26 Eylül 2014 Cuma


PSİKOLOJİDEKİ RÖLATİVİZM KARŞISINDA HERŞEYİ DENGELEMEKIAN PARKER
Parker, I. (1999) “Against relativism in Psychology, on Balance” History of the Human Sciences vol:12 No:4 pp 61-78 Sage Pub

Çeviri:Sibel A.Arkonaç


ÖZET

Psikolojideki rölativizm, disiplinin hakikat-iddialarını (truth-claims) ve baskıcı uygulamalarını açığa çıkarmaktadır ama psikolojik bilgiyi basit bir şekilde göreceleştirmek bu disiplini ‘psi-kompleks’in bir parçası olarak kavrayışta ve onunla mücadele etmede yetersiz kalır. Bunun için rölativizmin katkılarına ve de problemlerine dair dengeli bir eleştirinin diyalektik şekilde işe koşulması gerekmektedir, dolayısıyla bu makale eleştirel realizmin katkılarına geçmeden önce rölativizmdeki problemli dört retoriksel dengeleyici stratejiyi gözden geçirmektedir. Eleştirel realizm pozitivist psikolojinin kendini, doğa bilimlerinin olması gerektiğini düşündüğü modele göre biçimlendiren iddialarını ortaya çıkartır ve sosyal uygulamalardaki düşünme sürecini, söylemsel açıklamalara dayandırır. Buradaki problem ana akım psikolojiye sempati duyanların, psikolojiyi bir bilim olarak garantilemek ve psikolojik fenomenleri durumsallaştıran eleştirel araştırmayı gözden düşürmek için ‘realizm’e de başvuruyor olmalarıdır. Bizim eleştirel realizmi kullanışımız psikolojik olguların mevcut sosyal düzenlemeler içinde, sosyal olarak nasıl inşa edildiğini açıklamayı ve ‘psi-kompleks’in ortaya çıkmasına yol açan belli başlı tarihsel koşulları analiz etmeyi gerektirmektedir. Eleştirel realist bir çaba ancak psikoloji disiplininin birey oluş ve insan doğası nosyonlarını yeniden nasıl ürettiğini anladığı ölçüde onu dönüştürme ve farklı bir şey olarak yeniden inşa etme imkânı bulacaktır.

Anahtar sözcükler: eleştirel realizm, ideoloji, psikoloji, rölativizm. 


GİRİŞ

Bu makaledeki argüman, psikolojideki en ilerlemeci yeni hareketlerden birine karşı gelmektedir. Taraftarlarının çoğu teoriden uzak durduğu sırada bile rölativizmin farklı biçimleri, disiplin içindeki ideolojik motiflerin teorik temsili reddiyelerine ilham vermiştir (örn., Gergen, 1994; Newman ve Holzman, 1997). Uygulayıcıları herhangi belirli bir yönteme bağlanmaktan kaçındıklarında bile rölativizm, disiplindeki sözde-bilimin kullanışlı yöntemsel eleştirilerini körüklemiştir (örn., Shotter, 1993; Stainton Rogers ve ark., 1995). Çoğu çağdaş eleştirel psikoloji rölativist yazından beslenmektedir (örn., Fox ve Prilleltensky, 1997; Ibanez ve Iniguez, 1997). Eleştirel psikoloji; psikolojik teori ve pratiğin, sosyal fenomenleri birey düzeyine indirgemeye ve belirli davranış ve deneyim biçimlerini normalleştirmeye yönelik işleyişine odaklanan, heterojen bir eleştiri ve oto-eleştiri sürecidir (Parker, 1999). Bu çalışma dizisi içinde rölativizm, baskıcı ilişkilerin devamının sağlanmasında güç/iktidar ve ideolojinin psikoloji tarafından incelenmesini, çoğu zaman kolaylaştırmaktadır. Rölativizm, psikolojik metinlerin statülerini zihin hakkında ‘hikȃyeler’ olarak ortaya çıkarmaya ve ‘yapı sökümüne’ hizmet eden geniş bir sosyal inşacı, söylemsel ve postmodernist yeniden okumalar dizisidir, bu nedenle diğerlerinin yanı sıra eleştirel psikologlar da şimdi, neden rölativizmden uzak durmamız gerektiğini soracaklardır. 
Bu soruyu ele almak için, kullandığımız eleştirel realizmin psikolojik olguların mevcut sosyal düzenlemeler içinde sosyal olarak nasıl inşa edildiğine dair açıklamasına (örn., Curt, 1994; Harré, 1983) ve psikoloji ile ‘psi-kompleks’e yol açan temel tarihsel koşulların analizine bakması gerekmektedir. ‘Psi-kompleks’, bireyleri gözlemlemek ve düzene sokmak üzere, normali anormalden ayıran zihne ve davranışa ilişkin yoğun bir teoriler ve pratikler ağıdır (Ingleby, 1985; Rose, 1985). Psikoloji disiplininin insan doğası ve bireysel kognisyon nosyonlarını yeniden nasıl ürettiğini anlayan eleştirel realist bir yaklaşım bize onu dönüştürme ve sosyal olarak daha iyi bir şey inşa etme imkânı verecektir. Bu esnada, rölativizm de ideoloji-eleştirisi için hem faydalı bir araç olarak hem de psikolojideki eleştirel işin keskin kenarlarını giderek artan şekilde düzleştiren ideolojik bir form olarak anlaşılmalı ve de konumlandırılmalıdır. Eleştirel realizm, ‘gözlenebilir fenomen ve olayların altında yatan ve bunları üreten dayanıklı yapıların ve üretken mekanizmaların olduğunu teşhis etmek için’ neden sonuç arasında düzenlilikler kurmaya çalışan pozitivist girişimlerin bir adım ötesine geçer (Bhaskar, 1989, s. 2). Böyle bir adımın, kimi yazarlara göre eleştirel teorinin bilimlerle bütün olarak ilişkisinde statüsünü sağlamlaştırmada en umut verici temeli’ (Morrow ve Brown, 1994, s. 77) sağlayacak, dayanıklı bir ‘geçişsiz’ boyut görüşüne ihtiyacı vardır. 
Psikolojideki bu adımı izlemek ve disiplin içindeki rölativizme karşı kendi rotamı, psikolojide kurulan ve de müzakere edilen on farklı ‘denge’ yoluyla izlemem gerekiyor. Makalenin bu ilk giriş kısmında psikoloji içindeki sosyal inşacı yazına hak ettiği saygınlığı veriyorum (I. Denge), makalenin devamında rölativizme karşı olan ve eleştirel realizmi destekleyen argümanlarım, rölativizmin disiplin içindeki tümüyle ilerlemeci etkisi bağlamında okunmalıdır. Sonrasında zıtlıklar arası ilişkilerin psikolojideki kavranış tarzını tarif edeceğim (II. Denge) ve bunları anlama biçimine diyalektik olarak dikkat çekeceğim. Makalenin ana kısımlarında eleştirel realizmin katkılarına dönmeden önce, rölativizmin psikolojideki problemli özelliklerini (bunları dört denge teması etrafında düzenleyeceğim) ve eleştirel psikologlara sorun yaratabilecek problemlerin kabulünü inceleyeceğim (bunları da yine dört denge teması etrafında düzenleyeceğim). Daha sonra, eleştirel realizmin anlayabileceği rölativizmin psikoloji içinde derinlemesine ideolojik bir role sahip olduğu argümanını, ve yine eleştirel realizmin onarabileceği rölativizmin ahlâkı epistemolojiden koparıp attığı argümanını sona erdirmek üzere bu meselelerin tümünü bir araya toplayacağım. 

