12 Ocak 2015 Pazartesi

PSİKOLOJİ VE SÖYLEM ÇALIŞMALARI
Sibel A. Arkonaç

Eleştirel Psikoloji Bülteni (2014) Psikolojide Araştırma ve Yöntem Tartışmaları Sayısı s/39-54



Giriş
Söylem analizi bir analiz ya da yöntem değildir. Bilgiye yönelik aldığınız tavırdır, bu tavır da sizi bir dünya görüşüne oturtur. Buradaki dünya görüşünde araştırmacılar sözün eylemini analizlerinin merkezinde tutarlar. Bu sırada sözün eylemi ile anlamın kurgulanışına bir bakış açısı getirmeye çalışırlar ve bilirler ki bu bakış açısı, getirilecek diğer bakış açılarından sadece biridir. Tam da bu nokta söylem analizinin psikolojideki nitel araştırma anlayışı ile karıştırıldığı yerdir. Şunu açık bir şekilde ifade etmek isterim ki psikolojide nitel araştırma(lar) ile niteliksel psikoloji veya söylem çalışmaları dediğimizde aslında iki ayrı psikolojiden bahsediyoruz demektir. Bu ayrılık her iki psikolojinin kendini tanımladığı paradigmaların birbirinden farklı olmasından kaynaklanmaktadır. Paradigmaların farklı olması sorulan soruların zeminini, meşruluğunu bambaşka bir hale sokar; birinde esas kabul edilen kabuller ya da doğrular diğerinde toptan reddedilmiştir, birinde problem olarak bakılan olay ya da nesne diğerinde mesele olmaktan çıkmıştır (Arkonaç, 1998, 2008a,b). Burada söylem analizi ya da daha genel bir ifade ile söylem çalışmaları, ana akım psikolojinin nitel çalışma anlayışından tamamen farklı olduğu gibi kendini psikolojinin temel kavramlarının ve kavramlaştırmalarının dışında tutmaktadır çünkü bu alanın paradigması farklıdır (Arkonaç, 1998, 2008a,b, 2012a). Ana akım psikoloji,  ırkçı davranışlara ya da önyargılı tutum ve davranışlara yönelik bir niteliksel araştırma yürüttüğünde probleminin izini bireylerin zihinsel dünyalarında tutum ya da bilişsel algı gibi birtakım yapılarda ve süreçlerde arayarak bu yapılarda ve süreçlerin işleyişlerindeki düzenlemeleri değiştirmekten bahseder. Söylem analizi ya da söylem çalışmaları alanından bir sosyal araştırmacı ise aynı konuyu ele alır ama bu meselenin zihinlerde “çarpık işleyen” birtakım süreçlerde ortaya çıktığı ya da gerçekleştiği düşüncesini reddeder. İnsanların gündelik sıradan konuşmalarında, gündelik etkileşimlerinde (metin olarak okunabilecek her şeyde) tekrar tekrar kurgulayıp anlamlarını her defasında yeniden yeniden inşa ettikleri bir şeydir ayırımcılık ya da ırkçılık (Wetherell ve Potter, 1992). Dili kullandığımız müddetçe ister yazarak ister konuşarak, ister kendi kendimize düşünerek ırkçı ve ayırımcı ilişkileri sürekli yeniden kurduğumuzu söylerler. Bir başka ifade ile ırkçılık kafada olan bir şey değil insanların aralarındaki konuşma eylemlerinde gerçekleştirdikleri bir şeydir. Bu sebeple insanların davranışlarına değil konuşmalarına, yazılarına ya da kısaca metinlerine odaklanmamız gerekir (Daha ayrıntılı bilgi için bkz: Arkonaç, 2008,2012b, 2013).
Aşağıda Türkiye’de yapılan söylem araştırmalarından bazı örneklerle konuya giriş yapmak istiyorum. Aşağıda gördükleriniz araştırmacıların katılımcılarla yaptıkları yarı yapılandırılmış mülakatlardan, fokus grup çalışmalarından konuşma alıntıları ile bir kampanya afişidir. 

Gey olmak
320. K2: hani hani bizim dayattığımız belli başlı normlar var işte eşcinselsin ama yine de çok feminen olmamalısın mesela veya çok feminensen sen kadınsın demek ki gey bile olamıyosun kadınsın yani diyorlar hani erkek olabilme duygusu var belki insanlarda hani erkeksin erkek gibi olman lazım belki o yüzden dalga geçiyolar
321. K1: Ee evet eşcinseller arasında şey var aa aktifsen ee erkeksi olmalısın erkeksin ve aynı kavramlar 
322. K2: Ya da sen feminensin aktif olamazsın

(Gürhanel, 2013)

Erkek olmak 

1. G: …. erkek olmak nası bi şey 
2. H: valla çok özel bi şey değil sonuçta erkek olmak erkek çok tanımlayabiliceğim bi şey değil
3. G: hı hı yağni hani ığ gündelik hayatında senin ben erkeğim ya da erkek olmakdan dolayı bu böyle oluyo dediğin şeyler var mı
4. H: yani normalde yok yağni özel olarak erkek olma yağ erkek olduğumu göstercek özel şey bil bilemiyorum yağni 
(Aygül, 2013)
Kadın olmak

1 A: kadın olmak ne demek size göre ne anlamı var kadın olmanın?
2 C: benim için ilk önce en önce annelik
[…]
17 C: diyorum ya bak insan hamile olduğunu hissettiğin anda hayatın değişiyo 
18 B: hayatın değişiyo
(Elçi, 2012a)

Yukarıdaki örneklerde cinsel rollerin kadın, erkek ve gey katılımcılar için ne gibi anlamlar inşa ettiğine dikkat etmenizi isterim. Karşımıza açıklanamayan, tanımlanamayan bir erkeklik, anne olunca kadın olan bir kadın kimliği ve asla feminen görünmemesi gerektiğini düşünen bir gey kimliği çıkmaktadır. Bir başka örnek  Kızılay’ın kan verme kampanyasından bir afiş: 

“Bu kan seni unutur mu?
Çanakkale’de yatmakta olan şehitlerimizin ruhları anısına
Haydi Türkiyem kan vermeye!”
(Şah, 2012)

