Edici Konumlandırma Açıklayıcı Konumlandırma

Kendini konumlandırma kendini bilerek konumlandırma başkasını zoraki konumlandırma
Başkası -konumlandırması başkalarını bilerek konumlandırma    başkalarının zoraki konumlandırması

 Tablo 2.1 Kasıtlı konumlandırma tipleri

Kendini Bilerek Konumlandırma 
Kendini bilerek konumlandırma, kişinin kendi kişisel kimliğini ifade etmek istediği her konuşmada ortaya çıkar. Bunu en az üç farklı şekilde; kendi failliğini vurgulayarak, kendi özgün görüş açısına dayandırarak ya da kendi hayat hikâyesindeki olaylara dayandırarak yapabilir. Kişisel kimliğin kendilik bilinci ve faillik görüntüsüyle ifadesi kültürel ortamlarda görülür. Otobiyografik hikayeler anlatarak kişisel kimliğin ifadesi 4.Bölümde tartışılacaktır. 
Faillik, kendilik bilinci ve otobiyografi görüntüleriyle konumlandırma nasıl elde edilir? Bu çalışmada kimlik görüntüsünün üstesinden gelindiği vasıtalar olarak belli söylemsel uygulamaların benimsenmesi üzerine odaklanıyoruz. İnsanoğlunun tam bir kişi olarak belirmesi için bir kişisel kimlik(tekillik halinde belirir) bir de sosyal kimlik(tip örnekleri olarak belirir) sergilemelidir. Tekil oluş hali gramatik olarak birinci tekil şahıs zamiri kullanılarak elde edilir. Bu gibi inşaların kullanımı için grammatik kurallar sözgelimi İngilizcede ‘I’ , cismani kişilerin zaman ve mekânda ve de her kendine özgü ediminde konuşma edimini ahlaken sorumlu bir yere göre yerleştiren bir işaretleyicidir. Kişinin kendini, edimine uygun grammatik bir tercih ile kendine özgü bir kişi gibi sergilemesi,  onun kişisel davranışına kişisel açıklamalar ortaya koyan konumuna işaret eder. Kişisel davranışı açıklamada en az üç farklı tarz gözükmektedir:  kişinin gücüne ve bunu kullanma haklarına dayanarak açıklaması, hayat hikayesine dayanarak açıklaması (ne gördü, ne yaptı, ona ne oldu vbg.) ve belli iddiaları meşrulaştırarak, söz gelimi ‘uzman’ olduğunu söyleyerek, kişisel yaşantılarına dayandırarak açıklaması.
Kişi kendini bilerek konumlandırma sürecine girdiğinde bu genellikle kendini konumlandırma edimiyle birlikte spesifik hedefler elde etmeye çalışacağına işaret eder. Aklında bir amacının olduğunu farz etmeyi gerektirir. Gofman’ın ‘stratejik etkileşim’ kavramını başka kelimelerle açıklayacaksak buna  ‘stratejik konumlandırma’ denilebilir. Konumlandırmadaki etkinliğine göre dikkate alınan üç kutuplu söylem yapısı akılda tutulmalıdır. Konumlar, hikaye çizgisi ve görece belirgin konuşma edimleri karşılıklı birbirini tarif eder. Şimdi bu yapıya bilerek kasıtlı ögesini sokuyoruz, teorik olarak bu üç kutbun herhangi birinde yapılabilir:kişi belli bir konum almaya (ve birini buna göre konumlandırmıya) niyetlenebilir; belli bir anlatı formu almaya niyet edebilir ya da, söylediğinde ya da yaptığında sadece  belli bir edime niyet edebilir. Bu belirsiz yapı gözönüne alındığında eğer failin niyeti anlatıya ya da konuşma edimi kutbuna yönelmiş ise dolaylı kasıtlı konumlandırma ihtimalini hesaba katmamız gerekir. İnsanların kendileri hakkında anlattıkları hikayeler kendilerini nasıl ‘sunmak’ istediklerine göre değişecektir. Jones ve Pittman (1982)kendini takdimde beş kategori ayırdeder ki biz burada proje açıklamaları olarak anlatı kutbuna (hikaye çizgisinde) yerleştireceğiz: zorla yardım alma, yılgınlık, kendini geliştirme,örneklendirme ve yalvarma. Hikayelerin, kapsadıkları stratejik kendini konumlandırma tipine göre nasıl değiştiğini incelemek çok ilginç olurdu. Aşağıdaki konuşmayı düşünün:

SMITH: Neden bugünlerde seni misafir gecesinde görmüyorum?
