25 Eylül 2014 Perşembe



ÖLÜM VE MOBİLYA: 
RÖLATİVİZME KARŞI NİHAÎ ARGÜMANLARIN 
RETORİĞİ, POLİTİKASI VE TEOLOJİSİ

Derek Edwards, Malcolm Ashmore ve Jonathan Potter

Edwards,D.;Ashmore,M. And Potter,J. (1995). “Death and Furniture:the rhetoric, politics and theology of bottom line arguments against relativism.” History of the Human Sciences vol:8 No:2 pp 25-49 Sage Pub. 

Çeviri: Sibel A. Arkonaç



Güüm! (belirsiz, ama yine de resmi net çizilmiş bir ses; belki silah sesi belki masaya inen yumruk veya taşa değen bir bot; ya da alkışlayan bir el; veya…)

Böylece çürütüyorum. (Dr. Samuel Johnson, taşa vururken; Piskopos George Berkeley’in idealist felsefesini reddederken. Boswell’in Life of Johnson kitabından)

Bay Berkeley’in nefesi naftalin kokuyor. Sadece, kendini bir dolap çekmecesi olarak düşündüğünü varsayabilirim.                                          (Iain Banks, The Bridge)

Kuşun tüylerine acıyor ama ölen kuşu unutuyor.  
(Tom Paine, The Rights of Man; Edmund Burke’un kitlelere olan sempatiden yoksun olması üzerine.)

Satıcı:      Hayır, hayır efendim. Ölmüş değil. Dinleniyor.                       
Müşteri:   Dinleniyor mu?  
Satıcı:      Evet, harika bir kuş bu Norveçli...  Mavi, harika tüyler,   di mi?            
 Müşteri:  Tüy onun ne haddine – taş kadar ölü bu.  

  (Graham Chapman ve arkadaşları, Monty Python’s Flying Circus) 


“Ölüm” ve “Mobilya”, rölâtivizme karşı en yaygın iki (hatta tahmin edilebilir) itiraz simgeleridir. Rölâtivistler1, gerçekliğin, hakikatin, bilişin, bilimsel bilginin, teknik kapasitenin, sosyal yapının vb. sosyal inşasından bahsettiklerinde, realist2 rakipleri er geç mobilyaya vurmaya, Yahudi Soykırımını çağırmaya, taşlardan, cinayetlerden, insan sefaletinden, masalardan ve sandalyelerden konuşmaya başlarlar. Bu itirazların etkisi, epistemolojik olarak inşa edilmiş veya yapısökümlenemeyecek şeylere sınırlar koyan bir nihaî bir temel argüman sunmaktır 3. İki çeşit hamle vardır: Mobilya (masalar, taşlar, kayalar, vb. – reddedilemez gerçeklik) ve Ölüm (sefalet, Yahudi Soykırımı, yoksulluk, iktidar – reddedilmemesi gereken gerçeklik). Amacımız işte bu tarz “ama bu da değil artık” jest ve argümanlarının nasıl işlediğini, birbirlerileri ile nasıl ödünleştiklerini ve rölâtivizmin çürütülmesi olarak incelendiğinde hiç de ikna edici olmadıklarını göstermektir4.
Mobilya ve Ölüm zikirleri, ottan yapılma insanlar olarak evrensel şekilde tanınmakta olan ama kendileri için nihaî bir çizginin olması gereken sofistike realistler ve ılımlı rölâtivistlerden gayrı, ötesine geçmeyi reddettikleri çizgiye müsamaha gösteremeyen pratikte olmayan, naif realistlerin hazır kaynaklarıdır. Ölüm ve Mobilya, rölâtivizmi uçlara taşımaya karşı çıkan argüman işi görür, bu argüman öylesine etkilidir ki, “böylesi rölâtivizm”in savunucuları bile tarafından sıkça tekzip edilir. Hiçbirimiz, birdenbire saf realizmde olduğu gibi, değişmez hoyrat rölativist (kendileri için, ne olursa olsun olduğu ve sorumluluk taşımayan, bilmeyen-ve-umursamayan kendinden reddediciler) değiliz. Hayır, hayır, biz metodolojik rölâtivistleriz, ılımlı inşacılarız, pragmatik pragmatistleriz.

MOBİLYA
Tartışma ne olursa olsun, içeriği veya vasıtası her ne (metin veya konuşma)olursa olsun ortalıkta muhtemelen bir mobilya vardır. Şeyler ve olaylar, kurallar ve mecazlar, biliş ve gerçeklik hakkında konuşurken veya inşa ve nesnellik hakkında okurken bunu sandalyelerde ve odalarda, bir sırada veya masada, hatta ağaçların ve taşların olduğu dışarıda yaparız. Bunların cazibesi, konuşmanın dışında olduklarını, konuşmanın sadece konuşma olduğunu, dışarıda bir başka dünya olduğunu, tanımların esnekliğinde sınırlar olduğunu gösterebilmeleridir. Mobilyaya vurmak da bir sözsüz eylem işlevi görür, dilin dışına çıkma avantajını verir; gücü, söz dışı gerçekliği kelimelere dökerek başvurmanın retoriksel tehlikesinden kaçınmaktır. Ancak kelimeler genelde yaparlar; neredeyse fiziksel olarak onlara işaret etmek ya da vurmak kadar ikna edici bir şekilde, masalar ve taşlar hakkında konuşabilir, dışsal gerçekliklerini çağırabiliriz. Mobilya argümanı nesnel dünyaya verili bir şekilde, temsil süreçlerinden ayrı, herhangi belirli bir tanımdan bağımsız, doğrudan kavranmış şekilde başvurur.  

REALİSTİN İKİLEMİ
Tabi vurmak sadece bir tokatlama değildir; işaret eden sadece kelimeler değildir. Masaya güm güm vurmak sadece bir davranış olarak değil anlamlı bir eylem işi de görür. Kaba gerçekliğin bütün işaret edişlerine, gösterilerine ve tanımlarına, kaçınılmaz surette semiyotik olarak vasıta olunur ve nakledilir . Taşlar, ağaçlar ve mobilya, rölâtivizmin zaten yanlış olduğunun çürütülmesi değildir tam da o sıradaki o anki yakarışlarıdır. Bunu realistin ikilemi diye adlandırıyoruz. Temsil edilmemiş, inşa edilmemiş bir dış dünya üretme eyleminin kendisi kaçınılmaz şekilde temsilidir, üretildiği anda kanıtlamaya çalıştığı pozisyonun aleyhine dönmekle ve karşı koymakla tehdit eder. Mobilya “argümanları”5, semiyosis vasıtasıyla kategorileştirir ve uygunluk kurar. Bruno Latour da realistlerin “masaya, bir rüya olmadığını ya da bir sosyal inşa olmadığını kanıtlayan ve sağlam bir şekilde direnen masaya güm güm vurabilmekten” (1989 s: 106) ne kadar hoşlandıklarını belirtmektedir.
Mobilyanın (ve bunun gibi şeylerin) kavranışının kolaylığı – ‘bariz’ cisim oluşu ve orada-oluşu –, onu bir rölâtivist yapısöküm 6 için zor dolayısıyla bir realist savunma için kusursuz bir mesele haline sokar. Mobilyanın (ve bunun gibi şeylerin) cisim oluşu ve orada-oluşu, rölâtitvistlerin yapıyı sökmelerini zor bir mesele haline getirir. Mobilya argümanı, realizmin kendi seçtiği yumuşak zemin çalışmasıdır. Ancak bu stratejinin realizm için bir bedeli vardır. Çünkü bu vakalara başvurarak realistler, çok sayıda daha tartışmalı malzemeyi bir kenara koymuş hatta rölâtivistlere teslim etmiş görünmektedir – dil, delilik, sosyal düzen, bilişsellik, hatta bilim. Masa yumruklamakla biten münakaşalar genelde bu tür konular hakkındadır, böylesi hareketlerin amacı daha tartışılabilir bir şeyin realist savunmasını güçlendirmektir. Tarif ettiğimiz bu retoriksel hal içinde rölâtivistler Epistemolojik Savaşları kazanıyor olabilirler ama son muharebeyi kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyalar. Rölâtivizmin güçleri realizmin en iyi savunulan son kalesinde toplandılar, kaleyi kuşattılar ve bu kuşatma sürecinde kızgın bir bombardıman altındalar – Güm! Güm! Güm!

REDDEDİLEMEZLİK ARAÇLARI
Mobilya argümanı argümansızlık argümanı olarak retoriği bitiren argüman gibi görünen, retorik üstündedir ve ona sınırlarını göstermektedir: inşa edilmemiş, desteklenmemiş, giydirilmemiş, hiç bir müttefike ihtiyacı olmayan “çıplak gerçek” (Latour, 1989). Bunun zıddı ise onu bir araç, retoriksel bir inşa, bir fırsat olarak adlandırmaktır. Sözgelimi onu apaçık olanı inşa etmek adına benzeri araçlar arasına koyabiliriz. Söylemde bu mobilya aracı, arkasına bir nevi daha korunmasız bir varlığın yerleştirildiği bir kalkan gibi hareket ettirilen kendi içinde çürütülmesi güç, diğer retorik manevraların özelliklerini paylaşır. Böyle konumlandığında sağlam oluşlarını, çok daha tartışmalı meseleye kaptırmış oluyorlar. Bu tarz araçlara örnekler; apaçık olanı belirtme (Sacks, 1989: 277), kendinden-kanıt iddia etme (Douglas, 1975), deyim alıntılama (Drew ve Holt, 1988) ve retoriksel basmakalıp laflar söylemeyi (Billig, 1987) kapsar. 
Bu tarz “reddedilemezlik araçlarını” kullanmanın retorik bir etkisi de aynı fikirde olmayanlara  retoriksel zor durumlar yaratıyor olmasıdır. Bu reddedilemezlik araçlarının kullanıldığı argumanlara verilen tepkiler - ki bu makale bunun muhteşem örneğidir- bu araçların kendisinin yoğun ve öz oluşuna göre lafı uzatan, aşırı ayrıntılı görülmekten muzdariptir: besbelli ki paradigmatik olarak bu Mobilya argümanıdır (“güüm!”). 

HATTI ÇİZMEK
Neyin Mobilya gibi sayıldığı değişir. Sözgelimi Richard Rorty okuyuşuna göre Emberto Eco, “taşlar, ağaçlar ve kuarklar” (Rory, 1992: 99) gibi fiziksel nesneler ile semiyotik fenomenler (işaretler, metinler) arasına bir hat çizer; gerçi Eco’nun okuyuşunda kendi metinleri, yorumlamayı sınırlandıran taş benzeri birşey haline gelir (Eco, 1992). Rorty monistik şekilde pragmatiktir: “yaptığımız şey uyarıcılara ‘taş’, ‘kuark’, ‘iz’, ‘ses’, ‘cümle’, ‘yazı’, ‘metafor’ ve bunun gibi izler ve sesler içeren cümlelerle tepki vermektir” (aynı yazıda s: 100). Teknoloji sosyoloğu Rob Kling, “kuark gibi bilimsel terimler [içeren] dilbilimsel inşalar” ile “silah ve gül gibi sadece haklarında rasgele konuşmalardan çıkartılmayacak kabiliyetleri olan fiziksel nesneleri” ayrıştırıyor (Kling, 1992a:362). Bilimsel bilgi sosyoloğu olan Harry Collins’in bir tarafta dil, bilim (kuarklar) ve teknoloji (silahlar, masalar) gibi kültürel fenomenler ile – insan yapımı olan her şeyi – diğer tarafta güller ve taşlar gibi “doğal” fenomenler– insan yapımı olmayan her şeyi– arasına çizgi çektiği görülmektedir: “taşlar bizim fiziksel hareketlerimize nedensel kısıtlamalar koyar..içlerinden yürümemeye karar vermek zorunda değiliz...Taş herkesi eşitçe bilgilendirir...tanınma gereği olmaksızın” (Collins, 1990 s: 50).7
Kelimelerin tersine homojen mobilyanın kategorisi,

    Sopalar ve taşlar                                                                           
    Kemiklerimi kırabilir                                                               
    Ama kelimeler asla canımı acıtmayacak

çöker. Şimdi bu değişkenlerden bazılarını inceleyelim, en basiti ve en yumuşağıyla başlayarak: Mobilya mobilyası – masanın ta kendisi.