Afişin ne istediği ortada, kan istemektedir ama mesele, afişin bunu söylerken size, bize kısacası afişi okuyana ne yaptığıdır. 
Söylem Nedir? 
Burada başlık söylem nedir olmasına karşın size bir tarif vermeyeceğim çünkü her tarif bizi, iddia ettiği çizgi ya da daire içine çeker. Geriye kalan sizin sürekli bu tanıma uygun hareket etmeniz ya da uygun hareketlerinizin kontrol altında tutulmasıdır. Tarif anlamı zamanda ve mekânda donduran bir başka anlamadan başka bir şey değildir. Tarifin kendisi tarif ettiği şeyden başka onun üzerinde onu hâkimiyeti altında tutan bir başka anlama boyutudur. Bu düşünceden hareket ettiğimizde zaten söylemi tarif etmeye çalışmak da onun doğasına aykırı düşecektir. Dolayısıyla genel bir anlama çerçevesi oluşturmak daha iyi olacaktır. Yani konumuz icabı söylemin ne olduğuna dair genel olarak herkesin anlayabileceği bir zemin oluşturmak, bir anlama tarzı geliştirmek daha yerinde olacaktır. Söylemi tarif etmek sözgelimi, kimsenin aşkı ya da rengi tarif edemeyip herkesin yaklaşık benzer şeylerle onları anlatmaya çalışması gibidir. Modern kadın söylemi ya da Kemalist kadın söylemi ile muhafazakâr kadın söylemi denildiğinde bu üçünü ayrıştıracak genel bir şeyler söyleyebiliriz.  Ama her birini her defasında aynı şekilde tarif eden bir çerçeve ya da anlam çizgisi tutturmamız mümkün olmaz. Söylem analizinin ve eleştirel duruşun psikolojideki en ünlü siması Ian Parker, 1992’de dayanamayıp o sıralar herkesin yeni yeni tanımaya başladığı bu alanı, çok dikkatli olunması uyarısında bulunarak tanımlamaya çalışmıştı : “…bir nesneyi inşa eden ifadeler takımıdır” (1992, s.5).
Bir nesneyi inşa etmek ne demek? Önce bir “nesne” nin neler olabileceğini düşünelim. Bu bir insan, sabah yolda gözünüze çarpan bir kişi, beyaz önlüklü bir kişi ya da üniversitede bir hoca veya televizyonda futbol eleştirmeni biri(leri) vs. vs. olabilir. Bu nesne aynı zamanda bir afiş (Şah, 2012), bir pankart, bir el ilanı, bir seçim broşürü (Çoker, Yurtdaş-Tekdemir ve Arkonaç, 2009a), bir eylem çağrı metni, bir demeç (Bakiler, 2012)  kısacası basılı bir metin olabilir. Bu nesne(ler) politik olduğu kadar mesleklere özgü açıklamalar veya sivil örgütlerin beyanatları ya da bir gazete ve o gazetenin belli bir olayı aktaran metni de olabilir. Yaptığımız bir araştırmada (Arkonaç, Tekdemir-Yurtdaş ve Çoker, 2012) tüm siyasî kanatlardan gazetelerin bir ay boyunca Dağlıca baskınını başlıklarında ele alışlarını, bir söylem nesnesi olarak incelemiştik. Bir başka örnek sözgelimi reklamlar ve metinleri  (Elçi, 2012b) ya da spor karşılaşmalarında kullanılan başlıklardır:  Filenin sultanları, melekleri, çiçekleri vs. Bir başka nesne örneği ise bizzat binaların kendisi ya da fiziksel mekânların kendisi olabilir: devlet binaları, mahkeme salonları, üniversite binaları, koridor ve anfileri (Çoker, Yurtdaş-Tekdemir ve Arkonaç, 2009b) ya da Ankara Kızılay meydanı, Bakanlıklar veya İstanbul Gezi Parkı, Taksim meydanı, İstiklal caddesi ya da İzmir Kordon boyu gibi mekânlar. 
Söylem anlatılan bir olay, bir kişi ya da bir grup insan hakkında üretilen anlamalar, imajlar, benzetmeler, hikâyeler grubuna dayanır. Bu imajlar, benzetmeler, anlamalar ve hikâyeler o olayı, o insanı ya da o belirli grubu size belli bir ışık altında belli bir biçimde takdim eder. Sözgelimi aynı grup insan için söylenen “isyancı gruplar” ile “muhalif gruplar” ifadelerini ya da üniversitede öğretim üyelerinin öğrencilerine sık sık “çocuklar” ya da “arkadaşlar” diye hitap edişleri hemen akla gelebilecek ilk örneklerdir. Bu ifadelerin hepsinde beraberinde birtakım benzetmelerle, çizilen bir imaj(lar), anlatılan bir hikâye(ler) ve de bir anlam kurgusu vardır. Bu ifadelerin her biri aynı nesneyi birbirinden farklı söylemler içinde inşa etmekte bu sebeple de aynı nesne her birinde başka başka anlamlara işaret etmektedir.  Sözgelimi sözlü yazılı medya da her iki ifadeye de rasgelmek mümkün: “Kadınlar 1500m finali” “Bayanlar 1500m finali”. Okuyanın anladığı şey işaret ettiği şey üzerinden aynı gibi görünse de aslında nesne ile kurdukları gerçeklik birbirinden farklı olduğu için nesneyi tanımlayışları da değişmektedir. Her ikisi de (kadın/bayan) aynı nesne hakkında hikâyeyi farklı anlatmaktadır. Bu farklı anlatımların hepsi geçerlidir. Biri diğerine göre daha geçerli ya da daha “doğru” değildir. Doğrunun gerçeği yansıttığı düşüncesi yerine gerçeğin insanlar arasında kurgulanan bir anlam olduğunu unutmamak gerekir. Çünkü “gerçek” ya da “doğru” denilen şey o toplumun ya da topluluğun o nesne veya o olay ya da o kişi(ler) hakkında hemfikir oldukları ve anlaştıkları kurallardan yani söylemlerden başkası değildir. 
Herhangi bir nesne hakkında “doğruları” söylediğini iddia eden sayısız söylem vardır. Sözgelimi kadın üzerine bize kadını anlatan, doğrusunu anlattığını savunan sayısız söylem vardır: modern kadın söylemi, muhafazakâr kadın söylemi, feminist kadın söylemi vs. Bu söylemlerin her birinde “kadının” yani söylemin nesnesinin farklı bir cephesi ön plana çekilir. Bu suretle o nesne ile ne yapılacağı da belirlenmiş olur, çünkü ne yapılması gerektiğine dair kendi çıkarımlarını üretmiştir. Sözgelimi örtülü kadının çağdaş olmaması ya da üniversite eğitimi alabileceği ama sözgelimi bir hâkim ya da cumhurbaşkanı veya başbakan olamayacağı gibi çıkarımların altını çizer, buna uygun eyleme tarzlarını belirler. Bu sırada da aynı nesne hakkında diğer söyleme göre “işin aslı, doğrusu, esas doğası” resmedilmeye çalışılır. Bir diğer ifade ile her biri o nesne ile ilgili “esas olanı” sergilediği iddiasındadır.
Bunun bir diğer çıkarımı ise söylediklerinizin anlamının hangi söylem içinden konuştuğunuza göre değiştiğidir. Ettiğiniz sözün anlamı, çağrıştırdığı diğer anlamlar ve imajlar bu sözü hangi bağlamda ettiğinize göre değişecektir. Çünkü kelimeler, anlamları sözlüklerde sabit olan anlam taşıyıcıları değildir. Kelimelerin, sözlerin, lafların anlamları, içinden konuşulan bağlamdan söylemden bağımsız değildir. Sözgelimi modern kadının kelime olarak tarifi, söylemler üzeri var olup da söylemlerin bunu kendisine göre yorumlayarak kullanması gibi bir durum ya da hal yoktur. İlgili tüm söylemsel bağlamların (sözgelimi muhafazakâr söylem, liberal söylem, ulusalcı söylem vb.) kendi içinde inşa ettiği kendine has modern kadın anlaması vardır ve bu anlamaya göre modern kadının nasıl eylemesi gerektiği üzerine çıkarımlar yapılır. Dolayısıyla kelimenin, lafın, sözün anlamı telaffuz edildiği söylem içinde inşa edilir. Kelimeler anlamlarını kullanıldıkları söylemsel bağlamlarda kazanarak var olurlar. Varlıkları bu bağlamların dışında varsa da, anlamları bu bağlamlara bağlıdır. Özetle ne söylediğinizin anlamı, sizin bu lafı hangi söylem içinden ettiğinize bağlı olacaktır. Sözgelimi “kütük” kelimesi sözlükte vardır ve ne olduğu orda yazar. Ama anlamı, sizin konuşma esnasında o sıradaki bağlam icabı ne amaçla neye hizmet  “kütük” dediğinize göre değişecektir.