JONES: Ne aptalca bir soru. Orada değilim de ondan.

Smith hem kendini hem de Jones’u açık bir konumlandırma edimiyle açıyor, üç kutuplu konum, konuşma edimi ve hikaye çizgisi açıkça eşleştirilebilmektedir. Startejik bir şekilde Smith Jones’u  kolejlilere özgü bir görevi yerine getirmemenin suçlusu olarak yerleştirmeye niyetlidir. Jones, Smith’in startejisini anlayarak konumu, zoraki edimi ve de hikaye çizgisini reddetmekte, kendisini Smith’in naifliğinin sofistike eleştirmeni olarak yeniden konumlandırmaktadır. İfadesi, Smith’in sorusunu hikayenin neticesinde ortaya çıkan bir formulasyon vasıtasıyla yalnızca empirik bir soru olarak doğrulamaktadır. Diyebiliriz ki pek de hata korkusu olmaksızın hem konuşanlar karşılıklı konuşmalarının startejik niteliğinin tamamıyle farkındadır ve birbirlerini kasıtlı bir şekilde konumlandırmakta ve tekrar konumlandırmaktadır. Bu karşılıklı söz takasında tonlama sevimlidir çünkü bu konumlandırma bir tür yetişkin oyunudur.
Kendini kasıtlı konumlandırmanın özel bir durumu da insanların kendilerini söyledikleri bir hikayeye yerleştirdikleri durumdur. Böyle bir konumlandırma yine (‘hayatımdan memnun muyum?’ dan otobiyografi yazmaya kadar) bir çok biçim alabilir. Düşünce kalıplarıyla konuşma yapıları arasındaki ilişkilere dair Vygotsky yaklaşımımız genellikle bizi bir başlangıç hipotezi olarak, kendini konumlandırmadaki kişisel edimlerin kendini ve diğerlerini konumlandırmadaki kamusal edimlerin üç kutuplu yapısına uyduğuna yöneltmektedir. Bununla birlikte hikaye çizgisinin detayları ve de kendinden bahseden söylemin belirleyici zoraki edimi her ne olursa olsun zamirlerin ayrılması ya da gramatik aletlerin iki tane birinci kişiye karşılık gelmesi beklenir yani konuşma edimlerinin içeriğini ve de bir yargı ya da düşünce nesnesi olarak kişiliğini ifade edecek bazı aletlere aynı tekil kişilik işaretler. Bu özel anlatı sesidir (sözde ya da gönderimsel birinci kişi;Urban, 1989). Diyorum ki ‘ Yapacağım..’ dedi. Bu  diyorum Ben2 dedim2 halini alır, kendi hareketlerimi kendim ya da başkaları için destekleyecek bir anlatı sesi. Dedim2’ye aracı zamir denilebilir. İnsanların (ve belki de farklı kültürlerin) aracı zamir ve de kişi sayısında gösterdiği değişikliğin kapsamını empirik olarak araştırmaya eğeceğini düşünüyoruz. Yapılan tercihin kendi kendine konuşmanın kendinden konumlandırması ile konuşma edimleriyle koordineli hikaye çizgisinde kişinin sorumluluğunun kabulu meselesiyle nasıl ilişkili olduğunun empirik olarak araştırmaya değeceğini düşünüyoruz. Carlos Fuentes’in  El Muerte de Artemio Cruz hikayesinde hikayecinin hikayesi çeşitli zamirler arasından kaymaktadır bu sayede hikayede anlatılan bu ya da şu edimin sorumluluğunu taşıyan olarak kendini görme tarzındaki farklılıkları açıklamaktadır, sorumluluğu bazen almaktadır bazen reddetmektedir. 