I. Denge: Rölativizmin yanında

1970lerde psikolojide dile dönüş ve 1980lerdeki söyleme dönüş, post-yapısalcı fikirlerin de kullanımıyla birlikte bize, modern kültürde öznelliği kuran ve de düzenleyen güçlü ‘psi-kompleks kısımları olarak, gelişim psikolojisi ile klinik psikoloji üzerine derinlemesine düşünme cesareti verdi. (Burman, 1994; Parker ve ark., 1995). Psikolojideki rölativizm, Batı kültüründe merkezî bir ideolojik aygıt olarak iş gören disiplinin hakikat-iddialarını aşındırmakta, ayrıca disiplinin patolojikleştiren bakış ve pratiklerinin ırkçılık-karşıtı ve feminist eleştirilerinin de yolunu açmaktadır (Henriques ve ark., 1984; Burman ve ark., 1996). Rölativist yaklaşımlara borcumuzu teslim etmeliyiz zira onlarsız hakikî bir eleştirel psikoloji olmazdı. Psikoloji dışındaki insan bilimlerinden olan okuyucular; zihinsel işleyişin o ya da bu evrensel ve aslî niteliklerini ‘keşfeden’, sonra da bu nitelikleri sergilemeyenleri patolojikleştiren disiplinin iddialarına meydan okumaya hazır, güçlü bir araştırmacı topluluğuna sahip olmanın bizim için ne kadar önemli olduğunu tam olarak kavrayamayabilirler. Bu makaledeki rölativizmin dengeli açıklaması bu bağlamda okunmalıdır. 

II. Denge: Çelişki üzerine

Bazı yazarlar çelişkinin, karşılıklı ilişkinin ve değişimin diyalektik süreçlerindeki rolünü vurgulamakla birlikte (örneğin, Reason ve Rowan, 1981), çoğu durumda psikolojik ve sosyal kategoriler dokunulmadan bırakıldı. Psikolojideki post-yapısalcı yazarların diyalektiğe yönelik gösterdikleri hoşnutsuzluğa karşın (örneğin, Henriques ve ark., 1984; Kendall ve Michael, 1997), bu çalışma alanında iktidara/güce gösterilen dikkat bizi psikoloji disiplininde genelde göz ardı edilen diyalektik bakış açılarına karşı uyarmaktadır. Diyalektik gerçekliğin sürekli-değişen dinamik doğasını, karşıt güçler tarafından parçalanma biçimini, çelişki ve şeylerin kendi karşıtlarına dönüşmesiyle imlenen değişim mantığını dikkate alır (örneğin, Novack, 1971). Bir etkinliğin diyalektik olduğunu söylemek, çelişki performansının her zaman yerine getirdiği sentetik çalışmayı anlamak demektir. Bu sentez çoğu zaman gizli ve belirsizdir ve karşıtlar burada ideolojinin hizmetinde bir araya getirilir ve dengelenir, böylece çelişki bastırılır. Ama bu yanlış senteze karşı her zaman direniş vardır ve diyalektik bir açıklama, görünüşteki uyumun kalbindeki çelişkiye ve durağan görünenin altında yatan hareket yasalarına dikkat eder.  
Diyalektik hareket ve sabitlikle (fixity) işaretlenir ve refleksif olarak söyleyecek olursak hareket ve sabitlik arasındaki bir diyalektikle yönetilir yani her biri ancak bir diğerinin onu kuşatması ve dönüştürmesi ile mümkün olur. Böylece neyin gerçek sayılacağı diğer açıklamalara ilişkin duruşu ölçüsünde göreceleşir ve değişim, meydan okunması ve de yıkılması gereken bir gerçeğe karşı kendini işaretleyerek devam eder. Eleştirel realizm gerçekliğin ‘sosyal inşasını’, söylem analizinin tarif ettiği gerçekliği tanımaktadır ama görece süreğen konuşma yapılarına ilişkin bu tarz tanımlamaları, analizi, açıklama ve değişime cevap verebilen görece süreğen ekonomik sömürü yapılarının Marksist açıklamasına (Bhaskar, 1989) gömük, iktidar ve ideolojinin iç içe geçişi olarak düşünür.  (İşte bu anlamda Marksistler de sosyal inşacıdır; bakınız, Parker ve Spears, 1996.) Aşağıda diyalektik açıklamanın eleştirel realist versiyonları incelenecek ve psikolojideki rölativizmin içini bir ideoloji biçimi olarak açmaya başlayacaktır. 

RÖLATİVİZMİN YANINDA, RÖLATİVİZME KARŞI

Psikolojik kavramların sosyal inşacı şekilde yeniden çalışılmasında ciddi riskler bulunmaktadır. Ortada bu meseleden kaçınmaya ya da belirsizleştirmeye yönelik rölativist çabalara örnek dört retoriksel dengeleme stratejisi vardır. Ama göreceğimiz üzere her birindeki karşıt konumlar arasındaki denge, aynı zamanda apolitik bireyciliğe ayrıcalık tanımayı ve de politik ve sosyal bağlama katılacak alternatif konumları baskılamayı da kapsamaktadır.

III. Denge: Boşluğu Dikkate Almak

Etkili taktiklerden biri, eğer başka türlü konuşacaksak rölativistlerle realistler arasındaki anlaşmazlık çözülürmüş gibi yapmaktır. Bu tartışma, taraflardan hiçbirinin kazanamayacağı bir ‘biz’ ve ‘onlar’ yaratan çocuksu bir pozisyon savaşı olarak nitelendirildir (örneğin, Gergen, 1998). Menfaat çok yüksek gibi görünüyor çünkü bunların sosyal olarak inşa edilen menfaatler olduğunu, “Esas Körfez savaşı, mutlak olanla rölativizm arasındaki boşluktur (körfezdir)” sözüyle aynı çizgide bir görüş olduğunu (Brian Eno, Guardian, 20 Ekim 1995, s. 11) fark edemedik. Bu strateji, dikkatimizi dünya hakkında bilmemiz gerekenin ya da mümkün olanın ne olduğu hakkındaki farklılıktan –hakikate dair bir açıklama sunma çabası ile böyle bir açıklamadan kaçınma arasındaki karşıtlıktan çıkar, ortak bir konuşmada ‘realist’ ve ‘rölativist’ anlatıları dengeleyebileceğimiz bir anlatılar (narrative) arası farklılık haline girer. Bu strateji, dünya hakkında anlatabileceğimiz her hikâyeyi içerecek kadar cömerttir ama ancak bir şey ‘hakkında’ bir şey söylemenin kendisinin sadece bir hikâye olduğunu kabul etmemiz koşuluyla. 
İktidara ilişkin açıklamaları, birbirinden farklı kişisel hikâyelerden oluşan bir spektrum içinde eritme çabaları şimdilerde psikolojideki ‘mutlak olanlar’ ile ‘rölativizm’ arasında köprü kurmamız gerektiği iddiaları içinde ortaya çıkmaktadır. Bunlar, dil dışındaki şeylere referans vermeyi bırakan ‘üçüncü bir türü bilmeyi’ (örneğin, Shotter, 1993) ve nerede olduğumuzu ya da nereye gittiğimizi ‘bilmenin sonu’ olduğunu benisememiz gerektiği iddialarını kapsar (örneğin, Newman and Holzman, 1997). Bu tarz retoriksel stratejiler rölativizm ile realizm arasındaki kutuplaşmayı sadece söylemin bir işlevi olarak anlamamızı isterken, tartışmayı iktidar ve ideoloji ilişkileri içine yerleştirmeyi çalışan her açıklamayı da bastırmaktadır. 