Söylemin Temel Özellikleri Nedir?
Bir konuşma esnasında konuşanın karşısındakine sarf ettiği sözler ya da yazarın yazısında açıkladığı fikir ve görüşler, bir düşüncenin dile getirilmesinden daha başka bir şeydir. Bunlara birer açıklama muamelesi yapılamaz, çünkü bunlar açıklamadan daha fazlasıdır. Bu yaklaşımda sarf edilen sözlere, edilen laflara bir sosyal eylem biçimi olarak bakılır ve bu şekilde ele alınır. Biz buna sosyal eylem olarak söylem diyoruz. Söylem üç cepheli bir kavramdır: eylem yönelimlidir, inşa edicidir (aynı zamanda inşa edilendir) ve retoriksel bir bağlamı vardır ya da bir başka ifade ile bağlam içine gömüktür.
Söylem eylem yönelimlidir. Bununla ne demek istediğimi anlatmak için hemen hepinizin başından geçmiş bir olayı örnek vereyim. Erkek/kız arkadaşınızın sizi ilk defa yemeğe davet ettiği anı düşünün. Dikkat çekmek istediğim nokta arkadaşınızın davet edişi ya da davetin kendisi değildir. Arkadaşınızın daveti nasıl yaptığıdır, davet etme noktasına nasıl yöneldiği ve davet edişin neye yönlendiğidir. “Davet etme” dil içinde düşüncenin ya da niyetin ifade bulması değildir bizatihi eylemin kendisidir, eylemin icrasıdır. Yani “davet etme” konuşmanın niyeti değil bizzat eylemin kendisidir: davet etme eylemi gerçekleşmektedir. Bir başka ifade ile sözgelimi demokratik tutum dediğimizde bu tutum doğrultusunda insanların birbirlerine eşit ya da hakça davranmaları gerektiği düşüncesindeyiz. Hâlbuki mesele bu değildir; demokratik olma, dili konuşurken icra ettiğimiz bir eyleme tarzıdır. Yani konuşurken yaptığımız bir şeydir. İnsanlar demokratik olduklarını söylerken (birbirlerine) ne yapmaktadır? Demokratik üniversite eğitimi söylemi içinden hareket ettiğini, öğrenci haklarına saygılı olunması gerektiğine inandığını ve öğrencileri ile ilişkilerini bu zeminde tutmaya özen gösterdiğini konuşmalarında dile getiren bir öğretim üyesinin aslında ne yapmakta olduğuna yine konuşma etkileşimlerine bakarak karar vermek gerekir. Öğretim üyesi bu “demokratik olma” söylemindeki değerlendirmelerini nasıl kuruyor, ne gibi kaynaklara dayandırarak yapıyor en önemlisi, bu konudaki meşrulaştırmalarını nasıl yapıyor. Sözgelimi daha genç çalışma arkadaşlarına ya da öğrencilerine “çocuklar” diye hitap eden öğretim üyesi bu hitapla “demokratikliğini” kendisini nasıl bir eylem akışına yerleştirerek sağlamaktadır (kendisini bir bilen ya da bir ebeveyn, diğerlerini de kendi bilgisi ile donatıp eğitmesi ve kontrol etmesi gereken kişiler yani tek yönlü bir trafik içinde hareket eden otorite). “Arkadaşlar” diye hitap eden öğretim üyesi karşısındakini “arkadaş” düzeyine oturtarak kendinde birtakım eylemleri haklı gösterecek meşrulaştırmalara gitmektedir. Söylemin eylem yöneliminden kast edilen budur.
Söylem inşa edicidir (aynı zamanda inşa edilendir). Dil, konuşma (ya da yazı) eylemi için içinde fikri taşıyan ya da aktaran değil bizzat eylem icra edendir dedim. Böyle olduğu için dil sarf edildiği sözlerde, açıklama ve beyanlarda tüm sözlerde bize sosyal bir gerçeklik kurar. Karşımızdaki ile karşılıklı konuşmaya başladığımızda ya da belirli veya hayalî kişilere bir şeyler yazıp çiziktirdiğimizde yahut belirli tarzlarda giyinip ya da giyinmediğimizde, odaları ahşap döşemelerle tefriş ettiğimizde ya da minimalist takıldığımızda birden önümüze, kendimizi ve etrafımızda olup bitenleri nitelendirmenin çoklu ihtimalleri açılır. Gerçekten de bunu yapmanın birçok yolu vardır; biri ya da öteki veya bir diğeri olabilir ve hepsi de aynı düzeyde ve aynı derecede muhtemeldir. Dolayısıyla bir söylem analisti için önemli olan soru şudur: bir konuşma sırasında ya da bir metin parçasında karşılaştığı bir ifade ya da açıklama ya da sözce neden bu şekilde söylenmiştir, neden başka türlü ifade edilmemiştir de böyle ifade edilmiştir (Wetherell, 2001). Bu suretle o sırada ne yapılmaktadır, ne gerçekleştirilmektedir kısacası elde edilen nedir? Yukarıdaki, öğrencileri ile “demokratik” ilişki kurduğunu söyleyen öğretim üyesi örneğine devam edilecek olursa burada, demokratik hoca olmanın yolu “demokratik eğitim sistemi” söyleminde tek değildir. Söylemin taşıdığı potansiyel versiyonlar vardır. Hocanın bulunduğu üniversiteye, yaşadığı tarihsel döneme, kendini ait hissettiği sosyal gruplara ve sosyal yapılara göre birbirinden farklı “demokratik hoca” versiyonları inşa edilebilir ve demokratik hocadan kastedilen şey bunlara göre anlam kazanır. Bu versiyonlar hoca ile öğrencisinin karşılıklı etkileşiminde belli şeyler yapmak üzere üretilir: sınav tarihini belirlemek ya da belli bir makale veya konu seçimini yapmak, sorulan soruda ısrar etmek vbg. 
Dilin, sosyal gerçekliğin çoklu muhtemel versiyonlarına imkân sağlayan bu hususiyeti aynı zamanda argümantatif ve retoriksel bir bağlam da yaratmaktadır (Billig, 1991). Söylem her zaman için duruma aittir yani konuşmalar/metinler birbiri ardısıra gelen etkileşime, bağlama gömüktür. Bu sebeple söylemleri etkileşim sırasındaki bağlam içinde, durum içinde konumlandırmak gerekir. Biz buna bağlama gömüklük de diyebiliriz. Bu tıpkı “kütük” kelimesinin anlamını içinde geçtiği bağlama göre anlam kazanması ya da anlamını buna göre inşa etmesidir. 
Bu bağlama gömük oluş belirleyici değildir. Çünkü konuşma etkileşimi birbiri peşi sıra belirli bir mantık silsilesi içinde ardı sıra gelenin bir sonrakini belirlediği bir dizi takip etmez. Konuşmalar kopar, konular kayar, kahkahalar sözleri böler ya da konuşanlar uzun bir müddet susar. Sözgelimi konuşma sırasında karşınızdaki söylediğinize cevap vermeyebilir veya bir başka konu açabilir ya da sözü bir üçüncü kişinin almasını sağlayabilir. Dil, o sıradaki konuşmadaki etkileşimde bir gerçeklik kurar. Bu gerçeklik içinde de retoriksel ve argümantatif bir bağlam inşa eder. Bundan kasıt kurulan gerçeklik versiyonunda inşa edilen anlam ya da söylemin işlevsel olduğudur, bu versiyon sizi kazanmak için ikna edici olmak zorundadır (Wetherell, 2001). Sizi mutlaka yemeğe çıkarmak istediğinden erkek/kız arkadaşınızın konuşması ikna edici olmalıdır, sizin de bu ikna ediciliğe karşı “nazlanma” ya da “ayak direme” veya tereddüt içinde cevap verme ihtimaliniz vardır. Yani ortada icra edilen bir dil ve bu dil icraatının ortaya koyduğu eylemler ya da ortaya çıkarma ihtimali olan eylemler (reddedilme ya da kabul etme) vardır.
Söylem, anlam kaynaklarına dayanan sosyal bir eylemdir. Anlam karmaşık bir sosyal ve tarihsel süreç içinden geçerek ortaya çıkar. Her zaman içinde ortaya çıktığı bağlama göre şekillenir ama geleneksel ve normatif kaynaklara dayanır. Sözgelimi “kadının kocası gururlu adam tabii çekti gitti” dediğimizde burada gururlu kelimesinin anlamı, Türkçe konuşanların bu kelimenin anlamından ziyade “gururlu adam” olmaktan anladığı bir hemfikir olma durumudur (Wetherell, 2001). Hepimiz bu dili konuşanlar olarak bu kültürde “gururlu adam” olmaktan yaklaşık aynı anlamları çıkartır ve kullanırız. Anlam ilişkiseldir. Bir başka tabirle gururlu adam, burnu büyük ya da yumuşak huylu değildir. Diğer terimlerin işaretlediklerinden farkı üzerine kuruludur ve bu işaretlenen fark her zaman için konuşanların ortak üretimi neticesi ortaya çıkar. Bu sebeple anlam bir kültürün yanı sıra her bir gündelik etkileşimde konuşanların gerçekleştirdikleri ortak bir üretimdir. O sıradaki bağlama göre yumuşak başlı bir erkek olmanın anlamı ile gururlu adam olmanın anlamı birbirine göre ilişkisel şekilde kurulur, değerlendirilir ve suçlama ya da hak verme gibi yargılara varılır.

