2 Ocak 2015 Cuma


SÖYLEM ANALİZİ ARAŞTIRMASININ 
YERİNİ BELİRLEMEK VE YÜRÜTMEK

Stephanie Taylor

S.Taylor (2001) Locating and Conducting Discourse Analytic Research. M. Wetherell; S.Taylor; Yates,S.(ed, kitap) Discourse as Data: A Guide For Analysis, s/5-48, London: Sage Publication

Çeviren: Sibel Arkonaç 


Giriş
Bu açılış bölümünün amacı, kitabın son bölümü olan Sekizinci Bölümüyle bir arada yeni bir araştırmacıya söylem analizi araştırmasının geniş bir tanıtımını sağlamaktır. Söylem analizini akademik alan içine yerleştirmek için önce olası bir tarife girişip bunun ne tür araştırma olduğundan bahsedeceğim. Bu dil üzerine kısaca tartışmaları, genel olarak sosyal araştırmanın temelinde yatan bazı önermeleri, özellikle de söylem analizinin bazı önermelerinin gözden geçirilmesini kapsayacak. Ayrıca söylem analizi araştırmacısının rolü üzerinde de duracağım. Bu bölümün ikinci kısmında söylem analizi projesi yürüten küçük bir yönlendiriciyi; araştırma sorularını formüle etmeyi, veriyi, yazı dökümünü, analiz sürecini, projeyi araştırma metni halinde yazmayı kapsayan kısımlarıyla sunacağım. Sekizinci Bölümde söylem analizi araştırmasının değerlendirmesini ve potansiyel uygulamalarını tartışacağım.
Dolayısıyla bu açılış ve kapanış bölümleri analize tek başına bir yönlendirici rehber olmaktan çok, daha karmaşık bir akademik alana girişi amaçlamaktadır. Araya giren İkinciden Yedinciye kadarki bölümler söylem analizinin spesifik biçimleri üzerinde ayrıntılarıyla dururken ben bu alanın daha yaygın özelliklerinden bazılarını bir bütün olarak özetleyeceğim ve kendini söylem analisti olarak tanımlayacak olan çoğu sosyal araştırmacının çalışmasıyla ilişkili meseleleri tartışacağım.

1. Söylem analizi araştırmasının yerini belirlemek
Bu kısımda belli ki başlangıç noktası söylem analizinin ne olduğunun tarifi olacak. Bu terimin zaten geniş bir referansa sahip olduğunu muhtemelen biliyorsunuzdur (bkz. Wetherell ve ark. 2001). İkinci Bölümden Yedinci Bölüme kadar görüldüğü üzere bu terim, çok farklı araştırma faaliyetlerini farklı türden verilerle tarif edebilmektedir. Bu farklılıkları karşılaması için işe kabaca bir tarifle başlayacağım: söylem analizi kullanılan dilin yakından incelenmesidir. Bunu biraz açmak için “dilden” ne anlaşıldığını inceleyeceğim sonra söylem analizindeki dört muhtemel yaklaşımı sunacağım. Bunlar basitleştirilmiş tariflerdir, herhangi bir araştırma projesi için kesin kategoriler değildir çünkü bu yaklaşımlar daha sonra göstereceğim üzere mecburen birbiri ile bağlantılıdır. Söylem analizi en iyi tek bir uygulamadan ziyade bir araştırma alanı olarak anlaşılabilir ama bu dört yaklaşım faydalı bir başlangıçtır.
Öyleyse ortak başlangıç noktası söylem analistlerinin kullanılan dile yakından baktıkları ve dahası bunda bir kalıp aradıklarıdır. İyi de, “dil” tam olarak ne demektir? Olası bir cevap, yabancı bir dil öğrenmeye başlayan çoğu insanın birkaç basit kelime ve ifadeyle işe başlamasında olduğu gibidir. Bu sağduyusal strateji öğelerine ayrıştırılabilir statik bir sisteme, belli bir dil modeline dayanmaktadır. Öğrenci sözcükleri, zamanlar ve çoğullar gibi gramatik biçimleri, selamlama gibi sabit ifadeleri öğrenir, sonra bunları tekrar birbirine bağlamaya çalışır. Bu şekilde öğrenci en sonunda aynı dili kullanan diğer insanlarla iletişimi, ne söylediklerini öğeler halinde analiz edip uygun cevaplar kurarak öğrenmiş olur.  
Bu modelde dil sistemi iletişime çalışmaktadır çünkü dil anlamın aracıdır, bir başka ifade ile anlam, dilin öğelerine aşina olanların sağladıkları, kişiden kişiye taşımakta kullanılandır. Bu tıpkı konuşmacıların ya da yazarların anlamı dil halinde kodlamaları sonra da dinleyenlerin ya da okuyanların bu kodu açmaları gibidir. Wertsch (1990) buna “iletişimde aktarım modeli” der: anlam, dil vasıtasıyla telefon hattı boyunca sinyaller halinde aktarılır ya da taşınır. Ama dil hakkındaki bu sade açık görüşte iki problem çabucak göze çarpar. Bunlar özellikle bu bölümün hedefleri açısından ilginçtir çünkü söylem analistinin bazı endişelerini vurgulamakta ve söylem analizi araştırmasındaki bazı yaklaşımları ayırt etmektedir.
Sistem olarak bu dil modeli ile ilgili ilk problem, tabii ki bu sistemin statik olmadığı sürekli değişen bir sistem olduğudur. Öğeleri değiştiği için kullanılan dil asla dilbilgisi kitabındaki ya da sözlükteki gibi değildir ama güncellenebilir, tamamlanabilir. Zaman içinde(deyimlerin nasıl hızla değiştiğini bir düşünün) hatta tek bir etkileşimde bile değişimler meydana gelir. Yeni anlamlar, her iki tarafın (ya da herkesin) birleşik katkılarıyla ve karşılıklı gidiş gelişleriyle yaratılır. Basit bir örnek olarak, “bu” ya da “burada” gibi bir terim farklı şeylere dayandığında anlamı değiştirir. Bu yeni anlamlar yaratıldığı için aynı zamanda da şeyleri yapmakta kullanıldığı için dili şeffaf ya da refleksiv olarak anlamak yetersiz kalır. Dil, iletişimin aktarım modelinin işaret ettiği tarafsız bir malumat taşıyıcı araç değildir. Dil, daha çok inşa edicidir, oluşturucudur: anlamların yaratıldığı ve değiştirildiği bir alandır.


Konu dışı küçük birkaç söz: Dilin şeffaf olmadığı kavramı söylem analizinin temel varsayımlarından biridir ama ileride 1.3. kısımda da tartışacağımız üzere, söylem analisti için bir problem yaratmaktadır (ya da kurmaktadır?). Bir yandan, dilin biraz önce açıkladığım gibi kurucu olduğu varsayılıyor. Diğer yandan da başka yerlerde olduğu gibi akademik alanda da konuşma ile metnin herhangi bir şey hakkında malumatı taşıdığı önermesini kimse tamamen terk etmiyor. Bu sebeple dilin aynı zamanda imâ edici (referential) olduğu varsayılır (Bu, tabii ki, şimdi okuduğunuz da dâhil olmak üzere analizlerin sunulduğu ya da konuların tartışıldığı herhangi bir akademik metnin garantilenmiş bir özelliğidir). Verilere imâ edici mi yoksa inşa edici muamelesi etmek gerektiği meselesi bunun bir uzantısı haline gelmektedir. Sözgelimi bir araştırmacı biriyle görüştüğünde konuşmalarına nereye kadar sabit hatıralar ya da hazır-şekillendirilmiş fikirler gibi bir şeylerin yansıması olarak bakılabilir? Yoksa dil hatıraların ve fikirlerin kurulduğu yer ve süreçler olarak mı analiz edilmelidir?

Bu sorular Dördüncü ve Beşinci Bölümlerde daha ayrıntılı ele alınmaktadır (aynı zamanda bu bölümün 1.3. kısmına da bakınız).




Bu statik sistem modeliyle ilgili bir başka problem de dilin kullanımıyla ilişkilidir. Dil şeyleri yapmanın önemli bir aracıdır: selamlama, küçük görme, iddia etme, ikna etme, inkâr etme ya da şüphe uyandırma (bkz. Potter, 2001). Tam anlamıyla ne yapılmakta olduğunu anlamak için yine genellikle ortamın ya da etkileşimin daha öncesinde neler olduğunu bilmek gerekir. Bu hem o anki konuşma etkileşiminde ima edilen hem de diyelim bir okuyucunun bir gazete makalesine cevap mektubunda ya da bir diğerini eleştiren bir bilimsel makalede ima edilen sıra alışlarda yapılır. Bir diğer deyişle, dille ne yapılmakta olduğunu anlamak için devam eden etkileşim süreci içinde dilin ortam içine yerleşik-konumlanmış (situated) kullanımını dikkate almak şarttır.
Bu her iki problem statik dil modelinin çok basitleştirilmiş bir model olduğunu göstermektedir. Daha da önemlisi, bu bölümün amacı açısından, bu problemler söylem analizindeki dört yaklaşımla tanıştırmaya da yardımcı olmaktadır. Söylem analizine birinci yaklaşımda odak noktası bir sistem olarak dilin kesinlikle bir varyasyon olduğu ve kusursuz olmayışıdır. Söylem analistleri kullanımdaki dilin nasıl değiştiğini ve bu varyasyonun farklı sosyal ortamlar ve çevrelerle ya da dilin farklı kullanıcılarıyla nasıl ilişkili olduğunu çalışırlar. Bunun tersine ikinci yaklaşım dilin kendisi yerine dil kullanım faaliyetine odaklanır. Burada analist dil kullanımını bir süreç olarak, en az iki kişi arasındaki (genellikle konuşma) etkileşimdeki gidip gelişleri araştırır ve dili kullananların (konuşanların) yaptıklarında kalıplar arar.
Üçüncü yaklaşım daha farklıdır. Burada analist özel ifade kümeleri ve bunları kuşatan anlamlar gibi dilde belirli bir konu ya da faaliyetle birleştirilen kalıplar arar: araştırmaları, sosyal hizmet ya da hemşirelik gibi belli bir meslekle ilgili dile odaklanabilir. Söylem analizinde dördüncü bir yaklaşım da “toplum” ya da “kültür” gibi çok daha büyük bağlamlarda kalıplar arar. Burada ilgi daha büyük süreç ve faaliyetlerin bir parçası olarak dilin ne kadar önemli olduğu üzerinedir. Sözgelimi, analist bir toplumda insanların ya da faaliyetlerin etiketlenmesi ve sınıflandırılmasındaki kalıpları araştırabilir. Kategorizasyonun dili bir tarafta temelde yatan değerleri (sözgelimi belli insanların “iyi” ya da “kötü” olduğu inancına) kapsayacak ve felsefe ya da mantıkla ilişkili olacaktır (sözgelimi herhangi bir faaliyet olumsuz sonuçları olduğuna inanıldığı için olumsuz değerlendirildiğinde), diğer taraftan da bu sınıflamanın sonuçlarını ve sosyal etkilerini kapsayacaktır. Bu sebeple analistin ilgisi kullanılan dilin ötesine yani, muhtemelen aralarındaki herhangi bir ayırımı belirsizleştirerek “söylemsel olandan” “söylemselden öteye” uzanır.
Söylem analizinde dört yaklaşımı anlatmakla birlikte muhtemelen fark etmişinizdir ki söylemin kesin bir tarifini ya da tariflerini vermedim. Bunun bir sebebi terimin kendisinin geniş yayılımlı ve kaygan oluşudur. Çok daha önemlisi, söylem analizini tarif etmek ‘söylem analizini’ açıklama işini ayrı bir araştırma faaliyeti olarak harekete geçirmektedir. Dolayısıyla bu bölümün geri kalanında, bazen söylemin belli tariflerini kapsayacak da olsa buna daha sonra odaklanacağım. 
Şimdi yapacağım şey yukarıda kısaca açıkladığım bu dört yaklaşımı ele almak olacak. İlk yaklaşımda, az öncede dediğim gibi, söylem analisti birincil olarak dilin kendisine odaklanır. Kullanılan dilde tanımlanan kalıplar dilbilimcilerin geleneksel şekilde ilgilendiklerine benzeyebilir. Sözgelimi, bu kalıplar sözcük dağarcığına, yapı ya da işlevine göre anlatılabilir. “Tarz” ya da “kod” gibi kavramlar dil ile sosyal ortam arasındaki karşılıklı ilişkiyi nitelendirmede kullanılabilir (bkz: Maybin, 2001;Hodge ve Kress, 1988; Wetherell ve ark, 2001 de Yirmibirinci Okuma olarak tekrar ediliyor). Bu analistin ilgisi açıkçası mükemmel olmayan ve istikrarsız bir sistem içindeki düzenliliklerdir.
Söylem analizindeki ikinci yaklaşımda analist “dilden” çok “kullanım” ile daha ilgilidir ve etkileşim esas odak noktası haline gelir. Kalıplar bir etkileşime ya da yazılı metin gibi düzenli bir “biçime” yapılan katkıların sıra alışlarına göre tanımlanır. Kullanımdaki bu odaklaşma dili kullananın belirli bir dil görüşüne işaret eder. Kullanıcı iletişebilmek için bir anlamı kodlamak ya da kodu açmak için dili kullanan serbest bir fail değildir. Büyük ölçüde, herhangi bir kişinin katkısı bir öncekinin katkısını takip etmelidir bu katkı ister istemez daha önce olup biten tarafından biçimlenir. Bundan da öte, anlam etkileşim içinde yaratılacaktır. Dil kullanıcısı, bu sebeple etkileşimsel bağlamla sınırlanandır. 
Söylem analizindeki üçüncü yaklaşımda kullanımdaki dilde analisti alakadar eden kalıp, belli bir konu ya da belli bir faaliyet ile ilişkili bir terimler takımı ya da ailesidir. Bu yaklaşım yeni terimlerin insanların farklı şeyleri nasıl konuşabilir hale getirdiğine dikkat çeker; sözgelimi, bir öğrenci yeni kelime dağarcığını genellikle yeni bir çalışma alanı ile aşinalık kurmaya başlama sürecinin bir parçası olarak öğrenir. Bu basit bir şekilde hâlihazırda var olan nesnelere farklı etiketler yapıştırma meselesi değildir. Daha öncede anlattığım gibi dilin inşa edici olduğuna dair yani işaret ettiği şeyi yarattığına dair bir anlayış vardır. Tabii ki bu bütün ortamlarda bir kerede olup biten bir şey değildir. Anlamların süre giden sosyal değişimin bir parçası olarak nasıl yaratıldığını ve de aşındırıldığını bir düşünün. Teknolojik değişim hakkında konuşulacak yeni şeyler ve de yeni faaliyetler yaratır. Sözgelimi internet bize “sörf yapmakla” ve “göz atmakla”(browsing) ilgili alternatif anlamlar verdi. Bu tür dil kalıbı (bazen “bir söyleme” ya da bir açıklayıcı repertuara işaret eder: Bkz. Beşinci Bölüm) bu sebeple, belli şartlara özeldir. Bu yaklaşım dili ortam içine yerleşik ele alır ama (ikinci yaklaşımda olduğu gibi) belirli bir etkileşim içine yerleşik olmasından çok belli bir sosyal ortam ya da kültürel bağlam içine yerleşik olmasını anlar. Bu bakımdan söylem analizindeki dördüncü yaklaşımı bulanıklaştırmaktadır. 
Dördüncü yaklaşımı takip eden analistin amacı genel olarak dilin kalıplarını, bununla ilişkili uygulamalarını (pratikleri) tanımlamak ve içinde yaşayan insanlara ve topluma dair bakış açılarını nasıl inşa ettiğini göstermektir. Eninde sonunda böyle bir analiz genellikle kesin doğru kabul edilen “dışarıda oradaki” dünyanın sosyal doğasına ve tarihsel kaynaklarına dikkatleri çeker. Tezatlık söylem analizinin bu yaklaşımında esastır çünkü güç (iktidar), direniş, mücadele ve itiraz edişler üzerine çalışmaları kapsar. Buradaki temel varsayım, insanların ellerindeki mevcut dilin onların sadece belli fikirleri ifade etmesini mümkün kılan ve de sınırlayan olması değildir dil aynı zamanda insanların ne yaptıklarını da mümkün kılan ve sınırlayandır.
Basit ama iyi bilinen bir örneği, ırkçılık karşıtı ve cinsellik karşıtı dilin tutunmasının temelinde yatan varsayımı ele alalım. Bu varsayım birçok kurumun fırsat eşitliği siyasetinin bir parçasıdır (üniversiteler gibi) ama genelde mümkün mertebe “siyaseten doğru” ile (“dumanı doğru tütsün” ile) itibarı sarsılmaya çalışılır. En basit şekliyle, amaç bir kurumdaki ayırımcı uygulamaları, ayırımcı dilin kullanımından caydırarak azaltmaktır. Bu siyasetin destekçileri kurulu imajları sözgelimi çocuk kitaplarındaki imajları, muhakkak addedilen terimleri ve olumsuz stereotiplemeler taşıyan ifadeleri eleştiriye tutmuştur. Genellikle bu gibi materyallerin zararlı olduğunu iddia etmektedirler. Kabaca bir bağlantıyla dilin inşa edici olduğunu ve uygulamaları belirsizleştirdiğine dair bir mantık yürütürler. Bir şeyin ya da muhtemelen birinin bir şey hakkında konuşma tarzının toplumun çok daha büyük kesimlerinde daha büyük fark yarattığını öne sürerler. Sözgelimi, belli şeyler ya da belli insanlar, ya bir arada kategorize edilirler ya da farklı diye ayrı tutulurlar ve dil yoluyla bunlara bir değer yüklenir ya da inkâr edilir. Bu özellikle dil resmi amaçlarla sınıflama ve kategorize etmek üzere kullanıldığında belirgin hale gelir. Sözgelimi, Rose (1985) okullaşma Britanya’da yaygınlaştıkça, çocukların iyi öğrenenler ve kötü öğrenenler olarak nasıl sınıflaştırıldıklarını anlatır. Yeni eğitim sisteminin talepleri görünürde fiziksel problemi olmadığı halde okul sistemi içinde öğrenmeyen ya da ilerleme kaydetmeyen çocukların “aptallığı” gibi yeni çocuk kategorileri yaratmıştı.
Bu yaklaşım jeneolojiler (genealogies-şecere tetkikleri) olarak bilinen, söylemlerin gelişiminin izini geriye doğru süren tarihsel çalışmaların doğmasına sebep olmuştur (Bunlar jeneolojik bir çalışma sunan Yedinci Bölümde ayrıntılı olarak tartışılmaktadır). Bunun meşhur örneği Foucault’nun(1961) delilik kavramının gelişmesi çalışmasıdır. Yukarıda anlatılan Rose’un yaptığı da bu geleneğe aittir. Bu uygulamalar hakkındaki bir çalışma bu uygulamaların elverişli kıldığı kimlikler, kurguladığı kısıtlamalar gibi daha büyük çıkarımları ortaya çıkartır. Genelde söylem analizinde üçüncü ya da dördüncü yaklaşıma oturan bir çalışma etkileşim çalışmasından daha büyük ölçeklidir ve kamusal bağlamları kapsayabilmektedir. Resmi belgelerin çalışılmasıyla sözgelimi yürütülebilir (bkz: Yedinci Bölüm; keza Helleiner, 1998:Stenson ve Watt,1999).
Söylem analizindeki bu dördüncü yaklaşım söylemin anlamın yaratıldığı ve çekişmelerin yaşandığı akışkan, kaygan bir vasıta olarak bütünüyle sarıp sarmalayan doğasına dikkat çeker. Dil kullanıcısı mesaj yollayan ve mesaj alan bağlantısız bir iletişimci değildir, aksine her zaman bu vasıtanın içine konumlandırılandır, içine daldırılmıştır ve açıklamalar halinde kendi sosyal ve kültürel konumlanışını almak için mücadele eder. İkinci yaklaşımdakinden de öte, söylemdeki bu dördüncü yaklaşım dil kullanıcısını serbest bir fail olarak almaz aksine kullanıcı, dil ve eylem tercihinde tamamıyla belirlenmemiş de olsa, ağır şekilde sınırlandırılmıştır. Ve tabii söylem analisti de bu mücadele ve sınırlılıkların dışında değildir o da bu dilin kullanıcılardan biridir.
Söylem analizindeki bu dört yaklaşımı birbirinden ayrı gibi takdim etmeme karşın bunların birbirine karışmış halde oldukları ve birbirlerini siper aldıkları hâlihazırda görülecektir. Dört ayrı yaklaşımın ana hatları söylem analizi alanına girişte kullanışlıdır ama fazlaca basite indirgenmiştir. Alandaki zıtlıklara ve farklı uygulayıcıların bir diğerinin çalışmasına yönelteceği eleştirilere açıklık getirmez. Bunlara bir giriş olarak şimdi söylem analizine bir başka yoldan yaklaşacağım ve bunun ne tür bir araştırma olduğunu ve ne tür bilgi ortaya çıkardığını soracağım.