IV. Denge: Karar verilemezlik  

Sosyal inşacılığın savunucuları geleneksel psikolojinin altındaki pozitivist zemini çekip dünyaya ilişkin iddialarını göreceleştirirken, eleştirmenleri de disiplinde neyin kötü olduğu ve ne yapılabileceği kararına çok çabuk varmakla itham etmektedirler. Böylelikle eleştirmenlerin hakikat-iddialarını göreceleştirmekte, disipline karşı esas direnişi kasıtlı ya da kasıtsız sabote etmektedirler. Bu; ‘karar verilemezlik’ motifi etrafında dönen retoriksel bir stratejidir, söylem ile gerçek hakkındaki tartışmaları, doğru pozisyonun ne olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceğimiz bir konuşmadaki sıra alışlara indirgemektedir. Bunun son dönemde dile düşen örneklerinden biri, ‘ölüm’ ve ‘mobilya’ argümanlarına başvurarak tartışmaya son noktayı koymak isteyen anti-rölativistlere karşı rölativistlerin cesurca tartışmayı sürdürerek meselenin hiçbir zaman bu şekilde sona erdirilemeyeceğinde ısrar etmeleridir (Edwards ve ark., 1995). Burada ‘ölüm’e yapılan atıf anti rölativistlerin Soykırım (Holocaust) örneğini getirdiklerinde ve de bu türden tarihsel olayların sosyal olarak inşa edildiğini öne süren rölativistlere kafa tuttuklarında yaptıkları ‘nihaî argümana’ atıftır. ‘Mobilya’ ise anti-rölativistlerin, şeylerin dil dışında gerçeklikleri olduğunu hepimizin kabul etmesini istedikleri zaman ses çıkartacak şekilde vurdukları masadır. Metnin dışında kalanlar hakkındaki hükmün kalıcı şekilde askıya alınması çağrısı, her ne kadar daha sonraki savunmalar (aşağıda VI. Denge’ye geldiğimizde göreceğimiz üzere) olup bitene dair daha makul bir savunma sunmak üzere geri çekilmiş olsa da, en iyi sosyal bilimin açık refleksif ruhuna yakın durmak olarak tanıtıldı.– rölativizm mükemmel bir sosyal bilimdir (Edwards ve ark., 1995, s.42). Dünya hakkındaki tüm varsayımların terk edilmesine yönelik çağrıya karşın, mevcut teorik taslaklar eyleme girişmeden bizi önce bakmaya –sadece bakmaya- özendirmek üzere seferber edilmektedir. Etnometodoloji bu yolla son dönemlerde, psikolojideki rölativizmin sebebi haline getirilmiştir (örn. Potter, 1996; Edwards, 1997).
Etnometodolojiye uzun zaman sosyolojideki indirgemeci bir düşünce akımı olarak bakıldı (Gouldner, 1971), şimdi ise psikolojideki politik yönelimli sosyal inşacılığa ve söylem analizine karşı çıkışın bileşenlerinden biri olmuştur. Bir örnekte etnometodoloji ve konuşma analizi, bize araştırmacılara ‘ortalığı silip süpüren politik iddialarda’ bulunma imkânı sağladığı söylenen ‘moda’ ‘post-yapısalcı söylem analizi’nin karşısına oturtulmaktadır. (Widdicombe, 1995, s.106). Bu şikâyetin sahibi kendini psikolojideki radikal politikaya sempatik yaklaşan bir konuma yerleştirmekte, politika üzerindeki süreğen kararsızlık motifi ilk bakışta dikkatli ve makul şekilde ortaya konmaktadır; ‘araştırmacılar önceden belirlenmiş analitik çerçeve olarak kendi politik gündemlerini yüceltmekle, yaptıkları analizlerin pratik ve politik faydalarını baltalıyor olabilirler’ (Widdicombe, 1995, s.111). Ama, bir mülakatın yazı dökümünün ayrıntılı bir konuşma analizinden sonra yazarın, ‘belli politik amaçları pazarlamanın en etkili yolu belki de kolektif kimliklere ya da ortak baskılara başvurmak yerine kişisel tercihlere ve kararlara başvurmaktır’ şeklindeki tartışmasıyla argümanın ideolojik çekirdeğine ulaşıyoruz (Widdicombe, 1995, s.124). Burada sadece (yine) bireye indirgeme yoktur, aynı zamanda sözü edilen politika sanki sosyal etkinliğin diğer yönlerinden ayrıymış gibi sadece ‘pazarlanabilecek’, dağıtılabilir bir şey gibi düşünülmektedir. 
Kararsızlık burada etkin tasvir edilmekte ve– ‘hareketi dondurulanlar realistlerdir, hareket etmeye başlar başlamaz temsil etmeye başlarlar’ iddiasıyla (Edwards ve ark., 1995, s.34) – bildiğini zannedenlerin karşısına yerleştirilir ama bu etkin oluş liberal demokrasideki karar veremeyen, herhangi bir konum almada isteksiz, yüzergezer seçmene benzemektedir. Ayrıca belirli bir konum almayı reddetmenin bir konum almak olmadığını varsaymaktadır (Willig, 1998). Şu halde yine politikanın daima çok erken varmaya çalışacak bir şey olarak dışlanması ve rölativizmin psikolojideki en çoğulcu mekân olarak şiddetle savunulması söz konusudur. Böylece bu görüş, o ya da bu yönde bir karar vermeyecek apolitik seçmenlerle, burjuva idaresinden oluşan o çok sevilen birbirine pek benzeyen mütereddit bireyler kolleksiyonu inşa eder.