SOPALAR...
Realist masayı yumruklar. Ne gürültülü bir ses! Konuşmadan çok daha gürültülü. Çok daha dayanıklı. Çok daha gerçek. Yine de biz bu yerde, bu zamanda, bu argümanın rotasında üretilen bu sesin, bir argüman, bir konuşma olduğunda ısrar ediyoruz. Bir argüman olarak  gösteri halini alıyor:

“Bu (güm!) gerçek. Bu (güm!) sadece bir sosyal inşa değil. Konuşma onun ne olduğunu ya da öyle oluşunu değiştiremez. Bak gerçekliği nasıl elimi kısıtlıyor (güm!), aniden durmaya mecbur ediyor. İki fiziksel nesnenin çarpışmasının kaçınılmaz sonucunu (güm!) duy. Daha fazla konuşmaya gerek var mı?”  

Tabi ki bütün bunlar imansız, kâfir rölâtiviste yöneltilmiştir. Peki bu talihsiz candan ne istenmektedir?  Tercihen, fikrini değiştirmesi (niyet tepkisinin eksikliği hemen sözünden geri dönmek olarak anlaşılır). Bunu başaramaması üzerine masa yumruklama bir meydan okumaya dönüşür:

“Bize (realistlerin sözde dinleyicileri ve meydan okuyanlar) nasıl yanıldığımızı gösterin. Bize bu masanın olası, başka türlü olabilirli, sosyal olarak inşa edilmiş, gerçekten gerçek olmayan karakterini gösterin – yapabilirseniz!”

Öyleyse bu meydan okumayı kabul edelim. Masanın bu verili gerçekliğini sorgulamak şaşırtıcı derecede kolay, hatta mantıklıdır. Ahşap taneciklere ve moleküle daha yakından bakınca artık bir “masaya” bakmıyor oluşunuz uzun sürmez. Gerçekten de fizikçiler belli bir analiz seviyesine, parçacıkların, liflerin ve atom altı alanın (en temel?) çekişmeli düzeylerine inildiğinde, aslında orada hiç bir “katı cisim” şeyin olmadığına dikkat çekmek isteyebilirler. Öyleyse (masanın) katı cisimliği, kaçınılmaz surette algısal bir kategoridir; masaların bizim için insan algısı ve bedensel eylem ölçüsünde nasıl göründükleri meselesidir.8 Gerçeklik esas olarak bir insan boyutunu üstlenir, hakkında edilebilecek en büyük iddia “yaşantısal bir gerçeklik” olduğudur (Lakoff, 1987).  
Bu takdirde insan ölçüsünde kalalım. Masa saldırıya uğradığında yumruklanan masanın tamamı değildir, sadece yumruğun veya elin veya parmakların veya parmakların (bazı) uçlarının altındaki kısımdır. Bununla ne garantilenmektedir -- sadece bu parçaların vurduğu mu? Onu bir masanın parçası yapan nedir? Kimin için? Masanın geri kalanı nasıl katı cisme ve gerçeğe dâhil edilir? Hatta vurulan o parça, vuranın dışında başkasına gerçek olarak nasıl gösterilir? Burada ve şimdi bu gösteri, sonra ve daha sonrasında masanın devamlı varoluşu anlamına nasıl gelmektedir, diğer bütün masaların, duvarların, taşların, sonsuzlukta, evrenselde ve genelde tam olarak nasıl bu anlama gelmektedir? Burada birçok şey “mantıklıca” olsa da veresiye kabul görüyor.
Bu yapısökümcü kusur arayışı ukalaca ve saçma görünebilir. Ancak realizm bütün bu ayrıntılar olmadan amacına ulaşmamaktadır. Bunlara bel bağlamaktadır ama arka planda yöntem ve varsayım olarak, sahne, sahne kıyafetleri ve işlem olarak bel bağlamaktadır; bir konu başlığı olarak değil. Rölâtivistler onları konulaştırmayı, en azından anlamayı ve o şekilde konulaştırmayı seçer. Realizm bütün bu veresiye malzemeyi harekete geçirir ama  maskeler, bunun gibi masaların (ve daha birçok şeyin) bir varoluş kanıtı olarak masa yumruklamayı saymamızı ister; aynı zamanda dinleyenlerin, yumruklamanın nasıl yapıldığını sağduyusal olarak göz ardı etmesine güvenir: masa parçalarının, bütünü anlamına gelmesine (düzdeğişmece/mecaz-ı mürsel), örneklerin kategoriler anlamına gelmesine (bu bir “masadır”), bir deneyimin (bir kişinin) birçok deneyimi anlamına gelmesine (ve herkes tarafından kabul edilmesi) izin verir. Daha yakından bakıldığında burada elimizde olan pek de dışarıda-oradaki gerçekliğin bir gösterisi değildir, uzlaşmalı sağduyu çalışmasıdır. Rölâtivistler için uzlaşmalı sağduyu ilginç bir konudur. Araştırmaya karşı bir sopa olarak kullanmak yerine, işlevleri için incelenebilir. 

...VE TAŞLAR
Mobilyanın realist gösteri için talihsiz bir nesne kategorisi olduğu, mukayese edilecek olursa sözgelimi insan yapımı olmayana taşlara kayalara göre kültürel bir insan yapımı olduğu tartışılabilir. Mobilyanın, insan pratiklerinden ve kategorizasyonlarından bağımsız şekilde sadece var olduğuna işaret etmek pek de kolay değildir. Bir realist buna, esas noktayı kaçırdığını söyleyerek karşı çıkabilir. Önemli olan onun ‘mobilya’ olarak değil, fiziksel nesne olarak statüsüdür. Herhangi bir şey işe yarar; herhangi bir mevcut masa tıpkı bir kaya gibi yumruklanabilir. Mobilyanın bu tartışmalardaki realist katılımcılara sunduğu avantaj herkesi dışarı götürüp vuracak kaya aramak ya da aynı amaçla ceplerinde taşımak zorunda kalmamalarıdır. Öte yandan kayalar da kültüreldir, öyle kategorileştirilmiş, doğa dünyasının tanımına dâhil edilmiş, tortul ve volkanik diye sınıflandırılmış, kum tanecikleri, çakıl parçaları, çakıl taşı, taşlar, kayalar, aşınmış kayalar, dağlar diye ayrılmış, parklarda ve dekoratif bahçelerde evcilleştirilmiş, kırlarda korunmuş, kesilmiş, satın alınmış, “değerli taşlar” diye kullanılmış ve sergilenmiş, “kızların en iyi arkadaşları” diye bir alt-kategoriyi kapsamıştır; votka için soğutucu olması da cabası!
Yine de kayalar, yalın gerçeklik örneği “bir taşa (çarpıp) tökezlediğimizde” (Collins, 1990 s: 50) ne olduğu Harry Collins gibi bir rölâtivist için bile doğal gerçekliğin kullanışlı bir simgesidir. Eylemlerimiz “kayanın ne olduğuna dair açıklamalarımızdan ziyade doğrudan, kayanın sebep olduğu” (aynı yazıda), kasıtsız bir hareket, fiziksel bir olaydır. Burada neyle ilgilendiğimizi gözden kaçırmak mümkün: burada basit bir gerçeklik parçasından ziyade, Collin’in tarifi ile ilgileniyoruz. Tarifi salt gerçeklik olarak almak yerine buna tanıklık edilmiş bir olay olarak hayal edin. Birisinin bir taşa (çarpıp) tökezlediğini görüyoruz. Bu bizim “görebileceğimiz” bir şey midir? Olay için verebileceğimiz tek tarif bu mudur? Ya kaza niteliğini, nasıl göründüğünün bir parçası olarak düşünürsek (güldürü gibi) ne olur? Ama Collins’in örneğinde taşa tökezleyen biz kendimiziz, bu yüzden olayı belki birinin söylemesinden ziyade doğrudan kendimiz biliyoruz. Fark eder mi? Fark ettirmesinin yegane yolu kasıtlı haller için mantık olarak taşların gerçek statüsünden önde gelmesidir, içebakış için (introspection), bireysel farkındalık ve hafızanın olayları aktarmada güvenilir dayanak olarak kabul edilmeleri olabilir. Bu varsayımlar, insanın dünyada kendi işine bakması açısından son derece mantıklı olabilir, ama taşın ve tökezlemenin dış gerçekliğine dair herhangi bir iddianın oldukça ötesindedir.  
Collins’in taş olayı en iyi eylemsel değil prototipik bir olay olarak anlaşılabilir (aktaran Rosch, 1975; Lakoff, 1987). Taş ve tökezleme örneği Ayers taşı, ufalanan kireçtaşı ya da elmas gibi belirsiz, sınırda, saçma örnekler olarak verilmemiştir; apaçık, alelade ya da (taşların ve ağaçların bulunduğu) bahçeyle ilgili, sade, sıradan ve tipik türden örnek olarak verilmiştir. Bunlar idealleştirme ve prototiptir, gerçek hadise değildir; Gerçeğin nihaî örnekleri olarak, bu onların statülerini bir şekilde zayıflatmaktadır. Gerçek hadiselerden ziyade sadece prototip olmakla kalmayıp, işte tam da bu “gerçekdışılıkları” ironiktir ki, retorik kullanımlara imkan sağlamaktadır. İdealleştirilmiş ve gerçekçi bir genel bilgiyi temsil etmek için semantik prototipleri harekete geçirerek ve bu temsilleri belli bir olay hakkında herkesin hemfikir olması gereken şeyler gibi göstererek işlerler. Bir kez daha inşasal tanımın ötesindeki bir gerçekliğin Realizm retoriği Mobilya yumruklamak ise, etkilemesi için özel örneklerine çalışılmış bir dikkat eksikliğine ihtiyaç duyar. Collin’in örneğinde kelimelerin ötesinde bir gerçekliğin inşası için temelleri ve araçları tedarik eden dilin kendisidir. 
Collins’in bize gerçekliği değil kısa bir hikâye önerdidğini kabul ettiğimiz zaman, hikâyeyi gerçek kabul etmenin tek sebebi, bize öyle yapmamızın söylenmesi olmaktadır. Hikâye bize bu şekilde, hiç de bir hikâye olarak değil ama şeffaf surette gerçekliğin kendisi olarak verilmiştir. Gerçeklik-üretme numarası kişinin dayanağını 9 gizlice ve ustaca (tökezlemeden!) iki karakter arasında değiştirmektir: anlatan ve taşa tökezleyen insan. Taşın, tökezleyen için ve  de metne uygun olarak, verili bir gerçekliği vardır. Fakat kelimelerin ötesindeki dünyada bir “taş”, bir “tökezleme”, bir “kaza” nedir? Peki böyle bir taşın etkilerinin ve kısıtlamalarının tam olarak sınırları nedir? Bir bilimsel bilgi sosyoloğu için (“bilgi bilimi” pratisyeni değilse) Collin’in pozisyonu ilginçtir.10 Yerçekimi dalgaları keşif olarak inşa edilmelidir, ama taşlar sadece oradadır (tökezleyenler denen karakterler için; muhtemelen jeolojist, madenci, mücevherci veya dağcı11 denen karakterler için değil). Yazarların gerçekliği, gerçekliğin belli tanımları biçiminde tanıtmaları ve sonra metinsel basamağı öteye tekmeleyip, bu şekilde tarif edilmiş gerçekliği dışarıda-orada olarak düşünmemizi istemeleri bir tür düzenbazlıktır. Bilim adamları empirist repertuarı uygularken (Gilbert ve Mulkay, 1984), “ayırma ve evirme” süreciyle olgu kurarken (Woolgar, 1988a) ve sosyologlar refleksivlik olmaksızın aynı şeyi yaparken (Ashmore, 1989), yaptıkları şey tam da budur. 