Bir söylem analizi araştırmasına başlarken
Bir söylem analizi araştırması yürütmek bir araştırma yöntemi kullanmaktan daha fazla bir şeydir. Sosyal araştırmayı belli bir epistemolojik duruş içinden yürütmek anlamına gelir (Arkonaç, 2008, 2013). Psikolojide geleneksel ya da bir başka ifade ile pozitivistik ve görgülcü (empirist) yaklaşımı bir kere daha hatırlayacak olursak; bu paradigma içinden bir araştırma ya da bir proje yürüten araştırmacı problemini kognitif bir dünyanın dış dünyayı algılaması, algıladığı bu dış dünyayı içeride değerlendirip yorumlaması ve dışarıya tepkide bulunması üzerinden kurar ve araştırmayı buna göre yürütür. İyi bir araştırma sayesinde bu içsel dünyanın dışsal dünyayla iletişimi ve içsel dünyanın işleyişi hakkında bilgi elde edeceğini, geçmişte biriken bilgi külliyatına katkıda bulunacağına inanır. Bulgularının doğrudan ya da potansiyelde uygulanabilir bilgiler olduğunu varsayar, çünkü bu bulgular sayesinde seyrettiği fenomende süregiden özellikleri ve tahmin edilebilir sebep-sonuç ilişkilerini açığa çıkardığını ya da en azından buna çabaladığını düşünür. 
Söylem analizi üzerinden bir proje yürüten araştırmacı için böyle iddialarda bulunmak mümkün değildir. Bu analistlere göre yapılacak araştırmadan çıkacak bilgiler sadece o araştırma ortamı içinde konumlanan bilgilerdir. Bir diğer deyişle araştırmanın yürütüldüğü belirli mekân, zaman ve katılımcılarla sınırlıdır ve bu sınırlar içinde geçerli bilgilerdir. Mekân, zaman ve katılımcılar değiştikçe ilgili bilgi de değişecektir. Bu sebeple araştırmada ya da projede öne sürülenler ya da gözlenenler, kalıcı ve süreğen bir gerçekliğe sahip olamaz. Çünkü gerçeklik, araştırmacının onu araştırma girişimlerini ve gösterme teşebbüslerini kapsayan her işleminden kaçınılmaz surette etkilenecek ve değişecektir. 
Haliyle açıktır ki, güvenirlilik, geçerlilik ve tekrarlanabilirlik kriterleri bu epistemolojik duruşla bağdaşmamaktadır. Çünkü bu üç kriter bilinebilir sabit tek bir dışsal dünyanın, dışsal bir gerçekliğin olduğunu öne süren realist-gerçekçi duruşa dayanır. Sabit, tek bir sosyal gerçekliğin var olduğu ve bu varlığa ulaşabilir olmak düşüncesi bizi görece durağan, gözlemlerimizden etkilenmeyen süreçlerle idare edilen dünya fikrine götürür. Bu fikir de dolayısıyla güvenilir, geçerli ve her daim tekrarlanabilir bilgi sayesinde bizi tahmin edilebilir bir dünyaya yerleştirir. Bu bakış açısı, söylem analizi ile çalışan araştırmacılar için uygun bir bakış açısı değildir. Bu bakış açısının tam karşısında dururlar. Araştırmalarını değerlendirmek için önlerine farklı kriterler koyarlar. Bunlardan biri olan temsiliyet araştırmadan elde edilenin neyin temsili olduğu sorusunu sorar. Araştırmacı yaptığı analiz vasıtasıyla gerçekliğin ve de dışarıdaki dünyanın “nesnel” bilgisini sunamaz; sadece tarafgir, “ öznel” bir açıklamasını sunabilir. Bu da mesele yaratır. Mesele yaratır çünkü nesnellik ve öznellik terimlerinin uygulanabilirliği burada bitmiş demektir. Bu noktada araştırmacının kendi öznel dünya görüşü ile baş başa kalıyoruz demektir. Şimdi böyle bir hikâyede söylenmeyen ve esas kabul edilen önerme, olsa da olmasa da gerçeklik bilgisinin mutlaka ulaşılabilir bir bilgi olduğudur. Dolayısıyla doğru bakış açısı bize onun hakkında bilgiler kazandırabilecektir. Bu tıpkı bir odada eğer “doğru” noktada durursak, o odayı bütünüyle algılayabileceğimiz yanılgısına benzer. Nerede durursanız durun gördüğünüz şey durduğunuz açıya göre belirlenecektir. Dolayısıyla ulaşılamaz bir şeyden bahsediyoruz burada. Hakkında elde ettiklerimizi her doğrulama teşebbüsümüz aslında açıyı değiştirmeyi dolayısıyla bilgiyi değiştirmeyi gerektirir ki buna gerçekçi bakış açısı birçok isim takmıştır. Oda benzetmesine geri dönersem; odadaki duruş açımdan elde ettiğim görüntü ancak bir başka duruş açısından elde ettiğim görüntü ile kontrol edilebilir (aslında sadece karşılaştırılabilir) ki bu da bir diğer duruş açısının sınırladığı ve çarpıttığı ama az biraz farklı görüntüsüdür (Taylor, 2001).  
Kullanılan dildeki etkileşime odaklanan bir araştırmacı için genellemenin temeli farklıdır. Burada gözetilen, etkileşimde kendini sürekli tekrarlayarak işaretleyen ortak özellikleri ya da kalıpları tanımlamak olabilir. Sözgelimi konuşma analistlerinin yaptıkları budur. Birçok farklı konuşma etkileşiminde gerçekleşen sıra alışlardaki onarım kalıplarını tanımlar ve bunları, konuşmacıların konuşma eylemlerini sağduyu bilgisine çekerek nasıl koordine ettiklerine örnek diye gösterir. Etkileşimi daha geniş bir ölçekte ya da yayılımda ele aldığımızda sözgelimi yukarıda bahsettiğim araştırmamızda (Arkonaç, Tekdemir-Yurtsever ve Çoker 2012) Kürt meselesinin konuşulması sırasında katılımcılar fokus gruptaki argüman yürütme tarzı olarak devleti ve kurumlarını, bir varlık olarak kurguluyorlar ve kendilerine muhatap alıyorlardı. Bir başka ifade ile devleti ve kurumlarını bir kurgu olarak değil canlı bir varlık olarak kurgulayıp, argümanlarını bu varlıklar üzerinden kuruyorlardı. Bu stratejiyi, araştırmanın fokus gruplarında argüman yürütme tarzı olarak genellemek mümkündü.  