V. Denge: Perspektivizm

 Rölativizm, her iddianın karşıtlarıyla birlikte dikkate alınması gerektiğini; her konuma karşılık birilerinin de karşıt pozisyonu tartışmak isteyebileceğini düşünmenin mümkün olduğunu öne sürdüğünde, kendisini konuşmadaki en hoşgörülü katılımcı olarak takdim eder. Rölativizmin perspektivizmin noktasına kadar, farklı gerçekliklerin hiçbir zaman rasyonel bir şekilde değerlendirilemeyeceği ve fikir özgürlüğünün söylenen her şeye hoşgörü gösterilmesiyle eşitlendiği noktaya kadar uzaması, genel olarak şu sıralar burjuva kültüründe popülerdir. Bu, medya yayıncılığındaki ‘denge’ kavramını desteklemektedir. Sözgelimi, izleyicilerin kanal hakkındaki şikâyetlerini ve övgülerini yayımlamak üzere düzenlenen BBC televizyon programı Points of View (Bakış Açısı), Temmuz 1997’de neden BBC’nin ‘Hitler’in ve Nazi Almanya’sının olumlu yönlerini’ ekrana hiç getirmediğini soran bir mektubu yayımladı (Guardian Media Review’de rapor edilmiştir, 14 Temmuz 1997, s.7). 
Rölativistler bir kez kendilerini, ‘her şey uyar’ fikrine teslim ettiklerinde bazıları için revizyonist geçmişe örneğin savaş suçlarına tepki göstermeleri zorlaşmaktadır; çünkü bunlar tehlikeli yada yanlış diye kınamaktan kaçınmamız şart olan ‘başka perspektiflerdir’. Lyotard’ın, revizyonist neo-Nazi olan Faurisson’un Auschwitz’de tam olarak neler olup bittiği hakkında bilgi edinememekteyiz çünkü bize birinci elden bilgi verecek hayatta kalan hiç görgü tanığı yoktur iddialarını sorgulamadaki acizliği buna iyi bir örnektir. Onun yerine, Norris’in (1996) işaret ettiği üzere elimizde Faurisson’un versiyonu ile bizimki arasında anlatı ‘uyuşmazlığını’ kabul edecek Lyotard’ın yaptığı cılız başvuru vardır. Bu üzücü olay aynı zamanda ‘postmodern’ yazılardaki rölativizm problemlerini ve psikolojideki postmodernizm tehlikesinin genelde hafife alınmaması gerektiğini göstermektedir (Parker, 1998). 
Edwards ve arkadaşlarının (1995) ‘ölüm ve mobilya’ makalesinde sunulan örneklerin konuşma ‘sıra’sından başka bir şey olmadığı iddiası; perspektiflerin anlatılara gömük olduğunu bunun da geçmiş hakkındaki iddialara kafa tutacak ve onu yeniden yazma teşebbüslerini belirleyecek tarzda temsil edebilen bir tarihsel sürece gömük olduğunu kabul etmeyi reddetmeyi gerektirir. Akademik argümanlara basitçe bir konuşmadaki konuşma sırası halinde yayılmış çeşitli perspektifler muamelesi edildiğinde, bu argümanların inşası ve işlevleri gözden kaybolur. Belirli tarihsel olayların ‘gerçekliğini’ sorunsallaştırmak onları göreceleştirmeye yönelik kasıtlı girişimleri çoğu zaman istemeyerek pekiştirir ve yeniden üretir, bunun aksine dikkati diğer olayların sosyal inşasına çekmek şimdiye kadar belirsiz kılınan yönlerini görünür kılmaya hizmet edebilir. 
Argümanların, konuşmacıların doğrudan kontrollerinin dışında nasıl böyle işlediğini anlamak için geniş politik bağlamı ve ideolojinin işleyişini hesaba katmamız gerekir. Sözgelimi Soykırım, rölativistler tarafından kendilerine karşı kullanılan ‘en son argüman’  olarak yeniden inşa edildiğinde (Edwards ve arkadaşlarının [1995] makalesinde olduğu gibi), argüman sırasında Soykırıma sosyal inşa muamelesi edilmektedir sanki konuşma esnasında masaların varlığından aynı tarzda şen şakrak şüphelenişimiz gibi şüphelenmemiz gereken sadece bir konuşma sırasıymış gibi. Bu tür bir yeniden inşa, Faurisson gibi revizyonist tarihçileri ve bizi şüpheye düşürerek Soykırımın varlığını inkar etmek isteyen birçok başka neo-Nazi aktivisti hoşnut etmektedir (Seidel, 1986). Buna alternatif olarak, Körfez Savaşı’nın bitimine yakın Basra yolunda öldürülen Iraklılar imgesinin argümana dâhil edilmesi (Potter, 1997), ‘inşa edilmiş’ bir şeyin ve de şu an çok gerçek gibi değerlendirmemiz gereken bir şey olduğunu belki de bize hatırlatma işi görmektedir. Ancak perspektivist retoriğin yörüngesinde kalanlar yine de bir adım geriye dönüp şüpheli çeşitli iddiaların belirli bağlamlarda nasıl da kesinmiş gibi işlediğini ve diğer argümanlarla birbirlerine nasıl bağlandıklarını değerlendiremez.
Psikologlar bu tür argüman biçimine karşı özellikle hassas olabilir çünkü yıllar boyu bir yanda gerçeklik iddialarının sürekli ertelendiği birbiriyle uyuşmayan teorik ve yöntemsel çerçeveler çeşitliliğinin, diğer yanda insanların gelişme ve düşünme biçimlerini değerlendirmeyle ilgilenen ve psikologların gördükleri şeylerin gerçekten orada olduklarından emin olmaları gereken bir pratikler serisinin mevcut olduğu psi-kompleks içinde paradoksal retoriksel bir pratikle karşı karşıya kaldılar ve onu öğrendiler. Bu disipliner pratikler dizisi psikoloji hizmetlerini kullananların psikologların ne yaptıklarına dair görüşlerine kadar uzamaz (aşağıda VII. Denge tartışmasında ele alacağımız bir konu).
Perspektiflerin çeşitliliğine müsamaha göstermek itiraz edilebilir fikirlere karşı en demokratik tepki gibi görünse de aslında ezilenin elindeki sınırlı kaynaklardan birini çekip alarak baskı uygulayanla ezilenin gerçeklik-iddialarını aynı düzeye indirir; Geras’ın (1995, s.110) tartıştığı gibi,

… eğer gerçeklik tamamen göreceleştirilir ya da belirli söylemler, dil oyunları ya da sosyal pratikler için içselleştirilirse adaletsizlik diye bir şey kalmaz. Varsayılan bir adaletsizliğin kurbanları ve de protestocuları, gerçekten ne olduğunu anlatan, en son ve çoğunlukla en iyi silahlarından mahrum bırakılmış olur.


Rölativizmin vaat ettiği dünyaya ilişkin imajlar kaleydoskopu içinde (iktidar ve ideolojiyle ilgili) belirli görüşlerin fiilen (de facto) dışlanması, tarihsel olaylara ilişkin kümülatif ve kolektif hafızayı engellemekte ve bunun yerine sadece anlık bireysel perspektiflerden oluşan bir koleksiyona izin vermektedir. 

VI. Denge: Aşırılık ve Tedbir

Rölativizm bazen kendisini, gerçekte halinden memnun ve naif inananlarını şok etmek üzere düzenlenmiş ‘aşırı’ bir konum olarak sunar ama daha yaygın insan bilimlerinde bu konumun eleştirmenleri rölativizmin baskı altındaki çeşitliliğe hoşgörüde çoğu zaman sıradan ifadelere kaçtığını gözlemişlerdir (Geras, 1995). 
Rölativistler, kesin doğru kabul ettiğimiz bir gerçekliğe başvurdukları için ‘nihaî argümanları’ gözden düşürmeye niyetlendiklerinde bile sonradan geri adım atmakta ve bunun herhangi bir gerçekliği kabul etmeyi reddettikleri anlamına gelmediğine dair bize güvence vermektedirler. O halde bir yandan tüm ‘kredili malzemenin’ abartılı şekilde reddedilmesi vardır: ‘Bütün bu kredili malzemeyi harekete geçiren ama maskeleyen realizm, aynı zamanda dinleyenlerin yumruklamanın nasıl yapıldığını sağduyusal şekilde gözardı edişine güvenerek masa yumruklamayı bu gibi masaların (ve daha birçoklarının) varoluşlarının kanıtı saymamızı ister’ (Edwards ve ark., 1995, s. 29). Diğer yandansa belirli bilgi biçimlerini kesin doğru kabul etmeye, belirli iddiaları da ‘akıl almaz/saçma’ görmeye davet edilmekteyiz: ‘Soykırımın gerçek olmadığı iddiası, bütün akıl almaz/saçma iddialar gibi bu türden bütün iddialar gibi nasıl inşa edildiği ve yayıldığı kontrol edilebilir’ (Edwards ve ark., 1995, s. 35). Bununla birlikte burada bile bu tür iddiaların gerçekliğinin yada gerçek dışılığının değerlendirilişi, nasıl ‘inşa edildikleri ve yayıldıklarına’ ilişkin çalışmayla sınırlandırılmaktadır. Mesele sürekli dilin dışında neyin yattığından ‘orada dışarıda olan’ın nasıl inşa edildiğine kaydırılmaktadır (örn., Potter, 1996). 
Aşırı öfkeli iddiaların geri çekilip yerine daha ihtiyatlı ve sıradan iddiaların konduğu bu retoriksel dengeleme ‘nihaî’ argüman açıklamalarının sunuluşunda ve de verilen cevaplarda da görülmektedir. ‘Ölüm ve mobilya’ makalesinin yazarları sosyal bilimlerde başından sonuna kadar aynı güçle sürdürülen en radikal yaklaşımı geliştirmekte olduklarını söylerken (Edwards ve ark., 1995), bu konum daha sonra yalnızca rölativizme düşman olanların saldırılarına karşılık verme üzerinden yani sadece konuşmadaki ‘üçüncü sıra alış’ üzerinden savunulmuştur (Potter, 1998).
Böyle bir retoriksel dengeleme eylemi –mutlak olanla rölativizm arasındaki boşluğu dikkate almak, karar vermeyi reddetmek, perspektif çeşitliliğine tahammül göstermek, gerçek olmayan hakkında aşırı iddiada bulunmak ve iddiaları geri çekmek– eleştirel psikoloji için karışık bir nimettir. Rölativizme meraklı olan ve onun en tutarlı radikal yaklaşım olduğunda ısrar eden psikologlar, psikolojide gücün kötüye kullanımıyla mücadele etmek üzere demokratik bir etiğe başvurabilir ve argümanlarının baştan sona eleştirel olduğunu garantilemek için radikallerle birleşebilir. Ama tüm bu açıklamaları dengeleme stratejisi kendisini konuşmaları durdurmak isteyenlerden daha açık ortaya koyarken, tutarsızlıklarını da sistematik olarak örtbas etmekte ve bir kere daha kendi tarzını tarihsel-politik referans noktalarından yoksun bir gerçeklik-iddiası üzerine konuşmayla müzakere etmek bireye kalmıştır.  
Eleştirel realizmde bu bireysel rölativizmin bir alternatifi mevcuttur.