...AMA KELİMELER?
Realistler bazen inşacıların da nihaî gerçeklikleri olduğunu iddia ederler – metin, yorum, tanımlayıcı okuma; hatta bizim realist bir argüman görünce tanıdığımız iddiası bile 12. Bu ilginç bir argüman gibi görünmektedir belki en iyi, dayanışma ruhuyla ileri sürülürken anlaşılabilir: “nihaî içerikler hakkında anlaşamasak bile, en azından hepimizde bir tane var.” Ama metinler, mobilya kadar – gerçekten daha da bariz bir şekilde- tartışılabilirdir. Metinlerin, mobilyada olduğundan daha fazla dışarıda-orada anlamına sahip olduğunu iddia etmiyoruz. Rorty’nin tanımı ile aynı fikirdeyiz: “metnin tutarlılığı, tanımlanmasından önce sahip olduğu bir şey değildir” (Rorty, 1992: 97). Ne yazık ki bu nokta; belli bir yorum görmekle bunu, analistin o yorumun yegane yeterlilik iddiasıyla ilgili olduğunun delili olarak gören eleştirmenler (sözgelimi söylem analizi eleştirmenleri) tarafından sık sık yanlış anlaşılmaktadır (Collins, 1983; bir aksini ispat için bkz. Potter, 1988). Mesele metinlerin daha gerçek olması, dünyanın geri kalanından daha tekil bir şekilde tanımlanması değildir; daha ziyade dünyanın geri kalanının metin gibi olmasıdır. Hepsi temsil edilmeli ve yorumlanmalıdır.  
Umberto Eco’nun (1992) rölâtivizme karşı listelere yakın zamanlardaki girişi, daha önce   şiddetle desteklediği metinsel anlamanın okuyucu yönelimli inşasına (Eco, 1979) bazı gerçekçi sınırlar koyulması adına bir başvurudur. Metinsel okumalara veya fiziksel olayların açıklamalarına nesnel sınırlar koyma fikrindeki sorun, yazarın sözüne güvenmenin döngüselliği ya da Eco’nun yaptığı gibi başka okuyucuların “akıl almaz” bulacağı şeylere başvurmanın dışında, bunların tam olarak ne olduklarını tartışmadan önce söylemenin imkânsızlığıdır. Ama bu da yersizdir, çünkü insanların neyi akıl almaz bulacakları açıkça bir sosyal muhakeme ve uzlaşma meselesidir, sonraki muhakemelerin herkesin her şeyi yanlış anladığını beyan etmesinden daha fazla bir hakikat veya gerçeklik garantisi değildir13. Biz o uzlaşma nesnesini dışarıya dünyanın içine ya da nesnel metnin içine koymanın bu türden argümanların alışılmış bir parçası olmaları hariç, ötesinde başka bir anlam ifade etmeyen, uzlaşma ve müzakere ile yakınlaşmaktan başka bir seçenek olmadığını öne sürüyoruz. Rölâtivistler bile az sonra sizinle anlaşmamızı garantiye almak için tartışacağımız üzere, bir şeyler hakkında tartışabilir ve aynı fikirde olabilirler.   

ÖLÜM
Mobilyanın yanı sıra, rölâtivizm için bir başka “çetin ceviz” vakası Ölümdür, bu önemli değerlerin ve ahlȃkın çağrı sembolü, kültürel zaman ve alan içersinde tartışılabilir şekilde değişkense de, Feyerabend’in “Batılı entelektüeller kabilesinin” (1987, 73) ortak üyeleri olan hem realistler hem de rölâtivistler tarafından çoğu kez paylaşılır. Gerçekten de Ölüm ve Mobilya argümanlarının gücü kısmen, epistemolojik tartışmalardaki bütün katılımcılara, onlar için inşanın(sökümünün) ötesinde aşkın bir gerçekliğin ikonları olarak işgören, ortak bir kültürün üyeleri olarak hitap edebilmesidir. Ölüm argümanlarının farklı oldukları yön, çağrıştırdıkları politik-ahlaki gerçekliklerdir: rölâtivistlerin dibini kazmaya hakları olmayan bariz ve iyi şeyler, ya da  ahlakî alan tanıma hakkı olmadıkları bariz ve kötü şeyler (Smith, 1988 s: 218). Sonuncusu “eşini dövme, gelin yakma, klitoridektomi” gibi birçok örneği kapsar “...kurbanların kadın olduğu örneklerin arttırılmış cazibesini gözden kaçırmak zordur” (aynı yazıda). Ama sadece kadın kurbanlar kullanılmaz; fakir ve ezilmiş, ölmüş ve ölen, cinayet, katliam ve Yahudi Soykırımı kurbanları da toplanır. 
İlginçtir ki, çağrılmış gerçekliğin ilk çeşidinden, İyi olan türünden az örnekle karşılaştık. Belki bunun sebebi uğraşılarımızın (ve paylaştığımız ilgi ve değerlerimizin) büyük bir kısmının, Solcu “eleştirel realistler” ile olmasıdır. Buna alternatif olarak belki de sebep, realizmin(gerçekçiliğin) veya gerçekliğin kendisinin hem Ölüm hem de Mobilya argümanlarında “dibinin kazılmaması gereken İyi” görevi görmeleridir. Böylece sonra döneceğimiz bir örnek kullanarak, “Yahudi Soykırımının olduğu” gerçeği tarihsel olarak, bariz, sahiden de simgesel bir gerekçelendirilmemesi-gereken-Kötü iken, “Yahudi Soykırımının olduğu” ifadesi, retorik olarak, bir reddedilmemesi-gereken-İyidir.
Ölüm argümanının birbiriyle bağlantılı iki çeşidi vardır, ikisi de rölâtivizmin sözde ahlakî iflasına işaret eder. Biri ölüme, bir alçak ya da budalanın bakış açısı haricinde, sefalete, trajediye, felakete inkȃr edilemez olarak işaret eder . Bu, Mobilya argümanına en doğrudan bağlanan, ontolojik versiyondur. Diğer siren versiyonu ise rölâtivizmin aslında ölüm ve sefalet ürettiğine – böylece Yahudi Soykırımının yalan söylediğine - dair meşum bir uyarı biçimini alır. İki versiyon sıradan bir hikaye ile birbirine bağlıdır: ontolojik inkar savunmanın düşmesine sebep olacak, devekuşu benzeri rölâtivistlerin iyi niyetleriyle döşenmiş Cehenneme giden yola götürecektir. Bu ikincisi, Ölüm argümanın siren versiyonu, “şehre geçidi kapatıp geceyi, ormanı ve çakalları uzakta tutmayı” (Smith, 1988, s:154) sadece nesnel düşüncenin yapabileceği varsayımına dayanır. Smith bu gibi şeylerin nesnelliğin hükümranlığına rağmen her halükarda meydana geldiğini, hepsinin çok aşikar olduğunu ve salt gerçekliği ele geçirme iddialarının (Tanrının onlardan yana olmasıyla), sadece realistler tarafından yürütülen dünyanın politik-ahlaki çatışmalarının baskın çoğunluğunun her iki yakasında da yapıldığını söyleyerek cevap vermektedir. 
İşte rölâtivist çalışmaların incelemelerinden alınan, ontolojik ve siren formları arasındaki gizli bağları gösteren, ölüm argümanın iki örneği14:

“Biz, duruma uygun dramcılar, yazarlar ve sıradan konuşmacılar gibi, anlamların yaratıcısıyız” [Mulkay 1985:167].
Bir düzeyde bunu kabul etmekle bir sorunum yok; bir diğerinde ise baştan aşağı sorumsuzca görünüyor. Ben bunu yazarken Tripoli’nin bir bölgesi, benim Fildişi Kule’mden şu an oturduğum (umarım) yerden yolun bir kaç mil aşağısı bir dizi uçak tarafından harabeye çevrildi. 100 kadar insan (modern standartlara göre çok fazla değil) öldürüldü. Kelimeler tarafından öldürülmediler, dünyanın geri kalanı onlara ölü demeye karar verdikleri için de ölmüş değiller. Ölümlerine muazzam miktarda bilimsel ve teknik bilginin kullanılması neden oldu. Eğer bu bilgiyi sadece bir başka hikâye olarak görebiliyorsak, o zaman biz de ona kurban gitmeyi hak ediyoruzdur. (Craib, 1986)
Bombalar patlarken ve deri kemikten koparken, füze sistemlerinin bu tarz küstah ve hissiz sosyolojik analizini hazmetmekte zorlandım.... İnşacılık bir tavır takınmayı reddediyor.... İnsani durumun (teknik olarak nesneleştirilmiş) özelliklerine karşı aldırmazlık [gösteriyor] – buradaki haliyle, insan ızdırabı. (Winner, 1992).

Bu tür pasajlarda aranan retorik etki suçluluk başlatmaktır. İncelenen yazarlar (Mulkay, 1985 ve MacKenzie, 1991), kendi konuları olan “bilimsel ve teknik bilginin” neden olduğu ölüm ve yıkıma karşı sorumsuz bir ilgi eksikliği ile suçlanmaktadırlar. Açıkçası yüzlerini kara çıkaran rölâtivist epistemolojileridir: yorumlanmamış herhangi bir gerçekliği tanımayı inatla reddetmeleri, onları iğrenç ve tiksindirici bir kayıtsızlığa götürmüştür. Bir tavır takınacağına, küstah ve hissiz şekilde konuşmayı seçmeleri sadece kişisel olarak ayıp değil, aynı zamanda halk temelinde de zarar vericidir. Eğer biz (inceleneni ve incelemeyi okuyanlar) bu yanlış yönlendirilmiş rölâtivistler tarafından ikna edilecek kadar akılsızsak, “biz de kurban gitmeyi hak ediyoruzdur”: metin yazarlarının birbirlerine dileyebilecekleri acımasız bir ceza olduğunu söylemek gerekir.15  İnkâr ettiğimiz -- ve inkâr ederek, karşı durmayı reddettiğimiz --  gerçeklik, kendisini bir terör, güzellik ve adalet eylemiyle belirtecektir. Bizi öldürecektir. Ve bu kıyamet bizim inancımızdaki eksikliğe uygun bir ceza olacaktır; yine de hayatlarımız bizden alınırken bak işte gerçekliğe inancımız düzeltildi! Şükürler olsun Gerçeğe (ve cephaneyi verin)!  
Öte yandan, rölâtivistlerin nadiren kötülüğü savunmakla suçlandığını bilmek sevindiricidir. Suç vazifelendirmekten değil, eksikliktendir. Onlar (biz) ahlaki ve politik suskunlukla, hareket halindeyken donmuş olmakla, konuşmaktan, hareket etmekten veya seçmekten aciz olmakla, değer ve amaçlara bağlılık adına bir temele sahip olmamakla suçlanmaktadırlar. Ancak bu suçlama, realizmi reddetmenin realistlerin gerçek diye düşündüğü her şeyi reddetmekle aynı şey olduğu nesnel varsayımı (Smith, 1988) üzerinden iş görmektedir. Rölativist bir analizde, tartıştığımız üzere, hareket halinde donmuş olan realistlerdir çünkü hareket ettikleri an temsil ederler. 