Zoraki kendini konumlandırma
Zoraki kendini konumlandırma kasıtlı kendini konumlandırmadan ancak, insiyatifin konuşmaya dahil olan kişiden ziyade bir başkasında olduğunda ayrışır. ‘Zoraki’ kısmı çok ılımlı olabilir sözgelimi ‘Nasıl geç kalabilirsin?’ gibi bir talep kişiden ciddi ya da sadece resmi bir beyan talep eder. Ama konumlandırma talebi aynı zamanda bir kurumu temsil eden kişiden gelebilir ve sonra daha bastırıcı haller alabilir. Kurumlar kişileri iki durumda konumlandırmakla ilgilenirler: kurumların kurum harici insanlar üzerinde ‘resmi’ ahlaki yargıda bulunma gücü olduğunda ve kurum içindeki insanlar üzerindeki kararlar verilmesi gerektiğinde.
Bir kurumun kişiler ve davranışları üzerinde ahlaki yargıda bulunma gücü olduğunda insanlardan ne yaptıklarının (ya da ne yapmadıklarının) hesabını vermesini isteyecektir. Davranışlarının hesabı sorulan kişilerden kendilerini fail olarak konumlandırmaları istenir. Bu durum meşru ve yarı meşru uygulamalarda ortaya çıkar. Açıklama yoluyla bir mazeret öne sürmek bir suç ithamına sadece bir direnme yolu değildir aynı zamanda çaresiz ve özel muamele hakkı olan birinin konumunu edinerek kendini konumlandırma edimidir. Böyle bir hareket konumların, ‘çaresiz- sorumlu’, ‘edilgen-aktif’ vbg ikili boyutlara göre tarif edilmesi gerektiği fikrine çok güzel uymaktadır. 
Kurumsal konumlandırmanın ikinci durumunda, kurum o kurum içinde belli bir alanda başkalarının iş yüküyle uyumlu şekilde çalışması ya da iş yapması beklenen insanları sınıflamak istediğinde ortaya çıkar. Bunun en tipik örneği seçmelerde ve bunu izleyen görevlendirme postalarında, başvuranlarla atananların  iş tarifleri ve de görev listesi hakkında bilgilendirilmeleri boyunca görülebilir. Bize göre bu gibi tarifler sadece neyin yapılması gerektiği tavsiyesiyle kalmaz yanısıra gizil bazen de açık bir şekilde zoraki konumlandırma edimleri taşır. Bir kurum kişiden kendisini konumlandırmasını istediğinde bu her zaman için kendini konumlandırması istenen kişinin konumlandırmasıyla neticelenir. Bir başka ifade ile kurumlar şahıslardan kendilerini, hayal ettikleri kişi konumlandırmaları hakkında bilgilendirecek şekilde konumlandırmalarını ister.

Başkasını bilerek konumlandırma
İnsanlar herhangi birini bilerek konumlandırdıklarında bu konumlandırma, konumlandırılan kişinin varlığında ya da yokluğunda yapılabilir. Kişi orada yok ise bu konumlandırma dedikodu yapmak olarak anlaşılabilir. Sabini ve Silver (1982) dedikodu yapmanın bir kendini ifşa etme vasıtası olarak anlaşılabileceğini çok ikna edici bir şekilde tartışmaktadırlar. Bir başkasının davranışı hakkında bir duruş edinmekle insanlar aynı zamanda kendilerini de ‘dramatize’ etmektedir: davranışa işaret etmektedir, dedikodu yapanın davranışına işaret etmemektedir. Dedikodu yapmaya dair bu söylemsel edim aynı zamanda dedikodu yapmaya dahil olanları da konumlandırmaktadır. Birine bir dedikodu anlatmak  o kişiye ‘güvenin’ işareti olabilir (‘kimseye söyleme amaç…’). Kişi orada iken bilerek konumlandırma konumlandırılan kişi devam ettirsin ya da ettirmesin konuşmacının hikaye çizgisinde bir yer açar (3.Bölümde aktarılacak). Böylesi konumlandırma ahlaki bir sitem biçimi de alabilir.