ELEŞTİREL REALİZM İÇİN VE ELEŞTİREL REALİZME KARŞI 
Eleştirel realizm, psikolojideki rölativizmi olduğu yerde tutacak bir retoriksel dengeleme edimlerini anlama yolu verir. Hem pozitivist psikolojinin hayal ettiği doğa bilimleri üzerinden kendini modelleyen gösterişli iddialarını ortaya serer, hem de altta yatan mantığı ve yapısı ilkesel olarak keşfedilebilir olan sosyal pratiklerdeki düşünme sürecinin söylemsel açıklamalarını temellendirir (Manicas ve Secord, 1983). Harré ve Secord (1972) – dile dönüşü savunurlar aynı zamanda tıpkı realist gibi tartışırlar – öncelikle psikolojinin kendi çalışma nesnesine sadık kalması gerektiğini ve bilimin nesnelerinin her zaman gerçekleşmesi gerekmeyen eyleme gücüyle birlikte karmaşık yapıda şeyler olduğunu tartışmışlardır. Burada argümanın önemli noktası, farklı pratiklerin farklı bilgi biçimleri üretiyor olması ve bu sebeple de psikolojideki realizmin (ve eleştirel realizmin), ‘epistemik rölativizm’ ilkesine (belki de hepsinden daha fazla) bağlı kaldığını akılda tutması gerektiğidir (Bhaskar, 1989). Bu suretle 1970lerin başında sözde-bilim psikolojiye karşı realizm bir eleştiri noktası sağladı şimdi de eleştirel realizm, 1980’lerde disiplindeki ‘dile dönüş’ün ve ‘söyleme dönüş’ün bazı sonuçlarını anlamamıza yardım edebilir.
Bununla birlikte çeşitli ‘realizm’ türleri psikolojinin bilim oluşunu garanti altına almak, sosyal inşacı eleştirileri çürütmek, psikolojik fenomenleri belirli kültürlerde ve belli tarihsel anlarda üretilen ve dönüştürülen şeyler olarak konumlandıran araştırmaları gözden düşürmek için ana akım psikolojiye yakın duranlar tarafından dolaşıma sokulmuştur bile. Eleştirel psikologlar için esas problem, inceledikleri şeylerin ‘gerçek’ olduğunu varsaymaktan gayet memnun, gözlemlerini davranışın altında ya da kafanın içinde bir şeylere zorunlu olarak dayandırması gerekmediği konusunda onları uyaran aşırı-ihtiyatlı bir empirizmin ötesine geçmeye daha da hevesli araştırmacıların var olmasıdır. Realizm bu suretle onlara zihinsel temsillerin ya da kognitif yapıların varlığından ya da dört elle sarıldıkları davranışsal ardışıklıktan daha da emin olma garantisi verir. Bazen araştırmadaki ‘realist’ bir yaklaşımın disiplindeki bilgi külliyatının birikmesindeki rolümüzü, en azından psikologların bireyler ve kültür hakkında bildiklerini düşündükleri bazı ‘gerçeklerin’ birikmesindeki rolümüzü mecburen icap ettirdiği varsayılır (örn., Greenwood, 1989, 1991). Ancak bundan sonra psikologlar iyi talim edilmiş deneysel –laboratuar işlemlerine davranışı normalleştirmek ve de düşüncedeki hataları yakalamak için kaldıkları yerden devam edebilirler (örn., Rantzen, 1993). İlerleyen kısımlar psikolojideki realist argümanların kavranmasındaki belirli problemleri gözden geçirmektedir. 
  
VII. Denge: Deneyciliğin Ölçüsü  

Şimdi ortada bir risk var, eğer ‘bilim’ gelişecekse bu hümanist değerler ve de kişisel-politik dönüşüm vizyonları pahasına olabilir, eleştirel realistler bilimsel psikologlar tarafından ‘keşfedilen’ bazı şeylerin doğru, sabit ve değişmez olabileceğinin kabulüne öncülük edebilir. Örneğin, Collier şunu öne sürer;

Psikolojideki psikanaliz-dışı pratiklerden sağlanan verilerle bilimsel bir şekilde çalışmanın imkânsız olduğunu tabii ki iddia ediyor değilim. ‘Empirik’ psikolojilerin ‘olguları’ en az psikanalizin ‘olguları’ kadar iyidir. Fakat verileri patoloji-dışı bir doğaya sahip psikolojik disiplinlerin eğilimi bu olguları realist-olmayan, empirik (empiricist) bir şekilde teorikleştirmektir. (Collier, 1981, s. 15) 

Belki de ‘empirik’ psikolojilerin ‘olguları’nın psikanalizin ‘olguları’ kadar kötü olduğunu söylemek daha iyi olacaktır (bu konu üzerine daha fazlası aşağıda IX. Denge’de). Collier (1981) ayrıca psikanaliz ‘pratiği’nin psikolojininkinden farklı olduğunu ve bunun da belirli ‘olgu’ türlerine yol açtığını belirtmektedir. Bu tartışma ve Collier’in eleştirel realizmin diğer savunmalarında uyguladığı çeşitli türden pratiği yapılan ilişkinin bir felsefeciyi ya da bir bilim adamını gerçek dünyadaki faaliyetin önemli ya da önemsiz olduğuna inanmaya muhtemelen cesaretlendirdiğini öne sürdüğü tartışma iyi bir argümandır(örn., Collier, 1994, 1998). Yani sözgelimi realizm ve rölativizm üzerine akademik seminerlerde yürütülen tartışmalar sanki dünya ironik şakalaşmayla çözülebilirmiş sanki dünyaya dair incelemelerin yerini konuşma incelemeleri alabilirmiş gibi ancak kendine şakacı çevrelerde döndürülebiliyor (örn., Ashmore, 1989; Edwards ve ark., 1995). Collier’in argümanını, inceleme nesnesi insanları psikoloji servislerini kullananlar ve katılımcılar olarak kapsayan bir pratikte geliştirilen bilgi biçimlerinin farklı olup olamayacağını sormak üzere bir adım ileri taşıyabiliriz(bkz., Parker ve ark., 1995; Reicher ve Parker, 1993). Olabilir ama dilin dışında gerçek bir dünya olup olmadığı tartışmasına en azından farklı bir bağlam sağlayacaktır. 
Söylem çalışmalarını söylem kullanabilen varlıkların maddeselliği içine yerleştiren psikolojideki ‘cismanileştirme’ tartışmaları da aynı paralel argüman çizgisini takip eder. (Nightingale, 1999; Yardley, 1996). Şimdi eğer bu, yazarların iddia ettiği gibi tüm ‘öznelci rölativizm’leri reddeden ‘güçlendirilmiş bir sosyal inşacılık’ ise o zaman benim tarif etmiş olduğum eleştirel realizm de bu tarz bir sosyal inşacılık olacaktır (Stenner ve Eccleston, 1994; Nightingale ve Cromby, 1999).