AHLAKÎ TABLOLARI (TERSİNE) ÇEVİRMEK
Donmak da sadece bir epistemoloji meselesi değildir. Gerçeklik, eylemsizlik retoriği olarak hizmet edebilir (gerçekçi ol... gerçeklerle yüzleş... bırak artık... taşların arasından yürüyemezsin... gerçekliği, insan doğasını, piyasa güçlerini değiştiremezsin... bu işler böyle işte... hayat adil değil).16 Bu, değişime karşı, eyleme karşı, herhangi türden bir açık uçlu ihtimale karşı bildik türden bir argümandır. Gerçeklik verilmiştir, algılanmıştır, orada-dışarıdadır ve engelleyendir. Sosyal analizi de kapsayan açıklanabilir bir sosyal eylem olarak ve bu eylemin içinde yaşanacak  iyi hayat; verili haliyle kabul edilen, imkansız diye gözardı edilen ya da edilgen şekilde gözleyip kaydeden serbest nesnel analistler için değil, tartışmasız , rölativistler ve inşacılar içindir. En azından, realizmin daha iyi bir dünya kurmanın edimleri üzerinde ayrıcalıklı iddiaya sahip değildir.
Gerçekten de tablolar kolayca tersine çevrilebilir. Realistlerin ahlakî ve politik meselelerden  nasıl emin olduklarını görmek zor. Empirizm ile müttefik olan ontolojik realizm, ahlakî inanç ile nasıl birlikte oturmaktadır? Realistler inanç gibi irrasyonel bir şeye sahip olmakla ne yapıyorlar? Gerçekleri bulmamız,, bir ırkın ya da bir toplumsal cinsiyetin ölçek üzerinden gerçekten daha alt seviyede olup olmadığını keşfetmemiz, hipotezi test etmemiz, Yahudi Soykırımının gerçekten olup olmadığını soruşturmamız ve bunun gibi şeyleri yapmamız gerektiğini söyleyen bu insanlar değil midir? Ama bu tarz sorgulama, dünyanın belli bir istemli versiyonunun dibini kazdığında ya da kazmakla tehdit ettiğinde birden gayri meşru şekilde rölâtivist addedilmektedir. Bloor’un dediği gibi bilimin, kendi bilimsel sorgulanışına direnirken kutsal karakterinin farkına varılması “damarına değmektedir” (1976: ix).
Ancak, daha çok diğer türlerde olduğu gibi bilimsel ve akademik tartışmalarda bir grup realist bir diğeriyle tartışıyordur. Ya dünyayı empirik olmayan bir şekilde biliyorlardır ya da  bulup çıkarmak zorundadırlar. Ama o zaman anlaşmazlıkla nasıl baş edeceklerdir?

“Ben haklıyım ve sen haksızsın.”                 “Hayır, ben haklıyım ve sen haksızsın.”                              “Hayır, hayır, ben haklıyım ve sen haksızsın.”        

Daha sofistike ve faydalı yöntem, rakibin yöntemini, varsayımlarını veya retoriğini sorgulamaya başlamaktır; yani, rölâtivist-inşacı Analiz’in araçlarını kullanmaktır. Gerçekten  modern akademinin bu tarz yöntemlerin yokluğunda azıcık dahi olsa ilerlemesini hayal etmek zordur. Ama realistler bunları seçerek kullanır: sadece rakiplere karşı ve sadece aleyhte. Yalnızca bir eleştiri yöntemi olarak kullanılan Analiz (ister bilginin, psikanalizin, ideolojinin veya retoriksel eleştirinin sosyolojisi olsun), uygulandığı şeyin dibini kazmak için kullanılır. Rölativist, Analizin genel uygulanabirliğinde ısrarcıdır. Özellikle kişinin kendi adına hizmet edeceği bir istisna yapılamaz: kendisinin konumuna da uygulanması gerekir – rölâtivistler refleksiftir.17
Gerçeğin rölâtivist kavramlarının retorik olarak avantajı, pozisyon alıp tartışabilmemizdir. Yahudi Soykırımının gerçek olmadığı iddiaları bütün akıl almaz iddialar gibi, herhangi türden bütün iddialar gibi, nasıl inşa edildiği ve harekete geçirildiği gözden geçirilebilir. İyi adamların kazandığından emin olmak için hatta iyi adamların kimler olduğunu tarif etmek için - bu gibi meseleleri tartışma dışında tutan bazı özel realist varsayımların dışında- realizm rölativizmden daha iyi güvenli değildir. Realizm, belli bir iddianın lehine diğer bir iddiaya karşı tanzim edilen, retoriksizlik retoriğidir. Realistler politik ve ahlaki bir avantaj iddiasında bulunamazlar ne de epistemik, bu kadar belli hususlar üzerinde anlaşamadıkları için de  epistemik olarak böyle bir iddiada bulunamazlar
Rölâtivistler analitik olarak, değişkenlik ve durumsallık üzerine odaklanırlar. Ama ayrıca en az realistler kadar rahat bir şekilde bu değişkenlik içinde rol alabilirler. Bir rölâtivist olmakla; sorumluluklara, inançlara ve sağduyusal bir gerçeklik kavramına sahip olmakla, belli bir kültürün üyesi herhangi biri olmakla arasında bir çelişki yoktur.18  Bunlar, zaten ve önceden düşünülmüş, gerçek, doğru ve sadece var olmanın rahatlığından yoksun, tartışılacak, sorgulanacak, savunulacak, karar verilecek şeylerdir. Realizmi bırakmanın bütün bu sorumlulukların düşmesini gerektirdiği düşüncesi, Tanrısız bir hayatın anlam ve değerden yoksun olduğu düşüncesinden daha ikna edici değildir. Gerçekten de hem argüman hem de reddiyesi oldukça benzerdir (cf. Smith, 1988 s: 162): Tanrı’nın ölümü dünyanın geri kalanını yok etmedi ama kurulmasını bize bıraktı. Bize bırakılan anlam ve değerden yoksun bir dünya (veya Nietzchie-Dostoyevskivari bir kararda olduğu üzere “her şeye izin verilen” mutlak bir ahlakdışı dünya) değildir, tamamen tersidir. Tartışılacak, değiştirilecek, savunulacak ve icat edilecek bir anlamlar ve değerler önalanıdır; bu anlamlar ve değerlerin kazançlı şekilde evrensel hatta aksiyomatik ilan edilebileceği meta değerler (Biz bu gerçeklerin aksiyomatik olduklarını savunuyoruz) dâhil bir anlamlar ve değerler önalanıdır. Aksiyomatiklik, argümantasyonun inkârından ziyade sonucudur (cf. Latour, 1987).
Smith (1988 s:150), rölâtivizme aşağıdaki şu itirazı yöneltir: epistemolojik olarak ne kadar hak verilebilir olsa da beraber yaşamak imkânsızdır. Bu ironiktir, çünkü Hakikati (ve çıkar sağlanan diğer Mutlakları) gerçekçi bir mesele olarak görüyor diye tanınanlar rölâtivistlerdir: bu meselede idealleştirenler realistlerdir. Rölâtivistlerin, günlük yaşamda sıradan ve kullanılan gerçeklik ile bir sorunları yoktur: asıl nokta tam da budur ve analitik olarak uğraşmanın tam da yeridir. Sahiden bazılarımız bir yerlerde; gerçeklik tanımlarının pratik yararının, herhangi bir duruma herhangi bir gerçeklik versiyonu öneren türden bir motivasyon ya da merak ortaya koyan realizmi cesaretlendirmek yerine altını kazdığını tartışıyordu.19

ÖLÜM ÖLÜMÜ
Sağduyusal ölüm kavramına daha yakından baktığınızda tıpkı masa gibi yok olmaya başlar: ahiret, ruhun varlığını sürdürmesi, eş zamanlı olmayan beyin ölümü kriteri, yaşam desteğinin kapatılabileceği nokta, kriyojenik süspansiyon, ölümün kesin (ne kadar kesin?) saati. Huzur, memnuniyet ve yaşlılık imgeleriyle “doğal ölüm” (“uykuyla biten minicik bir ömür”) ve şiddeti, acıyı, ziyanı ve kaybı ima eden “doğal olmayan ölüm” (ölüm ölümü) vardır. Cinayet (ve dereceleri), kasıtsız öldürme, idam, savaşta öldürme, haklı cinayet, ihtiras cinayeti, kaza, intihar: herkesin bildiği gibi, bunlar olabilecek en inşa edilmiş kategorilerdir. Olayların bir kategoriye veya diğerine atanması ve kategorik sistemin bir bütün olarak kollara ayrılmasına uzmanlık alanları (avukatlar, suikastçılar, silah imalatçıları, dedektifler, yazarlar, kriminologlar) adanmıştır. Ölüm asla basit değildir. Basit olması için çıkarımız çok fazla. 20 
Keith Grint ve Steve Woolgar’ın (1992: 374-78) izniyle gelin basit (gibi görünen) bir meseleyi ele alalım. Olabildiğince sade bir şekilde, “bariz gerçeğin” inşa edilmiş niteliğine dair soruyu soruyorlar. Aşağıda yazdıkları, tartışmadaki rakipleri Rob Kling’den gelen, kibarca inkar edilemez şu ifadedir21: “Bir askeri müfrezeyi bir düzine gülle öldürmek, iyi yerleştirilmiş, yüksek hızlı mermilerle öldürmekten çok daha zordur” (Kling, 1992: 362). Bunu, güllerin ve silahların ayırdedici (ve asosyal) teknik kapasitelerinin belli tanımlayıcı versiyonu üzerine kurulu bir ifade olarak düşünen Grint ve Woolgar, bu nihaî, teknik temel argümanın yapısökümüne teşebbüs ediyorlar. Belirli bir “neden”den (doğrultulmuş silah, sürülmüş kurşun, çekilmiş tetik), nihaî,, yorumlanamaz bir “etki”ye (kafada delik, düşen vücut, yara, acı, ölüm) ulaşmaya çalışan her girişim, yeteri kadar bir inatçılıkla, aykırı sezgilerle ve çabayla, (bir başka) sosyal inşa olarak açıklanabilir. Fakat burada kimse insanların öldürüldüklerini inkâr etmediğine göre, neden bu tarz bir yapısöküm ile uğraşılsın ki? Anlatılmak istenen nedir? “Anlatılmak istenen... Teknik diye sayılan, onu sosyal olarak göstermek için gereken çabanın aynen yansımasıdır (Grint ve Woolgar, 1992: 376, 378). 
Anlatılmak istenen şey akademiktir. Gündelik dilde akademik anlamsız, boş ve önemsiz olanı ima eder. Fakat biz akademiğiz, bizim için uygun olan bilgi iddialarının epistemik ve ontolojik statüsüne dikkat etmektir, hatta esastır. Ve kesinlikle önemsiz olmaktan uzaktır. Kaba gerçekliğin sözde nihaî durumları bile gösterilebilir bir sosyal başarı ise, o zaman akademikler güçlü bir mekanizma ile uğraşmaktadır; eleştiri, inkâr, yapısökümü, argüman, herhangi türde bir hakikat, gerçek, varsayım, rejim veya felsefe – ne olursa olsun – imkanı ile uğraşmaktadır. Rölâtivizm, bütün hakikatlerin tekrar kurulması gerektiği, akademik konumun ta kendisidir.