182. K Ama devletin tabiri caizse tarihi düzlemde yapacak bilgi düzeyim yani yeterlilik düzeyim olmamakla beraber kendine özgü garip muhafazakar çekirdeğinin olduğunu bir garip muhafazakar reflekslerinin olduğunu yani refleksif düzeyde gerçek anlamında kullanıyorum olduğu da aşikar
295. E.o bak radikal şiddet hareketlerinin tavan yaptığı dönemde devletin verdiği reflekste aynı aşırı şiddet yüklenmesi oluyo
653K. devlet yapacak abi bana ne benim zaten şimdiye kadar bi derdim olmadıki ben ne biliim kapımdan kovdum ne deremden yeme dedim
(Arkonaç, Tekdemir-Yurtsever ve Çoker 2012)

Söylem analizinin versiyonları
Bu yazının başlığı söylem analizi olmakla birlikte bu başlığı psikoloji kökenli söylem araştırmalarında kullanılan yaklaşımlar yelpazesine verilen bir ad gibi ele almak daha yerinde olacaktır. Söylemsel Psikoloji ve Eleştirel Söylemsel Psikoloji (veya Foucaultcu söylem analizi) ve üçüncü olarak yelpazenin en ucunda yer alan Eleştirel Söylem Analizi. Yelpazenin ilk iki dalını bir araya getirmek ya da bir arada ele almak ve düşünmek de mümkündür: Söylemsel/ Eleştirel Söylemsel Psikoloji. Bu ikisi arasındaki ince ama belirgin fark, inceleme odağının daha dar alandan daha geniş alana yayılmasıdır. 
Söylemsel psikologlar konuşma etkileşiminde dilin eylemine odaklanır (Edwards,1997, 2006, 2008, 2012; Potter ve Wetherell,1987; Potter, 2004; 2010, 2012; Potter ve Hepburn, 2008). Konuşma esnasında o sıradaki etkileşim bağlamında kullanılan ifadelerin ne gibi eylemleri nasıl icra ettiği üzerine odaklanırlar (ayrıntılar için bkz. Arkonaç, 2013). Sözgelimi “çok öfkeliyim” derken konuşmacının öfkeyi karşısındaki diğer konuşmacı(lar) ile konuşması sırasında nasıl inşa edip, bu anlam inşasıyla ne yapmaya (sözgelimi kendisini haklı çıkarmak gibi) ya da neyin önünü kesmeye çalıştığını (sözgelimi gelecek olan suçlamaların önünü kesmek gibi) o konuşma etkileşiminin akışı içinde incelerler. 
Eleştirel söylemsel analizi ise (critical discursive analysis- Wetherell 1998, 2001; Edley, 2001; Parker, 2005) buradaki etkileşimi yöneten ideolojilere (sözgelimi modern kadın söylemine), bu ideolojilerin kurduğu kimliklere (sözgelimi modern kadın/geleneksel kadın), bu kimliklerin kurduğu özne konumlarına (sözgelimi erkek kimliği karşısında kurgulanan kadın konumlarına) odaklanır. 
Eleştirel söylem analizi ise (critical discourse analysis- van Dijk, 2009a, 2009b; Fairclough, 2009, Wodak, 2012, Wodak ve Reisigl, 2009) inceleme odağını kişiler arası etkileşimden ideoloji boyutuna taşır ve baskın ideolojinin etkileşim esnasında tüm anlamaları nasıl inşa ettiğini ortaya koyarlar. Araştırma bu ideolojinin ürettiği baskın anlamaları gözler önüne sermeye çalışır. Bu suretle baskın anlamaların baskı altında tuttuğu ve de kolay kolay işitilemeyen alternatif söylemlerin üzerini açarak bu söylemlerin işitilebilirliğini sağlamaya ve artırmaya çalışır (bu yaklaşımlarla ilgili Türkiye’deki çalışma örnekleri için bkz: Arkonaç, 2012b). 
Psikoloji ve özellikle de sosyal psikoloji temelli ya da çıkışlı sosyal araştırmalarda söylemsel psikoloji ile eleştirel söylemsel psikoloji yaklaşımları önemli bir yer tutar. Bazı ilgili literatürde (sözgelimi Willig, 2008) bu sonuncu yaklaşıma Foucaultcu söylem analizi dendiği de görülmektedir. Söylemsel psikoloji kendini, gündelik konuşmalarda kişilerin karşılıklı etkileşimlerini nasıl idare ettiği ile sınırlı tutarken, eleştirel söylemsel psikoloji biraz daha geriye yaslanarak, bu etkileşimin idare edilişini kurgulayan ideolojik argümanları ve de bu argümanların konuşan özneyi etkileşimdeki konumlandırışını incelemeye odaklanır.
Söylem analizi sosyal araştırma dünyasında psikoloji alanına, 1987’de Potter ve Wetherell’in Yeni Zelandalı Avrupalılarla yürüttükleri ırkçı tutumlar üzerine çalışmalarını yayınladıkları meşhur araştırmayla resmen takdim edilir ve arka arkaya yayınlar başlar (Edwards, 1997; 2005, 2007, 2012; Edwards ve Potter, 1992; Potter, 1996; 2004, 2007,2010, 2012; Parker, 1992, 2002, 2004, 2005, 2012; Gergen, 2004, Shotter,1993, 2004; Wetherell, 1998, 2001). Başlangıçta hepsi, sosyal gerçekliğin inşasında dilin rolünü merkezî noktaya taşımaları ve kognitivizmin psikolojik bilgiyi belirleyici nitelikteki rolüne eleştirileri üzerinden ortaklaşıyordu. 1990’lı yılların ortalarından itibaren etkilendikleri ya da daha doğrusu dayandıkları entelektüel gelenekler, aralarındaki farklılıkları özellikle araştırma soruları üzerinden ayrıştırmaya başladı. Bu ayrışmanın en şiddetli tartışması Edwards ve arkadaşlarının 1995’deki meşhur mobilya makalesi (Edwards, Ashmore ve Potter, 1995) ile buna karşı eleştiri olarak Parker’ın yazdığı (Parker, 1999) eleştirel görececilik (critical relativism) karşıtı makale arasında yaşanır. Bu iki makale psikolojik bilginin, tipik bir eleştirel görececilik ve eleştirel gerçekçilik (critical realism) çekişmesi içinde yeniden nasıl kurgulanması gerektiğinin artık klasikleşmiş epistemolojik tartışmasıdır (Arkonaç, 2008b). Bu aynı zamanda yeni epistemolojik çerçevede araştırmacının görgülcü tavrı ile araştırmaya görgül yaklaşması arasındaki kavgadır da.
1998’de Wetherell her ne kadar bu iki ekolün aslında fenomenin farklı düzeylerde ele alınışı gibi anlaşılması gerektiğini öne sürse de bugün halen söylemsel psikoloji ile eleştirel söylemsel psikolojiyi, odaklandıkları analiz birimi üzerinden ayırt etmeye devam ediyoruz (bkz. Potter, 2012; Taylor, 2001, 2013). 
Söylemsel psikoloji konuşma analizinden çok etkilenmiştir. Loughborough grubu (İngiltere) diye bilinen Derek Edwards, Jonathan Potter, Michael Billig, Charles Antaki, Sue Wilkinson, Alexa Hepburn, Elizabeth Stoke ve diğerleri önde gelen temsilcileridir. Bu alandaki söylem araştırmacıları söylem uygulamaları-pratikleri dedikleri eylemlere odaklanırlar. Yani gündelik etkileşimlerdeki konuşmalarda sözgelimi gelen bir davetin geri çevrilmesi ya da bir oturumun açılışında oturum başkanının söze girişini ele alırlar ve bu konuşma eylemi içinde anlamın konuşmacılar arasında nasıl müzakere edildiğini, kuruluş sürecini incelerler. Dolayısıyla konuşma eylemleri sırasında insanların dille karşılıklı ne yaptıklarına odaklanmış olurlar. Bu odaklanma dilin icracı niteliklerini ön planda tutar. İcracı niteliklerden kasıt dili kullanırken o sırada elde edilmeye çalışılan ya da kaçınılan şeyin kendisidir; sözgelimi, özür dilemek, kafa tutmak, emretmek, mazeret bulmak gibi. Bu icraatların ne gibi kalıplar halinde gerçekleştirildiğine bakılır. 
Eleştirel söylemsel psikoloji ve/veya Foucaultcu söylem analizi (Parker, 1992,1999; Willig,1999, 2000; Sims-Schouten ve ark. 2007) sosyal ve psikolojik hayatın kuruluşunda dilin rolünü merkezî noktaya çekerek inceleyen post yapısalcı birtakım yazarların özellikle de Foucault’nun görüşlerinden çok etkilenmiştir. Foucault’nun çizgisinden hareketle karşılıklı konuşma etkileşimini yöneten söylemin kurguladığı öznellik ve iktidar ilişkilerine odaklanır. Bu esnada söylemin kullandığı kaynaklara eğilir. Bu suretle o söylemin ne gibi nesneler ve özneler inşa ettiğini ve nasıl ulaşılabilir ya da ulaşılamaz kıldığına odaklanır. Dolayısıyla bizlerin içinde ikamet ettiğimiz söylem dünyalarını (sözgelimi modern kadın, çağdaş yaşam, liberal dünya vb söylem dünyaları) tasvir etmeye çalışır, bunların öznelliğe dair ne gibi neticeler taşıdığına (sözgelimi modern kadın olarak okuduktan sonra çalışmamayı akla bile getirmemek), yaşantının ne gibi neticeler doğurduğuna (“Tek taşımı kendim aldım, tek başıma kendim taktım”) eğilerek, söylemin karşı eleştirilerini ortaya koymaya çalışır. Sözgelimi iş hayatında “genç çalışan” olarak konumlandırılmak nasıl bir şeydir, böyle bir konumlandırma ile uyuşan ne gibi eylem ve yaşantı vardır. “Genç çalışan” için bu ulaşılabilir eylem ve yaşantıların ne gibi neticeleri vardır gibi. 
Sosyal psikoloji temelli söylem analizinin bu iki versiyonu, söylemin iki ayrı cephesine odaklandığını ve birbirinden farklı iki ayrı işleyişi önemsediğini öne sürmektedir. Söylemsel psikoloji, insanların konuşmalarında yazılarında yapıp ettikleri şeylere yani söylemin uygulamaları dediğimiz pratiklerine eğilmekte ve bu pratikleri incelemektedir. Diğeri ise insanların karşılıklı etkileşimleri sırasında konuşurken, yazarken sözlerinin içine çekip aldıkları ya da dışarda bıraktıkları söylem kaynaklarına odaklanır ve bu kaynakları inceler.  Bu iki versiyonun birbirinin zıddı olmadığı (Potter ve Wetherell, 1995) ya da birbirini tamamlayıcı olduğu öne sürüldüğü kadar (Wetherell,1998, 2001) bu iki versiyonun farklı teorik ve disipliner geleneklerden çıkıp gelişmiş, bu geleneklerin varyantları olduğu da öne sürülmüştür (Parker, 1997, 1998, 2004; Potter, 1997, 1998, 2004,2012).
Wetherell 1998’deki makalesinde bu iki versiyonun birlikte okunması teklifinde bulunur. Bu teklife göre sosyal etkileşimin belli bir yerinde neler olduğunu anlamak için sözgelimi hasta doktor konuşmasında etkileşimin nasıl kurgulandığını ya da yürütüldüğünü anlamak için bu etkileşimi yürüten söylemsel kaynaklarına odaklanmak mümkündür. Bu suretle ve bu sırada dolayısıyla söylemin ulaşılabilir kılmadığı anlam versiyonlarına ulaşılabilir. Sözgelimi doktorun bir bilen konumunun verdiği gücü kullanarak hastayı bilmeyen konumunda ısrarla tutma çabasına nasıl kolaylıkla ulaşabildiğine ama hastanın daha eşitlikçi bir anlam inşasına ulaşamadığını hasta doktor arasındaki anlam müzakereleri esnasında okumak mümkündür.