VIII. Denge: Psikolog-olmayanlar Ne İstiyor

Eleştirel psikologların mücadelesinde çok enerji sarf ettikleri ‘keşifleri’ ve ‘olguları’ doğrulamakta realizmin kullanılması, psikologların pek hevesli olduğu disiplinler-arası ittifak biçimlerini artırmaktadır -ve işe bakın ki eleştirel psikologlar burada geleneksel psikologlardan daha çok etkilenmektedir. Eleştirel psikologlar, yapmakta oldukları şeyi bağlamsallaştırmak ve psikolojinin kendinden kapalı ayrı bağımsız bir varlık olan ‘özne’sini çözmek için disiplin dışından farklı teorik yaklaşımları yanına çekmektedir. Ne yazık ki çoğu zaman diğer disiplinlerin, psikolojinin gediği kapatmak için ne teklif edebileceğine dair ya da politik veya sosyolojik teorik çerçevelerde eksik olan birey hakkında ne gibi açıklamalar önereceğine dair fantezileriyle karşılaşırlar. Condor’un (1997, s. 140) işaret ettiği gibi;

… tarihçiler, sosyal antropologlar, feministler, dilbilimciler veya sosyal teorisyenler ‘bizi’ iş ortakları olarak istedikleri kadar psikolog olarak da istemektedirler. Çünkü teorik açmazlarının ve disipline has otorite krizlerinin çözümü için kendi sınırlarının ötesine bakıyorlar. İşe bakın ki potansiyel çözüm olarak gördükleri kavramlar (örn., ‘kognisyon’, ‘kişilik’) çoğu zaman bizim Psikoloji’de karşı çıkmayı üstlendiğimiz yönleri içermektedir. 


Eleştirel psikologlar, ‘kognisyon’ ve ‘hafıza’nın kültüre özgü ve sosyal olduğuna dair açıklamalar geliştirmeye çalışırken (örn., Harré ve Gillett, 1994; Middleton ve Edwards, 1990) örneğin eleştirel edebiyat (critical literary) teorisyenleri ve filozoflar da anlamın belirsizliğini veya keyfi yorum oyununu durdurmak için zaman zaman eski indirgemeci kognitif psikolojiye ve ‘kognitif-semantik temsil yapılarına’ başvurabiliyorlar (örn., Norris, 1996, s. 76). Buradaki mesele psikoloji ve sosyoloji gibi disiplinlerin psikolojik ve sosyal olanı yırtıp atıp sonrada bunları bir araya getirip resmi tamamlamanın artık imkânsız olacağı açıklamalar inşa etme yollarıdır (Adorno, 1967). O halde eleştirel realizmin psi-kompleksin gücünü pekiştirecek bir biçimde bilimleri ‘birleştirme’ garantisi vermediğine ve diğer disiplinlerdeki müttefiklerimiz için bizim bu disiplinde yürüttüğümüz psikolojik kavramların eleştirel yapısökümünü farkında olmadan bozma yetkisi vermediğine dikkat etmeliyiz. 

IX. Denge: Bir Psikoloji olarak Psikanaliz

Psikanalizin cazibesi, psikolojiyi diğer insan bilimlerinin işini tamamlayacak bir özne bilimiyle gelerek bu boşluğu disiplinler arası doldurma teşebbüslerinin özel bir varyantıdır. Bu aynı zamanda psikanalizin alternatif bir bütün düşünme sistemi sağladığını ve de ‘gerçek’ psikolojiyi önerecek bir şey verdiğini hayal eden psikologları da etkilemektedir. Eleştirel realizm halihazırda  psikanalizin belirli versiyonlarını ve iddiaları genel olarak desteklemek (örn., Collier, 1994) üzere istihdam edilmiştir (Rustin, 1987).  
Şunu da belirtmeliyiz ki, psikanalizin bu tarz eleştirel realist yeniden değerlendirilişinin neticesi psikanalizin kendisinin çarpıtılması ve deneysel psikolojiye daha fazla benzemesi demektir (örn., Stern, 1985). Psikanaliz, kendimizi anlamada içsel haller ve gelişim hakkında bir açıklama biçimi olarak kullanılan güçlü kültürel bir form olabilir ama bu onun kültüre ve tarihe özgü olmadığı anlamına gelmez, bir eleştirel realistin işi psikanalizi bilimsel bir esasa oturtmak değil bir bilgi formu olarak nasıl işlediğini anlamak olmalıdır. Psikanaliz (ve psikolojinin çoğu) ‘çalışır’ama bizim ihtiyacımız olan onun evrensel olarak geçerli olduğunu varsaymak yerine Batı kültürünün ideolojik bir aygıtı olarak nasıl inşa edildiğini idrak etmektir (Parker, 1997). 

X. Denge: Bilimsel Tartışmanın Kuralları

Realizm, bilimsel bir topluluğun dil oyunları sistemine katıldığında riskli bir retorik olabilir, ciddiye alınmak ister. Doğa bilimlerindeki eleştirel realist çalışma (örn., Bhaskar, 1978, 1986), psikoloji disiplininin kendi arzuladığının tersine bir doğa bilimi gibi işlemediğini gösterme imkanı bulmuş eleştirel psikologlar (örn., Harré ve Secord, 1972) için paha biçilmez olsa da, bu bizim doğa bilimlerinin gerçekte yaptığı şeyi idealize etmemize ve onların da ideolojik olarak yapılandırılmış bilgi rejimleri olduğunu unutmamıza yol açabilir. Burada buna bir örnek Harré’nin (1986) bilimsel topluluğun dürüstlüğü hakkındaki tarafsız ve hakkaniyetli iddiasıdır. Bu iddiayı daha sonra kendilerinin de kurallarla oynadıklarını iddia eden rölativistler üzerlerine almışlardır; ‘Rölativizm, bütün hakikatlerin tekrar kurulacağı en mükemmel akademik konumdur’ (Edwards ve ark., 1995, s. 37). Bu ‘en mükemmel akademik konum’, sonra bilime müttefik edilmekte ve dinin karşısına oturtulmaktadır (yörüngesinde, bir el çabukluğu marifetiyle realizm de konumlandırılmaktadır): ‘Hakikatlerini en iyi şekilde muhafaza etmenin onları soruşturmadan korumak olduğunu düşünenler bilimsel değil dini bir etiğin takipçisidirler’ (Edwards ve ark., 1995, s. 40).
O halde, disiplini son 30 yıllık eleştiri dalgasından kurtarmaya çalışanlara hizmet eden ‘eleştirel realist psikoloji’ ile psikolojinin insanlara ne yaptığına odaklanan ve daha etkili olmak için harekete geçirilen tüm gerçeklik iddialarına meydan okuyan ‘psikoloji içindeki eleştirel realizm’i – psikolojideki realizm ile psikolojinin karşısındaki eleştirel realizmi – ayırt etmeye özen göstermemiz gerekiyor. Bu çerçevede, rölativizmin politikayı dışarda bırakmasının, psikolojik ‘bilime’ karşı yıllardır (sözgelimi kadınların ‘gerçek’ yaşantılarının değerini vermek için)politik bir mücadele yürüten feministlerce(Gill, 1995)hoş karşılanmaması şaşırtıcı değildir.  
Eleştirel realist psikoloji şimdiye kadarki psikolojinin büyük kısmına yönelik itirazları, diğer disiplinleri tamamlayacak ‘bireysel’ özneye yönelik bir açıklama sağlayarak, psikanalizi kayıp gerçek oymuş gibi teselli ederek ve sanki politik gündemle delik deşik edilen o değilmiş gibi psikoloji camiasında bilimsel tartışma kurallarına hürmet göstererek yumuşatır. Bunun tersine psikoloji içindeki eleştirel realizm (apartheid sonrası Güney Afrika’daki radikal psikologların toplantılarından birinin başlığındaki gibi) ‘hakikat fabrikasındaki işlerde bir somun anahtarıdır’ (Terre Blanche, 1996).