Başkasını zoraki konumlandırma
Diğerlerini zorla konumlandırma tıpkı diğerlerini bilerek konumlandırma gibi kasıtlı konumlandırılan kişinin ya var olduğu ya da orada olmadığı sırada ortaya çıkar. Üç kişiyi düşünün:Smith, karısı Jones ve oğulları. Anne oğlunu eve geç gelmekle suçladığı sırada kocasına destek olması için döner: sözgelimi ‘bunun nasıl bir davranış olduğunu sen söyle…’ Başkasını zoraki konumlandırmaya dair böyle bir örnek (burada Smith karısı tarafından oğlunu konumlandırması için zorlanmıştır), ortaya çıkabilecek karmaşık konumlandırma oyunlarından dolayı özellikle ilgi çekicidir. Smith karısının hikaye çizgisinde yer almaktan geri çekildiğinde ve de oğlunu suçlamaya hazır olmadığını gösterdiğinde kendini karısına karşı konumlandırmış olur ve de bu hikaye çizgisi de kolayca çocuğu suçlamaktan birbirlerini suçlamaya kayabilir. Bir başka konumlandırma ortamı da çocuk orada yokken çıkabilirdi. O sefer, Smith’in oğlu hakkında evliliği uğruna çok farklı konuşup oğlunun karşısında; tabii ki daha sonra anne oğluna ‘ Baban ve ben bunu konuştuk ve düşündük ki…’demedikçe kendini çok farklı konumlandırabileceği kolayca anlaşılabilmektedir.
 Kurum tarafından başkasını zorla konumlandırmanın en dramatik biçimi şüphesiz ceza davalarıdır. Davalar davalının kendini konumlandırmasına sadece izin vermez (ya da zorlamaz) yanısıra diğer kişilerin de davalıyı konumlandırmalarına izin verir. Duruşmaya çıkmadan önce bir davalı herbirinin farklı güçler sergieldiği( avukatlar, savcılar, davalının şahitleri, savcının şahitleri, psikiyatristler, sosyal hizmetliler vbg) çeşitli kişilerce konumlandırılır. Her biri davalı hakkında farklı hikayeler anlatır. Duruşmaya katılan tarafların bir kısmı olabilecek tüm mazeretleri ve meşrulaştırmaları vurgularken diğer kısmı da bu kriminal edimlerin davalının kalıcı özellikleriyle bağlantılı olduğunu göstermeye çalışacaktır. Tüm bu bilgiler esası üzerinden yargıçlar ve de jüri bir başka kasıtlı konumlandırmanın parçası olarak anlaşılabilecek bir karara varacaktır. Yargıcın ya da jürinin kararını anlaşılır kılmaya çalışır isek bunun da yine konumlandırmaya işaret ettiğine dikkat edin: sadece davalının değil yargıcın ya da jürinin konumlandırmasına da işaret eder. Belli bir yargıç ya da jürinin neden kişiliği hakkında malumat gerektiren bir karar verdiğini açıklar (van Langenhove, 1989). Yanısıra bir davada son savunmanın kişinin kendisini faillikten ya da bilinçten yoksun biri olarak konumlandırması olduğuna da dikkat ediniz. Bir kere deli diye konumlandırılınca tüm konumlandırma edimleri bu kişiyi teşebbüs ettiği eylemlerin sorumluluğundan düşürür.