Türkiye’de söylem analizi ve söylem çalışmaları
Yukarıda başlangıç satırlarında ve sonrasında sık sık ele aldığım üzere sosyal araştırma alanında özelde ise psikoloji alanında paradigma onun getirdiği epistemoloji ve çizdiği dünya görüşü 1990’lar itibarı ile epey yol kat etmiş, araştırma alanlarını, başlıklarını, problemleri ve inceleme araçlarını baştan aşağı değiştirmiştir. Türkiye’de akademik psikolojide ise bilgi yaygın ve baskın bir şekilde tek ses olarak eski paradigma üzerinden yani pozitivist, görgülcü, gerçekçi bir dünya görüşü üzerinden seyretmektedir. Niteliksel araştırma bilgiye yönelik epistemolojik geleneksel duruş değiştirilmeksizin bir yöntem olarak anlaşılmaktadır. Özünde sebep sonuç ilişkisi kuracak şekilde doğru ya da gerçek olan bilgiye ulaşma inancı ve de düsturuyla sorular sorulmaya devam edilmekte sadece nitel veriler toplanmaktadır. 
Diğerlerinin tersine İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü Sosyal Psikoloji Ana Bilim Dalında on beş yıla yakın bir zamandır eleştirel psikoloji, niteliksel psikoloji ve özelinde söylem çalışmaları ve konuşma analizi çalışmaları hem lisans hem yüksek lisans ve doktora çalışmalarında devam etmektedir. Ana akımdan radikal bir yolla ayrışan bu farklı bilgi yaklaşımını bir çalışma ve araştırma alanı olarak sistemli bir şekilde 1994 de bir doktora programı ile başlatmış, “Türkiye’de Modernite ve Kadın” başlıklı ilk psikoloji çıkışlı söylem analizi çalışmasını da 1996 yılında Oya Paker ile birlikte gerçekleştirmiştik (tekrar basım, Arkonaç ve Paker 2012c ). Tipik bir psikoloji ve sonrasında sosyal psikoloji eğitimi almış biri olarak çizginin bu tarafı ile nasıl tanıştığımın ve de çizginin beri tarafına nasıl geçtiğimin hikâyesini bir yerlerde anlatmış olduğumdan (Arkonaç, 2008b) burada yeniden anlatmayacağım.
Ben genelde gündelik Türkçe konuşmalarda kişinin kendini öznel olarak diğerinin karşısında nasıl kurguladığı üzerinde çalışmalar yürüttüm (bkz. Arkonaç, 2004, 2010; Tekdemir, Arkonaç, Çoker, 2012). Son yıllarda bu yaklaşımın ve eleştirel psikolojinin görececi duruşuna eleştirel duruş (Arkonaç, 2012d) geliştirmeye başladım. Yanısıra Mavi Marmara olayı etrafında gelişenlerle dikkatimi daha da çeken (Arkonaç, 2012e ) sözün eylemi değil eylemin sözü belirleyebileceğine yönelik bir düşüncenin peşinden gitmekteyim. Diğer yandan meslektaşım Göklem Tekdemir-Yurtdaş özellikle söylemsel psikolojinin sırtını dayadığı konuşma analizinde konuşmalardaki etkileşim düzeni üzerine eğilen araştırmalar yürütmektedir (sözgelimi Tekdemir-Yurtdaş, 2010; 2012; Yurtdaş, Atakan, Tezerişir, 2011) Bir diğer araştırmacı meslektaşım Çağatay Çoker ise ilk çalışmasında Hırant Dink cinayetinin konuşanlar arasında nasıl anlamlandırıldığını ele almış (2011, 2012) bunu takiben de dilin ve insanın yeniden sorunsallaştırılması yolunda irrasyonelliğin dildeki kurgulanışına odaklanmak üzere korku ve tehdit repertuarlarını çalıştığı bir doktora tezini bitirmek üzeredir.  
Diğer doktora ve yüksek lisans öğrencilerimle birlikte gerçekleştirdiğimiz, parmak basmaya çalıştığımız bazı sorunsalları bu makalede sık sık atıfta bulunduğum, 2012 yılında yayına hazırladığım “Söylem Çalışmaları” kitabında bulabilirsiniz. Bu ilk kitapta yer alan çalışmalar söylem analizi ya da söylem çalışmaları alanındaki tüm yaklaşım yelpazesini temsil eden çalışmalardır ve ilk çalışmalar olma özelliğini taşımaktadır. Bu kitap ve devam edecek olan ciltlerinde (2014 de ikinci cildi çıkacaktır) amacım psikolojinin bu alternatif ve muhalif duruşuna dair Türkiye’de yapılan çalışmalara destek vererek teşvik etmek ve çalışmaların sayısını ve çeşitliliğini artırmaktır. 