AHLAKİ-POLİTİK ELEŞTİRİNİN AYRILMASI VE YENİDEN BAĞLANMASI

Psikoloji içindeki rölativist argümanlar, disiplinin genellikle takas ettiği apolitik bireyciliği korumaya da hizmet eden bir dizi dengeleyici eylem tarafından yapılandırılmıştır. Bu argümanlar, (rölativizmi destekleyen) argümanın yüzeyi ile (realist bir kavrayışa çağrıda bulunan) altta yatan çıkarlar arasındaki dinamik ve diyalektik bir karşıtlığı da gizlemektedir. Burada rölativizmin bir ideoloji biçimi olarak nasıl iş gördüğü daha açık hale gelmektedir. Edwards ve ark. (1995, s. 37) yaklaşımlarının en mükemmel akademik konum olduğunu iddia ediyor, aslında oldukça haklılar da; kural olarak dünyadan ayrı, ahlaki-politik etkinlikten bağımsız akademik bilginin egemen burjuva kavramlarıyla mücadele etmek yerine onları yeniden üretiyorlar. Bu son derece ideolojik olan konum, ahlaki-politik muhakemeyi anlattığımız hikâyelerden ayırma kabiliyetini önceden varsayar ve istediğimiz herhangi birini seçmeden önce her birinin değerli olduğunu kabul edebileceğimiz hikâyeler anlatmaya muktedir Batı kültürünü kutlar. Bu, Kartezyen bir fanteziye -bireyin sosyalden, değerlerin olgulardan ayrılmasına- eleştirel realizmin anlamamıza ve de karşı durmamıza yardım edeceği bir fanteziye dayanır. Halbuki eleştirel realist bir açıklama yanıltıcı bir bilgi biçiminin hangi şartlarda bu yanıltıcı bilgi biçimini gözlenen bu durumların şartı olarak gerekli gördüğünü inceler.  
Eleştirel realizm, dünya ve de çalıştığımız akademik disiplinler hakkındaki bilgimizi ahlaki-politik pozisyonlarla bağlantılandırmanın ne kadar önemli olduğunu görmemize yardım eder. Eleştirel realizm bu çerçevede, rölativizmin insan bilimleri içindeki en muhafazakar bilgi biçimlerinden biri olduğunu görmemizi sağlar, son derece haklı olarak araştırmacının ahlaki-politik duruşu üzerine durup düşünmesinin önemini savunan psikologlar (örn., Harré, 1979) tehlikeyle oynamaktadırlar. Rölativizm, psikolojiyi açıp içinin insan zihni hakkında bir sürü söylemden ibaret olduğunu göstermemize imkân sağlamakla birlikte rölativizmin aynı zamanda hizmet ettiği çıkarlar hakkında daha diyalektik ve eleştirel realist bir anlayış elde etmek için ‘psi-kompleks’in bir parçası olarak altta yatan sosyal koşullara ve disiplinin gelişimine de bakmak zorundayız. Rölativizm, psikoloji içinde hem ilerici hem de gericidir, tarihsel olarak oluşmuş güç/iktidar yapılarına ve ihtiyaç duydukları ideolojik bilgi biçimlerine yönelik eleştirel realist bir dikkat bunu diyalektik olarak kavramamızı sağlar. 
Psikolojideki bir çok rölativist argüman disiplindeki egemen faraziyelerden kaçıp kurtulma iddiasındadır ama realistleri gözden düşürmenin peşindedirler çünkü dünyanın tamamı onun ‘gerçekten’ var olduğunu gösterecek şekilde getirtilmeye her zaman her an hazır değildir. Öyleyse burada, psikolojiye meydan okumaktan çok uzak, empirizmin zafer ve intikamını seyretmekteyiz. Rölativistler bu makaledeki argümanın rölativistler ile realistler arasında bir farklılık inşa etmek ve açıklamaları kurarken ‘orada dışarıda’ olan şeylere gönderme yapmak üzere çeşitli retoriksel aletler kullanmasına itiraz edeceklerdir. Çoğu makale bu argüman çizgisini takip etmek, can sıkıcı bir şekilde bu retoriksel aletlerin izini sürmek ve bu suretle eleştiriyi çürütmek için son açıklamanın yeterli olduğu izlenimini vermek üzere israf edilmiştir (örn., Edwards ve ark., 1995; Potter, 1996). Argümandan söz etmek yerine kendi retoriksel metin okuma aletlerine dikkat çekmenin kendisi de retoriksel bir alettir ve buna şimdi dikkat çekmemin nedeni (elbette bu da retoriksel bir alettir) hepimizi ilerideki bir sakınma ve metinsel tekbencilik (solipsizm) sarmalına bağlanma tehlikesinden korumak içindir. Burada, rölativist argümanın içsel mantığının ve yapısının bir kısmına ve var olan her şeyi ya da dünya hakkında söylenebilecek her şeyi açıkladıklarını iddia ettikleri zaman neyi gizlediklerine işaret ediyoruz (bkz., Parker, 1996). Bu da söz konusu argümanların güç/iktidar ve ideoloji rejimleri içinde oynadıkları rolü anlamayı gerektirir. 
Rölativistler argümanın farklı noktalarında açık görünmeyen yerlerin her zaman yeniden müzakere edilebileceğine de itiraz edebilirler ki bu da argümanın kendisiyle ilgilenmemeleri için kötü bir bahanedir. Eleştirel realistlerin kendileri dünya hakkında sahip olduğumuz bilginin geçici olduğunda ısrar eder ve bilimsel olabilmek için ‘epistemik rölativizm’e bağlı kalmamız gerektiği konusunda bizzat ısrar ederler. Buradaki can alıcı fark eleştirel realizmin insan bilimlerinin içinde faaliyet gösterdiği tarihsel ve kurumsal bağlamı, psikoloji için mümkün olabilecek şartları sağlayan ideolojik aygıtı ve de sadece rölativizm peşinde koşanların sunduğu ahlaki-politik çıkarları anlamamızı sağlamasıdır.

TEŞEKKÜR

Bu makaledeki argümanların ilk kez sunulduğu Ağustos 1997’de Warwick Üniversitesi’nde yapılan Uluslararası Eleştirel Realizm ve İnsan Bilimlerinde Kriz Kongresi’ndeki (International Conference on Critical Realism and the Crisis in the Human Sciences) psikoloji oturumuna katılan katılımcılara ve yanısıra makalenin ilk taslağına yönelik faydalı yorumları için Erica Burman’a, Angel J. Gordo-López’e, Kevin Moore’a, Alan Preston’a ve Carla Willig’e teşekkür ederim.