BU BİR TÜR SİHİR
Ölüm ve Mobilya başlı başına şeyler olarak ayrıntılı incelemeye direnmekte başarılı olamamaktadır. Kendiliğinden diye bir şey yoktur. Bu yüzden nesnelciler, gerçekliği sunmak için bir araca ve onun kendiliğinden rölâtivizmin reddiyesi olarak durmasına ihtiyaç duyarlar. İnşa, kategorileştirme ve retorik eylemlerini görünür kılmalıdırlar. Bunları yerlerine koyabilmeleri ve sonra, çabucak ve görünmeden, temsili dayanaklarını ve desteklerini kapıp götürebilmeye ihtiyaçları vardır. Gerçekliği sadece orada olarak, herhangi görünür bir destekten yoksun şekilde üretmek için, bilimin empirist repertuarının hızlı ve kirli bir sağduyu versiyonuna22 ihtiyaçları vardır; işaretleyen olmaksızın işaretlenen. 
Bu tarz aracın klasik alanı, daha az aşikâr bilimsel demonstrasyonlar söz konusu da olsa, sahne sihridir.23 Realizmin bir tür sihir olduğunu tartışmak, alışılagelmiş varsayımı tersine çevirir çünkü sihrin ta kendisi bilimin ve nesnelci sağ duyunun antitezidir, ki bunlar da realizmin geçerlilik iddialarıdır. Sihre ihtiyacı olduğu düşünülen normalde rölâtivistlerdir. Biri mobilyaya vuruyor ya da bir tür kaba gerçeklikten bahsediyor, duvara çivi çakılması gibi veya her neyse. Nasıl cevap veririz?
Ah biraz sihir olsa! Sadece parmaklarımı şıklatabilsem ve hepsi gitse, çivi duvara çakılmadan saplansa, masa yok olsa, asistan ortadan kesilip tekrar bir araya gelse. Bu onlara gününü gösterirdi. 
Ama dur, belki yapılabilir. Yani, masaları bilen bütün bu sağduyulu insanlar, aynı zamanda yıldız falı okuyanlar, kaşıkların büküldüğünü algılayanlar, doğaüstüne inananlar, Tanrı’ya dua edenler bunlar değil mi? Azande’nin yaptığı şöyle dursun, diğer kültürlerin, ortaçağ Avrupalıları’nın ve bütün hepsinin; kaba gerçeklik ve fantezi böylesine bariz şekilde birbirlerine uzak mıdır? 
Böylece masayı götürüveriyorum, kaldırıyorum ve diğer odaya gözden uzak bir yere koyuyorum, tekrar geri geliyorum ve soruyorum “hangi masa?” Zafer. Onlar diyor ki, “bırak numarayı, şimdi masayı alıp götürdün!” Ama ya daha hızlı yapabilseydim veya onlar bakmıyorken veya yaparken onları oyalayabilsem ve bunu ustaca veya görünmeyen bir asistanla yapsam, böylece nasıl yaptığımı göremezlerdi. Artık bir sahne sihirbazıyım, bir James Randi, hatta bir Uri Geller. Ama tartışmayı kazandım mı?
Aynen karşılık verirler, “Bırak numarayı, ne yaptın? Nerede masa? Nasıl yaptın bunu? Bu bir tuzak... Biz izlerken bir daha yap. Kontrollü koşullar altında yap...” Gerçeklik eski haline getirildi ve reddedilemez. İstisnalar; gerçek değildir diye, vaka dışı, düzenbazlık diye, hiç de uygun istisnalar değiller diye açığa çıkartılır.24  

Uri Geller’in kaşık bükmesi sahne sihirbazı James Randi tarafından bir düzenbazlık, hokkabazlık olarak açığa çıkartılmaktadır. Kaşıklar kaşıktır. Kaşıklar mobilya gibidir, gerçekten de amaçlarımız için bir tür Mobilya gibidirler, kaba, aşikâr, evcil gerçeklik olarak hizmet ederler. Geller’in gösterisi sırtını kaşıkların bu basit gerçekliğine dayar: tam da kaşıkların öyle bükülmediğini bildiğimiz için olağanüstü bir şey yapıyormuş gibi görünür. Hem Randi’nin hem de Geller’in kaşıkların bu şekilde kavranışına ihtiyacı vardır. Aynı şey bilim ve doğaüstü için de geçerlidir. Bilim gerçek olmayanı (ve inşacı, olası argümanları) kovmak için prosedürlere ihtiyaç duyar. Doğaüstü doğal olana ihtiyaç duyar: kötü ruhlar mobilyaları hareket ettirir ve zombiler yürüyen ölüm-süzlerdir. Ölümün ve mobilyanın sağduyusal gerçeklikleri olmasa ortada doğaüstü diye bir şey olmazdı.
Ancak realizm, gerçek olanı tanımlayacak olanın karşıtına, sadece gerçek olmayanın kategorisine bel bağlamaz. Şeyleri kendiliğinden gerçek kılan prosedürlere de bel bağlar. Bu Yöntemdir, hem Mobilya gösterilerinin hem de bilimsel deneylerin parçasıdır ve sahne sihri gibi işler. Yöntem saydam, inşa etmeyen, sadece açığa çıkaran gibi takdim edilir (deneysel raporlarda yeri Yöntem kısmıdır, Sonuçlar kısmı değil). Sonuçlar’ın büyük kısmının Yöntem tarafından nasıl üretildiğini incelemek, onları insan eliyle yapılmışlar diye eleştirmektir. Rölâtivistin masayı oynattığını ya da Geller’in hile yaptığını iddia etmek gibidir. Bilim ve sihirde, saydam, fark edilmeyecek şekilde düzenlenen prosedürler, etkiledikleri yerlerden çıkartılırlar, dünyayı gözler önüne sermesi için geriye bulgular kalır.   
Şu halde, Mobilya argümanının, Yöntem’in sahne sihri görünmezliği ile bilimin üretici rolünün asgarileştirilmesini birleştirecek bir tarzda işlediği görülmelidir. Masayı tokatlayın ve oyun bitti, el gitti, masa sadece orada, “bak, ellerim yok!” – kaba gerçeklik. Bunun düzeni, gerçekliği orada yüzer halde bırakmaktır, tıpkı sihirbazın asistanının görünürde bir desteği olmadan havada durması gibi. Tıpkı biri sihrin nasıl yapıldığını soruşturacaktıysa,  biz de aynısını Mobilya argümanından sormalıyız. İşte, hayatî nokta budur. Rölâtivizmin iddia ettiği; nasıl ürettiği incelenemeyecek, bir Yöntem’e bel bağlamayan, yapısökümlenemeyecek, başka türlü olası bir hakikati retorik olarak beraberinde getirmeyen, Mobilya gösterileri dâhil, gerçeklik-üreten eylemin olmadığıdır. İkna edici bir gösteriye, masaya vurmaya bile, sadece o esas inandırıcı olma (ikna edici, gösteri) anlamında ihtiyaç duyulur, böylece bir yanılsama (bu önümde gördüğüm bir masa mı?), hologram ya da bunun gibi bir şey sayılmayacaktır.   

Hakikatler bir insanın unutmuş olduğu yanılsamalardır, alışılagelmiş ve duyumsal etkisini kaybetmiş metaforlardır... tam da bu bilinçdışılık ve bu unutma yüzünden, [insan] bir hakikat hissine varır (Nietzche, 1873; 182; alıntı Forester, 1989: 145).


ETİK, TEOLOJİ VE SUSKUNLUK
Rölâtivizme yaygın bir itiraz, herkesin görüşünü eşit şekilde geçerli saymak zorunda oluşudur; herhangi ahlakî, politik veya olgusal bir konuda tek tarafı yada bir başkasını önemseyecek bir zemin sunmamaktadır. Bu itiraza bağlanan, rölâtivizmin kendisi ile bu surette çeliştiği argümanıdır (cf. Billig, 1991s: 22-6), bizim realistin ikilemi dediğimizin dengi ve tersi olan rölâtivist bir ikileme yakalanmış olmaktır. Realistler temsil ettikleri an nasıl kendilerini ayaklarından vuruyorlarsa, rölâtivistler de tartıştıkları an aynısını yapmaktadır. Bir şey için tartışmak umursamaktır, konumlanmaktır, bu da doğrudan doğruya rölâtivist olmayandır.
Ancak eğer nesnel hakikat ve geçerlilik, sosyal süreç ve gerçekçi muhakeme lehine terk edilecekse, o zaman herhangi bir “eşit geçerlilik” görüşü de terk edilmelidir. Belli bir görüşün haklı çıkarılması olasılığını kabul etmemenin çok uzağında, rölâtivizm bunda ısrar eder. Smith’in dediği gibi, “Rölâtivizmin bir insanın ahlakinı veya politik hayatını kolaylaştırdığı fikri nesnelci düşüncenin özellikle absürt bir fantezisidir” (1988 s: 166).
Rölâtivizmi sadece ahlakî çözülme suçlamalarından korumaktan ziyade, onun ahlakî ve politik gücünü ileri sürüyoruz. Rölâtivizm her zaman uygun bir direniş lövyesi sunar.25 Potansiyelde; kalıcı bir şekilde radikal bir ilgiyle birlikte serbestleştirici, tehlikeli ve sarsıcıdır: hiç bir şey hiç bir zaman yalnızca, açıkça, nesnel ve inşa edilmemiş halde anlaşılmak zorunda değildir. Gerçeklik sadece hep bilinen-gerçekliktir ve bu yüzden, her ne kadar sezgi karşıtı görünse de, soruşturmanın öncesinde üretilmez, soruşturma tarafından üretilir. Gerçek sayılan şey ise, her ne belli şey olursa olsun, en azından potansiyel olarak bir fikir birliği ve münazara meselesidir. Çizginin, nesnel olanla  inşa edilmiş gerçek arasına mı, taşlarla kuarklar arasına mı, mobilya ile faşizm arasına mı, nereye çizileceği belirgin değildir. Bütün gerçeklerin iddia halinde kurallı soruşturulması tek güvencedir; tamamen gerçek olan her ne ise, eğer bu bir şey ifade ediyorsa, ayrıntılı incelemeyi kesinlikle atlatacaktır. Hayattaki başlıca merakları Yahudi Soykırımının26 ontolojisi gibi sıcacık giydirilmiş gerçekleri inkâr etmek olanlar, dünyanın bütün tarifçileri gibi kendilerini ilgi ve güdüye karşıt inşalar için uygun kılarlar; ki bu durumda bu inşaların üretilmesi zor değildir. 
Hakikatlerini en iyi şekilde muhafaza etmenin onları soruşturmadan korumak olduğunu düşünenler dinî bir etiğin takipçisidirler, bilimsel değil. Hakikatler, saygısızca ve yıpratıcı soruşturmaya uymayan kutsal nesneler haline gelirler, büyü ile kutlanacaklar ve inanca evirme ile yayılacaklardır. Realistlerin nihaî argümanları hem büyü hem de din değiştirme girişimleridir. Ötesinde soruşturmaya izin verilmeyeceği noktalar olarak sunulurlar. Soruşturma hakkı üzerinde ısrarcı olanlar ve böylece bilim etiği ateşinin gerçek sahipleri( tartışılabilir tabii) biz “ahlaksız” rölâtivistlerizdir. Dinî muhafazakarlar olarak realistlerin istediği, soruşturmanın, münazaranın, argümanın, çekişmenin …nihayet…BİTMESİDİR.

... huzur ... ne kadar huzurlu... ne kadar sessiz. Artık kazandık. Çok daha iyi. Bütün o sesler... susturuldu. Bütün o uçsuz bucaksız tartışmalar ne hakkındaydı? Neredeyse hiç hatırlayamıyoruz. Artık herkes aynı fikirde; herkes hakikati biliyor... O hakikat... Ne olduğunu... Neredeyse hiç hatırlayamıyoruz. Artık önemi yok. Artık hiçbir şeyin pek önemi yok gibi. Çok sessiz. Kimse konuşmuyor – konuşacak ne var ki? Kimse yazmıyor – kimin için? Ne için? Hepimiz aynı fikirdeyiz, hepimiz görüyoruz. Biz sadece hayatımızı yaşıyoruz ve uyukluyoruz ve ölüyoruz. Hepimiz aynı fikirdeyiz ki en azından bu GERÇEK. 