Sonuç

Önceki paragraflarda birçok farklı kategori söylemsel uygulamaları anlamakta olası aletler olarak sunuldu. Bu bölümün üzerinde durduğu geniş bir taksonomi geliştirmekti. Bununla birlikte konumlandırmanın yapısındaki dinamik karakteri kavramak önemlidir. Bir konuşmayı açarken bir konuşmacı genellikle bir konum edinir ya da alır. Bu edim konuşmanın ilerideki yapısını ele geçirmez  ve de  ele geçiremez. Hem hikaye çizgisinin hem de konuşma ediminin iletişimci gücünün (illocutionary force) konuşmacılar tarafından birlikte yaratıldığı olgusu sebebiyle, diğer konuşmacılar özgün konumlandırmayı rededen ve konuşmanın her yönünü tekrardan tarifleyen başka konumlar edinmekte belirli araçlar  sağlanır. Gerçekten pozisyonlar bir konuşma açılımı gibi ayarlanabilir, daima halihazırda olmuş bir konuşmayı geriye dönük şekilde tekrardan yapmak gibi ayarlanabilir. Burada savunduğumuz taksonomi belli bir ölçüde tutarlılık ve de sözbirliği içinde yapılmış konuşmalardan bir alıntıyı göstermektedir. Açık olması gerektiği halde şimdi ve burada var olan konumlandırma türlerinin başka zamanlarda ve yerlerde bulunması gerekmediğine dikkat çekmek isteriz. Bir konumun içeriği, nelerin konuşulabileceğinin sosyal güçleri gözeterek konuşulduğu haklara, mecburiyetlere ve görevlere göre tarif edildiği sürece ve bu ‘ahlaki’ özellikler yöresel şekilde ve anlık olarak spesifikleştirildiği ölçüde pozisyonlar içerik olarak da tutarsız olacaklardır.
Eğer konumlandırma insanların gündelik kedni davranışlarını ve başkalarının davranışlarını dinamik bir şekilde ortaya çıkarma ve de açıklama yolu olarak anlaşılacak ise ortaya bunun  sosyal bilimcilerin aynı gündelik davranış hakkında geliştirdikleri açıklamalarla nasıl ilişkili olduğu sorusu çıkar. Bu gibi sosyal bilim açıklamaları bireysel kişi fikrini taşıyor ise yukarıdaki görüşlere göre bu gibi açıklamalar pekala  aynı ölçüde konumlandırma edimleri olarak görülebilir. Bu da bize  bu gibi  ‘bilimsel konumlandırmaların’ hikaye çizgilerinin neler olabileceğini sordurmaktadır.
Tıpkı her zaman tüm konuşmaların bir tür konumlandırma taşıması gibi bir görüşme ya da bir kişiden bir soru varakasından bir maddenin cevabını işaretlemesini istemek de ister istemez ‘konum, konuşma edimi , hikaye çizgisine’ göre anlaşılmak zorundadır. ‘Tutumlar’, ‘vasıflar’ gibi kavramların gerçek insanların uzun süreli tutumlarına dayandığını iddia etmenin zor olduğuna işaret eder. Bunun gibi, kişilerin kafalarının içinde sosyal bilimcinin herhangi bir zamanda ‘tıklatabileceği’ bir şey olduğunu da ima edeceklerdir. Bir kişiye sözgelimi kontrol odağı ya da otoriteryen davranış hakkında sorular sormak bir konumlandırma biçimidir ve şöyle anlaşılmalıdır: insanların bir bilim adamının verdiği soru varakasını cevaplarken kendilerini nasıl konumlandırdıkları hakkında birşeyler anlatmaktadır. Aynı kişi kız arkadaşına sınavlardan neden çaktığını anlatırken ve bunun dersin hocasının davranışıyla nasıl da ilişkili olduğunu anlatırken, kontrol odağı ya da otoriteryenism ile ilişkili olandan oldukça başka konumlandırma meydana gelecektir. Bir başka ifade ile ‘dışsal geçerlilik’ bir soru varakasındaki cevaplarla ‘gerçek hayattaki davranış’ arasındaki ilişkiden çok daha fazlasını kapsar. Bilimsel konumlandırmayla insanların kendilerini diğer ortamlarda nasıl konumlandırdıkları arasındaki ilişkiyi değerlendirmek için sadece konuşma edimleri değil (test maddeleri olur) aynı zamanda konumlar ve de hikaye çizgileri de dikkate alınmak zorundadır. Shutz’un (1962) birinci ve ikinci sıra ifadelere dair kavramlar dayanarak, bilimsel konumlandırmanın her zaman bilim adamının bir konu hakkında insanlarla sohbet başlatmadan önce meydana gelen ‘ilk sıra’ konumlandırmaları analiz ederek başlaması gerektiği söylenebilir. ‘X hakkında ne düşünüyorsunuz?’ gibi sorular sormaktansa insanların X hakkında  düşünecek olurlarsa ve hangi durumlarda düşündüklerini, X hakkındaki düşüncelerinde bilim adamının çıkarının ne olabileceğini soruşturacak şekilde sorulmalıdır. Dahası araştırma edimlerinin kendisini konumlandırmaya göre analiz etmek  anlamlıdır. Metodolojik klişelerin steril tekrarındansa (sözgelimi yaş yayılımı…arası 65 denek..) bir araştırma raporu o araştırmanın hikayesini kapsamalıdır.