  1. Ne Tür Araştırma?
Şu ana kadar söylem analizinin üstünkörü bir tarifini verdim ( kullanılan dil içindeki kalıpların aranması) ve kapsadığı şeyi, dört farklı yaklaşım odağıyla birlikte araştırma faaliyetlerini kapsayacak şekilde detaylandırarak tartıştım. Bu kısımda bir adım geri çekilip daha büyük bir soru üzerinde düşünmek istiyorum: söylem analizi ne tür bir araştırmadır?
Bunu cevaplamanın bir yolu söylem analizini disiplinler içine yerleştirmek olabilir. Ne yazık ki, bir üniversite kütüphanesi kataloguna başvuran birinin de fark edeceği gibi, söylem analizi olarak referans edilen devasa yayılımdaki akademik çalışma birçok disipline yayılır. Sözgelimi, “dile” odaklanıyor olması söylem analizinin dilbilimde ve sosyolinguistikte ve keza edebiyat çalışmalarında kullanıldığı izlenimini verebilir. “Kullanım” ya da toplum odaklı olması da sosyolinguistik, sosyoloji ve sosyal psikolojiyi kapsayan farklı sosyal araştırma alanlarının söylem analizine yer vermesi kadar sosyal siyaset ve eğitim gibi daha “uygulamalı” alanlar da yer vermektedir. Yenilerde de siyaset bilimi ve beşeri coğrafya öğrencileri tarafından kullanılmaktadır.
“Söylem analizi ne tür bir araştırmadır?” sorusuna bir diğer cevapta klasik niceliksel ve niteliksel araştırma yöntemleri arasındaki ayırıma göre verilebilir. Araştırmacılar elbette sık sık söylem analizi ile ilgilenir hale gelmektedir çünkü mülakatların ya da belgesel materyallerin niteliksel bir analiz formunu bulmak istemektedirler. Ama söylem analizi aynı zamanda niceliksel yöntemleri de kullanabilmektedir. Dahası, engin bir niceliksel/niteliksel ayırımı vardır.
Bir başka ifade ile söylem analizini niceliksel yöntemden çok niteliksel yöntem halinde kategorize ederek konumlandırma teşebbüsü onu belli bir disiplin içine yerleştirmekten daha kullanışlı kılmamaktadır. “Söylem analizi ne tür bir araştırmadır?” sorusunu cevaplamak için söylem analisti sosyal araştırmanın temelindeki engin öncüllere geri dönmeli ve projesini bunlara ve belli tartışmalara dayandırarak konumlandırmalıdır. Gelecek iki kısım söylem analizi araştırmasını bunlara göre ele alacaktır (daha dolgun tartışmalar için bkz.Wetherell,2001).

1.2. Sosyal araştırmayı genelde konumlandırmak

Epistemolojik konular
  “Söylem analizi nedir?” diye sordum sonra da   “Söylem analizi ne tür bir araştırmadır?” diye sordum. Bir başka soru da söylem analizini ne bulmakta kullanabiliriz? olabilir. Bir başka ifade ile “söylem analizi ne tür bilgi ortaya çıkarır?” Bu soru epistemoloji hakkında bir sorudur, bilginin statüsüyle ilgili anlamına gelir.
Söylem analisti araştırmacıların kullanılan dildeki kalıplar aradıklarını söylemiş ve bunların dilin içindeki kalıplar ya da eylem kalıpları olabileceğini öne sürmüştüm. Bu gibi kalıpları tanımlamaya ilaveten araştırmacı bunlar hakkında epistemolojik türden iddialar da bulunacaktır. Bir ihtimaller yayılımı vardır ama burada bunları iki büyük geleneğe göre ele alacağım.
İlk gelenek fizik bilimleriyle bağlantılıdır ve pozitivizm ile post-pozitivizimi içine alır. Bunların kendileri çeşitli geniş geleneklerdir (doyurucu tartışmalar için bkz. Smith,1998) ama birbirinden farklı faraziyeleri paylaşırlar. Bunlardan biri, son derece kurumlaşmış hale gelmiş uygun yöntemlerin kullanılmasıyla araştırmacı, dünya ve onun işleyişine ilişkin özellikle de içinde işleyen nedensel ilişkiler hakkında bilgi elde edebilir. Bu gibi ilişkileri tanımlamak araştırmacıya doğru tahminler yaparak ve muhtemel müdahalelerde bulunarak bu araştırmayı gerçek dünya problemlerine uygulama imkânı verir. Bu araştırma yoluyla elde edilen bilgi evrensel olduğu için diğer bağlamlara genellenebilir bilgidir.
Bu geleneklerde öne sürülen bir diğer iddia da araştırmanın değer yüksüz, nesnel, herhangi bir kişisel tarafgirlikten ya da araştırmacının dünya görüşünden etkilenmemiş bilgi ürettiğidir. İyi araştırmanın nötr malumat ürettiği ve evrensel doğruları bulmayı amaçlayan üst üste biriken bir sürece katkıda bulunduğu düşünülür. Dünya hakkında nihai ya da bütün bir gerçeğe belki ulaşılamaz ama başarılı araştırmacılar hipotezlerini sınayarak ve önceki bulgulara kesin olmayan ileri sınamalara açık yanlışlamacı bir tutum edinerek bu gerçeğe yaklaşamaya çalışır (Bkz.Seale, 1999). Her araştırmacının işlemleri ve bulguları idealde geçerlilik, güvenirlilik ve tekrarlanabilirlik şartlarına göre dikkatle değerlendirilir, incelenir ve yayınlanır. Dolayısıyla burada araştırmanın farklı ortamlarda farklı zamanlarda devam eden ve değer yükü bulunmayan evrensel bilgi ürettiğine dair bir dizi ilişkili iddia vardır. Olağan şartlarda bu gerçeklik statüsünde bir bilgidir: süreklidir ve araştırmacının kanaat ve değerlerinden ayrı bir bilgidir.
Buna ters bir yaklaşımın (ya da daha kesin olarak yine farklı yaklaşımların bir bileşiminin) fizik bilimlerinden çok sosyal bilimlerle güçlü bir bağlantısı vardır ve eleştirel teori, postmodernizm ve postyapısalcılıkla çalışır. Temelinde oldukça farklı epistemolojik iddialar vardır. Bu gelenekteki araştırmacılar genellikle gerçekliğe dair doğruyu yakalama iddiasında ya da amacında değildir ancak kaçınılmaz şekilde tarafgir olacak bir açıklama ya da versiyon önerirler. Bu durum araştırmacıların yeteri kadar istekli olmamaları değil çeşitli varsayım ya da önermelerin bir neticesidir! Bu önermelerden birincisi sosyal dünyanın karmaşık ve aynı zamanda dinamik doğası olduğu yani araştırmacının nadiren hakkında emin olabileceği tahminler yapabileceği anlamına gelir. Herhangi bir ortamda işleyen çok fazla faktör vardır ve geçmişte işleyen ilişkiler kendini mutlaka gelecekte de gösterecektir anlamına gelmez. Sonuç olarak araştırmacının amacı tahmin edip kontrol etmek yerine anlam ve manidarlığı araştırmaktır (Banister ve ark. 1994 s/3).
İkinci önermeye göre sosyal bilimlerde nötr tek bir gerçek mümkün değildir çünkü sosyal bilimler kendi görüş açıları olan insanları incelemeyi kapsar. Bir sosyal ortama ya da fenomene dair herhangi bir açıklama kaçınılmaz şekilde gözlemcinin/araştırmacının tarafgir anlamasını ve kendi özel merakını yansıtır. Bunun saf bilgi ya da gerçek olduğunu iddia etmek bu sebeple bu incelemeye dâhil olan diğer insanların birbirinden farklılaşan görüş açılarını ve yaşantılarını inkâr etmek olacaktır (Said, 1978). Üçüncü ve daha karmaşık olan önermeye göre tekil bir gerçek mümkün olamaz çünkü gerçeklik ne tekildir ne de düzenlidir: çoklu gerçeklikler vardır ve bu sebeple de çoklu gerçekler vardır (bu sadece bilginin statüsüyle ilgili epistemolojik bir konum değildir dünyanın kendi doğası hakkında ontolojik bir konumdur). Bundan başka, gerçek iddiaları kontrol edilemez çünkü dünyaya dair açıklamalar hali hazırda var olanın açık yansıması ya da kaydı değildir. Açıklama görünümünde olanı kurarlar ve de değiştirirler (bu nokta 1.1 kısımdaki dilin inşa edici olduğu tartışması ile ilişkilidir).
Bu ikinci gelenekte yapılan bu epistemolojik iddialara göre araştırmayla elde edilen bilgi taraflıdır, durum içinde konumlandırılır (sözgelimi, evrensel şekilde uygulanabilir olmaktan çok belli ortamlara ve dönemlere özeldir), ve görecedir (sözgelimi, araştırmacının dünya görüşü ve değer sistemi ile ilişkilidir). Bu gibi iddialar özellikle, Yedinci Bölümde Carabine’nin ve Beşinci Bölümde Edley’nin tanıttığı söylem analizi formları da dâhil, niteliksel araştırma ile birleştirilir. Söylem analizinin bazı diğer formları, en başta konuşma analizi (bakınız İkinci Bölüm) ilk epistemolojik geleneğe daha yakındır.
Ne tür söylem analizi araştırması olduğunu anlamak için araştırmacının ne yaptığını (tıpkı bir tarifeye uyarak) incelemek yeterli değildir. Aynı zamanda bu epistemolojik tartışmalara ve yaygın çıkarımlarına başvurmak gerekir. Bu tartışmaların araştırmacılar için bir “temsiliyet ve meşrulaştırma çifte krizini” ürettiği öne sürülmektedir (Denzin ve Lincoln, 1998;s/21). Temsiliyet krizi araştırmacının gerçekliğin ve de dışarıdaki dünyanın “nesnel” bilgisini sunamayacağı ancak sadece tarafgir bir “öznel” açıklamasını sunabileceğidir. Gerçekten de nesnellik imkânsız olduğundan “nesnel” ve “öznel” terimlerinin uygulanabilirliği de biter. Bu konumun en abartılı açıklaması, araştırmanın bize dünya hakkında bir şey söyleyemeyeceği ancak araştırmacının dünya görüşü hakkında bir şeyler söyleyebileceğidir! Meşrulaştırma krizi elde edilen bilgiyi değerlendirmek için hiçbir iyi kurulmuş yöntemin olmadığıdır. Bunun ana sebebi araştırmacının bulgularının ya da iddialarının nesnel gerçeklikle kontrol edilebilecek hiçbir varsayımın olmamasıdır. Gerçekliğe ulaşılamaz dolayısıyla sonuçları doğrulama teşebbüsü sözgelimi araştırmayı tekrarlamak sadece bir başka güvenilmez versiyon üretir. Bu sanki araştırmacının bütün pencere camları görüntü çarpıtıcı olan bir binada sonsuza dek kapana kısılması gibidir. Binanın dışına çıkıp dünyaya açılan bir pencere bulması imkânsızdır. Bir pencereden görüntü ancak bir başka pencereden görüntü ile kontrol edilebilir ki bu görüntü de diğer pencerenin sınırladığı ve çarpıttığı ama az biraz farklı manzarasıdır.
Bu çifte krizin neticelerine Sekizinci Bölümde döneceğim. Ama bu birinci konunun temsil meselesinin aynı zamanda söylem analistlerinin araştırmalarının konusu ya da odak noktası olması sebebiyle özel merakı olduğunu belirtmekte fayda var. Böyle bir araştırmacının bir sarmal içinde bir analiz yürüttüğünü sonra analizde kendi temsillerini analiz ettiğini sonra da orijinal analizin temsillerinin analizini analiz ettiğini ve böyle akıp gittiğini(son derece rahatsız edici!) bir düşünün(Böyle bir araştırma için bkz: Ashmore,1989).
İkinci konu olan meşrulaştırma meselesi araştırmanın özgün araştırmacı dışında hiçbir zaman kimse tarafından değerlendirilemeyeceği izlenimini bırakabilir. Bu durum akademide, Seale ve Silverman’nın “yöntemsel anarşi” dedikleri (1997.s/380) bir hal yaratacaktır. Diğer meseleler bir tarafa, gelecekteki görevleri için yaptıkları işlerin kalitesi başka araştırmacıların değerlendirmesine bağlı araştırmacılara profesyonel güçlükler yaratacaktır. Şans eseri böyle bir anarşi pratikte, Sekizinci bölümde ve bu bölümde birazdan ele alınacak sebeplerden dolayı yürürlükte değildir. Bu sebeple bu çifte krizin araştırmacılarca anlaşılması ama abartılmaması şarttır: söylem analitik araştırma da dâhil olmak üzere çok yaygın çeşitlilikte araştırma yürütülmeye, yazılmaya (sözgelimi, akademik dergilerde), değerlendirmeye ve yaygın bir şekilde tartışılmaya devam etmektedir.

Genelleme
 Üzerinde durulması gereken bir başka ilişkili noktada da araştırmacının genelleme yapma iddiasıdır. Söylem analizinin kullanılan dilde kalıplar aradığını söylemiştim. Bu kalıplar ne kadar genel kalıplardır ve aldıkları biçimler nelerdir? Bu soruların cevabı yine analistin önermeleri ya da varsayımlarıyla ilişkilidir.
Dilin kendisine odaklanan bir analizin çoğu zaman dile, defolu ve de oldukça değişken olsa da bir sistem gibi yaklaştığını öne sürmüştüm. Bu yüzden yapılan iddialar muhtemelen genellenmek zorundadır. Analist bir bağlamlar yayılımı içinde ya da belli bir bağlam kategorisi içinde (bir tip etkileşim gibi) ortaya çıkan özellikleri tanımlar. Bileşen öğeleri yapısal olarak tarif edilebilir. Bir başka ihtimal de (yegâne değil) bunları işlevlerine göre analiz etmek olur. Analist bu bileşen öğelerini, grupları ve farkları yaratmaya ya da pekiştirmeye nasıl yardımcı oldukları gibi daha geniş neticelerini araştırdığı bir kısım olarak tanımlayabilir. Bu analiz biçiminde veri bütünü bazen çok büyük olur (genellikle külliyat-corpus adı verilir) ve analiz elektronik tasnif yöntemlerini sözgelimi dizin yapmayı (3.Bölümde açıklanıyor) ve muhtemelen de bir miktar niceliksel analizi kapsayabilir. Bu genel tasvir sosyolinguistik ve eleştirel söylem analizindeki çoğu söylem analizi işine uygulanır (Bkz 3. ve 6. Bölümler).
Şayet söylem analizi etkileşim üzerine odaklanırsa genellemek yine de mümkündür ama bu genellemenin temeli farklı olacaktır. 1.1.Kısımda da açıkladığım gibi analist her etkileşime özgün, tahmin edilemeyecek şekilde gelişen, yeni ve bağlama özgü anlamların gelişimini kapsayan bir yaklaşımla bakacaktır. Dolayısıyla genelleme nasıl mümkün olabilir, bir etkileşimde tanımlanan belli özelliklerin yaygın şekilde var olduğu ve uygun olduğu nasıl iddia edilebilir? Analist için fırsat, birçok farklı etkileşimde konuşmacıların sıra alışlarındaki ardışıklık gibi ortak kalıpları ya da özellikleri tanımlamaktır. 2.Bölümde Wooffitt’in analizi bunu göstermektedir. Tıpkı diğer konuşma analistleri gibi Wooffitt de böyle bir kalıbın kaçınılmaz ya da otomatik olduğunu tartışmamaktadır bunun yerine böyle bir kalıbı konuşmacıların konuşmalarını/eylemlerini sağduyu bilgisine çekerek nasıl koordine ettiklerine örnek olarak vermektedir. Böyle bir bilgiye bazen “üyelerin yöntemi” olarak başvurulur çünkü toplumun üyeleri tarafından paylaşılmaktadır. Bir dereceye kadar farklı bir yaklaşım da, konuşmacıların sürdürdükleri roller (doktor ve hasta gibi)üzerinden etkileşimler hakkında genelleme yapmaktır. Ortaklıklar yine paylaşılan sosyal bilgiye ya da yaygın fikir ve inançlara göre açıklanabilir veya kültüre ya da daha derin düzeyde kognitif proseslemeyle ilişkili şekilde, cinsel rol gibi kategori üyeliğine dayandırılarak tartışılabilir.
Bir şekilde farklı bir yaklaşım etkileşimi daha geniş ölçekte düşünmek zorundadır. Bütün kullanılan dillerin etkileşimsel, karşısındakine hitap eden ve daha önce olana cevap veren olduğu söylenebilir. Etkileşim orada olmayan bir gruba yönelik olabilir. Bilinen birinden ziyade hayali birine sözgelimi hipotetik siyasi bir rakibe ya da potansiyel bir eleştiriye yönelik olabilir.  Billig (1987) bu tür dil kullanımını retoriksel olarak tanımlar. Retoriksel işle ilgilenen analist, konumları ve de konuşmanın genel bir özelliği olarak yöneltilen argümanları ya da zıtlaşan argümanları tanımlamayı amaçlayabilir (Bu Edley’nin 5.Bölümde sunduğu analizin bir yönüdür).
Genellemenin bir alternatifi de kendinde belli bir anlamlılığa sahiptir. Benzersiz, önemli görünen insanlardan ya da olaylardan toplanan materyalleri kullanan çalışmalarda kullanılan yaklaşım budur. Bunun örnekleri, Lech Walesa (Bkz.Jaworski ve Galasinski, 1998) ya da Galler Prensesi Diana (Bkz. Wetherell 2001) gibi siyasi ya da halka açık kişilerin ya da ABD’de İran-Kontra duruşmaları (Lynch and Bogen,1996) gibi tarihi olayları kapsar. Benzer şekilde inceleme, sadece tek bir bağlamda var olan özelliklere odaklanabilir, bütünüyle istikrarlı olmasa da geçici olmadıklarını üstelik oldukça karışık bir yaygınlığı olduğunu iddia edebilir. Bu özelliğin tekrarlayacağı iddia edilmeyecektir ama manidar ve sürekli olduğu söylenecektir. Buna bir örnek belirli bir toplumda işleyen ırkçı kategorilerin incelenmesi olabilir. Benzer şekilde, araştırmacı topluma has uygulamalara ya da o topluma dair daha geniş bir alanla ilişkili tarihsel bir dönemdeki uygulamalara bakabilir. Tarihsel (jenolojik) analiz bu gibi analizlerin açıklayıcı gücüne eklenir (Bkz. 7.Bölüm). Bu gibi vakalarda araştırmacı öğe bileşenlerinden ya da belli örneklerden genellemeye kalkışmayacaktır bunun yerine bütünün bir yönünü tasvir etmeye çalışacaktır.
 Bir söylem analistinin giriştiği araştırmanın konumunu belirlemek ve ne tür bir araştırma olduğunu anlamak için araştırmacının bu gibi meselelerde nasıl bir konum aldığına bakmak gerekir. Bu kısımda anlatılan konular çoğu sosyal araştırmada ortaktır. Aşağıdaki kısımda söylem analizi araştırmasına has diğer meseleler anlatılacaktır.