KÖRDÜĞÜM, İNKÂR, ARGÜMAN
Realistlerin sözüm ona temsil etme ihtiyacıyla uzlaşırken, rölâtivistlerin de tartışılabilir argüman ihtiyaçlarıyla aynı ölçüde uzlaştıklarını öne sürmüştük. İki taraf da etkili bir biçimde diğerini oturumun dışına atar ve tartışma kitlenir. Ancak (şanslıyız!) realizm/rölâtivizm tartışmasını bir tür totolojik kördüğüm olarak göstermek, (her zaman pozitif-ist) realiste göre (çoğu kez negatif-ist) rölâtivist için olduğundan daha rahattır. Rölâtivizm, alternatif bir gerçeklik tasarlayan pozitif bir teori olmaktan ziyade, bir temel eleştiri, bir tür şüphecilik, bir realizmin inkârı olarak savunulabilir.27 Bir kördüğüme böylece bir tür zafer olarak bakılabilir. Öte yandan, burada realist de Pirik benzeri bir “zafer” iddia edebilir (çv: kazanan ama maliyeti yıkıcı zafer); eğer eleştiri ele geçiremiyorsa neden canını sıksın ki? Canını sıkacak olan, rölâtivizmin negatifliliğinin pozitif değerini tartışmak olabilir.  
Yani, kördüğümün “dışına” bir rölâtivist hamle, kendi “izm”imize tamamen negatif bir konum(suzluk) olarak davranmaktır. Rölâtivistlerin  önerdiğimiz şeyin sahte olduğu fikri ile başa çıkmaları için çeşitli yöntemleri vardır; ya kendini gizlemiş bir realizm (metnin gerçekliği veya sosyal olanın nesnelliği) halinde ya da kendinden çürüterek (tu quoque28: Ashmore, 1989) başa çıkarlar. Rorty’nin hamlesi, kendini pragmatist ilan edip, nesnelcilerin üzerine yapıştırdıkları “rölâtivist” “geleneksel yakıştırmasına” direnmektir. Pragmatizm olumlu alternatif bir açıklama olarak değil, “tamamen olumsuz bir nokta” olarak sunulmaktadır (Rorty, 1985 s:6). Rorty’nin hamlesi herhangi olumlu bir iddiada bulunduğunu inkar ederek, kendinden çürütme eleştirisinden kaçmak için retorik bir çaba olarak anlaşılabilir. Benzer şekilde, Feyerabend’in rölâtivistik beyanları retorik olarak sunulmaktadır

Batı entellektüelleri kabilisenin bir üyesi olarak kabilenin geri kalanına (uygun tartışmalarla beraber) nesnellikten şüphe etmelerine ve bazı biçimlerde de nesnel gerçekliğin olabilirliğinden şüphelenmeleri için sunduğum açıklamalar (Feyerabend, 1987 s:73)

Feyerabend bu konuda çekingen değildir:

Yanlış kurallar kullanabilirim, bunlardan yanlış sonuçlar çıkarabilirim: ama  niyetim onları retorik araçlar olarak kullanmak, bilgi ve argümanın nesnel esasları olarak kullanmaya niyetim yok (ibid s:79, italikler yazarın)

Smith (1988, s:150 den sonra), rölâtivistler ve realistler için aynı temel terimlerin (örn; gerçeklik) farklı anlamlara geldiği önermesine dayanan kördüğümün uzağına semantik bir rota teklif eder. Tartışılan “rölâtivizmin” çoğu kez kendisinin tarifi değil, nesnelcilerin bir icadı olduğunu belirtir. Nesnelciler bütün rölâtivistik ifadelere kendi konumlarının aksi muamelesini yapmaktadır; gerçeklik ve düzenle ilgili sadece kendi varsayımlarının öngöreceği, ontolojik ve ahlakî türden anarşiye yol açan gerçeklik inkarı gibi. Başka bir ifade ile anti-rölâtivist eleştiriler döngüsel eğilimlidir. Rölâtivizmin düzmece versiyonları “her şey olur” (Feyerabend’in, 1975, güya fesat bir yanlış okunuşuması) ile “tam nesnelcilik” dir (Smith’in deyişiyle rölâtivizmin “ikinci sınıf” versiyonu). Diğer versiyonlar, yüksek sesle vurguladığımız ahlakî/politik “suskunluğu” içerir: sanki keki nasıl yaptığınızı incelemek onu yine de yiyemeyeceğiniz anlamına geliyormuş gibi: veya sahne sihrine geri dönersek sanki “sihrin nasıl yapıldığını açığa vurmak, ikiye bölünen kadın gibi, hiç yapılmadığını öne sürmektir”gibi (Geertz, 1988: 2).    
Latour’un kördüğümden dışarı çıkma yolu, insan ve insan olmayan eyleyenler arasındaki ayrımı sona erdirmektir. İnsanlar başkaları adına konuşabilir veya kendi adlarına konuşabilirken, şeyler kendi adlarına konuşabiliyor veya öyle yaptıkları varsayılabiliyor. Latour’un hamlesinin varlığın temel kategorilerini fesheden, şeylerin konuşmasına ve toplumda yer almasına izin veren bir başka tür sihir, animizm ile nasıl flört ettiğine dikkat edin.28 Latour’un kördüğümü tam olarak realistler ve rölâtivistler arasında değildir – rölâtivizmi realizmi savunduğu kadar güçlü savunur -, daha ziyade realistlerle, kendilerine göre sosyal inşa süreçleri ve bazen de kaya gibi nihaî kategoriler hariç,hemen herseyin sosyal olarak inşa edilen Collins gibi (gerçekten sosyal realistler) ‘sosyal rölativistler’ arasındadır.
Rorty, Feyerabend, Smith, Latour (ve Edwards, Ashmore, Potter) gibi analistler rölâtivizmi, realizme karşı bir pozitif açıklama olarak değil, bir konumsuzluk, eleştiri ve şüphecilik olarak sunmayı tercih eder. Rölâtivizm, retorik uygulamalar olarak görülen realizmi ve rölâtivizmi fark gözetmeden kapsayıp analiz edebilen, bir meta-düzey (veya bir adım daha geride) epistemoloji olarak teklif edilir.
Rölâtivizmin pozitif bir açıklama olmadığı fikri, inkârın ve argümanın önceliğine bağlanabilir. Bütün pozitif açıklamalar, şeylerin başka türlü olası doğalarına yönlendirir. İddialar inkârlardır ve inkârlar iddiadır.  İnkâr bir gerçeklik bozulması, herhangi bir düzen ihtimaline karşı bir “her şey çöküyor” tehdidi değildir, bilginin düzenliliğinin esas özelliğidir. İnsanlar; reddedilemeze başvurulan durumlarda olduğu gibi Ölüm ve Mobilya argümanlarına benzer retoriksel olarak yaptıkları hariç, etrafta dolaşıp olmayan veya olamayacak, şüpheli şeyler ileri sürmezler. Bu gerçeklik-savlayan jestlerin retorik etkisinin büyük bir kısmı, retorik karşıtı, rölâtivizmin onları inkâr ettiği imasından kaynaklanır. Rölâtivist, ȃşikar olanı inkȃr eden, kötülüğü kınamayı reddeden, mobilyaya takılıp tökezleyen, aptal yerine koyulan absürt bir konuma yerleştirilmiştir. Biz, sahne sihri oyununda kandırılan enayiler gibi teatral olarak konumlandırılmış, böylece argümana başvurulmadan güldürü ile çürütülmüşüzdür.  Ancak biz her zaman bir argüman olduğunda veya olabileceğinde ısrar ediyoruz (cf. Billig, 1987). Bu metin bizim argümanımızdır, olduğu gibi cevap olarak masaya bırakılmıştır.   

SONUÇ: STENOGRAFİ, CAHİLLİK, RETORİK
Masalara vurmak ve ölümü çağırmak en iyi haliyle stenografi; en kötü haliyle cahillik; en azından retoriktir. Stenografidir çünkü konumlandırılmış eylemlerin retoriğini ve semiyosisini kapsama dâhil ederler. Cahilliktir çünkü rölâtivizme karşı harekete geçirilen yöntem, dâhil edilen süreci doğrudan ona bel bağlamışken inkâr etmektir. Retoriktir çünkü sadece retorik olarak inşa edilip, uygulandıkları için değil aynı zamanda yapısökümden sonra bile, bütün retorikçilerin ya da bize öyle deniyor, hoşlandıkları aşikârlığa ve bariz salt hakikate bütün “e hadi artık” seslenişleri adına, sembolik şekilde duran araçlar olarak kullanışlı olmaktadırlar. Sadece teknik veya araçsal anlamda realizm mükemmel, belki de en iyi retorik olsa da ciddi entelektüel bir konum olarak kabul edilmesi için yeterli sebep değildir. Ölüm ve Mobilyanın mecazlarında kendi varlığını kabul etmeyi reddeden bir retorik; sadece rakibinin analitik araçlarının seçilerek kullanılması ile eleştirel-radikal güvenilirlik iddia edebilecek bir politika; bozucu,rahatsız edici soruşturmanın ölümünden daha azını istemeyen, derin muhafazakâr bir teoloji görüyoruz. Ne tip verili gerçekliklerin soruşturmaya değer olacağını tam olarak belirleyecek olan bıkkınlık, zevk, politik ve ahlaki hassasiyet iken, bu faktörler ne sosyal bilim, ne herhangi başka bir bilim, ne de rölâtivizmi reddetmek adına bu düşüncelerin realist ontolojiyi teşvik edecek bir temeli yoktur. Aksine, rölâtivizm mükemmel sosyal bilimdir. Peşinde olduğu şey, kendisini doğuran topluma adamakıllı öğretirici bir katkı sağlamaktır.