Bu bölümde tarif edilen ve açıklanan konumlandırma kavramı sadece sosyal hayatın farklı bir çok yönünü tek bir teorik çerçeve altında (araştırmayı yapma edimi de dahil)bir araya getirmemize imkan sağlamakla kalmaz  yanısıra empirik araştırma için birçok ilginç soru da üretir. Açıkçası kişiler sürekli kendilerini ve diğerlerini konumlandırmaya uğraşırlar. Bu gibi somut konumlandırma biçimleri ortaya çıktıkları ortamlara göre değişecektir. Bu sebeple kişi çeşitli konumlandırmalara girişebilir. Ama konumlandırma her seferinde çeşitli kişilerin giriştikleri söylemsel bir uygulama olduğundan konumlandırmada kişiler içinde konumlandırmada ne derece varyasyonlar olduğu hakkında sorular da ortaya çıkar. Bu soruyu cevaplarken üç şeyi ayırt etmek şarttır. Birincisi, insanların kendilerini ve diğerlerini konumlandırma kapasiteleri, deyim yerindeyse teknik üzerindeki ustalıkları değişecektir. İkinci olarak, konumlandırma ya da konumlandırılma  istekliliği ya da niyteleri değişecektir. Üçüncüsü, konumlandırma edimini başarma güçleri de değişecektir. İlk iki varyasyon bireysel atıflar iken üçüncüsü sosyal düzen ve de ağlardaki belirli yerlerden kaynaklanır. Bu açılardan konumlandırmada ‘bireysel farklılıkların’ bir dizi boyutunu düşünmek mümkündür. Sözgelimi insanların kendilerini birkaç ya da bir çok şekilde konumlandırmayı başarması gerektiği becerilerde farklılıklar görmeyi bekleyebiliriz. Bunlar sözgelimi konuşma hakimiyeti, karizmatik konuşma gibi sosyal olarak verilen konumlandırma güçlerinden bağımsız şeyleri kapsar. Konumlandırmanın aynı zamanda faillerin ist düzeyde bireyselleşmiş ya da tam tersine üst düzeyde kültürel stereotiplere güvenip güvenmediklerine göre de değişeceğini umabiliriz. İlgili hikaye çizgisi icat edilmiş olabileceği gibi kültürel bir repertuardan alınmış da olabilir. İnsanlar hikaye icat etmekte ne kadar akıllı olduklarına göre değişeceklerdir. Son olarak, kişinin kendini konumlandırdığı farklı yolların birbiri ile ilişkili olduğu ya da olmadığı ölçüde değişiklikler göstermesi mümkündür. Bir başka ifade ile ne ölçüde birbiriyle uyumlu bir hayat mümkündür? İnsanlar konumlandırmalar arasında kendilerini böyle bir uyumu kurmaya ne derece mecbur hisseder? Aynı zamanda, eğer yukarıdaki boyutlardan herhangi biriyle ilişkilendirilebilirse ve şahsa özel kasıtlı kendini konumlandırmaların kişiler arasında ne derece çeşitlilik gösterebildiğini merak edebilir.