1.3. Söylem analizi araştırmasındaki meseleler

Söylem analizinin kullanılan dilin yakından incelenmesi olduğunu söylemiştim. Bunun etrafındaki tartışmalardan biri, dilin statüsünün bir konu ya da bir kaynak oluşudur (5.Bölüme de bkz). Buradaki mesele, analistin dilin ya da konuşmanın kendisini mi incelediği ya da bir şeyi incelerken dili kaynak olarak mı kullandığıdır. Bir emosyonu, diyelim kızgınlığı çalışmak isteyen bir psikologu örnek alalım, psikolog kızgınlıkları hakkında konuşan insan örneklerini toplayarak harekete geçer. Bu konuşmalar nasıl analiz edilmelidir? Konuşmaları bir kaynak olarak ele almakla psikolog, insanların kızgınlıklarının sebebi, ne kadar sürdüğü, beraberinde giden fiziksel yaşantılar v.b.g hakkında genellemeler yapmaya çalışabilir. Bununla birlikte alternatif bir yaklaşım da bu “kızgınlık hakkında konuşmaya” çalışma konusu olarak bakmak olabilir. Bu durumda amaç, konuşma içinde sözgelimi etkileşimler içinde kızgınlık referansları nasıl yerleştirilmektedir, diğer insanlar buna nasıl cevap vermektedir gibi kalıplar bulmak olurdu (Emosyon çalışmasında bu yaklaşıma bir örnek olarak bkz. Edwards,1997, Wetherell ve ark. 2001 de 17.Okuma olarak yeniden basıldı).
Tabii ki söylem analizinin genel özelliği, dili bir şey hakkındaki malumat olarak ele almaması aksine dilin nasıl problemleştirildiğini ele almasıdır. Yani burada analist dile bir konu olarak yaklaşır. Ama konu mu kaynak mı sorusu özellikle, ana hatlarını daha önce verdiğim daha büyük sosyal ya da kültürel bağlamlardaki kalıplar üzerine odaklanan söylem analizindeki dördüncü yaklaşımda ortaya çıkmaktadır (Bkz. 1.1 Kısım). Sözgelimi, du Gay(1996 s/148) “şirketin güçlü söylemini” araştırırken, perakende satış şirketlerinde giymek zorunda oldukları üniformalar hakkında konuşan işçilerden alıntılar yapar. du Gay’in ilgilendiği, direniş ve konformite ile ilişkili meseleler, işçilerin üniforma giyme hakkındaki duyguları ve üniformanın nasıl giyilmesi gerektiği etrafında şirketle yaşadıkları çatışmalardır. Bu vakada du Gay bu meseleler hakkında konuşmayı, şirket söylemi hakkındaki araştırmasının bir parçası olan iş yerindeki kimlik ve de uygulamaların analizinde bir kaynak olarak kullanmaktadır.
Bir diğer tartışma analistin süreci mi yoksa içeriği mi araştırması gerektiği ile ilgilidir. Bazı söylem analistlerinin süregiden, muhtemelen sözlü etkileşimlerle ve konuşmacıların nasıl konuştuklarıyla, konuşmada ne yaptıklarıyla ilgilendiklerini söylemiştim. Diğer analistler etkileşim sürecinden çok içeriğe odaklanabilir. Bu durumda dil kullanımı bir bütün olarak tamamlanmış bir performans gibi analiz edilebilir. Pratikte bu, birinde arka arkaya gelen sözcükler arasındaki bağlantılara odaklanmak anlamına gelirken diğerinde konuşma bütününde, ardışıklık dışında kaldığı düşünülen tekrarlayan öğelere (kelimeler, imajlar, fikirler ya da her neyse) odaklanmak anlamına gelir. Bu odak noktası projenin yazılmasında verinin sunuluşunu sırasıyla ya tüm bir etkileşimsel ardışık halde ya da bütününden kesilerek alınmış alıntılar veya özelliklerin bir özeti gibi sunulmasını belirler. Devam eden süreç olarak konuşma ile konuşma içeriği arasındaki bu ayırım aşağıda tarif edilen konuşma analizi ile etnometodolojide önemlidir( Bkz 2.Bölüm ve de daha ayrıntılı açıklama için ten Have,1999).
Üçüncü büyük çekişme “etic” ve “emic” analiz arasındadır. Bu çekişme “dayatılan bir referans çerçevesi kullanmak” (etik) ile “incelenenin kavramsal çerçevesi içersinden çalışmak”(emic) arasındaki fark olarak tarif edilir (Silverman,1993 s/24). En geniş düzlemde buradaki mesele, hangi dil özellikle de hangi konuşma ‘hakkında’ olduğuna kimin karar verdiğidir. Dışarıda olanın (analistin) açıklamasına mı yoksa içerden birinin (etkileşimde yer alan katılımcının) açıklamasına mı daha fazla ağırlık verilmelidir? Emic bir yaklaşım özellikle de konuşma analizi ile işbirliğinde olan yaklaşım etkileşim-içindeki-konuşma olarak bilinir (2.Bölümde daha etraflıca sunulmuştur). Konuşma analizi etkileşim içinde, konuşma gibi, konuşmacıların anlamı birlikte yarattıklarını varsayar. Konuşma, etkileşim ilerledikçe tarafların evvelki cümleciklere ‘uyarlayacak’ şekilde meydana getirdikleri şey hakkındadır. Bu sebeple konuşma konuşmacıların, şeylerin nasıl yapıldığına, adım adım nasıl ilerlendiğine dair paylaştıkları kendi üyelik bilgilerini kullanarak yaptıkları şey haline gelir. Schegloff’un(1997) aktardığı alıntıdaki örnekte bir kadının bir erkeğe masada tereyağını uzatma ricası, adamın takılarak “Hanımlar önce” deyip de tereyağını kendisinin kullanmasıyla cinsel roller “hakkında” konuşma haline gelir. Bu sebeple konuşma analistleri bir konuşma bütününe neleri kapsadığına dair ön kavramsallaştırmalarla yaklaşan araştırmacıları eleştirirler (Bkz. ten Have, 1999 s/102). Bunun keza veri koleksiyonu üzerinde de sonuçları vardır, belli bir konu hakkında görüşmeler ayarlayan bir araştırmacının bu görüşmeleri daha sonra o konu hakkında veri olarak analiz etmesi, ortaya çıkan etkileşimler hakkında yanlış açıklamalar dayatabilir.

1.4. Söylem analizi araştırmacısı
Önceki kısımlar bütün sosyal araştırmalarda ortak olan aynı zamanda bazıları söylem analizine has olan teorik meselelerin ana hatlarını çizdi. Söylem analizi örneğini ve de ne tür bir araştırma olduğunu belirlemek için bu meseleleri düşünmemiz gerektiğini söylemiştim. Buna ilaveten bu meseleler söylem analizi araştırmacısının rolüyle ilgili sonuçlara da sahiptir. Buradaki büyük soru araştırmacının araştırmadan ne kadar uzak tutulabileceğidir. Bu kısım araştırmacıyı araştırmadan ayırmanın imkânsız olduğunu ve de veri toplama ve analizde araştırmacı kimliğinin anlamlarını dikkate alan refleksivite (reflectivity) kavramının çerçevesini çizecektir. Son olarak, araştırmacının rolünü sosyal araştırmalardaki etik meselelerle ilişkilendirecektir.
1.2. kısımda pozitivizm ve postpozitivizm ile bağdaştırılan bir araştırma geleneğinden bahsetmiştim, araştırmacı nötr kalmayı, araştırmayı etkin bir şekilde yönetmeyi ama veri toplama ve analiz süreçlerinde tarafsız kalmayı amaçlar. Bu nötr kalış, böyle bir araştırmayı değerlendirmede bilinen kriterlerden biri olan tekrarlanabilirlikte esastır (Bkz.8.Bölüm). Bu kritere göre, başka bir araştırmacı (ya da araştırmacılar) araştırma projesini tekrarlayabilmeli ve aynı ya da benzer sonuçları elde edebilmelidir. Kriter, katılımcıları ya da veriyi etkilemeyen yani tepkiselliğe yol açmayan tarafsız bir araştırmacı idealine dayanmaktadır. 
Ama çoğu araştırmacı, özelliklede 1.2 kısımda anlatılan daha sosyal bilimsel gelenekten olan ikinciler böyle bir nötrlüğün araştırmacı ile araştırmanın anlamlı şekilde ayrılamayacağı sebebi ile imkansız olduğunu düşünecektir. Buradaki tartışma sosyal araştırmanın temel özelliğinin refleksif olduğudur yani araştırmacının dünya üzerindeki edim tarzı ile dünyanın araştırmacı üzerindeki edim tarzının bir döngü olduğudur. Eğer bu kabul edilecek olursa, araştırmacı servis yapan ifadesiz teknisyen rolünden –ki birinci gelenekte ima edilen budur- görünür, ortalıktaki bir konuma çekilir. Tarafsızlık imkânsızdır dolayısıyla araştırmacının etkisi hesaba katılmalı ve hatta bu etkiden faydalanılmalıdır (Hammersley ve Atkinson,1995 s/19). Bunu yapmak araştırmacının farkındalığını gerektirir. Bu farkındalık bir adım geri çekilerek belli bir bağlam içinde kendini bir fail olarak gözleme edimini kapsar. Araştırmacı kendi varlığının ve de eylemlerinin ortamı nasıl etkilediğini anlamaya teşebbüs eder. Araştırmacının kimliğinin araştırma ile ilişkisini dikkate almayı kapsayan bu anlama teşebbüsü söylem analizi araştırması için özellikle de mülakatları kapsayan çalışmalar için önemli bir alandır.
Araştırmacının kimliği söylem analizi araştırmasıyla çeşitli şekillerde ilişkili hale gelir. Birincisi araştırma konusunun ya da alanının seçimini etkiler. Araştırmacının kendi kişisel ilgisi, sempatisi ve de siyasi inançlarıyla ahenkli bir proje yürüteceği muhtemeldir. Bu bütün araştırmalarda olağandır ama belki özellikle de projeler, tıpkı çoğu söylem analizi projelerinde olduğu gibi göreceli olarak küçük olup sadece bir ya da iki araştırmacıyı kapsadığında böyledir. Araştırmacının özel ilgisi ve muhtemelen konu ile kişisel bağlantıları araştırmanın kendisi için yeterli bir temel değildir ama proje için muhtemel başlangıç noktasıdır. Tarafgirlik gibi olumsuz görülmez ama tasdiklenmesi gereken bir konum olarak bakılır (Araştırmacının araştırma konusu ve katılımcılarla kendi ilişkisinden işe başlayan ilginç bir örnek için Frankenberg’in 1993, ilk bölümüne bakınız).
Araştırmacının kimliği de veri toplama ile ilişkilidir. Sözgelimi görüşmeyi çeşitli şekillerde etkileyebilir. Görüşmecinin cinsel kimliği konuşma alanları ya da belli konular üzerine bir kısıtlama getirebilir. Bir projede bazen farklı görüşmeciler kullanılır dolayısıyla erkek katılımcılar erkek araştırmacıyla, kadın katılımcılar kadın araştırmacıyla görüşme yaparlar. Ama cinsel kimliğin sağladığı bu genel zemini abartmamak önemlidir. Katılımcı daha yaşlı, daha genç, daha kendinden emin ya da daha zengin görünen görüşmeci karşısında veya cinsel kimlikten başkası birçoğu ilk izlenimde görüşmecinin görünümüyle, aksanıyla taşınabilecek bir sürü farklılıktan dolayı görüşmeci karşısında kendisini huzursuz hissedebilir (Tam tersine, bazı durumlarda katılımcıya kendinden farklı biriyle konuşmak daha kolay gelebilir). Bu sebeple görüşmeci katılımcılara dışardan biri olarak değil, ortamı ya da ilgiyi paylaşan içerden biri olarak yaklaşmalıdır. Bu aynı zamanda aralarındaki güç farkının çok daha dürüst bir şekilde onaylanması demektir (Güç farkı daha ayrıntılı olarak etikle ilgili gelecek kısımda tartışılacaktır. Ayrıca görüşmeci ile katılımcı arasındaki farklılıklara dikkat çekilen ve bir sosyal yardım kurumunun müşterileri olan kadın katılımcılar için görüşme ortamının eşit olmadığı ve belirgin bir yüksek risk taşıdığı onaylanan bir projedeki açıklamalar için bkz.Croghan ve Miell, 1998). 
Bir görüşme ortamında refleksiviteyi hesaba katmak görüşmecinin sorularının katılımcının cevaplarını nasıl etkilediğini göz önünde tutmayı kapsar. Sorular katılımcıların aksine bir durumda hiç akıllarına gelmeyeceği konular ve problemler doğurabilir, buna alternatif olarak başka konulardan da uygunsuz diye vazgeçirtebilir. Burada görüşmenin genel tarzı konumuzla ilgilidir. Atkinson ve Silverman (1977 s/309) bir görüşme toplumunda yaşadığımızı öne sürmektedir. Bunun sonuçlarından biri de belki katılımcıların görüşme ile ilgili “yanlış” beklentiler taşımasıdır. Araştırmacı görüşmecinin tavrının, sorduğu soruların, hatta görüşmenin yapıldığı mekânın, terapi görüşmesiyle ilgili kişisel duyguların itirafı ya da televizyon haberlerinde görüşmecilerin verdikleri uzmanlık bilgileri gibi farklı türden konuşmaları davet edebildiğinin farkında olmalıdır. Katılımcılar, görüşmenin onlardan istemedikleri türden bir konuşma ya da veremeyeceklerini hissettikleri türden bir konuşma talep ettiğinden kendilerini rahatsız hissedebilir ( Farklı türden görüşmeler hakkında ve de bekleniyor gibi ya da davetkâr görünebilen konuşmalar hakkında tartışmalar için bkz. Shakespeare,1998 s/41-59).
Araştırmacı kimliğinin araştırmaya taşıdığı genel dünya görüşü ve bilgisiyle açıklama ve analizi etkilediği de iddia edilebilir. En temel düzeyde araştırmacının katılımcıların ya da yazılı belgeleri yazanların kullandıkları dili ve referansları bilmesi gerekir (Bazı söylem analizi projeleri materyali analiz eder sözgelimi Cillia ve ark. 1999, ama bu genellikle projenin yazılışı içindir, analizde genellikle çevrilmemiş veri üzerinde çalışılır). Araştırmacı ve katılımcılar aynı dili de konuşsalar arada anlamı engelleyenler olabilir. Sözgelimi araştırma bir başka mekândan ya da zamandan gelen materyali analiz ediyorsa araştırmacı kullanılan yerel deyimlere referans verilen insanlara ya da olaylara aşina olmayabilir.
Bu pratik nokta içerik ile ilgili bağlam arasındaki sınıra dair çok daha teorik bir konuyu içinde saklar. Bazı araştırmacılar özellikle de konuşma analizi geleneğinde çalışanlar, bağlamsal malumatın ancak konuşmacıların konuşmalarında yöneldikleri kadarıyla ilgili olduğunu yani arka planda bu bağlamsal malumat bitinceye kadar ilgili olduğunu düşünür. Burada analist toplanmasında hiçbir rolünün olmadığı ve de şahit olmadığı etkileşimlerin sadece ses kayıtlarından bildiği materyali kullanabilir. Bu durumda açıkçası analist yerel bilgiye ya da katılımcılara benzer bir arka plana veya yaşantıya bağlı kalamaz. Aksine diğer analistler arka plan bilgilerini özelliklede görüşmedeki katılımcılar hakkındaki bilgileri dâhil ederler(Bkz: Mehan,1996, Wetherell ve ark.2001’de Okuma 25’de yeniden basıldı). Belli bazı analistler özgün etkileşimin yaşantısını açıklamaya taşımada görüşmeci/analist ikili rolünü önemserler (Sözgelimi 5.Bölüm’de bkz. Edley). Etkileşim boyunca duygularını ve bu duyguların konu ve de katılımcılarla bağlantılarını ele alırlar (Sözgelimi Wetherell ve ark 2001’de 20.Okuma’da yeniden basılan Hollway,1984).
Yine analiz düzeyinde refleksiviteyi hesaba katış verinin açıklanmasını değiştirebilir. Sözgelimi bir konuşma analizinde konu ilgili söylenene saydam, şeffaf bir şey gibi bakmaktansa analist konuşmanın kendisine bir etkileşim biçimi olarak bakabilir. Daha belirgin bir örnek vermek için konuşmanın ırkçı çatışma hakkında bir tartışmayı kapsadığını hayal edin. Eğer bu konuşma ırkçı çatışma hakkında malumat olarak analiz edilirse bu analiz konuşmanın şeffaf ve saydam olduğunu, konuşmacının kendi görüş ve tutumları hakkında malumatı kapsayan oldukça doğru, nötr bir malumat kaynağı olduğunu farz eder.(Bu yaklaşımı edinmiş bir analiz, hiç problemsiz, söylem analizinden sayılmayacaktır.) Buna alternatif olarak bu analist, katılımcının görüşmeci ile etkileşime girdiği ve kendini belli bir tarzda ifade ettiği görüşmede neler olduğuna odaklanabilir. İşte o zaman analizin odak noktası konuşma yoluyla üretilen ve de devam ettirilen bir uygulama olarak ırkçılıktır. Analist sözgelimi insanların ırkçı çatışmalar hakkında nasıl konuştuklarına, ne cevap verdiklerine, ne gibi retoriksel hamleler yaptıklarına bakacaktır (Böyle bir analize örnek olarak sözgelimi bkz: Wetherell ve Potter,1992, 7. Bölüm). 
Bunların hepsiyle, araştırmacının kimliğinin araştırma projesini özellikle de veri toplamada etkilediği iddiasına yol açacak güçlü bir tartışma açılabilir. Ama görüşmeler yoluyla veri toplamak kadar, analist ile katılımcı arasında elde edilebilen yakınlığın ve de anlayışın sınırlarını da kabullenmek önemlidir. Dilin gerçekliği kurduğunu ve araştırmacının keşfetmesi gereken tek bir sosyal gerçek olmadığına dair tartışmaların ana hatlarını vermiştim. Aynı tartışmalar söylem analizi araştırmalarının dili kullananların “doğru” içsel hallerini açığa çıkaramayacağını da öne sürecektir. Genel bir kural olarak bu şu demektir, analiz konuşmayı ya da yazılı belgeyi üreten insanlara değil söyleme mahsus kılınmalıdır. Araştırmacı sözgelimi konuşmacıların ya da yazarların niyetlerini ya da inançlarını ortaya serme veya konuşmacıların farkında olmadıkları tutumlarını ya da inançlarını açığa çıkarma amacında olmamalıdır. Bütün bunlar söylem analistinin öne süreceği en büyük ve de en tehlikeli iddialardır.
Araştırmacının etkisinin ölçüsünü değerlendirmek kaçınılmaz şekilde zordur. Refleksivite araştırmanın yazılmasına kadar uzar (Bkz: Atkinson, 1990 s/6-7). En basit düzeyde bu refleksivite araştırmacının araştırma sürecinde kendi yerini göstermek amacıyla bir açıklık siyaseti gütmesiyle gösterilebilir. Buradaki amaç araştırmacının kendisini araştırma projesi içinde araştırmanın yapıldığı sosyal dünyanın bir parçası olarak konumlandırmasıdır. Pratikte bunun anlamı kendi ifadesini ve kendi açıklamalarını konuyla, katılımcılarla ve veriyle ilişkili şekilde dâhil etmek demektir. Diğer etkiler ve sınırlılıklar benzer şekilde, araştırma projesinin yazılımında bildirilir ve tartışılabilir (Bkz.2.5 Kısım). Kişisel farkındalık araştırmanın yazılmasında, öne sürülen iddiaları gerçeğe dair ifadeler gibi sunmak yerine onları değerlendiren ve de nitelendiren araştırmacıyla birlikte dâhil edilir.
Burada dikkat edilecek son nokta, eğer araştırmacının kimliği bir proje ile ilişkili ise bu kimliğin problem çıkarabileceği durumlar olabileceğidir. Bir başka ifade ile araştırmacı belli bir projeyi idare edecek uygun kişi olmadığını kabul etmek zorunda olabilir. Bu zor ve çekişmeli bir konudur. De la Rey (1997) siyah kadınların beyaz kadın akademisyenlerin inceleme nesnesi olmaktan şikâyet ettikleri bir Güney Afrika Konferansından bahsetmektedir. Hüküm süren siyasi ve sosyal şartlarda, odaklanılan ve de muhtemelen yardım etmeye niyet edilmiş insanlar için sempati ve iyi niyet bu gibi projeleri kabul edilebilir kılmayabilir. Bu bir araştırmacının kimliğinin sadece yürütülecek projenin tarzıyla değil aynı zamanda daha da öncesinde projenin tasarımıyla ve hatta projeyi yürütme kararıyla da ilgili olduğunu göstermektedir.