Kaynakça
Ashmore, M. (1989)  The Reflexive Thesis: Wrighting Sociology of Scientific Knowledge.  Chicago: University of Chicago Press. 
Ashmore, M.  (1993a)  Behaviour modification of a catflap: A contribution to the sociology of things.  Kennis en Methode 17: 214-229.   
Ashmore, M. (1993b)  The theatre of the blind: Starring a promethean prankster, a phoney phenomenon, a prism, a pocket, and a piece of wood.  Social Studies of Science 23: 67-106. 
Ashmore, M., ed. (Forthcoming)  Humans and Others: The Concept of "Agency" and Its Attribution.  Special issue of American Behavioral Scientist, 1994. 
Atkinson, J.M. (1978)  Discovering Suicide: Studies in the Social Organization of Sudden Death.  London: Macmillan. 
Billig, M. (1987).  Arguing and Thinking: a Rhetorical Approach to Social Psychology.  Cambridge: Cambridge University Press. 
Billig, M. (1991)  Ideology and Opinions. London and Beverly Hills, CA: Sage.  
Chubin, D. (1982) Collins's programme and the "hardest possible case".  Social Studies of Science  12: 136-39. 
Collins, H.M. (1982) Special relativism: The natural attitude.  Social Studies of Science 12: 139-43. 
Collins, H.M. (1983) An empirical relativist programme in the sociology of scientific knowledge, in K.D. Knorr-Cetina and M. Mulkay, eds. Science Observed: Perspectives on the Social Study of Science.  London and Beverly Hills: Sage. 
Collins, H.M. (1990) Artificial Experts: Social Knowledge and Intelligent Machines.  Cambridge, MA: MIT Press. 
Collins, H.M. (1993)  RAT Think.  Presented at the Surrey Conference on Theory and Method, "Nonhuman agency: A Contradiction in Terms?", University of Surrey, September 1993. 
Collins, H.M. and Cox, G. (1976)  Recovering relativity: Did prophecy fail?  Social Studies of Science 6: 423-44. 
Collins, H.M. and Yearley, S. (1992)  Epistemological chicken.  In A. Pickering, ed., Science as Practice and Culture.  Chicago: University of Chicago Press. 
Craib, I. (1986)  Review of M. Mulkay, The Word and the World (London: Allen & Unwin, 1985).  Sociology 20: 483-4. 
Douglas, M. (1975)  Implicit Meanings: Essays in Anthropology.  London: Routledge. 
Drew, P. ve Holt, E. (1988) Complainable matters: The use of idiomatic expressions in making complaints. Social Problems  35: 398-417. 
Eco, U. (1979)  The Role of the Reader. Bloomington: Indiana University Press. 
Eco, U. (1992)  Overinterpreting texts.  Pp. 45-66 in S. Collini, ed., Umberto 
Eco: Interpretation and Overinterpretation.  Cambridge: Cambridge University Press. 
Edwards, D. (1991) Categories are for talking: On the cognitive and discursive bases of categorization. Theory and Psychology 1 (4): 515-542. 
Edwards, D. ve Potter, J. (1992) Discursive Psychology.  London and Beverly Hills: Sage. 
Edwards, D. Ve Potter, J. (1993) Language and causation: A discursive action model of description and attribution.  Psychological Review 100: 23-41.
Feyerabend, P.K. (1975)  Against Method.  London: New Left Books. 
Feyerabend, P.K. (1987) Farewell to Reason.  London: Verso. 
Forrester, J. (1989) Lying on the couch. In H. Lawson and L. Appignanesi, eds., Dismantling Truth: Reality in the Postmodern World.  London: Weidenfeld and Nicolson. 
Geertz, C. (1988).  Works and lives: The anthropologist as author.  Oxford: Polity. 
Gilbert, G.N. ve Mulkay, M. (1984)  Opening Pandora's Box: A Sociological Analysis of Scientists' Discourse.  Cambridge: Cambridge University Press. 
Goffman, E. (1981)  Forms of Talk.  Oxford: Basil Blackwell. 
Gooding, D., Pinch, T. and Schaffer, S., eds. (1988)  The Uses of Experiment.  Cambridge: Cambridge University Press. 
Gouldner, A.W.  (1976) The Dialectic of Ideology and Technology: The Origins, Grammar and Future of Ideology.  London: Macmillan. 
Grint, K. ve Woolgar, S. (1992) Computers, guns and roses: What's social about being shot?  Science, Technology and Human Values  17: 366-80. 
Gusfield, J. (1976) The literary rhetoric of science: Comedy and pathos in drinking driver research.  American Sociological Review  41: 16-34. 
Harré, R. (1983).  Personal being: A theory of individual psychology.  Oxford: Blackwell. 
Hutcheon, L. (1989) The Politics of Postmodernism.  London: Methuen. 
Johnson, J. (a.k.a. Latour, B.) (1988)  Mixing humans and non-humans together: The sociology of a door-closer.  Social Problems  35: 298-310. 
Kling, R. (1992)  Audiences, narratives and human values in social studies of technology.  Science, Technology and Human Values  17: 349-65. 
Lakoff, G. (1987) Women, Fire and Dangerous Things: What Categories Reveal about the Mind. Chicago: University of Chicago Press. 
Latour, B. (1987)  Science in Action.  Milton Keynes: Open University Press. 
Latour, B. (1989)  Clothing the naked truth. In H. Lawson and L. Appignanesi, eds., Dismantling Truth: Reality in the Post-Modern World. London: Weidenfeld and Nicolson. 
Latour, B. (1992)  Where are the missing masses?  The sociology of a few mundane artifacts.  In W. Bijker ve J. Law, eds., Shaping Technology/Building Society: Studies in Sociotechnical Change.  Cambridge, MA: MIT Press. 
Latour, B. ve Woolgar, S. (1986).  Laboratory Life: The Construction of Scientific Facts.  2nd Edition.  Princeton: Princeton University Press. 
Lynch, M. (1985)  Art and Artifact in Laboratory Science: A Study of Shop Work and Shop Talk in a Research Laboratory.  London: Routledge. 
Lynch, M. ve Woolgar, S., eds. (1990) Representation in Scientific Practice.  Cambridge, MA: MIT Press. 
MacKenzie, D. (1991)  Inventing Accuracy:  A Historical Sociology of Nuclear Missile Guidance.  Cambridge, Mass., MIT Press. 
Muhlhausler, P. and Harré, R. (1990) Pronouns and People.  Oxford: Blackwell. 
Mulkay, M. (1985)  The Word and the World: Explorations in the Form of Sociological Analysis.  London: Allen & Unwin. 
Nietzsche, F. (1873) Das Philosophenbuch.  Part III: Knowledge theoretical introduction on truth and lies in an extra-moral sense.  Paris: Aubier Flammarion Bilingue. 
Norris, C. (1990)  What's Wrong With Postmodernism.  London: Routledge
Parker, I. (1992) Discourse Dynamics: Critical Analysis for Social and Individual Psychology.  London: Routledge. 
Pickering, A., ed. (1992)  Science as Practice and Culture.  Chicago: University of Chicago Press. 
Pollner, M. (1987)  Mundane Reason: Reality in Everyday and Sociological Discourse.  Cambridge: Cambridge University Press. 
Potter, J. (1988)  What is reflexive about discourse analysis? - The case of reading readings.  In S. Woolgar, ed., Knowledge and Reflexivity: New Frontiers in the Sociology of Knowledge.  London and Beverly Hills: Sage. 
Potter, J. (1992)  Constructing realism: Seven moves (plus or minus a couple).  Theory and Psychology 2: 167-73. 
Potter, J. ve McKinlay, A. (1989) Discourse - philosophy - reflexivity: A comment on Halfpenny.  Social Studies of Science 19: 137-45. 
Potter, J. ve Wetherell, M. (1987)  Discourse and Social Psychology: Beyond Attitudes and Behaviour.  London and Beverly Hills: Sage. 
Rokeach, M. (1964)  The Three Christs of Ypsilanti.  New York: Random House. 
Rorty, R. (1985)  Solidarity or objectivity? In J. Rajchman & C. West, eds., Post-Analytic Philosophy. New York: *. 
Rorty, R. (1992)  The pragmatist's progress.  Pp. 89-108 in S. Collini, ed., Umberto Eco: Interpretation and Overinterpretation.  Cambridge: Cambridge University Press. 
Rosch, E.R. (1975) Universals and cultural specifics in human categorization.  In R. Brislin, W. Lonner and S. Bochner, eds., Cross-Cultural Perspectives in Learning. *: Halstead Press. 
Sacks, H. (1989) Lecture 6: The M.I.R. membership categorization device. In Transcribed Lectures 1964-1965, edited by Gail Jefferson. Special issue of Human Studies 12 (3-4). 
Schaffer, S. (1991) The Eighteenth Brumaire of Bruno Latour.  Studies in the History and Philosophy of Science  22 (1): 174-92. 
Seabrook, W. (1941) Doctor Wood: Modern Wizard of the Laboratory. New York: Harcourt, Brace and Co. 
Smith, B.H. (1988)  Contingencies of Value: Alternative Perspectives for Critical Theory.  Cambridge, MA: Harvard University Press. 
Sudnow, D. (1967) Passing On: The Social Organization of Dying.  New York: Prentice Hall. 
Wetherell, M. ve Potter, J. (1992) Mapping the Language of Racism: Discourse and the Legitimation of Exploitation.  Hemel Hempstead: Harvester/Wheatsheaf. 
Winner, L. (1992)  Review of D. MacKenzie, Inventing Accuracy (Cambridge, MA: MIT Press, 1992).  Presented at the 4S/EASST joint conference, Gothenberg, August 1992. 
Wood, R.W. (1904)  The n-rays.  Nature 70 (September 29): 530-531. 
Woolgar, S. (1985)  Why not a sociology of machines?  The case of sociology and artificial intelligence.  Sociology 19: 557-572. 
Woolgar, S. (1988a)  Science: The Very Idea.  Chichester: Ellis Horwood; London: Tavistock. 
Woolgar, S., ed. (1988b)  Knowledge and Reflexivity: New Frontiers in the 
Sociology of Knowledge.  London and Beverly Hills, CA: Sage. 
Woolgar, S. (1991)  The turn to technology in social studies of science.  Science, Technology and Human Values 16: 20-50.
Woolgar, S. ve Pawluch, D. (1985)  Ontological gerrymandering: The anatomy of social problems explanations. Social Problems 32: 214-27. 