KAYNAKÇA

Adorno, T. (1967). Sociology and Psychology I. New Left Review, 46, 67–80. 
Ashmore, M. (1989). The Reflexive Thesis: Wrighting Sociology of Scientific Knowledge. Chicago, IL: Chicago University Press.
Bhaskar, R. (1978). A Realist Theory of Science (7. baskı). Brighton, Sx: Harvester.
Bhaskar, R. (1986). Scientific Realism and Human Emancipation. London: Verso.
Bhaskar, R. (1989). Reclaiming Reality: A Critical Introduction to Contemporary Philosophy. London: Verso.
Burman, E. (1994). Deconstructing Developmental Psychology. London: Routledge.
Burman, E., Aitken, G., Alldred, P., Allwood, R., Billington, T., Goldberg, B., Gordo-López, A. J., Heenan, C., Marks, D. ve Warner, S. (1996). Psychology Discourse Practice: From Regulation to Resistance. London: Taylor & Francis.
Collier, A. (1981). Scientific Realism and the Human World: the Case of Psychoanalysis. Radical Philosophy, 1981, 8–18.
Collier, A. (1994). Critical Realism: An Introduction to Roy Bhaskar’s Philosophy. London: Verso.
Collier, A. (1998). Language, Practice and Realism. I. Parker, (Ed.), Social Constructionism, Discourse and Realism içinde (47–58). London: Sage.
Condor, A. (1997). And so Say All of Us?: Some Thoughts on ‘Experiential Democratization’ as an Aim for Critical Social Psychologists. Ibáñez ve Íñiguez, (Ed.), Critical Social Psychology içinde (111–46). London: Sage.
Curt, B. (1994). Textuality and Tectonics: Troubling Social and Psychological Science. Buckingham: Open University Press.
Edwards, D. (1997). Discourse and Cognition. London: Sage.
Edwards, D., Ashmore, M. ve Potter, J. (1995). Death and Furniture: the Rhetoric, Politics, and Theology of Bottom Line Arguments against Relativism. History of the Human Sciences, 8, 25–49.
Fox, D. ve Prilleltensky, I. (Ed). (1997). Critical Psychology: An Introduction. London and New York: Sage.
Geras, N. (1995). Language, Truth and Justice. New Left Review, 209, 110–35.
Gergen, K. J. (1994). Realities and Relationships. Cambridge, MA: Harvard University Press.
Gergen, K. J. (1998). Constructionism and Realism: How Are We to Go on?. I. Parker, (Ed.), Social Constructionism, Discourse and Realism içinde. London: Sage.
Gill, R. (1995). Relativism, Reflexivity and Politics: Interrogating Discourse Analysis from a Feminist Perspective. S. Wilkinson ve C. Kitzinger, (Ed.), Feminism and Discourse: Psychological Perspectives içinde. London: Sage.
Gouldner, A. (1971). The Coming Crisis of Western Sociology. London: Heinemann.
Greenwood, J. (1989). Explanation and Experiment in Social Psychological Science. New York: Springer.
Greenwood, J. (1991). Relations and Representations: An Introduction to the Philosophy of Social Psychological Science. London: Routledge.
Harré, R. (1979). Social Being: A Theory for Social Psychology. Oxford: Blackwell.
Harré, R. (1983).  Personal Being: A Theory for Individual Psychology. Oxford: Blackwell.
Harré, R. (1986). Varieties of Realism: A Rationale for the Natural Sciences. Oxford: Blackwell.
Harré, R. ve Gillett, G. (1994). The Discursive Mind. London: Sage.
Harré, R. ve Secord, P. F. (1972).  The Explanation of Social Behaviour. Oxford: Blackwell.
Henriques, J., Hollway, W., Urwin, C., Venn, C. ve Walkerdine, V. (1984). Changing the Subject: Psychology, Social Regulation and Subjectivity. London: Methuen.
Ibáñez, T. ve Íñiguez, L. (Ed). (1997). Critical Social Psychology. London: Sage.
Ingleby, D. (1985). Professionals and Socializers: the “Psy-complex”. Research in Law, Deviance and Control, 7, 79–109.
Kendall, G. ve Michael, M. (1997). Politicizing the Politics of Postmodern Social Psychology. Theory & Psychology, 7(1), 7–29.
Manicas, P. T. ve Secord, P. F. (1983). Implications for Psychology of the New Philosophy of Science. American Psychologist, 38, 399–413.
Middleton, D. ve Edwards, D. (Ed). (1990). Collective Remembering. London: Sage.
Morrow, R. A. ve Brown, D. D. (1994). Critical Theory and Methodology. London: Sage.
Newman, F. ve Holzman, L. (1997). The End of Knowing: A New Developmental Way of Learning. London: Routledge.
Nightingale, D. J. (1999). (Re)theorising Constructionism. W. Maiers, B. Bayer, B. Duarte Esgalhado, R. Jorna ve E. Schraube, (Ed), Challenges to Theoretical Psychology içinde. New York: Captus Press.
Nightingale, D. J. ve Cromby, J. (Ed.). (1999).  Social Constructionist Psychology: A Critical Analysis of Theory and Practice. Buckingham: Open University Press.
Norris, C. (1996). Reclaiming Truth: Contribution to a Critique of Cultural Relativism. London: Lawrence & Wishart.
Novack, G. (1971). An Introduction to the Logic of Marxism. New York: Pathfinder Press.
Parker, I. (1996). Against Wittgenstein: Materialist Reflections on Language in Psychology. Theory & Psychology, 6(3), 363–84.
Parker, I. (1997). Psychoanalytic Culture: Psychoanalytic Discourse in Western Society. London: Sage.
Parker, I. (1998). Against Postmodernism: Psychology in Cultural Context. Theory and Psychology, 8(5), 601–27.
Parker, I. (1999). Critical Psychology: Critical Links. Annual Review of Critical Psychology, 1, 3–18.
Parker, I., Georgaca, E., Harper, D., McLaughlin, T. ve Stowell-Smith, M. (1995). Deconstructing Psychopathology. London: Sage.
Parker, I. ve Spears, R. (Ed.). (1996).  Psychology and Society: Radical Theory and Practice. London: Pluto Press.
Potter, J. (1996). Representing Reality: Discourse, Rhetoric and Social Construction. London: Sage.
Potter, J. (1997). Discourse and Critical Social Psychology. Ibáñez ve Íñiguez, (Ed.), Critical Social Psychology içinde (55–66). London: Sage.
Potter, J. (1998). Fragments in the Realization of Relativism. I. Parker, (Ed.), Social Constructionism, Discourse and Realism. London: Sage.
Rantzen, A. J. (1993). Constructivism, Direct Realism and the Nature of Error. Theory and Psychology, 3(2), 147–71.
Reason, P. ve Rowan, J. (Ed.). (1981). Human Inquiry: A Sourcebook of New Paradigm Research. Chichester, Sx: Wiley.
Reicher, S. ve Parker, I. (1993). Psychology, Politics, Resistance.  Journal of Community and Applied Psychology, 3, 77–80.
Rose, N. (1985).  The Psychological Complex: Psychology, Politics and Society in England 1869–1939. London: Routledge & Kegan Paul.
Rustin, M. (1987). Psychoanalysis, Philosophical Realism, and the New Sociology of Science. Free Associations, 9, 102–36.
Seidel, G. (1986). The Holocaust Denial: Anti-Semitism, Racism and the New Right. Leeds: Beyond the Pale Collective.
Shotter, J. (1993). Cultural Politics of Everyday Life: Social Constructionism, Rhetoric and Knowing of the Third Kind. Buckingham: Open University Press.
Stainton Rogers, R., Stenner, P., Gleeson, K. ve Stainton Rogers, W. (1995). Social Psychology: A Critical Agenda. Cambridge: Polity Press.
Stainton Rogers, W. ve Stainton Rogers, R. (1997). Does Critical Social Psychology Mean the End of the World? Ibáñez ve Íñiguez, (Ed.), Critical Social Psychology içinde (67– 82).
Stenner, P. ve Eccleston, C. (1994). On the Textuality of Being: Towards an Invigorated Social Constructionism. Theory and Psychology, 4(1), 85–103.
Stern, D. N. (1985). The Interpersonal World of the Infant: A View from Psychoanalysis and Developmental Psychology. New York: Basic Books.
Terre Blanche, M. (1996). A Spanner in the Works of the Factory of Truth. Psychology in Society, 21, 78–80.
Widdicombe, S. (1995). Identity, Politics and Talk: a Case for the Mundane and the Everyday. S. Wilkinson and C. Kitzinger, (Ed.), Feminism and Discourse: Psychological Perspectives. London: Sage.
Willig, C. (1998). Social Constructionism and Revolutionary Socialism – a Contradiction in Terms? I. Parker, (Ed.),  Social Constructionism, Discourse and Realism. London: Sage.
Yardley, L. (1996). Reconciling Discursive and Materialist Perspectives on Health and Illness: a Reconstruction of the Biopsychosocial Approach. Theory & Psychology, 6(3), 485–508.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.