Etik
Proje üzerine yansıma aynı zamanda araştırma etiğine dikkati de kapsamalıdır. Her araştırmacının etik zorunlulukları vardır ama bu zorunluluklara araştırmacı araştırma sürecindeki kendi varlığını kabul ettiğinde ve keza gerçeği keşfedeceği iddiasını bıraktığında dikkat çekilir. Etik endişeler araştırma projesinde yer alan araştırmacı/analist ile katılımcılar arasındaki güç ilişkisi sebebiyle her zaman anlamlıdır. Bu bölüm boyunca araştırmacının bir araştırma projesine katkıda bulunan diğer insanlar üzerinde hiçbir hakkı olmadığını vurgulamak için ‘denekler’ yerine ‘katılımcılara’ gönderme yapılmaktadır (British Psychological Society’nin önerilerini takip etmektedir).  Bununla birlikte, araştırmacı ile katılımcıyı eşitlemekte abartı olacaktır. Genelde araştırmacının katılımcıdan daha fazla gücü vardır ve bunu suiistimal etmemelidir. Güç, akademisyen olmakla özellikle de varsayılan bir uzman olmakla birleştirilen bir mevkide olmaktan gelir. Bu mevki belli disiplinlerdeki araştırmacılar için özellikle kuvvetlidir; sözgelimi çoğu sıradan insanın bir ‘psikolog’ için taşıdığı, sağlam bir dayanağı da olmayan, büyük saygıyı sömürmemek gerekir (Bu büyük saygının analizin merkezinde olduğu proje için bkz: Mehan, 1996. Wetherell ve ark.2001’de Okuma 25’de yeniden basıldı).  Araştırmacının da gücü vardır çünkü araştırma projesini kuran kişi olarak proje hakkında daha fazla bilgiye sahip olandır. Görüşmeyi kabul eden katılımcılar sözgelimi eğer sözleri daha sonra (makalede) basılacaksa araştırmacı kadar üstlerinde bir baskıyla karşılaşmayacaklardır. Çoğu akademik yayın, alanı dışında yaygın olarak okunmuyorsa da belki birkaçı okunuyor olabilir (gazeteler genelde makalelerini sözgelimi akademik konferanslarda sunulan yeni ‘ilginç’ araştırmalara oturturlar). Tabii, akademik olmayan katılımcıların akademik dünyada çalışan yakınları ve arkadaşları olabilir. Bütün bu sebeplerden dolayı olumsuz sonuçları tahmin etme ve de katılımcıları bunlardan koruyacak adımları atma sorumluluğu araştırmacınındır.
Birçok araştırma projesi bir üniversite etik komitesinin isteklerine ya da British Psychological Society veya British Sociological Association gibi profesyonel derneklerce çıkarılmış etik uygulama kodlarına ya da yönergelere uyacak şekilde tasarlanacaktır. Araştırmacılar genelde katılımcılara zarar ya da acı vermeme yükümlülüğü ile yönlendirilmelidir. Sonuca götüren her yolun mubah olduğu düşünülmemelidir: araştırma projesinin ‘uygunluğu’ etik gereklilikleri gereksiz kılmaz. Birinci adım olarak katılımcılara anonim kalma garantisi verilmeli: gerçek isimler yayınlanmaz, yazıya dökümde katılımcıyı tanımlayabilecek diğer bilgileri de (meslek, tanınmış bir kişi ile ilişki v.b.g) çıkarmak gerekebilir. (Yine de garantisi verilebilecek gizliliğin sözgelimi belli kanuni konularla ilişkisi gibi sınırları olduğuna dikkat ediniz). Katılımcılar, küçük bir topluluktan ya da tarif edici özellikleri araştırmacı için ilginç ama aynı zamanda da diğerleri tarafından hemen tanınabilecek dar bir kişiler kategorisinden alındığında bazı problemler ortaya çıkar. Sıra dışı bir işi olan özellikle de medyanın ilgi odağındakiler (profesyonel sporcular gibi) için durum böyledir. Bu keza aynı zamanda ırk ya da cinsel yönelim sebebiyle belli bir grupta bir meslek grubu içinde azınlıkta olan kişiler için de böyledir (sözgelimi siyah avukatlar, homoseksüel ve lezbiyen polis memurlar gibi). Zor durumlarda eğer katılımcılara gizlilik güvencesi verilemiyorsa teklif edilen araştırma projesi terk edilmelidir.
İkinci önemli etik bir gereklilik de araştırmacının katılımcılardan projeye katılımları ve sağladıkları verinin kullanımına ilişkin bilgilendirilmiş izin alınması şartıdır. Uygulamada izinden haberdar edilişi sağlamak yani, katılımcıların araştırma projesine katılımlarının çıkarımlarını tamamıyla anlamış olmalarını sağlamak zor olabilir. Katılımcıların ne kadar ayrıntı (sözgelimi, teorik arka plan ve de amaç) isteyeceklerinin ve keza araştırmacının bunun (sözgelimi, nihai bulgular ve makale yayını hakkında) ne kadarını sağlayabileceğinin sınırları vardır. Bununla birlikte yine de araştırmacının katılımcıları mümkün olduğunca pratik şekilde bilgilendirme ve de önceden izinlerini alma zorunluluğu vardır. Aynı zamanda şu da belirtilmelidir ki, böyle bir iznin sağlanması araştırmacıyı diğer zorunluluklardan kurtarmaz (pratikte, imzalı izin kâğıtlarının diğerlerinin ulaşabileceği dolayısıyla katılımcıyı tanıyabilecekleri hiçbir yerde sözgelimi bir tezin eklerinde yer almamasına dikkat edilmelidir).
Üçüncü olarak araştırmacı katılımcıların yasal haklarını gözetmelidir. Bu hakların gözetilmesi özellikle katılımcının tıbbi ya da hukuki kayıtlar gibi korunan belgelerle ilişkisi olduğunda ya da katılımcılar meşru azınlıktan olduğunda karmaşık olabilir. Sözgelimi çocuklarla yaşamları hakkında görüşmeyi planlayan bir araştırmacının eğer katılımcıların madde kullanımı, reşit olmayan yaşta cinsel ilişki gibi kanun dışı davranışları ya da ev içi taciz gibi tehlikeli ortamları ortaya serilecekse tam bir gizlilik sağlama sözünü yerine getirmesi şarttır. Çok daha genelinde ses kayıtları gibi verilerin yeniden tekrar kullanımı, verinin sahibi olmak gibi yasal konular olabilir. Araştırmacıların ses kayıtlarını ve daha önceki projelerden toplanan yazı dökümlerini yeniden kullanabilmesini sağlamak amacıyla niteliksel veri bankaları kurulmuş olmakla birlikte, ses kayıtlarının hakları görüşmeciye aittir. Dolayısıyla bir araştırmacının materyali kullanmak için katılımcıdan yasal izin alma zorunluluğu vardır (yasal gereklilikler ve izin formu örneğinin ayrıntılı açıklaması için bkz: Bornat,1994; yine gizlilik ve izin konularının daha ileri tartışmaları için bkz: ten Have,1999).
Bu ve önceki kısım, bir sosyal araştırmacının, söylem analistinin yürüttüğü araştırmayı etkileyebilme tarzlarından bazılarını belirtti. Refleksivite kavramı tanıtıldı ve araştırmacının katılımcılara yönelik etik sorumlulukları ortaya kondu.

2. Söylem Analizi Araştırmasını Yürütmek
Bu bölümün ilk kısmında söylem analizinin kısa bir tarifini önermiş ve bu araştırma formunun bazı (basitleştirilmiş) yaklaşımlarını özetlemiştim. Şimdi kitabın esas meselesi hakkında, söylem analizi araştırması yürütmekle ilgili meseleye devam edeceğim. (Kitapta) İkinci Bölümden Yedinci Bölüme kadar yapılan ayrıntılı sunumların aksine bu bölümün geri kalanı araştırmanın yapılışına; araştırma sorularının hazırlanması, verinin seçilmesi, kaydedilmiş konuşmanın yazıya dökümü, analiz süreci ve araştırmayı yazma üzerine kısımlarıyla genel olarak yol gösterecektir.

2.1. Araştırma sorusu
Araştırma sorusunu hazırlamak terimin de ifade ettiği gibi geniş açıyı daraltmayı ve projenin teorisini araştırmanın cevaplamak üzere tasarlanabileceği bir ya da birkaç soruya indirmeyi kapsar. Araştırmacının araştırma sorusuna araştırma sürecinin başlangıcında karar vermesi mantıklı gözükse de uygulamada araştırmacının sorularını hazırlamadan önce muhtemelen oldukça yoğun bir arka plan okuması ve de kütüphane araştırması yapması gerekecektir (Carabine Yedinci Bölümde bu sürecin çok iyi bir açıklamasını yapmaktadır). Yeni bir araştırmacı araştırma konusunun daha geniş alanında yapılmış başka araştırmalara da bakmalıdır. Bu başlangıçta sıkıcıdır. Görünürde sonsuz sayıda muhtemel araştırmaya rağmen proje için özgün ve heyecan verici bir fikri diğer insanların hâlihazırda kullanmış olduğunu görmek olağandır. Ama bu araştırma teklifinden vazgeçilmesi gerektiği anlamına gelmez. Bir başka araştırmayı tekrarlamak kesinlikle arzu edilen bir şey olmamakla birlikte, görünürdeki bu tekrarlar hemen hemen kesin bir şekilde yeni projede birçok önemli açıdan muhtemelen disipliner alanda dâhil olmak üzere farklı olacaktır. İlave araştırmayla ayırt edici bir araştırma sorusu geliştirilebilir. 
Önceki bir projeye dayanarak yeni bir proje için araştırma soruları hazırlamak da mümkündür sözgelimi aynı meseleyi ya da özellikleri farklı bir bağlamda araştırma amacıyla olabilir. Seale (1999 s/80) tekrarlanabilirlik kuralını kabul etmeyen sosyal araştırmacıların bile önceki bulgular üzerine birikerek inşa edilecek yeni çalışmalar tasarlamaları gerektiğini iddia etmektedir. Tabii ki veri birikmesi gerçeklik iddiasıyla birleştirilen veri birikmesi anlamında değildir (aşağıdaki karşılaştırma tartışmasına bakınız) ama araştırma sorusunu önceki araştırmaya ya onun üzerine ya da ona meydan okuyan şekilde dayandırarak hazırlamanın güçlü dayanakları vardır.
Araştırma sorusu bir soru ya da buna alternatif olarak bir hipotez şeklinde yazılabilir yani, araştırma bulgularıyla desteklenebilir ya da desteklenmeyebilir.  Pozitivist ve postpozitivist gelenekte bu, gerçeklik iddiası ile ilişkilendirilir: araştırmacının amacı dünya hakkındaki bilgiyi kurmak ya da verifiye etmek olacaktır. Hipotezin sınanması, (geçici) gerçeklikleri kurma amacının buna meydan okunarak ya da sınanarak olumsuz şekilde arandığı yanlışlanabilirlik yaklaşımının bir parçasıdır (yanlışlama hakkında bkz: Smith,1998 s/344). Ama bu geleneğin dışındaki araştırmacılar araştırma sorularını hipotez gibi ama hipotezle ilişkili nihai iddialarını çok daha geçici olacak şekilde genellikle de daha kısıtlı ve bağlama özgü kalacak farklılıkta hazırlayabilirler.  
Eğer araştırma sorusu bir karşılaştırmaya dayanarak hazırlanmışsa ilave önlemlerin alınması gerektiğine dikkat etmeye değer. Bir problem hakkında başlangıçtaki düşünce, araştırmacıyı genellikle bulguları farklı ortamlardan ya da katılımcılardan karşılaştıran bir soru hazırlamaya götürecektir. Bir başka muhtemel karşılaştırma şimdiyi geçmişle karşılaştırma genellikle değişmeyi göstermek için yapılır. Ama karşılaştırmalı bir araştırma tasarımı uygulamada ve teoride özel problemler doğurur. Uygulamada projenin boyutunu özellikle eğer araştırmacı tek başına çalışıyorsa araştırmayı imkânsız kılabilecek ölçüde ikiye katlayabilir. Zaman içindeki karşılaştırmalarda ise genelde ‘şimdiki’ ya da ‘yeni’ ortamla karşılaştırılacak uygun ‘geçmiş’ veri yoktur (Carabine 7. Bölümde bu meseleyi tartışmaktadır). 
İlaveten, karşılaştırmalı tasarımlar aynısının aynısı ile karşılaştırılıp karşılaştırılmadığı problemi doğurur. Araştırmacı projesinin tasarımına çeşitli çatışan önermeleri ve gelenekleri çekiyor olabilir. Birincisi pozitivist araştırmanın, araştırmacıların önemini ölçmek üzere sadece tek bir özellik üzerinden farklılaşan iki ortamı karşılaştırdıkları deneysel geleneği vardır. Ama bu gelenekte bile böylesi asgari farka ancak son derece kontrollü ve yapay ortamlarda ulaşılabileceği farz edilir. İkincisi ve bununla ilişkili olarak farkın araştırmacıda değil inceleme altındaki fenomene ait olduğu varsayımı vardır: bu varsayım, anlamlı dünyaya engelsiz ulaşan nötr araştırmacı kavramına bir dönüştür. Bu varsayımı reddeden bir araştırmacı farklı türden verileri ya da farklı ortamlardan verileri karşılaştırmasının akla dayalı bir meşruluğunu sağlamalıdır (Bazı söylem analistlerinin iki farklı görüşme arasında karşılaştırma yapmanın mümkün olup olmadığına bile karşı geldiklerine dikkat ediniz!).
Karşılaştırmalı bir proje planlayan söylem analizi araştırmacısı bu sebeple projesinin tasarımını dil, anlam, bağlam ve açıklama arasında varsayılan bağlantılarla ilişkilendirmelidir. Projenin ilk başlarında teorik karmaşadan kaçınmak zor olur bu sebeple araştırmacı araştırma sorusunun(ya da sorularının) nihai halini çok çabuk belirlememelidir. Amaç, proje tasarımı geliştikçe araştırma sorusunu(sorularını) saflaştırmak, yeniden başka kelimelere dökmek olmalıdır. Bu muhtemelen daha belirgin hale gelmeyi, terimleri araştırmaya teorik arka plandan dâhil etmeyi ve projede verilere belli bir biçimde bakmayı kapsayacaktır. Bazı durumlarda, veriler toplanana kadar sorunun nihai halinin kararlaştırılmaması da mümkündür.
Araştırma sorusunun nihai ifadesinin çok açık olması gerekir ve muhtemelen ancak kademeli şekilde ortaya çıkacaktır. Araştırmacı muhtemelen daha genel bir merakla sözgelimi konu alanına göre (ırk ya da cinsel roller gibi) ve analiz edilecek materyalle (belli belgelerden ya da görüşmedeki katılımcılarla) başlayacaktır. Bu merak(lar) kendi başına araştırma sorusu değildir, düzeltilerek saflaştırılması gerekecektir. Silverman (1993) bütün dünyada tartışılan sözgelimi evsizler gibi bir problemle araştırılabilir bir konu arasında çok kullanışlı bir ayırım yapar. Birçok yeni araştırmacının imkânsızlık derecesinde büyük ve geniş ölçekli sorulara cevap bulma ya da araştırma problemlerine teşebbüs etme hatasına düştüklerine işaret eder. Bu tabii ki düşünmeye başlamanın en kötü noktasıdır: hata bu noktada araştırmacı durdurulmalı bunun yerine araştırma sorusunun nihai hali kurulmadan önce ihtimaliyetleri ve de karmaşıklıkları keşfetmeye devam etmelidir.