Kaynaklar 
Arkonaç, S. (1998)Psikolojide İnsan Modelleri. Istanbul: Alfa Yayınevi.
Arkonaç, S. (2004)(Hz.) Gerçekliğin Yerel İnşasında Kartezyen olmayan Özne, Öteki, Fail. Doğunun Batının Yerelliği: Bireylik Bilgisine Dair (s/249-274). Istanbul: Alfa Yayınları. (aynı zamanda sibelarkonac.blogspot.com)
Arkonaç, S. (2008a) Sosyal Psikolojide İnsanları Anlamak: Deneysel ve Eleştirel Yaklaşımlar. Ankara: Nobel Yayınevi
Arkonaç, S. (2008b)Psikolojide İnsan Modelleri ve Yerel İnsan Modelimiz. Ankara: Nobel Yayınevi.
Arkonaç, S. (2010). Gündelik Türkçe konuşmalarda bireyin stratejik özne konumlanışı ya da eylemine göre konumlanışı: Sıradan episodlara dayalı bir analiz. Psikoloji Çalışmaları Dergisi, 30, s/21-32. www.iudergi.com/index.php/psikoloji
Arkonaç, S. (2012a) Psikolojinin dili İktidarın Dili. S. Arkonaç (hz.).Söylem çalışmaları, s/ 275-284. Ankara: Nobel Yayınevi.  (aynı zamanda sibelarkonac.blogspot.com)
Arkonaç, S. (2012b) (hz.) Söylem Çalışmaları. Ankara:  Nobel Yayınevi.
Arkonaç, S.  ve Paker, O. (2012c) Türkiye’de Kadın ve Modernite: Söylem Analizi ile Yaklaşım. S. Arkonaç (hz.).Söylem çalışmaları, s/ 105-120. Ankara: Nobel Yayınevi.  
 Arkonaç, S. (2012d) Eleştirel Olmaktan ne Anlayabiliriz S. Arkonaç (hz.) Söylem Çalışmaları. s/ 297-298. Ankara: Nobel Yayınevi.
Arkonaç, S. (2012e) Eylemin Sözü Belirlemesi ya da Sözün Eylemi belirlemesi. S. Arkonaç (hz.) Söylem Çalışmaları. s.309-311 Ankara: Nobel Yayınevi. (aynı zamanda sibelarkonac. blogspot. com) 
Arkonaç,S.(2013) Niteliksel Psikoloji. Yayına hazırlanıyor.
Arkonaç, S. Tekdemir-Yurtdaş, G. Ve Çoker, Ç. (2012).’Kürt Sorunu’nu açıklamada duruş ve mesafe alışlar. S. Arkonaç (hz.).Söylem çalışmaları, s/ 161-170.Ankara: Nobel Yayınevi.  (aynı zamanda sibelarkonac.blogspot.com)
Aygül, Z. (2013). Türkiyeli Erkeklerin karşılıklı Gündelik Konuşmalarında “Erkek Olmak” üzerine Anlam Kuruşlarının İncelenmesi. Basılmamış Yüksek Lisans Tezi. Istanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Psikoloji Ana Bilim Dalı. Istanbul
Bakiler, E. (2012). Bir Ritüel: Yemin Töreni, ‘Kibrin’ Mütevazı Bir Analizi. S. Arkonaç (hz.). Söylem Çalışmaları s/223-244. Ankara: Nobel Yayınevi.
Billig, M. (1991). Ideology and Opinions. London: Sage Publication.
Çoker, C. (2011) Özneler Ötesi Bir Konuşmanın Söylemsel Psikolojisi psikoloji Çalışmaları Dergisi, 31 s/119-131
Çoker, C. (2012) Bir Cinayet, “Tehdit” ve “Biz”: Bir Açıklayıcı Repertuar Çalışması. S. Arkonaç (Hz.) Söylem Çalışmaları s/33-58. Ankara: Nobel Yayınevi.
Çoker, C.Yurtdaş-Tekdemir, G. ve Arkonaç, S.(2009a) Pleasing Both Sides in Rectorate Elections in Istanbul University. The 8th Conference of the Discourse, Power, Resistance Series: Academy and Power. P:21, Manchester Metropolitan University UK. 
Çoker, C. Yurtdaş-Tekdemir, G. ve Arkonaç, S. (2009b). Symbols Of State: Reading Of An Academic Placement. The 8th Conference of the Discourse, Power, Resistance Series: Academy and Power. Manchester Metropolitan University UK. 
Edley, N. (2001). Analysing Masculinity: Interpretative Repertoires, Ideological Dilemmas and Subject Positions. M. Wetherell, S. Taylor ve S. J. Yates (Ed.), Discourse as Data:A Guide for Analysis (s.189-229) içinde. London: Sage.
Edwards, D.ve Potter, J. (1992). Discursive Psychology. London: Sage Publications.
Edwards, D.; Ashmore, M. ve Potter, J. (1995). “Death and Furniture:the rhetoric, politics and theology of bottom line arguments against relativism.” History of the Human Sciences vol:8 No:2 pp 25-49 Sage Pub. 
Edwards,D. (1997). Discourse and Cognition. London:Sage Pub.
Edwards, D. (2006). ‘Discourse, cognition and social practices: The rich surface of language and social interaction’, Discourse Studies 8, 41-49.
Edwards, D. (2008). “Discursive Psychology:The production of psychological concepts in everyday talk.” 15.Ulusal Psikoloji Kongresi 2008 Istanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü:Istanbul
Edwards,D. (2012). “Discursive and Scientific Psychology” British Journal of Social Psychology 51, 425-435
Elçi, E. (2012a) Kadın Olmanın Anlamı’nın Türkiye’de Yaşayan kaınların Söylemlerindeki İnşası. S. Arkonaç (haz.)Söylem Çalışmaları. s/121-149. Ankara: Nobel Yayınevi
Elçi, E. (2012b). Metalaşmış Kimlikler: İki Ayrı Reklam Filmi Üzerinden Kadın ve Erkek Kimliklerinin Heteroseksüel İlişkiler Bağlamında Analizi. S. Arkonaç (haz.)Söylem Çalışmaları. s/255-266. Ankara: Nobel Yayınevi
Fairclough, N. (2009). A Dialectical-Relational Approach to Critical Discourse Analysis in Social Research. R. Wodak ve M. Meyer (Hz.), Methods of critical discourse analysis içinde s/ 162-186. London: Sage.
Gergen, K.J. (2004).Sosyal İnşa:Batının Psikolojide Kendi Kendine Konuşmasından Karşılıklı Küresel Konuşmaya. S. Arkonaç (hz.) Doğunun Batının Yerelliği:Bireylik Bilgisine Dair. İstanbul: Alfa Yayınları
Gürhanel, M. (2013). Gaylerin “Öteki” İnşası: Kadınsılık (Feminenlik). Psikoloji çalışmaları Dergisi, 33-2 basımda
Parker, I. (1992) Discourse Dynamics: Critical Analysis for Social and Individual Psychology, London: Routledge (aynı zamanda www.discourseunit.com).
Parker,I. (1997).  Discursive psychology. D.Fox ve I.Prilleltensky (hz.). Critical Psychology: An Introduction. s/284-298 London:Sage.
Parker,I. (1998) . Social Constructionism, Discourse and Realism. London: Sage Pub. 