Son bir söz  konumlandırma araştırması hakkında söylenmelidir. Karşılıklı belirlenen ‘konum-konuşma edimi *hikaye çizgisi’ üçlüsü gözönünde tutulursa hikayeçizgilerinin olduğu her an konumlandırmalar da var demektir. Hikayeleştirmeci çalışmalar söylemsel bir uygulamaya göre ortaya çıkartılan bilimsel araştırma makalelerinin kendisinin geleneksel hikaye çizgileriyle düzenlendiğini göstermektedir dolayısıyla sözün iletişimci etkisiyle yazılanın ya da konuşulanın yanısıra bilimsel söylemde konumlandırma olmalıdır. Her araştırma makalesi yazarlarının hem olup bitenlerin (sözgelimi laboratuar deneyler) hem de diğer yazarların yayınlarının (alıntı yapılanlar ve hakkında yorum yapılanlar) retoriksel yeniden tanımlanmasını kapsayan gizil ve kasıtlı bir konumlandırma biçimi olarak anlaşılmalıdır.Sözlü konuşmalar her zaman iki taraflı bir konumlandırmaya işaret ederken yazılı metin tek yönlü bir edimdir. Sonuç olarak bir araştırma makalesi yazıldığında yazarları meslektaşları onları konumlandırana kadar beklemek zorundadır ya da meslektaşlarıyla yaptıkları iş üzerine dair retoirksel yeniden tanımlamaya kalkışıncaya kadar beklemek zorundadır. Eğer araştırma makalesinde iddia edilen herhangi bir ‘bilimsel’ hikaye çizgisine karışmadıysa bu  teori sanki hiç var olmamış gibi olur. Hızla artan bilimsel yayın sayısını hesaba katarsak, eski ‘ya yayınlat ya da mahvol’ atasözünü ‘ya konumlandırılırsın ya da yok sayılırsın’ şeklinde yeniden formule edilebiliriz.



Kaynaklar
Austin, J. L. (1961) How to Do Things with Words. Oxford:Claredon Press.
Bakthin, M.(1986). Speech Genres and Other Late Essays. Austin,Tex.:University of Texas Press.  
Harré, R. (1975) ‘Images of the World and Societal Icons’ K.D.Knorr,H.Strasser ve H.G.Zilian (eds.) Determinants and Controls of Scientific Development. Dodrecht:Reidel.
Harré, R. (1993) POsitioning in Scientific Discourse. R.Harré (ed.) Reason and Rhetoric:Anglo-Ukranian Studies in the Rationality of Scientific Discourse. Lewiston: the Edwin Mellen Press.
Harré, R. ve Gillett, G. (1994) The Discursive Mind. Thousand Oaks:Sage.
Harré, R. ve Secord, P. F. (eds.) (1972) Psychology: Designing the Discipline. Oxford: Blackwell.
Hollway, W. (1984) ‘Gender Difference and the Production of Subjectivity’. J. Hendriques, W. Hollway, C. Urwin, L.Venn and V. Walkerdine (eds.) Changing the Subject:Psychology,Social Regulation and Subjectivity. London: Methuen.
Manicas, P. (1987) A History and Philosophy of the Social Sciences. Oxford:Blackwell.
Sabini, J. ve Silver, M. (1982) Moralities of Everyday Life. Oxford: Oxford University Press.
Shutz, A. (1962) Complete Works, vol.1. The Hague:Nijholt.
Silverman, K. (1983) The Subject of Semiotics. NewYork:Oxford University Press.
Tanen,D.(1990) You Just Don’t Understand Me, NewYork:Morrow.

van Langenhove,L. (1989) Juryrechtspraak en Psychologie (Juror Sentencing and Psychology) Antwerp:Kluwer-Gouda Quint.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.