2.2 Söylem Analizi Verisi
Bazı müstakbel analistler özellikle de öğrenciler, söylem analizi ile ilgilenmeye başlamış olabilirler, muhtemelen de doğrudan bu kısmından başladılar çünkü belki de ellerinde ilginç bir araştırmaya temel sağlayacağını umdukları hâlihazırda belgeler ya da kaydedilmiş görüşmeler, bir materyaller bütünü var. Bu genel bir haldir ve başarılı bir projeye yol gösterebilir. Ama veriyi kesin olarak neyin oluşturduğunu göz önünde bulundurmak ve herhangi bir odaklanışı ya da önkavramlaştırması olmaksızın çalışan özenli bir araştırmacının tıpkı maden cürufundan altını çekip çıkartabileceği gibi açığa çıkartacakları olduğu varsayımıyla yaklaşmamak önemlidir. Söylem analizi nötr değildir, proseslemenin teknik bir biçimidir ama her zaman teorik bir arka planlamayı ve karar vermeyi kapsar (Bkz: Potter,1996 s/130).
Yukarıdaki bu paragraf elinde hâlihazırda veriden ziyade bir materyal bütünü olan namzet araştırmacıya atıfta bulunmaktadır. Söylem analizi için verinin hâlihazırda var olduğunu ve de yeni verilerin sürekli üretildiğini düşünmesi kolaydır. Akademik dünyanın dışında, gazeteler basılmakta ve okunup atılmakta, bürokrasi resmi yazışmalar üretmekte, insanlar milyonlarca bağlamda konuşmaktadır. Tabii ki zannedilir ki bütün yapılması gereken bu verileri toplamak ve analize başlamaktır! Ama materyal ancak seçme işi de dâhil belli düşünülmüş süreçlerden geçerek veri halini alır. Veriyi veri kılan araştırmacının söylem hakkındaki ve keza araştırmanın geniş başlık konusu hakkındaki teorik varsayımlarına bağlıdır.
Materyali veri haline getiren süreçlerden birinin seçme işi olduğunu söylemiştim. Bir örneklem seçmenin çeşitli farklı kriterleri vardır. Çoğu niceliksel araştırma, özellikle de anketler, bir populasyonu bütün olarak temsil edecek kadar geniş (yani ilgi konusu edilebilecek bütün özellikleri kapsayan) ve aynı zamanda özelliklerin ya da fenomenin düzeni ve sıklığı hakkında varsayımlara oturan genelleştirmelere izin veren bir örneklem kullanır. Bu, büyük miktarlarda (nicelikler!) verinin analiz edilebileceği ve özetlenebileceği niceliksel işe has kullanışlılığının bir parçasıdır. 3.Bölüm bilgisayar kullanan niceliksel söylem analizinin bazı örneklerini vermektedir.
Bunun tersine niteliksel veri analizi, niceliksel söylem verisi de dâhil olmak üzere göreceli şekilde yetersiz kalan yoğun bir emektir.  Veriyi analiz etmek ya da ifade etmek için az ve öz bir hale sokmak genelde zordur. Bu sebeple araştırmacılar muhtemelen daha küçük bir örneklem kullanır. Araştırma yine de mümkün olduğunca geniş ve kapsayıcı şekilde tasarlanabilir. Katılımcılar bir görüşme çalışmasında cinsel rol gibi ana populasyon kategorilerine göre dengelenmiş bir örneklem sağlayacak şekilde seçilebilir. Öte yandan bu katılımcılar belirli kısıtlı bir kategoriye ait oldukları için de seçilebilir. Sözgelimi Wetherell ve Potter (1992) aynı sınıf ve etnik kökeni paylaşan katılımcılar aramışlardı. Irksal bir kategori olarak beyazlık üzerine bir çalışma için Frankenberg (1993) beyaz ve kadın katılımcılar seçmişti. Bunlar ‘örnek perspektifini’ temsil etmesi için seçilen bir örneklemin örnekleri olarak görülebilir (ten Have, 1999 s/50). Seçim bir populasyonu bütün olarak temsil etmesi için yapılmaz, populasyon içindeki belli bir kategori için yapılır: amaç bu sebeple ‘istisnai’ olan değil ‘tipik’ olan katılımcılar bulmaktır. 
Benzer bir tartışma belge seçimi için yapılabilir, her iki durumda da bu seçimin örnek seçme olduğu iddiası istatistiğe dayandırılarak desteklenebilir. Alternatif olarak analist bu belgeleri geneli temsil edici oldukları için değil çok özel oldukları için seçebilir ve bunları sözgelimi güçlü ya da iyi bilinen kişilerle ilişkili olduğu için analize değer olduklarını iddia edebilir. Sözgelimi Edwards ve Potter (1992; 3.Bölüm). gazete makalelerini ve daha sonra maliye bakanı Nigel Lawson’la ilgili Hansard’dan (Britanya Parlementosu tutanakları) alıntıları analiz ettiler; Stubbs (1996) Kız/erkek izcilerin kurucusu Baden-Powell’ın yazılarını analiz etti; Jaworski ve Galasinski (1998) eski Polonya Başkanı Lech Walesa’nın konuşmasını analiz etti. Bu örneklerde materyal bağlamının ya da kaynağının yaygın sosyal uygulamalarla bağlantılı olduğunu işaret eden ya da belirten tartışmalar vardır. Bu tartışmalar değerlendirme kriteri olarak uygunluğun tartışılmasına benzemektedir. 
Seçme için kısmen farklı bir temel de, dil kullanımının aynı kültürün üyelerince paylaşılan bilgiyi ya da mahareti yansıttığını varsayan analizlerde meşrulaştırılabilir (‘Kültür’ burada oldukça kabaca tarif edilebilir: belirgin bir milli kültür ya da düzenli şekilde sınırlandırılmış gruplaşma anlamına gelmesi gerekmez). Sözgelimi, konuşma analistleri (Bkz. 2.Bölüm) konuşmacıların konuşma etkileşiminde belirli kurallara dair sözsüz genel bir bilgiye tutunduklarını ve bu bilgiden ayrılışları, bir konuşma ediminde karşıdan beklenen cevap alınmadığı durumlardaki gibi fark edebildiklerini varsayarlar. Söylemsel psikologlar (bkz: 4. ve 5.Bölümler) paylaşılan bilginin, sözgelimi zihin ve beden arasındaki bağlantıya dair (4.Bölüm) ya da ‘iyi’ bir çift ilişkisini neyin kurduğuna dair (5.Bölüm) alternatif anlamaları ve inşaları kapsadığını varsayarlar. Bunu takiben bir analist göreceli küçük bir veri örneğini, bu örnekte ortaya çıkan kalıpların o kültürün diğer üyeleri tarafından paylaşılan bilgiyi ifade ettiğini savunarak seçebilir.
Seçme aynı zamanda materyal özelliklerinin analizle ilgili oluşuna ve de dolayısıyla veriyle ilgili oluşuna kadar yayılır. Sözgelimi dil üzerine odaklanan ve dilin gevşek bir sistem olduğunu varsayan (1.1 kısımda anlatılan söylem analizindeki ilk yaklaşım gibi) bir çalışma dilin öğelerindeki kalıpları sözgelimi dizinleme gibi bilgisayarlaştırılmış arama tekniği kullanarak araştırabilir (örnek olarak bkz: 3.Bölümde şekil 2). Linguistik ve sosyolinguistiği takiben 3. ve 6. Bölümler bu gibi özellikleri seçmişlerdir (Bir başka örnek 4.Bölümde cinsellik araştırmasının bir parçası olarak dilin analiz edildiği bir çalışma Stubbs 1996). Analist belgelerdeki kelimelerden başka özelliklerle de sözgelimi belgenin genel görünümü ve tasarımı ile de ilgilenebilir. Yine, 6.Bölüm bu özellikleri göz önünde bulunduran bir analiz örneğini vermektedir (Tasarım, keza Stenson ve Watt’ın 1999 yerel hükümet belgelerinin analizinde ve Kress’in 1994 gazete sayfası analizinde incelenen özelliktir). Bu gibi hallerde veri, metnin yazı işleminden geçmiş kopyasından ziyade özgün ya da fotokopi edilmiş belgelerden oluşur.
Veriyi tarifte söylem analisti verinin kendisi ile bağlamını ya da arka plandaki bilgiyi mutlaka ayırt etmelidir. Etnograflar gibi bazı sosyal araştırmacılar (genel tanıtım için bkz. Hammersly ve Atkinson, 1995) böyle bir ayırım yapmazlar: araştırmacının gözlediği her şeyin verinin parçasını biçimlendirdiği söylenebilecek bir toplam analiz biçimine girişirler. Söylem analizleri, daha büyük etnografik çalışmanın bir parçası gibi yürütülebilir (sözgelimi du Gay, 1996; Back 1996) Bir başka seçenek olarak bazı söylem analistleri analizlerini bilgilendirmeleri için ayrıntılı bir arka plan bilgisi toplar (bkz: Mehan,1996 yeniden basım Wetherell ve ark. 2001 Okuma 25). Arka plan bilgisi aynı zamanda veriyi tarif etmeye yarayabilir. Sözgelimi, eğer analistin amacı belli bir tür resmi belge (bkz: devlet konuşmalarını ve metinlerini analiz eden 6. ve 7. Bölümlere, aynı zamanda Jagger, 1997) içindeki söylemleri tanımlamaksa bu belgeler araştırmacının kurması gerekecek olan statülerini ancak idari sistem içinde kullanımlarının bir sonucu olarak kazanacaklardır 
Bazı analistler veriyi kuranın konuşma olduğunu başka bilgiye de ihtiyaç olmadığını düşünürler. Söylemle etkileşim olarak incelenen bir araştırmacı için sözgelimi konuşma analisti için (bkz:2.Bölüm) odak noktası etkileşim içinde ne olduğudur. Sözgelimi, biri kadın diğeri erkek konuşmacının bilgisini veriye dâhil etmenin, konuyla ilgili olmadığı zaman da bile, cinsel rollerin etkileşimle ilgili olduğu iddiasına geldiği tartışılabilir. Bu gerçekten sözgelimi danışman ile danışan arasındaki bir etkileşim ya da doktorla hastası arasındaki etkileşimde sağlanması gereken arka plan bir bilgi midir? (bkz:aşağıya ve yazı dökümünde 2.1. kısım) Benzer şekilde, yaş grupları, ırk, meslek, sınıf gibi başka kategori üyeliklerinin ilişkisi lehine aleyhine tartışmalar olabilir. Keza bağlam ve/veya etkileşimin fiziksel yerinin veri toplamayla ve analizle ilişkili olduğu çünkü uygun olan konuşma türü için belli beklentiler kurduğu da tartışılabilir (Bkz: Shakespeare, 1998 s/43-59). Verinin parçası kılan şey nihayetinde projenin özelliğine ve bunu destekleyen teoriye bağlı olacaktır. 
Materyalin veri haline getirildiği bir başka süreç de yazı dökümü ile gerçekleşir. Bu ayrıntılı olarak gelecek kısımda tartışılacaktır (aynı zamanda bkz:2.Bölüm) ama bazı genel noktalara burada değinilebilir. Birincisi, ses kaydı alınmış konuşmaları çalışan çoğu (ama hepsi değil) söylem analisti konuşmanın kendisini, başka bir seçim süreci yazıya dökme olmaksızın veri olarak kabul etmeyecektir. Dahası bu temel materyal yine analizin odak noktasına bağlı olarak farklı türden veri sağlayabilir. Sözgelimi bazı sosyal psikologlar konuşma içinde, ‘açıklayıcı repertuarlar’ olarak tarif edilen, tekrarlayan kelime kullanımlarını benzetmeleri ve fikir kalıplarını araştırmışlardır (Bkz:5.Bölüm). Tam bir tarife burada gerek yoktur (bkz: Potter ve Wetherell, 1987; Wetherell,1998) ama bu yaklaşım 1.1 Kısımda açıklanan üçüncü tip söylem analizi yaklaşımına çok benzerdir. Repertuarlarla ilgilenen bir araştırmacı için veriler genellikle farklı konuşmacılardan gelen görüşme materyalleridir. Araştırmacı muhtemelen peşpeşe konuşmacıların söyledikleri sözlerin kayıtlarını biraz ayrıntılı yazı dökümü ile çalışır (Bkz: Gill,1993; Marshall ve Wetherell,1989).
Bunun tersine, konuşma ile etkileşim olarak ilgilenen bir konuşma analisti için ( 2.Bölümde Wooffitt gibi) veri, sadece yazılı dilde ortak olan konuşma özelliklerini (temel olarak kelimeleri) kapsamaz yanı sıra konuşma etkileşiminin farklı konuşmacıların susuşları, söz kesmeleri de dâhil, sözcüklerin sıra alış düzeni gibi başka yönlerini de kapsar. Bu nedenle eğer araştırmacı yazı dökümlerinden çalışıyorsa bu yazı dökümlerinin çok daha ayrıntılı olması gerekecektir. Araştırmacı muhtemelen az sayıda veri kullanacak ve her etkileşimi ayrı ayrı analiz edecektir. Analiz, araştırma görüşmelerinden toplanmak yerine ‘doğal şekilde ortaya çıkan’ konuşmaları gerektirecektir.
Dilin tarifinin, genellikle de konuşmanın, ‘doğal olarak ortaya çıkmasının’ çeşitli muhtemel anlamları vardır (bkz:4.Bölüm). En idealleştirilmiş biçimiyle, gözlenmediği ya da kaydedilmediği halde ortaya çıkan ve gözlemci ya da/ve kayıt cihazlarının varlığından etkilenmemiş, resmi olmayan konuşmalara dayanır. Ama bu türden materyali elde etmede gerekli olan gizli kayıtlarla ilgili hem teknik hem de etik meseleler vardır (etik ve izin hakkında bkz: 1.5). En tatmin edici yaklaşım büyük bir ihtimalle araştırmacının kaydetme izninin olduğu ve katılımcıların cihazın varlığına sanki ses kayıt cihazı işlemiyormuşçasına alıştıkları sırada elde edilen materyaldir (sözgelimi Goodwin,1990). Araştırmacının tabii ki bu sırada katılımcılara karşı materyalin bir kısmını kullanılamaz kılabilecek bazı etik sorumlulukları vardır.
Bu yaklaşıma göre doğal şekilde ortaya çıkan konuşma resmi olmayan konuşmadır ve belli bir amaçla toplantı yerinin bildirildiği ortamlar dışındaki bağlamlarda ortaya çıkar. Konuşmanın ayrıca doğal olarak daha yapılandırılmış ortamlarda sözgelimi mahkeme salonlarında (Drew, 4.Bölümde alıntılanmış), tıbbi danışmanlıklarda (Coupland ve Coupland, 1998), servis hizmeti veren telefon konuşmalarında (Sacks, 2. Bölümde alıntılanmış) ve hatta danışmanlıktaki oturumlarda (Silverman, 2000; Edwards, 1997 s/154) ortaya çıktığı da öne sürülebilir. Buradaki doğallık konuşmacıların gevşemiş olup olmadıkları ya da çekingen olup olmamaları değildir buradaki doğallık konuşmanın gözlemcinin/ses kayıt cihazının varlığından etkilenmemiş olmasıdır (Yine aynı etik konular uygulanacaktır). Daha yapılandırılmış ortamlardan gelen konuşmaları kullanan araştırmacının bir üstünlüğü, konuşmanın bir şekilde ‘ne hakkında’ olduğunun, daha açık olabilmesidir. Bununla birlikte bu nokta mesele arz eder: Tıbbi danışmanlığın tartışılan tıbbi mesele ‘hakkında’ ya da hatta hasta/doktor ilişkileri ‘hakkında’ olması şart değildir. Ama eğer araştırmacı etkileşimle ilgileniyorsa (söylem analizine ikinci yaklaşımdaki gibi) bu ortamlardaki konuşmalar belirli bir tür etkileşim örneği olarak alınabilir ve sözgelimi ortak özellikler ve kalıpları göstermek üzere analiz edilebilir (Coupland ve Coupland, 1998). 
Bu çeşitli türden doğal varsayılan konuşma, araştırmacının/görüşmecinin bir şey ‘hakkında’ konuşmayı başlatmaya çalıştığı genellikle önceden hazırlanmış soru listeleri ya da tartışma konularıyla çalışan, özellikle görüşmenin araştırmacının amacı için yürütüldüğü çok alışıldık araştırma görüşmeleriyle genellikle zıtlaşır. Etkileşimle ilgilenen söylem analisti araştırma görüşmelerinin bu kullanımına iki zeminden meydan okuyabilir. Birincisi görüşme doğal değildir çünkü etkileşimi kontrol eden ve konuşmayı etkileyen görüşmecidir. İkincisi araştırmacı hatalı bir şekilde konuşmanın görüşme konusu hakkında olduğunu konuşmaya kendi açıklamalarını yükleyerek varsayar (Bkz: 1.3 Kısımda emik/etik tartışması). Bazı araştırmacılar birebir görüşmeler yerine genellikle küçük gruplarda tartışmalar kurarak bu problemlerin birincisinden kaçınmaya çalışır (bkz: Edley ve Wetherell, 1997; Augoustinos ve ark., 1999). Ne yazık ki bu da ‘hakkında’-oluşla ilgili yeni problemler doğurabilmektedir: belki de artık şimdi etkileşim tartışmanın konusundan çok grup ilişkileri hakkında olmaktadır. Özellikle eğer araştırma konusu hassas bir konuysa gizlilik ve katılımcılara saygı ile alakalı yeni etik problemler de doğurabilmektedir. Araştırmacın katılımcılara saygılı olma ve sıkıntıya yol açmama mecburiyeti vardır ama katılımcı grup içinde bir diğer katılımcıya karşı böyle bir mecburiyet hissetmeyebilir ve karşısındakinin duygularına kayıtsız kalabilir.
Bu tartışmanın da gösterdiği üzere söylem verisi adamakıllı çeşitlenmektedir. Her proje için araştırmacı örtük şekilde önceki çalışmaya referans göstererek yapılsa dahi kullanılmakta olan veri için meşrulaştırmasını yapmak zorundadır. Söylem verisine dair bu kısmı bitirirken yayınlanmış örneklerden bazı kısa açıklamalar vereceğim. Birincisinde milliyetçilik çalışmasının bir parçası olarak Billig (1995) tek bir güne ait belli başlı Britanya gazetelerini analiz eder. Veri, haber hikâyelerinin içeriği, düzeni, veriliş biçimi (sözgelimi hangi sayfada gözüktüğü) ve keza kullanılan dili kapsamaktadır. Aynı zamanda dilin bazı öğesel unsurları düzeyinde sözgelimi ‘biz’ ve ‘bizim’ gibi kelimelerin deistic kullanımının analizi de vardır. ( kabaca ‘deistic’, bir başka kelimeye dayanmadıkça anlamı olmayan bir kelimedir-gösterge-: bkz. Billig, 1995 s/106). Bu projede verinin doğası hem milliyetçiliğin hem de söylemin teorikleştirme tarzlarından çıkmaktadır. Araştırmacının görevi kısmen çalışmanın geniş başlığı ya da çalışmanın argümanı ile veri olarak neyin kullanıldığı arasında bir bağlantı yani milliyetçilik ile gazetelerin belli özellikleri arasında bir bağlantı kurmaktır. Burada işaret edilmesi gereken bu bağlantının, dile şeffaf ya da yansıtıcı gibi dolayısıyla da fenomenin ‘doğru’ açıklamaları olarak bakarak yaratılmadığıdır. Bu durumda, gazetelerin yaptıkları ‘milliyetçilik’ referanslarının tümünü tarayan bir analiz biçimi (materyali kodlama ve ileri analizler için parçalar seçmede kullanışlı bir ilk basamak olabilirse de) yeterli olmazdı (Bkz: 2.4 kısım ve de Potter ve Wetherell,1987 s/167). 
İkinci yayın örneğinde Gill (1993) yayıncılıkta özellikle de radyoda kadınlar için eşit fırsatlar çalışmasında görüşme yazı dökümlerini inceler. Görüşmeler özellikle (yukarıda tartışılan doğal olarak ortaya çıkan dilin tersine) bu çalışma için yürütülmüş ve araştırmacı görüşmeler için kadınları değil erkekleri seçmiştir. Bu seçimin meşrulaştırması belli bir işe alma görüşünden ve işe kadının alınıp alınmamasını etkileyen faktörlerden türetilmiştir. Üçüncü çalışmada Helleiner (1998) görüşmelerden ziyade belgeleri incelemiştir. Burada kullanılan veriler seyahat edenler ve seyahat edenlerin çocukları hakkındaki resmi raporlar ve meclis konuşmalarıdır. Bu çalışmada araştırmacının görevi yine veriyle ilgi konusu arasında bağlantı kurmaktır. Her iki çalışmada da yapılan tartışmalar ustacadır. Genel konu, söylem tarifi ve analiz edilecek veri arasındaki ilişkinin teorileştirilmesi kolay zannedilmemelidir, her çalışma için bu ilişkinin kurulması şarttır.
Veri ve veri toplama etrafındaki konulara dair özellikle de görüşmelerle ilişkilerine dair bu özet bilhassa yeni bir araştırmacıya sinir bozucu gelebilir çünkü iyi bir çözüm vermeden birçok mesele doğurmaktadır. Hiçbir araştırmanın mükemmel olmadığını her zaman hatırlamak önemlidir dolayısıyla her araştırma kendini tutarlı bir şekilde meşrulaştırmalı ve yapılabilecek eleştirileri (muhtemelen kısaca!) onaylamalıdır. Bu özellikle veri seçimi için geçerlidir. Her zaman eleştiriye açık olacaktır, çok farklı önermelerden çalışan araştırmacılar bir diğerinin çalışmasını ve bulgularını eninde sonunda kabul edilemez bulabilmektedir. Bir araştırma geleneğinde kutsanan bir proje bir başka akademik disiplinde ya da teorik alanda çalışan akademisyenlerce reddedilebilmektedir. 

2.3. Yazıya Döküm
Konuşmayı kapsayan araştırmada veriyi toplamanın ve seçmenin önemli bir cephesi yazıya dökümdür. Bu, belki de tuhaf bir şekilde konuşmayı bir belgeye yazıya döndürme sürecidir. Yazıya döküm zaman alıcı bir süreçtir (bir saatlik ses kaydı materyalini yazıya dökümünün ne kadar süreceği, ses kaydının en basit yazı dökümü için dört saatten görüntü kaydının ayrıntılı yazıya dökümü için yirmi dört saatten daha fazla süreceği tahmin edilir). Bunu öğrenmenin en iyi yolu belki de yapmaya çalışmaktır (Bkz: 2.Bölüm). Ama aşağıdaki faaliyet yazı dökümü etrafında dolanan birçok konudan bazılarını göstermek amaçlıdır.

_______________________________________________________________________

1.Faaliyet
Aşağıdakiler yayınlanmış beş söylem analizi projesinden yazı dökümü örnekleridir. Göz gezdirip, her yazı dökümü için aşağıdaki soruları cevaplamaya çalışın. A kısmındaki sorular yazı dökümünün daha pratik süreciyle ilgilidir; B kısmındakiler temelindeki daha teorik yaklaşımla ilgilidir. 1’den 4’e kadar olan sorularının tartışmalarını, 5’ten 6’ya kadar olan sorulara geçmeden önce okumak isteyebilirsiniz.

A. Kısmı
1. Kaç konuşmacı var?
2. Yazı dökümü standart yazılmış metinden ne kadar farklı?
3. Konuşulan sözlere ilaveten yazı dökümüne dâhil edilen ayrıntılar nedir?
4. Yazı dökümünü anlamak için fazladan hangi bilgiye ihtiyacınız var?

B Kısmı
5. Yazı dökümü nötr bir konuşma kaydına göre hangi açılardan bir inşadır?
6. Yazı dökümü kullanılmakta olan söylem analizi biçimi hakkında ne göstermektedir?


1.Alıntı
705: nie zauważylem że hydra komunistyczna odrasta że pajęczyny
706: tworzy że wlazlo mi calą gospodarkę i t oto musi powodować
707: niezadowolenie.

705: ‘Bu komünist belasının yeniden büyüyerek ağlarını ördüğünü, 
706: tüm ekonomiyi tuttuğunu fark etmemiştim
707: huzursuzluğa sebep olacak’

235: dizisaj przymus wymaga przeciwstawić się (..) komunie która glowę
236: podnosi

235: ‘bugün baş kaldıran halklara 
236: engel olma mecburiyeti var’

Jaworski ve Galinski, 1998, ‘Tha last Romantic hero: Lech Walesa’s image-building in TV presidential debates’, Text, vol.18, s:524-44 

2.Alıntı
Tony: Düştükten sonra toparlanmışsın n’olcak?
bunun kadar (     ) [yani ber]:bat
Marsha:   [O n u n arkadaşı]
Marsha: Ya ar[kadaşı Stee-  ]
Tony:         [bu beni gerçekten]del:i ediyor
Marsha: ∙hıı Ay iğ[renç  ass ]lınd:a
Tony:               [Z a v a l l ı J o e y]
Marsha:    Çocuklarım:a dedim kim yaptı bunu: en dibte      Uyuşturucu Koalisyonu bu EM:RİNİ baş:tan aşağı.hı ∙hıhhhhhhı ((1.0)) YAYMAK  istiyor .hıhı
(0.2)
Tony: Yaa
Marsha: ∙hıı Ama a-ar:kıı arkadaşı Steve e Brian e arabayla  gidecek. Hemen sonra:: (0.2) okuldan sonra. Sonra on:larla birlikte buraya arabayla gelecek

Scheglof, 1997,‘Whose Text, whose context?’, Discourse and Society vol.8, s:165-87


3. Alıntı
Shell: Ben oldukça, kesinlikle biraz Mãoritanga taraftarıyım. Bu Yeni Zelanda’lı bir şey, sanırım çok muhafazakarım (evet) ve aynı şekilde de bir türün ortadan kalktığını görmekten hoşlanmıyorum bir kültürün bir dilin (evet) ve herşeyin solup gittiğini görmekten (evet) hoşlanmıyorum.
Williamson: Sanırım kültürlerine tutunmaları önemli (yaah)çünkü eğer düşünecek olursam, bu Pãkehã’lı Yeni Zelandalının bir kültürü yok(ya). Ben, bildiğim kadarıyla, rugby, yarış ve bira değilse ki bu onun için çok bile! (evet) bir kültürü yok (ya) Ama Maorilerin kesinlikle birşeyleri var, yani, yaptıkları (ya)kesin birşeyleri var. Hayır. Kültürlerine asıldıklarını söylüyorum.

Wetherell ve Potter, 1992, Mapping the Language of Racism
4. Alıntı
1 D: Ama bütün bunlara rağmen, çoğu insanda
2 bu hastalık geri geldi
3 (0.8)
4 D: hatta en baştan.
5 P: Evet
6 D: Ve: (0.4)eğer geri gelirse 
7 bir süre için kontrol edebilecek başka ilaçları deneyebiliriz
8 P: hıııı hh
9 D: ama genelde bütün deneyebileceğin ve de yapabileceğin
10 semptomları kontrol etmek
11 P: Evet hııı
12 D: Iıı uzun zamandan beri ilk defa umut ederim ki uzun bir süre daha uzun 
13 (0.5)bir süre hayatta kalmak için (0.5) şansımız çok iyi
14 P: hııı
15 D: ama bu olasılıklar genelde karşı ki
16 P: Evet hı (0.4)
17 D: Ama bu türden hastalıklar için birşeyler yapmazsak
18 sizi birkaç ay içinde götürür
19 P: Evet

Seale ve Silverman, 1997, ‘niteliksel araştırmada titizliğin sağlanması’European Journal of Health, vol.7, s: 379-84
5. Alıntı
(muayenenin bitimine yakın)
1 Doktor ama e (.) sanırım herşey TAMAM,
düzelecekler
Hasta evet
Doktor TAMAM?
5 Hasta yani daha ne bekliyorsam (.) Çıldırmış olmalıyım!
Doktor (eğlenerek, güven verici şekilde) deli olduğunu zannetmiyorum
Kızı kıkırdıyor
Hasta (gülüyor)huysuz yaşlının tekiyim=
Kızı =seksen yaşında 30’luk bir beyin
10 [(gülüyor)
Doktor [doğru (.)sinir bozucu değil mi?
Hasta (morali bozulmuş) ben [devam edemiyorum  
[Ama o söylediğinden daha iyi    
Doktor Çok daha iyi       
15 Kızı Evet
Doktor TAMAM
Hasta evet (içtenlikle)çok çok [teşekkürler
Doktor [tamam (2.0) kendinize iyi bakın                              

Coupland ve Coupland, 1998,’Reshaping lives,constitutive identity work in geriatric medical consultations, Text vol.18 s:159-89.


1–4. Soruların tartışması

1. Kaç konuşmacı var?
Yazı dökümlerinin çoğunda konuşmacı tıpkı tiyatro metinlerinde olduğu gibi sol tarafta gösterilir. Dolayısıyla 2.Alıntıda iki konuşmacı (Tony ve Marsha), 2 konuşmacı 4.Alıntıda (D ve P) ve 5.Alıntıda 3 konuşmacı vardır (Doktor, Hasta ve Kızı). 3.Alıntıda başka bir düzen kullanılmaktadır: farklı bir şahsın kısa yorumları, muhtemelen görüşmecinin yorumları, esas konuşmacının konuşma bütünü içinde parantezlerde yazılmıştır. 1.Alıntıda muhtemelen en azından bir kişi olmakla birlikte, ne bir görüşmeci ne de başka biri vardır (makalenin başlığı bu konuşmanın bir televizyon tartışması olduğuna işaret etmektedir). Belki buraya yazı dökümü yapılan kısmı boyunca hiç kimse konuşmamıştır. 
Başka yazı dökümlerinde konuşma boyunca başka insanlar da olmuş olabilir (sözgelimi 5.Alıntıda muayene odasında araştırmacı vardı). Bu durum başka insanların var oluşlarının ilgili olup olmadığı meselesini doğurmaktadır: bu kişiler etkileşimin sadece bir parçası mı sayılacak ve eğer konuşurlarsa araştırmada katılımcı mı sayılacaklar?