Parker, I. (1999) “Against relativism in Psychology, on Balance” History of the Human Sciences vol:12 No:4 pp 61-78 Sage Pub 
Parker, I. (2002). Critical Discursive Psychology. NewYork:Palgrave Macmillan.
Parker, I. (2004). Söylemsel Pratik:  Radikal Sosyal İnşacı Araştırmanın Kabulünde Kültür ve Bağlam. S. Arkonaç (hz.) Doğunun Batının Yerelliği: Bireylik Bilgisine Dair. İstanbul: Alfa Yayınları.
Parker, I. (2005). Qualitative Psychology: Introducing Radical Research. Maidenhead, Berkshire: Open University Press.
Parker, I. (2012). Discursive Social Psychology Now. British Journal of Social Psychology (2012), 51, 471–477
Potter, J. (1996). Representing Reality: Discourse, Rhetoric and Social Construction, London: Sage Publication.
Potter, J. (1997). Discourse analysis as a way of analysing naturally occuring in talk. D.Silverman (Hz. 2004; 2.baskı) Qualitative Research: Theory, Method and Practice. s/200-221 London:Sage.
Potter, J. (1998). Fragments in the realization of relativism. I.Parker (hz.) Social Constructionism, Discourse and Realism. s/27-46. London: Sage Pub.
Potter, J. (2004).Söylemsel psikoloji ve söylem analizi. S.Arkonac (Hz.) Doğunun Batının Yerelliği: Bireylik Bilgisine Dair. (s/65-92). Istanbul Alfa Yayınları
Potter, J. (Ed.) (2007). Discourse and psychology: Volume II Discourse and social psychology.
London: Sage.
Potter, J. (2010). Contemporary Discursive psychology: Issues, Prospects and Corcoran’s Awkward Ontology. British Journal of Social Psychology 49, 457-478.
Potter, J. (2012). Re-reading Discourse and Social Psychology: Transforming Social Psychology. British Journal of Social Psychology 51, 436-455. 
Potter, J. ve Hepburn, A.(2008). Discursive constructionism. In Holstein, J.A. & Gubrium, J.F. (Hz.). Handbook of constructionist research (s/. 275-293). New York: Guildford
Potter, J. ve Wetherell, M. (1987) Discourse and Social Psychology: Beyond Attitudes and Behaviour. London: Sage.
Shotter, J. (1993). Conversational Realities. London: Sage. 
Shotter,J.(2004). Sosyal İnşacılığın Ötesinde: Kartezyen Özne ve Faili Yeniden Düşünmek ve Yeniden Cisimleştirmek. S. Arkonaç (hz.) Doğunun Batının Yerelliği: Bireylik Bilgisine Dair s/161-202. İstanbul: Alfa Yayınları. 
Sims-Schouten,W., Riley, S. ve Willig, C. (2007). Critical realism in discourse analysis: a presentation of a systematic method of analysis using women’s talk of motherhood, childcare and female employment as an example. Theory and Psychology, 17(1); s/127-50. 
Şah, U. (2012) Kan’ın Metalaşması. S. Arkonaç (hz.). Söylem Çalışmaları s/245-254. Ankara: Nobel Yayınevi. 
Taylor, S. (2001). Evaluating And Applying Discourse Analytic Research. M.Wetherell; S.Taylor Ve S.Yates (hz.) Dıscourse As Data: A Guıde For Analysıs. s/311-330. London: Sage Publication in association with Open University Press. 
Taylor, S. (2013) What is Discourse Analysis. London: Bloomsbury. 
Van Dijk, T.A. (2009a). Critical discourse studies: A sociocognitive approach. R. Wodak ve M. Meyer (Hz.), Methods of critical discourse analysis içinde (s/ 62-86). London: Sage. http://www.discourses.org/OldArticles/Critical%20discourse%20studies.pdf
Van Dijk, T.A. (2009b). Society and discourse: How social contexts influence text and talk. New York: Cambridge University Press. 
Yurtdaş-Tekdemir, G.(2010) Sözce Tekrarlarının Kültürel Anlamı. Psikoloji Çalışmaları Dergisi 30 s/ 33-51www.iudergi.com/index.php/psikoloji 
Yurtdaş-Tekdemir, G., Atakan, M., Tezerişir, A. (2011) Sözel Etkileşimlerde Cinsiyet ile Söz Kesme ve Çakışma Arasındaki İlişki. Psikoloji Çalışmaları Dergisi 31 s/ 105-117 www.iudergi.com/index.php/psikoloji 
Yurtdaş-Tekdemir, G. (2012). Dört farklı ortamda sözce tamamlamaların işlevleri.S. Arkonaç (haz.) Söylem Çalışmaları. s/13-22. Ankara: Nobel Yayınevi.  
Yurtdaş-Tekdemir, G., Arkonaç, S. ve Çoker, Ç. (2012). Sorumluluk atıflarında kullanılan konumlandırma stratejileri. Arkonaç (haz.) Söylem Çalışmaları. s/151-159. Ankara:Nobel Yayınevi. 
Wetherell, M. (1998). Positioning and interpretative repertories: conversation analysis and post-structuralism in dialogue. Discourse and Society, vol.9, s/387-412.
Wetherell, M. (2001). Themes in Discourse Research: The Case of Diana. M. Wetherell; S.Taylor; Yates,S.(hz.) Discourse Theory and Practice:A Reader, s/14-28, London: Sage Publication.
Wetherell, M., & Potter, J. (1992). Mapping the language of racism: Discourse and the legitimation of exploitation. Hemel Hempstead: Harvester/Wheatsheaf and New York: Columbia University Press.
Willig, C. (2008). Introducing Qualitative Research in Psychology. Maidenhead, Berkshire: Open University Press.
Willig, C. (1999). Beyond appearances: a critical realist approach to social constructionist work in psychology. D.Nightingale ve J.Cromby (hz.) Psychology and Socail Constructionism: A Critical Analysis of Theory and Practice. Buckingham: Open University Press.
Willig, C. (2000). A discourse-dynamic approach to the study of subjectivity in health psychology. Theory and Psychology, 10(4) s/547-70
Wodak, R. (2012). Discrimination via discourse: theories, methodologies and examplesZeitgeschichte, vol 39, no. 6, pp. 403-421
Wodak, R. ve Reisigl, M. (2009).The Discourse-Historical Approach (DHA) R.Wodak ve M.Meyer (hz.) Methods of Critical Discourse Analysis. s/87-121. London: Sage Pub. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.