DİPNOTLAR
1.“Rölâtivistler”, bazılarının kendine atıflı olduğu, çoğunun olmadığı çeşitli etiketler için geniş kapsamlı terimimizdir: (sosyal) inşacılar ve yapılandırmacılar, yapısökümcüler, pragmatistler, postmodernistler, epistemolojik (bilişsel, epistemik) rölâtivistler, öznelciler, şüpheciler, yorumlamacılar, refleksivistler ve özellikle yukarıdakilerin hepsinin radikal veya son derece veya uç versiyonları. Ailevi benzerlik azimli (veya inatçı) bir anti-realistliktir. 
2. “Realist”, hem sağduyulu aktör hem de geniş kapsamlı realizmleri benimseyendir; saf olandan sofistike olana, Sağdan Sola; Eysenck’den Bashkar’a demek özetleyecektir. Objektivist ve rölâtivistler de (sonuncusu bilimsel bilgi sosyolojisinin favori hedefi) üyedir. Bazen, bazı rölâtivistler (bkz. not 2) de bu konuma oturabilir (bkz. aşağısı)   
3. Nitekim, Collins ve Cox’ın rölâtivzme “sağduyu itirazı” (SDİ) dedikleri şeyle uğraşıyoruz: “’psikolojik engel’ olarak pek de bir ‘argüman’ değildir.... Bazı şeylerin çalıştığı, bazılarının çalışmadığı ve yanlış olması mümkün kaba gözlemlerin ortalıkta bulunduğu günlük deneyim karşısında rölâtivist görüşü savunmak son derece zordur... SDİ, sosyolojik inşacılığının sınırlarını dar hatların ötesine taşıyan herhangi bir girşimi feshetmek amacıyla kullanılır. Sosyal senaryo ne olursa olsun, belli bilimsel ve sağduyusal olguların, herhangi farklı bir şekilde olabileceğini önerebilecek herhangi bir sosyolojik çalışma ile alay eder. 
4.Realizmin retoriksel inşasında kullanılan bazı diğer mecazların analizi için bkz. Potter (1992). 
5.Aşikârlığa bel bağladıklarından ve müzakere gereğini inkâr ettiklerinden, bu tarz hadiselere “argümanlar” demeli miyiz? Eğer retorik verimlilik bir kıstas ise, evet. Bilim yazmak için oldukça verimli şekilde kullanılan retoriksizlik retoriği (Gusfield, 1976) gibi, argümansızlık argümanı da gayet ikna edicidir.
6. Bilimsel bilgi sosyolojisindeki çetin ceviz argümanların versiyonları için bkz., Ashmore (1989: 217); Chubin (1982); Collins (1982); Woolgar (1991).   
7. “Münavebe”, insanın bağlama göre inançları arasında değişim yapma kabiliyetidir: Collins ve Yearly’e (1992) göre, en iyi şekilde sosyolojik eğitim tarafından geliştirilebilen ve bilimsel bilgi sosyoloğu için özellikle önemli bir yetenek olan kabiliyettir.    
8. Burada rölâtivistler, fiziği – maddenin yüksek bilimini – kendi taraflarında işe almalarındaki ironinin tadını çıkarmak için bir dakika durabilirler. Tabi dakika geçer ve fizik, sosyal süreçleri ve başarılarnın incelenmesi sayesinde, bir inceleme konusu olası olarak asıl yerine geri döner. 
9. Burada zemin kelimesini, raporların konuşmacıların katılımcı oryantasyonunu gösterdiği, Goffman’ın (1981) anlayışıyla kullanıyoruz: raporlar konuşmacıların, kelimelerin “bestecisi” mi yoksa sadece “canlandırıcıları” mı olduklarını, aynı zamanda kelimenin kökenini kimin görüş açısının sağladığını gösterir. Bu bir katılımcı uygulamasıdır; bir mecburiyet yoktur. İnsanlar bu seçenekleri birbirine karıştırmayı seçebilir ve bu görüntü tarafından ima edilen bir epistemolojik garanti yoktur.
10. Bu yeni hırs için bkz. Collins (1990, 1993).
11. “Bunu neden yaptınız Bay Edmund?” “Çünkü oradaydı.” Bu tarz “oradalık”, realizmin kültürel olmayan “oradalığından” çok farklı bir şeydir. Dağcının lafı, tırmanılan dağa muazzam kültürel değer yüklemektedir; “orada” oluşu, diğer dağlardan farklı olması, kendine has zorluk derecesi, dağcılık kültüründeki önemi ve bunun gibi şeylerin meselesidir. Everest dağı isimsiz bir taş parçası değildir. 
12. Bazıları inşacılığın bir tür linguistik davranışçılığa dönüştüğünü bile iddia etmişlerdir. Tanımlayıcı okumalar argümanı quoque (Ashmore, 1989) şeklindeymiş gibi görünür; metinler hakkında realist bir görüşe sahipken realizmi nasıl eleştirebilirsiniz ki? Burada ve başka yerde inşacılığın bu versiyonunu şiddetle yalanlamamıza rağmen, Gilbert ve Mulkay’in (1984; yine de bkz. Potter ve McKinlay, 1989) bazı iddialarında yine de müttefikleri vardır ve bazı borcu ödenmiş inşacılar, dip çizgi gerçeklik olarak söylem için pozitif bir görüş düzenlemişlerdir (Muhlhausler ve Harré, 1990).  
13. İroniktir ki, fantastik ve imkânsız tanımları ağırlarken görülen genelde rölâtivist, inşacı veya söylem analisti değil, realisttir; onun için rölâtivizm korkusu, rölâtivizme karşı bir meydan okuma olarak sunulacak her çeşit keyfi tanımsal korkuları (bu olmaz veya olmadı veya olduysa üstesinden gelindi) meydana çıkartır. Rölâtivist analist, bir katliamın neden bir dondurma fabrikası diye adlandırılmadığı veya Karındeşen Jack’in St. Luke hakkındaki yorumu veya çok bahsedilen, bir paranoid şizofrenin çılgınca konuşmaları ile uğraşmak zorunda değildir; şizofrenin konuşmalarını beyan eden birinin bulunması hariç, bunun üzerine kıstas ahalisinin (psikiyatristler dâhil) akıl almaz iddialara karşı ellerinde ne varsa muhtemelen uygun düşecektir. Realistlerin fantastik tanımları uydurmadır ve/veya normalde ele alınacakları oluş bağlamından çıkarılmışlardır. 
14. Metnimizde güçlü bir tema sürdürebilmek için bilimsel bilgi sosyolojisi örnekleri üstüne yoğunlaşmayı seçtik. Ancak bu tür tartışmalar sosyal bilimlerde ve özellikle, “Located Knowledges” tarafından etiketlenen ve onurlandırılan,  bilim, kültür ve toplumsal cinsiyet çalışmalarının kavşağında yaygındır. Örneğin, Norris burada “ultra-rölâtivist” düşünce içine “sürüklenmiş” o aptal postmodernistler ve edebi teoristlerden yakınır: “Artık onların ‘radikalizmi”, ‘gerçeğin’ tepeden tırnağa onu halihazırda oluşturan anlamlar, değerler veya söylemler tarafından kurulduğuna, böylece hiç bir şeyin etkili bir karşı argüman olarak sayılamayacağına dair bir inandırmaya, sosyo-politik statüko adına gizli özür dileyiciler türüne geçmiştir;.... [Rölâtivizm] her şeyi, ikna edici veya retorik etkiden oluşan ölü bir seviyeye..... indirgeyen bir tür aşırı epistemolojik şüpheciliktir” (Norris, 1990: 3-4). Sosyal psikolojiden oldukça benzer bir Ölüm örneği ile, işte rölâtivizmin irticacı tehlikelerini ikaz eden Parker: “Göz önünde bulundurmamız gereken nokta..kurumları, iktidarı ve ideolojiyi analiz etmek için rölâtivizme doğru akışı durdurmalıyız...Söylemin dinamiklerine dair anlayışımızı sabitlemek için gerçeğin bir miktar anlamına ihtiyacımız var. Metnin dışındaki gerçeklikle herhangi bir bağlantıdan vazgeçmiş söylemin gücünden büyülenmiş [olanlar], baskı ve direncin altındaki yapıları ciddiye almaya dair bütün arzusunu yitirmiş, tamamen pragmatik bir ‘yeni realizmin” ‘radikal’ ifadesi için araçlar haline gelmektedirler’ (Parker, 1992: 22, 40-1). Postmodernizmin hem bazı pozitif hem de karşıtdeğerli politik olasılıklarını ortaya koyan ferahlatıcı bir argüman için bakınız Hutcheon (1989).      
15. Bu kinci dürtüyü, saygılı bir biçimde, “Rüşdler etkisi” diye isimlendirebiliriz.
16.Irkçı söylem bağlamında retorik olarak realizmin bir analizi için bakınız Wetherell ve Potter (1992, ch. 7). “Hayat adil değil” Joan Ashmore’dan (Malcolm’un annesi – kişisel iletişim) bir alıntıdır.
17.Sosyal bilimdeki ve özellikle bilimsel bilgi sosyolojisindeki refleksif konumların bir incelemesi ve örneklemesi için bakınız Ashmore (1989) ve Woolgar (1988b).
18.Bakınız Wetherell ve Potter (1992, blm. 4).
19.Hafıza ve nedensellik yükleme muhakemesi (causal attributional reasoning) gibi psikolojik konulara “söylemsel eylem” yaklaşımının başlıca özelliklerinden biri budur. Bakınız Edwards ve Potter (1992, 1993).
20. Bu konu hakkıdna geniş ve çeşitli etnometodolojik ve inşacı literatür bulunmaktadır. Dikkate değer örnekler: Atkinson (1978), Sudnow (1967), Harré (1993) ve İncil.
21. Daha önce bahsettiğimiz gibi, Kling, rölâtivist yolda iyi şekilde gidebildiği kadar gitme cesurca girişimi dokunaklı olan, kendince “yeniden inşacı yorumlamacıdır” (Kling, 1992). Ancak katı yürekli Grint ve Woolgar, onun uzlaşmadaki asil çabalarını kabaca geri çevirmeyi uygun görürler – ve eli mecbur kalan Kling’in, bir dip-çizgi, Ölüm-ve-Mobilya-Karışık argümanı denemekten başka seçeneği kalmaz. Grint ve Woolgar cevap verecek mi? Şimdi okuyun…
22.Bakınız Gilbert ve Mulkay (1984); Potter ve Wetherell, (1987).
23. Bilimde deneysel uygulamaların bir dizi analizi için bakınız Gooding, Pinch ve Schaffer (1989; alıntılanan Pickering, 1992). Çürütme deneylemesinin (yani fenomenin yokluğunu veya var olmadığını göstermek için tasarlanan deneyin) sahne-sihirsel karakterini gösteren bir çalışma için, bakınız Ashmore’un (1993b), R.W. Woods’un Blondlot’un N-ışınlarını sosyal yıkışını incelemesi. Blondlot’un N-ışınlarını demonstre etmesi ile yaptığının Wood’un uyarlaması, esasında bir tutam sahne sihri, sahne donanımıyla üretilmiş bir yanılsama olmasıdır; Wood’un yaptığını Ashmore’un tersine döndürmesi de aynıdır, her iki durumda da ana karakter/yazarın kontrol edilmemiş iddiaları dışında inanacakları bir şeyleri olmayan seyirci alkışlarken habersiz, enayiyi kandırmak için sahne donanımı yerleştirilir ve kaldırılır.
24.Melvin Pollner’ın, gerçeklik ayrımı analizlerinde (1987), Milton Rokeach’ın The Three Christs of Ypsilanti çalışmasından (1964) güzelce uygun bir örneği vardır:

Leon... mucizeler gerçekleştirebileceğini iddia ediyordu. Bir keresinde bir masaya kendini yukarı kaldırmasını emretti – ve masa emrine uydu. İnanamadığımı ifade ettiğimde, benim için mucizeyi tekrarlamayı istedi.... Büyük bir masa seçti…masaya arkasını döndü ve...kendini yukarı kaldırmasını emretti.
“Masanın yukarı kalktığını görmüyorum.”
“Efendim, çünkü siz kozmik gerçekliği göremiyorsunuz.”
(Rokeach 1964: 75; aktaran Pollner, 1987: 76) 

Melvin, Leon’un Milton’a cevabının iki tür olası gerçeklik ayırımı hazırladığına işaret eder. İlki ve en “ayrımlısı”, farklı gördüğünü iddia eden diğerinin kabiliyetsiz bir gören olduğunu ileri süren her iki tarafın da dünyevi usavurucu (veya realist) olduğu epistemolojik karşılaştırılmazlıktır. İkincisi ve daha az problematik olanı Schutz’un birden çok gerçeklik versiyonu gibidir: Leon, Rokeach’ın erişimi olmadığı bir olağanüstü âlemin [kozmik gerçekliğin] varlığını ileri sürüyor [ise eğer], aynı zamanda dünyevi âlemde masanın yerde durduğunu onaylıyor” (op. cit.: 162).
25.Alıntılanan: Billig (1987); Billig ve diğerleri (1988).
26. Latour’un öne sürdüğü gibi, “Eğer ‘Yahudi Soykırımı oldu’ açıklaması parçalanma tehlikesindeyse, onu en iyi kim savunacaktır? Masayı yumruklayanlar ve bu gerçekten olduğu için aklıselim kimse tarafından rasyonel bir şekilde inkâr edilemez diye durmadan tekrarlayanlar mı? Veya bu beyanın tartışılmazlığını biraz daha sürdürmek için hangi kaynakları getirmeli, hangi güçleri toplamalı, belki hangi toplumu yeniden kurmalı diye bakanlar mı?... Bir tarafta hakikati, diğer tarafta karışık müttefikler kalabalığını bulunduramazsınız.... Çıplak hakikate hasret, tamamen ruhsal olana hasret gibidir: ikisi de hiçliğe tehlikeli biçimde yakındır. Ben hakikati sıcacık giydirilmiş, cisimlendirilmiş ve güçlü tercih ederim (1989: 114-5).
27.Örneğin bakınız, Gouldner tarafından savunulan “Sokratik refleksivite” türü: “Herhangi pozitif bir öğretiyi öğütlemeyen Sokratik, incelenmemiş bir hayatı bir diğeri ile değişmez ve böylece hem şimdiyi hem de anti-şimdiyi yıkar. Bütün pozitif öğretilerin eleştiricisi, onların sınırlarını arayan Sokratik, bir pozitif öğreti sunan (ve bunun için sızlayan)  herkesin gözünde ister istemez şüphelidir. Öyleyse neticede, kurum ve onun varisliğini arzulayanlar – yani hem yaşlı hem de gençler –, onu “gençliğin zihnini zehirlemekle” suçlayacaklardır. Böylece Sokratikler suçludurlar ve suçlu ilan edilirler” (1976: xvi).
28. Çev. Not: tu quequo: Latince “sen de”, “sen dâhil” anlamına gelir. Kişinin bir suçlama karşısında kendisini suçlayan kişinin de önceden veya hâli hazırda aynı suçu işlemiş veya işlemekte olduğunu ima eden bir savunma argümanıdır.
29. Makineler sosyolojisi olasılığı üzerine Woolgar’a (1985) danışın; kapıların ve otomatik kapıların yaptıkları iş üzerine Johnson (1988); oldukça benzer bir şey için Latour (1992); bir kedi kapısının davranış modifikasyonu için Ashmore (1993a). Ayrıca faillik ve atfı hakkında bir empirik ve teorik açıklamalar derlemesi için bakınız Ashmore (çıkacak). “Panagentizm”in eleştirileri için bakınız, Collins ve Yearley (1992) ve Schaffer (1991).  



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.