2. Yazı dökümü standart yazılı metinden ne kadar farklıdır?
Bu örneklerde 1.Alıntı ve onu takip eden 3.Alıntı, standart yazılı metne en yakın olanlardır. Yazı dökümü bir şekilde ‘yazılmış’ konuşma da olsa, virgül, nokta gibi noktalama işaretleriyle standart cümlelerin kullanılması gerekmez, çünkü çoğu zaman böyle cümlelerle konuşmayız (Yine de nokta, iki nokta üstüste gibi standart noktalama öğelerinin yazı dökümünde, aşağıda 3.soruya cevapta tartıştığımız üzere konuşmanın başka özelliklerine işaret ettiğine dikkat ediniz). 1.Alıntının bu bilindik kuralları kullanmasının sebebi muhtemelen konuşmanın tercüme edilmiş olması ve burada bile cümlelerin köşeli parantez ve mizanpajla az biraz değiştirilmiş olmasıdır. 3.Alıntı konuşmayı cümleler halinde düzenlemektedir ama sıradan hazırlıksız konuşmanın bazı tipik düzensizliklerini (sözgelimi ‘Ben oldukça, kesinlikle’ ve ‘bildiğim kadarıyla’) dâhil etmektedir.
5.Alıntının belli tür bir yazıdan, bir dram senaryosundan bazı adetleri kullandığına dikkat edin. Parantezler içindeki notlar bağlam hakkında (‘muayenenin bitimine yakın’), çıkartılan sesler hakkında (‘gülüyor’ ve parantez dışında ‘kıkırdıyor’), keza konuşmacının duyguları ve konuşma tarzı hakkında bilgi vermektedir (‘eğlenerek, güven verici şekilde, ‘içtenlikle’), bu bilgi bir senaryoda yönetmene ve aktörlere talimat olarak dâhil edilirken burada açıklama olarak dâhil edilmiştir (Bkz: aşağıda 5.sorunun tartışması).
Siz de farkındasınız ki, yazı dökümünü özellikle de kendi konuşmanızın yazı dökümünü ilk defa okumak tamamen konuşma dili ile yazılı dil arasındaki farktan dolayı çok endişelendirici olabilir. Eğer kontrol etmeleri için yazı dökümleri katılımcılara geri verilecek ise bu durumun kendileriyle konuşulması gerekebilir (Bkz:8.Bölüm): yazı dökümünün kendileri hakkında tutarsız ya da düşük eğitimli gibi zavallı izlenimi verdiğini düşünebilirler!

3. Konuşulan sözlere ilaveten yazı dökümüne dâhil edilen ayrıntılar nedir?
En belirgin ilave ayrıntıları konuşmayı farklı dillerde, özgün dilinden (Lehçe) satır satır tercüme edilmiş kelimelerle iki defa sunan 1.Alıntı kapsamaktadır. 
2. , 4. ve 5. Alıntılar kelimelerin kayıtta nasıl söylendiğini farklı ölçülerle sözgelimi italiklerle, büyük harflerle yazarak, alt çizgilerle vurguları göstererek kaydetmeye çalışır. 3.Alıntı bunun ölçüsünü daha az, imlayı (‘evet’ yerine ‘hııh’), standart noktalamayı (bir nida işareti) ve bazı fonetik adetleri (bazı sesler sözgelimi Mãoritanga üzerinde işaretler) kullanarak yapmaktadır. Bütün örnekler, 4.Alıntı hariç, imlayı yazılı İngilizceden çok konuşma İngilizcesindeki karmaşık adetleri takip ederek, çok genel kullanılan kısaltılmış biçimlerine (didn’t, it’s, I’m) işaret etmede kullanır. 5.Alıntı, yukarıda belirtildiği üzere keza, bir senaryoda bir şeyin nasıl söylendiğini tarif etmekte kullanılana benzer ilave işaretleri vardır. 2.Alıntı ve daha az ölçüde 1.Alıntı, sesin uzatıldığına işaret eden iki nokta üst üste gibi pek belirgin olmayan işaretler kullanmaktadır. Her ayrıntılı yazı dökümünün, 2.Alıntıda olduğu gibi, bazı fonetik kurallarını ödünç aldığına dikkat ediniz ama sözlüklerde telaffuza işaret etmekte kullanılanlara benzer bir fonetik sistemi almadığına da dikkat ediniz; bir başka ifade ile katılımcıların konuşmasının her zaman parçalı dolayısıyla da seçici olduğuna işaret etme çabasıdır.
 Kelimelerden başka, 5.Alıntıda senaryo benzeri yönergelerle ve 2.,4. ve 5. Alıntılarda seslere söylenirken zorlanma biçimleriyle (oh, aa, hıı) işaret edilir. Çıkartılan seslere ilaveten, 2.,4. ve 5. Alıntılar konuşmadaki üst üste binişlere ve duraksamalara işaret eder. Bunlar konuşmada, yazılı İngilizcenin soldan sağa, yukarıdan aşağıya kurallarını kullanan bütün yazı dökümlerinde kaydedilmiş sıra alışa dair ilave ayrıntılardır ama iki örnekte bu ilave ayrıntıların kesildiğine dikkat ediniz. 1.Alıntıda özgün dilindeki (Lehçe) konuşmayı doğrudan İngilizce tercümesi takip etmektedir. 3.Alıntıda konuşmacı, Shell’in kelimeleri Williamson’un kelimelerini takip etmiyor onun yerine başka bir konuşmadan kelimeler takip ediyor. 3.Alıntıda dolayısıyla yukarıdan aşağıya takdim sıra alışa değil benzerliğe işaret ediyor, ileride bu noktaya döneceğim. 
Yazı dökümüne dâhil edilebilecek başka bir bilgi daha vardır. İkinci Bölümde verilen yazı dökümü sembollerinin listesi, tonlama (sözgelimi soru sormada fark edilebilir bir yükselen ya da düşen ses tonu) ve hız gibi bazı ihtimallere işaret etmektedir. Bağlam ya da ortam hakkında daha fazla bilgi de olabilir: sözgelimi 2.Alıntıda hiçbir şey bunun bir telefon konuşması olduğuna işaret etmemektedir. Bazı yazı dökümleri edimlerin ayrıntılarını, beden dilini (sözgelimi gülümsemeleri ya da surat eşkitmeleri) ve dik bakışları dahil eder (bu sonuncusunun işaret kullanımına örnek için bkz:Swann ve Graddol, 1994; kelime kullanımına örnek için bkz:Suchman, 1997). West (1996) hasta çocukla ebeveynlerine farklı hitap eden ve muayene sırasında ses kayıt cihazına ‘notlar’ alan bir doktorun kullandığı farklı ‘sesleri’ ayırt eden bir yazı dökümünden alıntı yapar.
Bu noktalar yazı dökümünün kimin için yapıldığı sorusunu doğurmaktadır. Tek başına çalışan bir araştırmacı yazı dökümüne analizine yardımcı olması için ilave bilgiler dâhil edebilir (bu 3.Bölümde tarif edilen ‘metadata’ya benzemektedir). Bir takım elemanı olarak çalışan profesyonel bir yazı dökümcü ya da araştırmacı, konuşmanın belli bir yerinde neler olduğunu başka bir analistin anlamasına yardımcı olmak için yazı dökümüne konuşmacılar ya da bağlam hakkında ayrıntılar ekleyebilir (Son günlerde yazı dökümünü anlamama yardımcı olması için bir ses kaydına geri dönmüştüm ve bir süre tekrar tekrar dinledikten sonra görüşmenin niteliğinin, uzatılan sessiz kalışlarının, kayıt cihazının kötü ses kalitesinin ve de arkaplandaki garip seslerin hepsinin görüşmenin katılımcının öğle yemeğini yerken yapılması sonucu olduğunun farkına vardım). Diğer taraftan yayın içinden alınan yazı dökümüne (yukarıdaki beş alıntı gibi) ayrıntı ilave edilmiş olabilir ya da okunabilirliği artırmak için çıkartılmış olabilir. Buna bir örnek, 1.,4. ve 5. Alıntılarda sıra numaralarının eklenmesidir. Bunun gibi okuyucunun dikkatini önemli noktalara çekmek için oklar ya da diğer mesafe sembolleri kullanılabilir.
Yazı dökümüne dâhil edilenlere ilaveten konuşma hakkındaki diğer bilgiler metinde ve başka yerde verilebilir. Sözgelimi 1. ve 5.Alıntıları kapsayan yayınların başlıklarında konuşma hakkında bize ne kadar bilgi verildiğine dikkat edin. Sözgelimi 3. Alıntıda, Măoritanga Păkehă ve Maori gibi yöresel terimleri, referansları, açıklamak için dipnot kullanılabilirdi. Belki ‘rugby, racing and beer’ ifadesinin yaptığı çağrışımlarla köklü bir ifade olduğunu bilmek de faydalı olabilir ve bunun gibi: yazı dökümü ile açıklama arasındaki ayırımı neyin dâhil edilmesinin ve açıklamasının bulanıklaştıracağı hakkındaki kararlar da faydalı olabilir. 

4. Yazı dökümünü anlamak için fazladan hangi bilgiye ihtiyacınız var?
Yukarıdaki tartışma okuyucunun yazı dökümünü anlamasını mümkün kılmak için karşılanması gereken bazı bilgilere işaret etmektedir: yazı dökümü sembollerinin bir listesi verilir, eğer bunlar yeteri kadar açık değil ise (Gail Jefferson tarafından tasarlanan en iyi bilinen semboller listesi için bkz: İkinci Bölüm, 4.Kısım) yazı dökümünün kendisinde ya da buna eşlik eden bir metinde tamamlayıcı bilgi verilir. Bazı sosyal araştırmacılar yazı dökümlerini katılımcıların sesini duyurmanın bir yolu olarak eşlik eden bir analiz olmadan sunabilirler ama bu farklı bir araştırma hedefidir. Söylem analizi en okunabilir yazı dökümünün bile ancak daha büyük bir araştırma metninin parçası olarak sunulmasını gerektirir.

5–6. Soruların Tartışması

5. Yazı dökümü nötr bir konuşma kaydına göre hangi açılardan bir inşadır?
Tam bir ses kaydı kadar olamayacağı için yazı dökümünün bir inşa olduğunu söylemiştim. Bu sebeple bu örneklerin her biri dâhil edilen ya da dışarıda bırakılanlarla konuşmayı inşa etmektedir.
Kısacası alıntıların hiçbiri konuşmayı daha anlamlı inşa eden beden dilinin ve de eylemlerin kaydını kapsamamaktadır. Alıntılar bir başka analistin ilişkili sayabileceği mekânla ilgili ayrıntıları işin dışında bırakmaktadır (sözgelimi Suchman, 1977 ile Goodwin, 1995’nin konuşma analizini bir işyeri etkileşiminin parçası olarak karşılaştırın). Bu yazı dökümleri aynı zamanda değişik şekillerde şunları atlamaktadır: konuşmadaki diğer katılımcıları (1.alıntıda), kelimelerin nasıl söylendiği hakkındaki bilgileri (muhtemelen hepsinden daha az ya da çok ölçüde 2.alıntıda en az bilgi var), sıra alışların ayrıntıları, susuşlar ve üst üste binişler de dâhil (1., 3. ve belki de 4. alıntı), tarih, durum, önceki konuşma gibi bağlamsal bilgi (belli alıntılar için bunların bir kısmı eşlik eden metinlere dahil olmakla birlikte), yaş, cinsiyet gibi konuşmacılar hakkında bilgileri atlamaktadır. 3. Soruya cevapta tartışılan bütün özellikler yazı dökümünün birinde ya da diğerinde atlanmaktadır. Bütün bu tercihler belirli bazı özelliklerin anlam inşası için çalışır. 
Analistin açıklaması yazı dökümüne ilave bilginin dâhil edilmesiyle de pekiştirilebilir. Sözgelimi bütün bu alıntılar, 1.alıntı hariç konuşmacılar, konuşmacıların ilişkileri ve rolleri hakkında ek bilgiyi yazı dökümü içinde verir. Genel bir husus olarak isimlerin, sahte isimler olduklarında bile sözgelimi cinsiyet hakkında ve çok daha ustaca sınıf ve etnik arka plan hakkında bilgi taşıyabileceğine dikkat edin. Sadece ilk isimlerin kullanılması katılımcıların yakın bir ilişki yaşadıklarına, soyadlarının kullanılması ise daha resmi bir rol içinden konuştuklarına işaret edebilir (Bkz: Billig. 1999). Konuşmacıların kimliklerini Doktor ve Hasta olarak ya da 4.Alıntıdaki gibi D ve H olarak tanımlamak bu rolleri bildirmekle kalmaz yanı sıra bu rollerin ön planda olduklarını öne sürer: bir başka ifade ile burada ‘doktor’ kimliğinin konuşmacının cinsel kimliğinden ya da başka bir kimliğinden daha önemli olduğunu öne sürer. Bu sebeple rol, konuşmayı belli türden bir ortam olarak inşa eder ve bu açıklama tarzını dayattığı için de eleştirilebilir. Şunu sorabiliriz: katılımcılar bu açıklama tarzına yönlenmekte midir?
İlaveten, daha zoru bu yazı dökümü bir yazı dökümündeki bir inşadır sözgelimi konuşmadan çok bir yazıdır; bir başlangıç ve bir son nokta seçer, akademik bir araştırma metni içinde tartışarak bu konuşmaya özel bir anlam verir. Bir başka ifade ile bu ulaşılabilir çok daha büyük materyal bütününden bir seçkidir.

6. Yazı dökümü kullanılmakta olan söylem analizi biçimi hakkında ne göstermektedir?
Yukarıda da tartışıldığı üzere yazı dökümü sadece kayda düşerek konuşmanın belli özelliklerini vurgular. Nelerin dâhil edildiğine ya da dâhil edilmediğine bakarak analistin odaklandığı şey hakkında bazı sonuçlara varabiliriz.
İnsanların nasıl konuştuğunu ayrıntılarıyla kaydeden ya da kelime olmayan sesleri de kaydeden yazı dökümleri, bu özelliklerin anlamlı olduğunu iddia eder. Bunun tersine konuşmayı yazıya benzer şekilde sözgelimi tam bir cümle gibi noktalama işaretleri kullanarak sunan bir yazı dökümü analistin, konuşmanın yazı ile paylaştığı sözgelimi kelimeler gibi özelliklerde ikamet eden anlamla ilgilendiğini akla getirir. 3.Alıntı konuşmacıların kullandığı birebir kelimeleri kaydederken 1.Alıntı anlamın kelimelerde ifade edilebileceğini ama aynı anlamın farklı yollardan biraz farklı kelimelerle, hatta farklı dillerde ifade edilebileceğini öne sürmektedir (Buna alternatif olarak, 1.Alıntının alındığı Jaworski ve Galasinski’nin bu sonuncu konuma girmediği ama çeviriyi ikinci derecede yerine geçici oyuncu gibi düşündüğü bu sebeple de okuyucuya sadece çevirisinin değil yanısıra özgün dilindeki Lehçedeki halinin de verildiği savunulabilir).
Katılımcıları rollerine göre (doktor ve hasta) tanımlayan bir yazı dökümü muhtemelen kullanılan dilde bu rollerle birleştirilen ve buna göre genelleştirilen kalıplara odaklanmaktadır. Konuşmada farklı konuşmacıların sıra alışlarını sunan bir yazı dökümü, analistin etkileşim boyunca yaratılan yani birlikte inşa edilen anlamla ilgilendiğini gösterir. Yine odak noktası esas olarak kullanılan kelimeler olabilir. Bu durum konuşmanın uzayan sıra alışlarını gerektirir (Bkz: 5.Bölüm). Buna alternatif olarak dâhil edilen ayrıntılara bağlı olarak odak noktası sosyal uygulamaların bir parçası olarak söz kesme, diğer üst üste binen konuşmalar ya da cevap verme de başarısız olma (4. ve 3.Alıntılar ama özellikle 2.Alıntı) gibi konuşma ‘hamleleri’ olabilir. 
1. ve 3. Alıntılardaki gibi paralel örnekler sunan yazı dökümleri, bunların birer kalıp taşıdığını öne sürmektedir. 1.Alıntıdan analistin, tek bir konuşmacının konuşması içindeki kalıplarla ilgilendiğini, 3.Alıntının ise farklı konuşmacılar arasında bir kalıbı, belki de paylaşılan kaynakların kullanımı (Bkz:5.Bölüm)üzerinde durarak sunduğunu tahmin edebiliriz. 
Değinilecek son ve tartışmalı bir nokta da epistemolojik bir argümanın yazı dökümüne dâhil edilen ayrıntının niteliğiyle ustaca taşınabilmesidir. Bir taraftan aşırı ayrıntılı yazı dökümü, 2. 1 Kısımda özetlenen pozitivist ve postpozitivist gelenekteki gibi analistin rolüyle etkisini hafifseyerek, analizin doğrudan veriden çıkartıldığını öne sürebilir. Bununla ilgili olarak yazı dökümünün anlaşılmasını göreceli olarak zorlaştırmakla bu ayrıntı, analistin açıklamaya refleksifliğiyle (Bkz: Billig,1999) katılan bir yorumcudan çok nesnel ve bağlantısız bir teknisyen olduğunu öne sürebilir. Diğer taraftan da standart yazım kurallarını kullanan kolayca okunan bir yazı dökümü de sunulan açıklamanın sağduyusal, çelişkisiz mahiyetine dair bir iddia olarak etkili olabilir

Sonlandırıcı yorumlar
 Bir yazı dökümü söylenmiş olanın yazılı versiyonudur ve bazı durumlarda yapılan budur. En basit biçimi muhtemelen konuşulan kelimelerin kaydıdır. Ender durumlarda bu form ‘canlı’ yapılabilir (West, 1996, bunun bazı örneklerini alıntılar). Yazı dökümü, genellikle, bir gözlemcinin ya da katılımcının ‘gerçek zaman’ içinde not tutabileceğinden ya da hatta dikkat edebileceğinden çok daha ayrıntıyı dâhil edecek şekilde bir ses ya da görüntü kaydından tekrar oynatılarak ya da tekrar durdurularak yapılır. Dolayısıyla yazı dökümlerinin bir üstünlüğü kapsadığı ayrıntıdır. Bir diğeri göreceli elverişlilikleri ve taşınabilirlilikleridir. Çoğu analist sürekli dinleme ya da seyretme yerine bir yazı dökümünde çok daha etkin ve de hızlı çalışabildiklerini görmektedir. Ama özellikle kodlama gibi başlangıç analizleri için kayıtlardan çalışmanın kullanışlı bir alternatif olduğu da söylenmelidir(Bkz: 2.4 Kısım ve Potter ve Wetherell 1987:173). Bunun ötesinde bazı araştırmacılar yazı dökümlerinin, iyi bir uygulamanın işareti olarak, her zaman temellendikleri özgün kayıtlarla birlikte kullanılması gerektiğini düşünür. Diğerleri, daha sıradan olanı doğrudan kayıtlardan çalışmayı seçebilir çünkü yazı dökümlerinin çıkarılması kaçınılmaz olarak çok zaman alıcı bir iştir. İdeali yazı dökümünü yapması için birine para vermek gibi gözükmektedir ama uygulamada bu pahalı ve genelde de tatmin edici olmamaktadır.
Yazı dökümü eninde sonunda bir seçim meselesi olduğundan ve de bu sebeple analizin ayrı bir safhası değil bir parçası olduğundan (Bkz: Ochs, 1979 s/44: keza Riessman, 1993: s/56-60), araştırmacı yazı dökümlerinin bir başkası tarafından incelikli işlenmesine ihtiyaç duyabilir (2.Bölümde, Wooffitt profesyonel bir yazı dökümcüsünün yaptığı yazı dökümü ile kendisinin analiz için yaptığı yazı dökümünün gözden geçirilmiş versiyonunu karşılaştırmaktadır). Yazı dökümlerinin daha sonraki bir kullanımı da verinin diğer insanlara verilmesidir. Araştırmanın değerlendirilmesi açısından bunun sonuçları vardır (Bkz 8.Bölüm). Ama bazı araştırmacılar kayıtlardan analiz ederler sonra sunum için kısa bölümleri yazıya dökerler.
Yazı dökümleri seçme işidir ve tam olarak neyin seçildiği yukarıda tartışıldığı üzere teoriye ve araştırma projesinin amaçlarına bağlı olacaktır. Dolayısıyla yazı dökümünü yapmanın tek yolu olmadığını, söylem analizinin tek bir teorik yaklaşımının olmadığını ısrarla söylemek gerekir. Buna uygun olarak da tek bir yazı dökümü semboller listesi yoktur. En iyi bilinen listenin Gail Jefferson’un hazırladığı liste olmakla birlikte (2.Bölüme bu liste dâhil edilmiştir) bunları kullanan çoğu araştırmacı muhtemelen sadece bir seçme kullanır. Diğer araştırmacılar, muhtemelen yazı İngilizcesine dayanan kendi sistemlerini geliştireceklerdir. Kendi projeleri için önemli olan belli özellikleri işaretlemek için semboller de kullanabilirler. Yeni bir analist için öncelik konuşmanın hangi özelliğinin anlamlı olduğuna karar vermek ve bu kararı muhtemelen başka yayınlanmış araştırmalara dayandırarak meşrulaştırmak olacaktır.
Bu durum yazı dökümlerinin ancak yapıldıkları araştırma projeleri için kullanılabilir olduklarını akla getirebilir. Ama uygulamada araştırmacılar daha önceki projeleri için üretilen yazı dökümleriyle yeni analizler yürütebilirler (Bazı araştırma kurulları ve diğer araştırma bünyeleri bu amaçla materyal arşivi biriktirir). Araştırmacılar keza başka amaçlarla ortaya çıkarılmış yazı dökümlerini de analiz ederler, Britanya meclis kayıtları Hansard gibi (Bkz: sözgelimi Yedinci Bölümde 1.Faaliyet, yanı sıra Edwards ve Potter, 1992 s/116). Bu gibi durumlarda yazı dökümü araştırmacının isteyebileceği ayrıntılardan mahrum olabilir.
İdeal yazı dökümünün her şeyi kapsayan yazı dökümü olduğu akla gelebilir. Ama bu bölümde gösterilen 1.Faaliyet gibi, bu ideal ulaşılamaz bir idealdir. Birincisi, bu bölüm boyunca tekrarlanan teorik bir nokta var dil şeffaf değildir, yansıtıcı da değildir. Dolayısıyla mantıksal olarak bir yazı dökümü bir dil formu olarak kayıtta belirtilmek istenen konuşmayı ya da etkileşimi nötr şekilde yansıtamaz. Kendisi bir inşadır. İkincisi, her şeyin içinde olduğu yazı dökümlerine iki pratik itiraz vardır. Daha öncede belirtildiği gibi bunları ortaya çıkarmak gereksiz zaman ve para israfıdır. İlaveten aşırı ayrıntı yazı dökümünü çok genişletir,okunmasını ve de üzerinde çalışılmasını güçleştirir.
Bu sebeple varılan karar, çalışma odağını tanımlamanın yerine geçecek şekilde çok ayrıntılı yazı dökümleri çıkarmanın ne arzu edilir ne de pratik olduğudur. Açıkçası uzun analiz sürecinin yazı dökümü sırasında fark edilmemiş özellikleri tanımlayacağını ummak akla yatkın ve de arzu edilir bir şeydir, analiz sürecinin kendisi ilk adımda çok kullanışlıdır özellikle de analistin kendisi yapıyor ise ama yazı dökümünü materyal hakkında düşünmenin ve de karar vermenin yerine koymak uygun olmaz. Konuşma analizine oturan yaklaşımlar, keza etkileşim içinde konuşmalar olarak da bilinir, aşırı ayrıntılı yazı dökümleri gerektirir ama bu ayrıntılar analizdeki ilk adımlar olmayabilir (Bkz: İkinci Bölüm ve ten Have, 1999 s/95).  
Yazı dökümüyle ilgili, ayrıntı düzeyiyle ilişkili meselelerden başka meseleler de vardır. Ochs (1979 s/46) ardaşık lafların(sözcelem) birbirinin altına oyun senaryolarında olduğu gibi yerleştirilme kuralının belli bir lafın hemen ondan önce gelen lafa bir cevap olduğu varsayımını teşvik ettiğine işaret eder. Bunun etkileşim, çeşitli insanları ya da bir çocuğu kapsadığında böyle olmayabileceğini öne sürer: “küçük çocuklar sık sık konuşmadaki ortaklarının laflarına dikkat etmezler çünkü aksi takdirde ya lafları yutulur, ya dikkat süreleri içinde yorulurlar, ya da sıkılırlar, kafaları karışır veya işbirliği kurmazlar”. Bu yorum aynı oranda yetişkinler için de geçerli gibi görünmektedir! 
Yazı dökümünde kullanılan işaretleme ve ayrıntı hakkındaki kararlar eninde sonunda teorik yaklaşıma oturur. Bunlara meydan da okunabilir, karşı da durulabilir. Analist özgün konuşmanın anlamını, tıpkı bir haber editörünün siyasetçinin yorumlarının önemini belli bir yönde biçimlendirerek değiştirebildiği gibi, lafı kısa keserek ya da uzatarak bozabilir. Bir açıklama çözümü zor bir şekilde yazı dökümünden etkilenebilir (Seale ve Silverman’ın 1997 s/381-2 yukarıdaki 4.Alıntıyı taşıyan 8.Bölümdeki tartışmasına bakınız). 
Diğer taraftan analizle ilgili olmayan ayrıntıların incelikli işaret gösterimleri yazı dökümünü okunması güç hale sokabilir. Aynı zamanda pratikte analiz edilebilecek ve analizin yazımı sırasında yeniden oluşturulabilecek materyal miktarını düşürür (Bkz: 2.5 Kısım). Eğer analistin amacı açıklayıcı repertuarlar ya da söylemler gibi ilişkili terim gruplarını tanımlamaksa (1.1 Kısımda açıklanan söylem analizinin üçüncü basitleştirilmiş şeklindeki gibi ise), belki de etkileşimi inceleyen konuşma analisti ile aynı düzeyde ayrıntıya ihtiyacı olmayacaktır (Bkz: İkinci Bölüm). 
Bu sebeple bir yazı dökümü konuşmanın ya da analiz edilecek bir etkileşimin belirli bir versiyonunu inşa eder. Bu tabii ki yanlış ya da yanıltıcı anlamına gelmez ama basitçe nötr olmadığı anlamına gelir. Analist ilgili olduğuna karar verdiği yani veri saydığı özellikleri seçer alır. 

2.4 Analiz süreci 
Bu kısmın başlığı belki yanıltıcıdır, analizin ayrı ve farklı bir faaliyet olduğu önerisini yapmaktadır. Ama daha öncede üzerinde durduğum gibi analiz süreci yazı dökümünü, belli bir ölçüde de verinin seçilmesini ve tarifini kapsar. Analizi soyutta anlatmak tabii ki yetersizdir bunun için bu kitabın 2.Bölümünden 7.Bölümüne kadar olan esas bölümleri özel projelerden örneklerle çalışmaktadır. Bununla birlikte söylem analizinde yeni olan araştırmacılar için bazı kullanışlı noktalar belirtilebilir. 
Bunlardan birincisi bu kitapta sunulan çoğu söylem analizi yaklaşımının niteliksel olduğudur. Bu analizin doğası bu sebeple göreceli olarak açık uçlu ve keza döngüseldir ya da tekrarlayıcıdır. Araştırmacı veride kalıplar arar ama bunların neye benzeyeceklerinden ya da manidarlıklarının ne olacağından tamamen emin olamaz. Bu sebeple veriye belli bir kör inançla ne olduğu kesin olmayan bir şeyin veride olduğundan emin olarak yaklaşması şarttır. Analizi yürütmek verinin üzerinden ilgili özellikleri not alarak ama karara varmadan ya kayıtları tekrar tekrar dinlemek ya da yazı dökümlerini, belgeleri tekrar tekrar okumaktır. Veri üzerinde uzun bir zaman çalışmayı zaman zaman geri dönerek tekrar çalışmayı kapsar. Veri analizi bir ya da iki oturumda biten bir şey değildir (Yedinci Bölümde bu noktalara Foucaultcu jeneolojik söylem analizi yürütmekte kullanışlı bir yönerge de dâhil olmak üzere güçlü bir şekilde değinilmiştir). 
Muhtemel kalıplar ortaya çıktıkça not almak iyi olabilir ama aramaya da devam edilmelidir. Sonunda daha ilerisi araştırılmak üzere bir ihtimaller yayılımı ortaya çıkacaktır. Söylem verisi ‘zengindir’ yani analiz bittiği için daha fazla bulunacak hiçbir şeyin kalmayıp verinin tükendiği bir noktaya ulaşmak imkânsızdır. 
Bu süreçte esas kalıpları tanımlamak üzere bir tür ayırma ve kategorileştirmedir. ‘Kodlama’ terimi geleneksel olarak araştırma verisini kategoriler halinde sınıflamakta kullanılır (Seale, 1999 s/102–5). Veri analizi için software paketlerin ortak özelliği kodlamayı kolaylaştırmalarıdır sözgelimi altını çizmeyi kolaylaştırır ya da tersine veri kısımlarını işaretler (niteliksel veri analizinde bilgisayar kullanımı hakkında tartışmalar için bkz: Silverman, 2000’de Seale). Potter ve Wetherell (1987) söylem analizine başlangıç olarak, Beşinci Bölümde Edley’nin sunduğuna benzer bir yaklaşımla ayrıntılara girmeyen bir yazı dökümünü tavsiye ederler. Bunu bir kelime işlemci ya da kes yapıştır işlemleri kullanarak yapmak mümkündür. Ama diğer yaklaşımlar veri analizinde ayrıcalıklı kategori kodlamaları kurma eğilimindeyken Potter ve Wetherell, survey verisi analizinde kullanılanlar gibi (Fielding, 1993) geniş ve üst üste binen kategorilerin kullanımını varsaymaktadırlar. Bununla birlikte söylem analizi ile diğer veri analizleri arasındaki temel fark, analizin bu başlangıç sürecinde değildir, dâhil edilen analitik kavramlardadır. Tartıştığımız üzere, bunlar araştırmanın teorik olarak nasıl yerleştirildiğinden çıkmaktadır. Analitik kavramları veren teorik geleneklerdir, araştırma sorularıdır v.b.g. Söylem analisti dilin doğası, etkileşimi, toplum ve bunların karşılıklı etkileşimleri hakkında varsayımlar kurarak ve bu varsayımlara göndermeler yaparak kullanılan dilde kalıplar arar. Söylem analizlerini birbirinden ayırt eden herhangi bir sınıflandırma süreci değil bu teorik payandadır.
Son olarak analizin yazılmasıyla ilgili olarak (Bkz: aşağıdaki 2.5 Kısım), analizin nihai sunumunun sürecin kaydı olmayıp seçilmiş bulguların özeti olduğuna dikkat ediniz. Bulgular okuyucuya sunulmaktadır dolayısıyla en ilginç kalıplar ya da eksiksiz kalıplar diğerleri arasından muhtemelen tam olmayanlar arasından seçilir. Yazma işi büyük bir işi yoğunlaştırarak özetlemektir. Araştırmacıların ortak hatası veri analizine başlangıçtaki analitik yazı dökümü işine ya da veri toplama işine ayırdıkları zamandan çok daha az zaman ayırmalarıdır. Aşağıdaki araştırmayı yazmakla ilgili kısım araştırma metni için oldukça standart bir format sunmaktadır. Bu formatta metindeki kısımların görece ölçüleri, araştırma sürecinin herhangi bir yönüne harcanan zamana herhangi bir şekilde karşılık gelmemektedir. 

2.5. Araştırmayı yazmak
Diğer kısımlarda söylem analizi çalışmalarının sözgelimi verilerinde, odak noktalarında ve geniş teorik arka planında epeyce çeşitlendiği vurgulanmıştı. Araştırma projesinin düzeni ve de idaresi, takip edilebilecek dolambaçsız bir modelden çok araştırmacının yüzyüze kaldığı bir dizi karara göre gösterildi. Yazma aşamasında bu karar verme işinin artık bittiğini söylemek abartı olacaktır. Oysa pozitivist ve de postpozitivist gelenek diğer birçok araştırmacı için de uygun olmaya devam eden kullanışlı bir araştırma projesi yazma modelini devretmişti. Buna başlamadan önce birkaç noktayı göstermem lazım. Söylediğim gibi söylem analizi serbest bir modeldir ve tabii ki araştırmacının çalıştığı disipline ve de yazma amacına göre tadil edilmelidir. Sözgelimi bir tez uzunluğundan başka birçok açıdan dergi makalesinden ve yine bir kitap bölümünden farklıdır. Keza 1.1 Kısımda tartışılan temsiliyet ve meşrulaştırmayla ilgili çifte krizin sonucu olarak bu araştırma metni modeline güçlü bir şekilde meydan okunmuş, bazı yazarlar da tamamen reddetmiştir. Yine de sonunda bir araştırma metni ortaya çıkarmak için özelliklede yeni araştırmacı için kullanışlı bir kılavuz ve başlangıç noktası verebilir.
Serbest bir yönlendirmeyle araştırma metni altı parçaya bölünür. Pratikte bunların sayısı sabit değildir ama açıkladığım üzere metin çeşitli farklı kısımlar olarak planlanmalı ve de yazılmalıdır. Bazen öğrenciler akademik yazılara yazarı boş bir sayfa ya da ekranla işe başlayan ve de tek bir yaratıcı hamle ile açılış cümlesinden bitiş çizgisine ilhamla ateşlenip akarak metni yaratan romantik bir yazar imajıyla yaklaşır. Bu aşırı iyimserliktir ve de işe yaramaz. Eğer metin planlanmaz ise kilit noktalar büyük bir ihtimalle açıkta kalacaktır. Bazı kısımlar sözgelimi araştırma projesinin nasıl yürütüldüğünün açıklanışı en azından notlar halinde araştırma  yürütülürken hazırlanabilir. Giriş, sonuç gibi diğer kısımlar birbirini izleyecek şekilde yazılmalıdır. Tabii ki bitmiş metin bir roman gibi baştan sona okunmayacaktır. Potansiyel okuyucular önce başının ve sonunun üzerinden hızla geçerek ve de muhtemelen başlıkları ve kaynakları geçerek kendi araştırma ilgileriyle bu çalışmanın nasıl bir bağlantısı olabileceğine bakacaklardır. Ancak bundan sonra metni tek başına bir belge olarak okuyabilirler. Bütün bunlar yazma sürecini ve de metnin nihai çıktısını etkileyen noktalardır. 
Araştırma metninin başlığı ile ilk giriş kısmı araştırma sorusunu, sorularını, yapılan temel iddiaları ve de metnin içeriğine dair genel bir bakış verir. Giriş metnin kapanış kısımlarıyla ya da paragraflarıyla yakından ilişkili olmalıdır bu suretle yukarıda anlatıldığı üzere olası sabırsız okuyucu, girişe ve de başlığa bakarak metnin ne söylediğiyle ilgili açık bir fikir elde edebilir. Eğer araştırma akademik bir dergide yayınlamak için yazılıyorsa giriş kabilinden bir özetin de olması gerekmektedir. Bu, metnin çok sıkıştırılmış genellikle 150–200 kelimelik bir özetidir. Özeti düzenlemenin bir yolu araştırma metninin her bir kısmı için tek cümlelik bir özet yazmaktır. Tamamlamadan önce tadilata ve de cilalamaya gerek olsa da genellikle başlamak için etkili bir yoldur.
Girişi, ya akış halinde ya da ayrı bir kısım olarak metnin teorik kısmı takip edecektir. Akademik araştırma uygulamalarının kuralı gereği (Bkz: değerlendirme hakkında 8. Bölüm) bu kısımdaki büyük iş, araştırma projesini akademik bir gelenekle bağdaştırmaktır. Bu bağlantı olumlu da olabilir olumsuz da, kendinden önceki araştırmaları takip eden ya da ona meydan okuyan bir araştırma olarak sunulabilir. Bu kısım bu projenin nereye konumlandırıldığını açıklar aynı zamanda eleştirileri göğüsleme çabalarını, edinilen yaklaşımı meşrulaştırmasını, özellikle de en iyi bilinen ya da yenilerde yayınlanmış alternatiflerine karşı muhtemel tartışmaları açıklar. Söylem analizi araştırmacısı için araştırma projesini konumlandırmak muhtemelen çifte bir iş olacaktır. Birincisi metnin araştırmanın genel konusuyla ilişkili araştırma temelli yayınlarda, teorilerde kendine bir konum belirlemesi gerekir: en ilişkili olanı muhtemelen araştırmacının kendi disiplininden olacaktır. Araştırmacı projesini bir gelenekten ziyade belli bir teorik geleneği takip eden proje olarak sunabilir ya da projesini bu teorik geleneklerin tadilatı için hatta yeni bir teorik duruş için savunabilir. İkincisi bu kısım araştırmanın payandasını kuran söylem teorisini belki yayınlanmış araştırma referanslarıyla ya da daha soyut bir tartışma olarak sunar.
Araştırma metninin bir sonraki kısmına (ya da tezlerde veya kitaplarda bölümüne) genellikle yöntem adı verilir. Geleneksel olarak bu kısım araştırmanın nasıl yürütüldüğünün tam ve ayrıntılı bir açıklamasından oluşur. Tekrarlanabilirlik kuralını kabul eden bir araştırmacı için (Bkz: 8. Bölüm) amaç gelecekteki araştırmacının bu projeyi tekrarlamasını ve bulguları doğrulamasını mümkün kılmaktır. Diğer araştırmacılar çoğu söylem analisti de dâhil olmak üzere araştırmanın tekrarlanacağını hatta tekrarlanabileceğini beklemez ama bu kısmı projenin kuruluşunu, veri toplanışını ve de analizini anlatmak için kullanmaktadır. Fark, refleksivite kavramını kabul eden bir araştırmacının (Bkz.1.4 Kısım) hatalı başlangıçları ve problemleri düzeltmesinin gerekmemesidir: amaç araştırma sürecini ‘düzgünleştirmek’ ya da idealize etmek değildir. Araştırmacı bu açıklamayı araştırmayla kendisi arasındaki ilişkiyi ortaya koymak, işletilen kısıtlamaları ve sınırlılıkları tartışmak için kullanır. Bundan başka araştırmacı tam olarak ne yapıldığını anlatmakla okuyucuların araştırmayı değerlendirmelerini mümkün kılmaktadır. Bu nedenle ayrıntılı açıklama değerlendirme formu gibi çalışır (Bkz: 8. Bölüm). Son olarak bu açıklığın etik bir boyutu vardır: araştırmacı gizlemelerden kaçınır, araştırmanın sorumluluğunu ve neticelerini üstlenir (Bkz: 1.5 Kısım).
Araştırma açıklaması başkalarının bu araştırmayı değerlendirmesine yardımcı da olsa bu tek başına yeterli olmaz. Niteliksel araştırmanın değerlendirilmesi karmaşık ve ihtilaflı bir alandır (Bkz: 8. Bölüm). Bu sebeple yöntem kısmı, araştırmacının bu özel projeyle ilişkili iddialarının kriter tartışmasını ve de araştırma değeri olan iddialarını destekleyen argümanları kapsar.  
Araştırma metninin dördüncü kısmı veri analizini ve de bulguları kapsar. Burası söylem analistinin projede kullandığı verinin sayısından dolayı genellikle zorlukla düzenlediği bir kısımdır. Bu kısmı düzenlemenin muhtemel üç yolunun ana hatlarını vereceğim her biri kendi problemlerine yol açmaktadır. Birincisi, verinin tamamını sunmak ve okuyucuya verinin tam olarak nasıl açıklandığını ve sonuca nasıl varıldığını göstermek üzere analizin üzerinden ayrıntılı geçmektir. Bu sözgelimi konuşma analizinde genellikle (Bkz: 8. Bölüm) takip edilen bir kuraldır. Bir güvenirlilik formu gibidir (Bkz: 8. Bölüm), analiz tekrar incelemeye ve eleştiriye açık olur. Esas problem tabii ki, ancak sınırlı sayıda verinin analiz edilebilmesidir. Bu uygulama zorluğudur, analist daha büyük ölçekli projelerde toplanan materyalin çoğunu bırakmak zorunda kalabilir. Bunun teorik çıkarımları da vardır: yapılan iddialar ya sunulan veri ile sınırlandırılmalıdır ya da veriden diğer vakalara genelleme için teorik bir meşrulaştırma olmalıdır (Bkz: 1.2 Kısım). 
Sosyal araştırmaların büyük miktarlarda niteliksel veri de kullanan etnografik araştırma gibi diğer geleneklerinde analiz bölümü için ikinci bir yapı kullanılır (Bkz: Hammersley ve Atkinson,1995). Analiz ve açıklama ‘sahne arkasında’ yürütülür. Analiz kısmı sadece verinin özetini bazen açıklamalı örneklerle verir sonrada bulguları ve tartışmaları açıklar ve argümanla da bunları meşrulaştırır. Analiz süreci bütünüyle gösterilmez çünkü okuyucuya verinin tamamı sunulmaz. Bu yapıyı kullanan bir söylem analizi araştırması örneği Brown’un (1999) çalışmasıdır. Çalışmasının verisi 22 adet ‘kendi kendine yetme’ kitaplarıydı, bu kitapların tamamını analiz bölümüne dâhil etmek tabii ki mümkün değildir. Araştırma metni bu kitaplarda bulunan hikâyelerin, oyunların ve benlik kavramının kısa alıntılarla açıklanmış özetlerini sunmaktadır. Yazarın açıklaması, temellendirdiği veri olmaksızın bir özet olarak yazılır. Analiz kısmını düzenlemede bu ikinci yolun genel avantajı açıktır: iddialar çok daha fazla miktarda veriye dayandırılabilir. Dezavantajı ise analiz sürecinin pek açık olmamasıdır. Ayrıca öne sürülen genel iddiaları açıklayacak uygun veri örneklerini bulmak zor olabilir: büyük bir örneklemde görünen kısa alıntılarda görünür olmayabilir. Son olarak, söylem verisi çok fazla olma eğiliminde olduğundan belirli bir özelliğin örneği diye sunulan bir alıntı açıklamaya niyet ettiği noktadan uzaklaştıracak başka analizlere açık olabilir.
Bununla birlikte bu iki yapı arasındaki ayırımın bulanık olabileceğini de belirtmek gerekir. Veri analiz için bütünüyle sunulduğunda bile projede toplananlardan hangisinin kullanılacağı hakkında bir seçme, karar verme, onaylanma ya da onaylanmama süreci yaşanır. İlginçtir, ten Have (1999, s/24) söylem analizinde yapılmış kilit önemdeki çalışmaları analiz ederek yazarların araştırma metinlerinde veri analizine ve tartışmasına nasıl sınır koymadıklarını göstermektedir. Okuyucuya sunulmayan fazla miktardaki materyale referans vererek desteklenen bir iddianın örneklerinden alıntı yapar. Referans arka plana ya da bağlamsal malumata verilmekte ilaveten de genel bilgi ya da sağduyu olarak tarif edilene yapılmaktadır: ‘bilgi, herhangi bir öğesel üyenin (sözgelimi toplumun üyesinin) kendi yaşantısı üzerinden sahip olduğu düşünülen bilgidir’. 
Analiz kısmı için muhtemel üçüncü bir yapı ancak eğer teorik yaklaşım dilin, özgün bağlamının dışında analiz edilmesine izin verirse uygun düşmektedir. Böyle bir çalışma örneği Stubbs’ın (1996) çalışmasında verilmektedir. Stubbs’ın araştırmasındaki odak nokta, İngiliz dilinde bir konuşmacının ya da bir yazarın görüşüne işaret etmekte ya da tartışılan noktaya tutumu (yani ‘tarz’ olarak bilinene) işaret etmekte ulaşılabilir olan vasıtalardır. Veri çok çeşitli büyük dil verisi külliyatlarından (corpus, corpora-çoğul, dil verisi külliyatı: bu terim 3. ve 8. Bölümde daha fazla tartışılmaktadır) alınan örneklerdir. Belli kısa alıntılar çoğu dört ya da on kelime uzunluğunda olanlar ayrıntılı analiz edilir. Birkaç vakada sınırlı miktarda arka plan bilgisi sağlanır sözgelimi “Bir BBC radyo haber spikeri bir su işleme merkezinde on sekiz kişinin öldüğü bir patlama haberi verdi” (Stubbs,1996, s/1997). İddialar, bir özelliğin sayısı verilmemekle birlikte ortaya çıkma sıklığına referansla desteklenir, sözgelimi “dil verisi külliyatımda en genel dış görünüş biçimi…..dır.” (s/212). Metin esas olarak genel ifadeler serisi olarak, aşağıda daha ayrıntılı şekilde tartışılan bir tarz olarak yazılır.
Verinin nasıl sunulacağı etrafında sözgelimi(önceki kısımda tartışıldığı gibi)  yazı dökümlerinin nasıl daha okunabilir kılınması gerektiği etrafında başka kararlar alınabilir. Analizi yazma safhasında özgün yazı dökümleri düzenlenebilir veya basitleştirilebilir ya da alternatif olarak okuyuculara (sözgelimi, kilit cümlecikler bir okla ya da sağda ilave bir sütunda bir etiketle işaret ederek) daha kolay ulaşabilir olacak şekilde eklemeler yapılabilir. Bazı örneklerde veri tercüme edilebilir (sözgelimi de Cillia ve ark. 1999, keza ten Have,1999 s/93).
Araştırma metninin beşinci kısmı tartışma ve/veya sonuçtur. Bölümler arasındaki kısımlar büyük ölçüde belli bir disiplinde işleyen kuralları takip eder ama bu aynı zamanda ne kadar verinin dâhil edileceğine de bağlıdır. Formatlardan biri, sırayla her bir veri parçasının analiz edilip tartışmasının yapılmasıdır. Bir başkası, bütün verilerin analiz edilmesi sonra analizde manidar olanların ayrı bir kısımda (tartışma başlığı ile) tartışılmasıdır. Sonuç çok kısa olabilir, giriş kısmına dayanan temel iddiaların kısa bir özetinden ibaret olabilir (giriş ve sonuç aynı zamanda birbirine bağlı olduğunu sağlama alacak şekilde yazılabilir). Buna alternatif olarak uzun bir kısım da olabilir analizin temel tartışmasını kapsayabilir. Her bir durumda yine pozitivist ve postpozitivist geleneği takiben bu sonuç, araştırmasının genellikle kümülatif geleneğin bir parçası olarak inşa edilmesini ya da tekrarlanmasını amaçlayan hayali araştırmacıya seslenir.  Şimdiki projenin bulgularını aydınlatmak ya da büyütmek ya da alandaki boşlukları doldurmak üzere gelecekteki araştırmalar için yönlendirmelere işaret eder. Aynı zamanda bu projenin bulgularının uygulamalarını da tartışabilir (Bkz: Sekizinci Bölüm).   
Araştırma metninin son iki kısmı kaynakça ve eklerdir. Bunlar tabii ki farklı düzenlenir ve ana metnin akışını takip etmez. Ama burada bunların önemine işaret eden kısımlar olarak anlatacağım. Kaynakça listesi diğer kısımlarda bahsedilen bütün çalışmaları kapsar. Bazı araştırma metinleri, metin içinde doğrudan belirtilmediği halde, projeyi bilgilendiren kilit çalışmaları da kapsayan konuya ait kitapların kalabalık bir listesini (bibliyografi)gerektirir. Bu sebeple böyle bir liste analistin çalıştığı gelenekleri işaretler (tabii ki özellikle teorik kısımda karşı çıkılan, karşı tartışmaları yapan yayınları da kapsayacaktır). Söylem analizi projesinde ekler genelde ilave verileri ya da veri koleksiyonu hakkında bilgileri kapsar. Sözgelimi eğer analiz verileri iseler resmi belgelerin örneklerini verebilir. Yazı dökümünden ana metne dâhil edilemeyecek kadar uzun alıntıları buraya dâhil edebilirler. Ama görüşme yazı dökümlerini bütünüyle eklerde vermek(uzunluğu sebebiyle) pratik değildir ya da (güvenilirlik sebebiyle) arzulanan bir şey değildir. Görüşmeye dayanan bir çalışma için özellikle de tez gibi çok daha uzun bir araştırma metni için ekler, soru listesini (takip edilen alan başlıkları ya da sorular) ve kullanılan bir kabul formunu (herhangi bir isim ya da imzanın olmamasına dikkat ediniz)kapsayabilir. Ekler aynı zamanda katılımcılar hakkında özet malumatı tablo halinde (yaş, iş v.b.g) (eğer verinin seçimi ile ilişkili ise) sunmak üzere kullanılabilir.  
Pozitivist ve post pozitivist gelenek araştırma metninin yapısına dair bir model sundukları gibi özgün bir yazma tarzı da kurmuştu. Araştırmacıların varlığı araştırma sürecinde onaylanmadığı gibi araştırma metninde de varlıklarına gönderme yapılmazdı. En açık şekliyle yazım tarzı birinci tekil şahsı (“ben” ya da “bana”) ya da konuşmada belirsizliği veya kanaati (“belki”,”olabilir”,”gibi”)işaretleyen ifadeleri kullanmaktan kaçınırdı. Keza, yukarıda da tartışıldığı üzere metin yöntem kısmı da dahil olmak üzere araştırma işlemlerini ve de bulguları dolayısıyla da öne sürdükleri evrensel doğayı genelleyen dilbilgisi kurallarına göre yazılırdı (İlk psikolojik çalışmalardan bir örnek bulguları “kanun” gibi sunmaktadır: “aynı ortamda, hayvanı tatmin eden tepkilerle birlikte giden ya da bunları çok yakından takip eden çeşitli tepkilerin….ortaya çıkması çok daha muhtemel olacaktır”, Thorndike,1911 s/244). Bu özellikler yenilerde çoğu sosyal bilim disiplininde kırılmakla birlikte akademik yazılımın kuralları haline geldi. Özellikle söylem analizi gibi sosyal araştırmalarda yazarın metin içinde “Ben” diyerek görünür hale gelmesi artık çok daha olağandır. Buna alternatif olarak “bize” referanslar olabilir ama bu çok daha belirsiz bir tondadır: araştırma ekibine işaret ediyor olabilir ama tekil kişi kullanımını dolayısıyla da eski tarzın formel ve otoriteryen iddialarına geri dönüşü de çağrıştırabilir. Bir başka tarz değişikliği de araştırmanın anlatılmasında yapılan işlemlerin genelleştirilerek yazılmasından ziyade belirli olay ve ortamların geçmiş zamanda yazılması da yaygın bir tarzdır.
Geleneksel metin modeli ve yazma tarzı anlatıldı çünkü yeni araştırmacılar için bunlar kullanışlı yollar önermektedir. Ama açıklamanın da göstermek istediği üzere bu yolların teorik çağrışımları, iktidar ve otorite meseleleri vardır. Yazar “Ben” diyerek yazar/araştırmacının sesini takdim etmektedir ve böylelikle de kendisini metne sokmaktadır. Bu da yukarıda anlatılan metindeki “gerçeklik” kuralının öznesiz otoritesine karşı durabilir. İdealde başkalarının araştırmaya olan katkılarına dikkat çekebilir. Beckett (1996), katılımcıların, analistlerin/araştırmacıların seslerine eşit derecede ağırlık vermeye çalışan etnografik/sözel bir çalışma örneğidir. Ama diğer taraftan araştırmacının sesinin verilmesi pek arzu edilmeyecek şekilde araştırmacıyı farklı türden bir otoriteyle bağdaştıran bir konuma, otobiyografik yazı ve gazetecilikle ilişkilendirilecek bir ünlüler, karizma otoritesine yükseltebilir. Bu problemin açık bir cevabı yoktur araştırmanın yazılışı hakkında süregiden tartışmalara bir örnektir. Bazı araştırmacılar geleneksel yazılışı terk edip tek sesten çoklu sese kaymayı amaçlayan bazen “dağınık, düzensiz metinler” de denilen daha yaratıcı, çok daha serbest yazma taraftarı olmuşlardır. Bu meseleler keza ileride Sekizinci Bölümde 3.Kısımda tartışılan, herhangi bir araştırmanın nihai gayesiyle doğrudan ilişkilidir.

Sonuç
Kitabın bu açılış bölümünde özet biçiminde olsa da çok fazla yer kapladım. Söylem analizi araştırmasının bazı önermelerine ve de kuşattığı yaklaşımların yayılımına işaret ettim. Analistin göz önünde bulundurması gereken bazı meselelerden söz edip söylem analizi araştırmasını idare etmenin tanıtıcı bir kılavuzunu önerdim. Gelecek altı bölüm belli araştırmacıların işlerinin ayrıntılı örneklerini kendi söylem analizi projelerini yürütmek isteyen okuyuculara pratik bir yol gösterici olarak sunmaktadır. Kitabın son bölümünde, Sekizinci Bölümde, bu çok genel açıklamama kaldığım yerden devam ederek bu tanıtımı, söylem analizi araştırmasının değerlendirmesi ve potansiyel uygulamaları hakkında bir tartışmayla tamamlayacağım.

Kaynakça
Ashmore, N. (1989) The Reflexive Thesis: Wrighting Sociology of Scientific Knowledge, Chicago, University of Chicago Press.
Atkinson, P. (1990) The Ethnographic Imagination, London, Routledge.
 Atkinson, P. and Silverman, D. (1997) 'Kundera's Immortality. The interview society and the invention of the self', Qulitative Inquiry vo1.3 pp.304-25.
Augoustinos, M., Tuffin, K. and Rapley, M. (1999) 'Genoeide or failure to gel? Racism, history and nationalism in Australian talk', Discourse and Society, vol.10, pp.351-78.
Back, L. (1996) New Ethnicities and Urban Culture: Racism and Multiculture in Young Lives, London, UCL Press
Banister, P., Burman, E., Parker, I., Taylor, M. and Tindall, C. (1994) Qualitative Methods in Psychology: A Research Guide, Buckingham, Open University Press.
Beckett, J. (1996) 'Against nostalgia: Place and memory in Myles Lalor's "oral History''', Oceania, vo1.66, pp.312-22.
Billig, M. (1987/1996) Arguing and Thinking: A Rhetorical Approach to Social Psychology, Cambridge, Cambridge University Press.
Billig, M. (1995) Banal Nationalism, London, Sage.
Billig, M. (1999) 'Whose terms? Whose ordinariness? Rhetoric and ideology in conversation analysis', Discourse and Society, vol.10, pp.543-58.
Bornat, J. (1994) 'Recarding oral history' in Drake, M. and Finnegan, R. (eds) Sources and Methods for Family and Community Historians: A Handbook, Cambridge, Cambridge University Press in association with the Open University.
Brown, S. (1999) 'Stress as regimen' in Willig, C., (ed.) Applied Discourse Analysis: Social and Psychological Interventions, Buckingham, Open University Press.
Coupland, N. and Coupland,J. (1998) 'Reshaping lives: Constitutive identity work in geriatric medical consultations', Text, vol.18, pp.159-89.
Croghan, R. and Miell, D. (1998) 'Strategies of resistance: 'Bad' mothers dispute the evidence', Feminism and Psychology, vol.8, pp.445-65.
de Cillia, R., Reisigl, M. and Wodak, R. (1999) 'The discursive construction of national identities', Discourse and Society, vol.10, pp.149-73.
de la Rey, C. (1997) 'On political activism and discourse analysis in South Africa' in Levett, A., Kottler, A., Burman, E. and Parker, 1. (eds) Culture, Power and Difference: Discourse Analysis in South Africa, London, Zed Books.
Denzin, N. and Lincoln, Y. (1998) 'Introduction: Entering the field of qualitative research', in Denzin, N. and Lincoln, Y. (eds) The Landscape of Qualitative Research, Thousand Oaks, Sage.
Drew, P.(1990) 'Strategies in the contest between lawyers and witnesses' in Levi, J.N., and Walker, A.G. (eds) Language in the Judicial Process, London, Sage.
du Gay, P. (1996) Consumption and Identity at Work, London, Sage.
Edley, N. and Wetherell, M. (1997) 'Jockeying for position: The construction of masculine identities', Discourse and Society, vol. 8, pp.203-17.
Edwards, D. (1997) Discourse and Cognition, London, Sage.
Edwards, D. and Potter,J. (1992) Discursive Psychology, London, Sage.
 Fielding, J. (1993) 'Coding and managing data' in Gilbert, N. (ed.) Researching Social Life, London, Sage
Foucault, M. (1961/1997).Madness and Civilisation: A History of Insanity in the Age of Reason, London, Routledge.
Frankenberg, R. (1993) White Women, Race Matters: The Social Construction of Whiteness, London, Routledge.
Gill, R. (1993) 'Justifying injustice: broadcasters' accounts of inequality in radio' in Burman, E. and Parker, I. (eds) Discourse Analytic Research, London, Routledge. 
Goodwin, C. (1995) 'Seeing in depth', Social Studies of Science, vol.25, pp.237-74.
Goodwin, M.H. (1990) He-Said-She-Said: Talk as Social Organisation Among Black Child-ren, Bloomington, Indiana University Press.
Hammersley, M. and Atkinson, P. (1995) Ethnography: Principles in Practice, London and New York, Routledge.
Helleiner,J. (1998) 'Contested childhood: The discourse and politics of traveller childhood in Ireland', Childhood, vol.5, no.3, pp.303-24.
Hodge, R. and Kress, G. (1988) Social Semiotics, Cambridge, Polity. 
Hollway, W. (1984) 'Gender difference and the production of subjectivity' in Henriques, H. et al., Changing the Subject, London, Methuen.
Jagger, E. (1997) 'The production of official discourse on "glue-sniffing" " Journal of Social Policy, vol.26, pp.445-65.
Jaworski, A. And Galasinski, D. (1998) ‘The last Romantic Hero: Lech Walesa’s image-building in TV presidential debates’, Text. vol.18 pp.525-44
Kress, G. (1994) ‘Text and grammar as explanation’ in Meinhof, U. And Richardson, K. (eds) Text, Discourse and Context: Representations of Poverty in Britain, Harlow, Longman.
Lynch, M and Bogen, D. (1996) The Spectacle of History: Speech, Text and Memory at the Iran-Contra Hearings, Durham: NC and London, Duke University Press.
Marshall, H. And Wetherell, M. (1989) ‘Talking about career and gender identities: A discourse analysis perspective’ in Skevington, S. And Baker, D. (eds) The Social Identity of Women, London, Sage.
Maybin, J. (2001) 'Language, struggle and voice: The Bakhtin/Voloshinov writings' in Wetherell, M., Taylor, S. and Yates, S.J., Discourse Theory and Practice: A Reader, London, Sage in association with The Open University.
Mehan, H. (1996) 'The construction of an LD student: a case study in the politics of representation' in Silverstein, M. and Urban, G. (eds) Natural Histories of Discourse, Chicago, University of Chicago Press.
Ochs, E. (1979) 'Transcription as theory' in Ochs, E. and Schiefflin, B. (eds) Developmental Pragmatics, New York, Academic Press.
Potter, J. (1996) ‘Discourse analysis and constructionist approaches: Theoretical background’ in Richardson, J. (ed.) Handbook of Qualitative Research Methods for Psychology and the Social Sciences, Leicester, BPS.
Potter, J. (2001) 'Wittgenstein and Austin: Developments in linguistic philosophy' in Wetherell, M., Taylor, S. and Yates, S.J., Discourse Theory and Practice: A Reader, London, Sage in association with The Open University.
Potter, J. and Wetherell, M. (1987) Discourse and Social Psychology: Beyond Attitudes and Behaviour, London, Sage.
Riessman, C. (1993) Narrative Analysis, Newbury Park, Sage.
Rose, N. (1985)  The Psychological Complex: Psychology, Politics and Society in England 1869-1939, London, Routledge and Kegan Paul.
Said, E. (1978) Orientalism, London, Penguin.
Sapsford, R. (1999) Survey Research, London, Sage.
Schegloff, E. (1997) 'Whose text? Whose context? Discourse and Society, vol.8, pp.165-87.
Seale, C. (1999) The Quality of Qualitative Research, London, Sage.
Seale, C. and Silverman, D. (1997) 'Ensuring rigour in qualitative research', European Journal of Public Health, vol.7, pp.379-84.
Shakespeare, P. (1998) Aspects of Confused Speech: A Study of Verbal Interaction Between Confused and Normal Speakers, Mahwah NJ, Lawrence Erlbaum Associates.
Silverman, D. (1993) Interpreting Qualitative Data: A Methods for Analysing Talk, Text and Interaction, London, Sage.
Silverman, D. (2000) Doing Qualitative Research: A Practical Handbook, London, Sage.
Smith, M. (1998) Social Science in Question, London, Sage.
Stenson, K. and Watt, P. (1999) 'Governmentality and "the death of the social"?: A discourse analysis of local government texts in South-east England', Urban Studies, vol. 36, no.1, pp.189-201.
Stubbs, M. (1996) Text and Corpus Analysis: Computer Assisted Studies of Language and Culture, Oxford, Blackwell.
Suchman, L. (1997) 'Centers of co-ordination: A case and some themes' in Resnick, L., Saljo, R., Pontecorvo, C. and Burge, B. (eds) Discourse, Tools, and  Reasoning: Essays on Situated Cognition, NATO ASI Series F: Computer and Systems Sciences, vol.160, Berlin, Springer
Swann,J. and Graddol, D. (1994) 'Gender inequalities in classroom talk' in Graddol, D., Maybin,J. and Stierer, B., (eds) Researching Language and Literacy in Social Context: A Reader, Clevedon, Multilingual Matters in association with The Open University.
ten Have, P. (1999) Doing Conversation Analysis: A Practical Guide, London, Sage.
Thorndike, E.L. (1911) Animal intelligence, New York, Macmillan: cited in Roth, I. (1990) Introduction to Psychology, Hove, Lawrence ErIbaum and Associates Ltd in association with The Open University.
Wertsch,J. (1990) 'The multivoicedness of meaning' in Wertsch, J., Voices of the Mind, London, Harvester Wheatsheaf. 
West, C. (1996) 'Ethnography and orthography: a (modest) methodological proposal', Journal of Contemporary Ethnography, vol.25, October, pp.327-52
Wetherell, M. (1998) 'Positioning and interpretative repertoires: Conversation analysis and post-structuralism in dialogue', Discourse and Society, vol.9, pp.387-412
Wetherell, M. (2001a) 'Debates in discourse research' in Wetherell, M., Taylor, S. and.Yates, S.J., Discourse Theory and Practice: A Reader, London, Sage in association with The Open University.
Wetherell, M. (2001b) 'Themes in discourse research: The case .of Diana' in Wetherell, M., Taylor, S. and Yates, S.]., Discourse Theory and Practice: A Reader, London, Sage in association with The Open University.
Wetherell, M. and Potter, J. (1992) Mapping the Language of Racism: Discourse and the Legitimation of Exploitation, Hemel Hempstead, Harvester Wheatsheaf.

Wetherell, M., Taylor, S. and Yates, S.J. (eds) (2001) Discourse Theory and Practice: A Reader, London, Sage in association with The Open University.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.